ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 26 (9)
Cilt: 26  Sayı: 9 - Aralık 1998
1. 
Makale Özetleri
Summaries of Articles

Sayfalar 516 - 519
Makale Özeti | İngilizce Tam Metin

EDITORYAL YORUM
2. 
Editöryal TKD Arşivi 1998 Yılında Düzeyli Yayınını Sürdürdü
Altan ONAT
Sayfalar 520 - 521
Makale Özeti |Tam Metin PDF

3. 
Egzersiz Tl-201 Sintigrafisinde Yüksek Risk Parametreleri Saptanan Hastaların Tanınmasında Egzersiz EKG'de Stres Toparlanma İndeksinin Değeri
Value of Stress-Recovery Index on Exercise ECG in Detection of High-risk Patients on Exercise Tl-201 Scintigraphy
Mehmet AKSOY, Metin GÜRSÜRER, Ayşe EMRE, Hakan AKYÜZ, Turgut SİBER, Kemal YEŞİLÇİMEN, Birsen ERSEK
Sayfalar 522 - 528
Çalışmamızda, egzersiz ve toparlanma döneminde kalp hızına bağlı olarak ST -segment çökmesi kinetiği ve derecesindeki değişimleri gösteren yeni bir egzersiz testi indeksinin (Stres-Toparlanma İndeksi (STİ)) egzersiz Tl-201 sintigrafisindeki yüksek riskli hastaları öngörmedeki değerini araştırdık. Miyokard infarktüsü geçirmemiş 122 olguya Bruce protokolüne göre semptomla sınırlı treadmill egzersiz testi ve Tl-201 SPECT görüntüleme uygulandı. Her test sonunda, en fazla ST-segment çökmesinin görüldüğü derivasyon STİ'nin hesaplanması amacıyla ileri analiz için seçildi. Kalp hızları ve bunlara karşılık gelen ST çökmesi değerleri daha önce geliştirilen bilgisayar programına veri olarak girildi ve STİ değerleri otomatik hesaplandı. SPECT görüntüler 20 segmentli modelde değerlendirildi ve her hastada redistribüsyon defekti (RD) görülen segment sayısı belirlendi. RD sayısına göre de olgular düşük risk grubu (RD<5, n=88) ve yüksek risk grubu (RD?5, n=34) şeklinde ikiye ayrıldı. Bu grupların ortalama STİ değerleri sırasıyla 5.5±13 ve -19.8±15 mm. vuru/dk bulundu (p<0.0001). Yine Tl-201 sintigrafisindeki yüksek risk bulgularından artmış akciğer tutulumu ve sol ventrikül dilatasyonu görülenlerde görülmeyenlere göre daha düşük STİ değerleri elde edildi (-22.3 ± 14 vs. -5.5±12 mm. vuru/dk, p<0.0001; -24.2±13 vs. -6.1±14 mm. vuru/dk; p<0.0001). ?-5 mm.vuru/dk değeri yüksek riskli hastaların tanısında kriter alındığında %82 duyarlılık ve %94 özgüllük ile diğer standart egzersiz parametrelerinden daha yüksek tanı değerleri elde edildi. Sonuç olarak, STİ'nin koroner arter hastalığının fonksiyonel önemini gösteren, yüksek riskli hastaların tanısında kullanılabilecek yeni bir parametre olduğu kanısına varıldı.

4. 
Türkiye'de 20-22 Yaş Erkeklerinde Konjenital Kalp Hastalıklarının Sıklığı
Incidence of Congenital Heart Disease in Male, Young Adults in Turkey
Hürkan KURŞAKLIOĞLU, Cem BARÇIN, Ata KIRILMAZ, Kürşat ERİNÇ, Sedat KÖSE, Cemal SAĞ, Ertan DEMİRTAŞ
Sayfalar 529 - 533
Konjenital kalp hastalıklarının (KKH) toplumda görülme sıklıkları ile bunlara eşlik eden diğer kardiyak malformasyonların bilinmesi, bu hastalıkların tanısında değer taşımaktadır. Bu çalışma Türkiye'de genç erişkin erkek nüfusundaki KKH sıklığını saptamak amacıyla yapılmıştır. Çalışma grubunu, 1972-1975 doğumlu olup, askerlik görevi için başvurmuş veya askerlik görevini yapmakta olan 1919813 erkek birey oluşturmuştur. Bu sayı, 1990 yıl genel nüfus sayımına göre bu yıllar arasında doğup, hayatta olan erkek nüfusun yaklaşık %73'ünü oluşturmaktadır. Bu bireylerden tarama sırasında kardiyak patolojisi olduğu düşünülenlerle, kardiyak yakınması veya öyküsü olanlar kardiyoloji kliniklerine sevk edilmiş ve ileri tetkik yöntemleriyle incelenmişlerdir. Bu hastalara ait tanılar retrospektif olarak taranmış ve KKH'ları kaydedilerek istatistiki olarak değerlendirilmiştir. Mitral kapak prolapsusu, interatriyal septum anevrizması, gradient vermeyen subaortik membran, biküspid aorta, sol ventrikül yalancı tendon çalışma kapsamı dışında tutulmuştur. Sonuç olarak, saptayabildiğimizi KKH insidans çalışmaları içinde incelenen birey sayısı en fazla olan bu çalışma sonunda toplam 1407 (%0.07) hastada KKH belirlenmiştir. Bu hastalar içinde en sık rastlanan KKH atriyal septal defekt (%35) olup, bunu ventriküler septal defekt (%26), pulmoner stenoz (%13), Fallot tetrolojisi (%4.7), duktus arteriosus açıklığı (%4.5) izlemektedir.

5. 
Nitrovazodilatörlerin Kardiyopulmoner Bypass Sırasında Nitrik Oksit - cGMP Yoluna Etkisi
Effect of Nitrovasodilators on Nitric oxide-cyclic GMP Pathway during Cardiopulmonary Bypass
Bülent TÜNERİR, Yavuz BEŞOĞUL, Turan YAVUZ, Abdelmajeed ALEqaidat, Recep ARSLAN, Behçet SEVİN, Tuğrul KURAL
Sayfalar 534 - 537
Bu çalışmada, kardiyopulmoner bypass (CPB) altında koroner arter bypass greft (CABPG) operasyonu uygulanan olgulara preoperatif verilen nitrovazodilatörlerin nitrik oksit (NO) - cGMP yolu üzerine etkisini araştırmayı amaçladık. Koroner arter bypass uygulanan 30 olgunun anginası olan 15'ine preoperatif isosorbiddinitrate verilip, nitrat grubu; anjinası olmayan 15 olgu ise nitratlı ilaçları kesilerek kontrol grubu olarak alındı. CPB öncesi ve sonunda sağ atriumdan alınan kan örneklerinde plazma cGMP seviyeleri araştırıldı. Her iki gruptaki olguların yaş, cinsiyet, ağırlık, aort kross klemp süresi ve CPB süresi arasında istatistiksel olarak fark yoktu. Nitrat grubunda CPB öncesi ortalama plazma cGMP seviyesi (5.760±0.572) pmol/ml, kontrol grubunda (2.780±0.366) pmol/ml, CPB sonrası ise nitrat grubunda (7.770±0.304) pmol/ml, kontrol grubunda (3.660±0.280) pmol/ml bulundu (p<0.001***). Her iki grupta da CPB sonrası ortalama plazma GMP seviyesi artarken, nitrat grubunda bu artış daha belirgindi (p<0.01). CPB bazal NO salınımına ve NO - cGMP yolu üzerine arttırıcı etki yapmaktadır.

6. 
Koroner Anjiyografi Yapılan Hastalarda Tek Doz Diltiazem Uygulamasının Radyokontrast Ajanlara Bağlı Nefrotoksisiteyi Önlemedeki Etkinliği
The Renoprotective Effectiveness of Single-dose Diltiazem in Patients Undergoing Coronary Angiography
Mehmet Emin KORKMAZ, Abdülkerim BEDİR, Nurol ARIK, Haldun MÜDERRİSOĞLU, Melek ULUÇAM, Murat KORKMAZ, Bülent ÖZİN, Mevlüt BAŞKOL, Kaan KILINÇ, Bahattin ADAM
Sayfalar 538 - 543
Diltiazemin, koroner anjiyografi yapılan hastalarda, kontrast maddeye bağlı nefropatiyi önlemedeki olası etkisini görmek amacıyla toplam 100 hastada böbrek hemodinamiği ve idrarla enzim atılımını ölçtük. Hastalar rastgele düzenle diltizem (51) veya kontrol (49) gruplarına ayrıldı. Her hasta işlemden bir gün önce 24 saatlik idrarını topladı. Koroner anjiyografi işleminden 15 dakika önce diltiazem grubundaki hastalara 0.25 mg/kg (ençok 25 mg) i.v. diltiazem yapıldı, kontrol grubundakilere ise hiçbir ilaç verilmedi. Her iki gruba da standart yöntemle tanısal amaçlı sol ventrikülografi ve selektif koroner anjiyografi yapıldı. İşlem sonrası hastalar iki gün süreyle hastanede yatırıldılar ve 48 saat süreyle idrarları toplandı. Her hastada bazal 1. ve 2. gün olmak üzere idrar hacimleri saptandı, kreatinin klirensleri ve fraksiyone sodyum atılımları hesaplandı ve idrarla atılan alanın aminopeptidaz, N-asetil-b-D-glukozaminidaz ve anjiyotensin dönüştürücü enzim aktiviteleri ölçüldü. Diltiazem tubuler zedelenmenin göstergesi olan idrarla enzim atılımı üzerinde herhangi bir azaltıcı etki göstermedi, ancak serum kreatinin düzeylerinde radyokontrast maddeye bağlı gözlenen artışı etkin biçimde önledi. Bu veriler diltiazemin radyokontrast maddeye bağlı böbrek zedelenmesini engellemede etkin olabileceğini düşündürmektedir. Glomerul filtrasyon hızının daha hassas bir yöntemde ölçüldüğü ve daha uzun süreli ve/veya yüksek doz diltiazem ile yapılacak ileri bir çalışma kalsiyum antagonistlerinin radyokontrast nefropatisindeki koruyucu rolünü göstermede etkili olacaktır.

7. 
İnmede Risk Faktörü Olarak Foramen Ovale Açıklığı
Patent Foramen Ovale: A Risk Factor for Stroke?
Haşim MUTLU, Serdar KÜÇÜKOĞLU, Zerrin YİĞİT, Hayriye KÜÇÜKOĞLU, Barış ÖKÇÜN, Aida BAVÇİÇ, Sinan ÜNER
Sayfalar 544 - 550
Sağ atriyumu sol atriyumdan ayıran septumun (interatriyal septum) ortasında fossa ovalis adını alan hafif bir çukurluk ve bunun hemen altında, kimi zaman doğumdan sonrada açık kalabilen foramen ovale bulunur. Patent foramen ovale (PFO) transözofajiyal ekokardiyografinin (TÖE) kullanıma girmesi ile daha iyi tanınır hale gelmiş ve özellikle serebrovasküler olaylar (SVO) için bir risk faktörü olduğu değişik yüzdelerde bildirilmiştir. Bu çalışmada SVO geçirmiş veya SVO dışı değişik endikasyonlarla TÖE incelemesi yapılan olgularda PFO sıklığını ve serebral emboli ilişkisini araştırmayı amaçladık. Çalışma grubu SVO geçiren ve/veya değişik endikasyonlarla TÖE incelemesi yapılan, yaş ortalaması 48.17±15.88 ve yaş aralığı 14-89 olan 700'ü erkek (%40.9), 10124si kadın (%59.1) 1712 olgudan oluştu. Her olguya kontrast çalışma uygulandı. Kontrast madde olarak serum fizyolojik kullanıldı. Romatizmal kapak hastalığı saptanan 583 hasta çalışma dışı bırakıldı. Kalan 515'i erkek (%45.6), 614'ü kadın (%54.4) 1129 olgu 4 gruba ayrıldı: Grup I: SVO, emboli nedeniyle TÖE istenen 14-40 yaşları arasında 42 olgu (16 erkek, 26 kadın). Grup II: SVO, emboli nedeniyle TÖE istenen 41-89 yaşları arasında 191 olgu (95 erkek, 96 kadın). Grup III: Kontrol grubu olarak değişik nedenlerle TÖE istenen 14-40 yaşları arasında 338 olgu (130 erkek, 208 kadın). Grup IV: Kontrol grubu olarak değişik nedenlerle TÖE istenen 41-89 yaşları arasında 558 olgu (274 erkek, 284 kadın). 1129 olgunun 99'unda (%8.8) PFO saptandı. (I. Grupta 10, II. Grupta 11, III. Grupta 38 ve IV. Grupta 40 olgu) İnme geçiren Grup II ile Grup IV arasında istatistiki olarak anlamlı fark bulunmazken Grup I ile Grup III arasında (p=0.03) anlamlı bir fark saptandı. Çalışmamızda nonvalvüler olgular içinde PFO insidansı % 8.8 idi. Genç inmeli grupta PFO sıklığı anlamlı olarak yüksekti. TÖE istenen hastalara etiyolojiyi araştırarak gelecekte olabilecek olayları önlemek ve tedaviyi yönlendirmek amacıyla kontrast çalışma yapılmasının gereklidir.

8. 
Egzersizle Oluşan QRS Eksen Değişiminin Önemi
The Value of Exercise Induced Qrs Axis Deviation
Beyhan ERYONUCU, Lale KOLDAŞ, Mehmet BİLGE, Niyazi GÜLER, Necati SIRMACI
Sayfalar 551 - 556
Bu çalışmada amaç tredmil egzersiz testi (TET)'nde egzersizle oluşan QRS eksen değişiklikleri ve patolojik ST depresyonları ile anjiyografik olarak saptanan koroner arter darlığının lokalizasyonu arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Çalışma kapsamına TET'i pozitif olarak değerlendirilen ve tek damarda kritik lezyonu olan 35 koroner hastası ile TET'i normal olan 10 sağlıklı olgu alındı. Tek damar hastaları lezyon lokalizasyonlarına göre üç gruba ayrıldı (LDA, CX, RCA). Tek damar hastalarında egzersiz ile oluşan ST depresyonları ve QRS eksen değişiklikleri ve sorumlu damarla olan ilişkisi değerlendirildi. Egzersiz ile oluşan ST depresyonlarının görüldüğü derivasyonlar açısından karşılaştırıldığında gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Koroner arter hastalarında oluşan eksen değişiklikleri, damar tutulumlarına göre ayrı ayrı kontrol grubuyla karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (p<0.001). Sol eksen sapması (?10°) sadece sol ön inen arter lezyonu olan hastalarda görüldü ve sağ koroner, sirkumfleks arter ve kontrol grubuyla karşılaştırıldığında anlamlı farklılık saptandı (p<0.05). Egzersizle oluşan sol eksen sapmasının sol ön inen arter lezyonunu göstermede duyarlılığı %45, özgüllüğü %100 olarak bulundu. Koroner arter darlığının lokalizasyonunun saptanmasında egzersizle oluşan ST depresyonunun iyi bir belirleyici olmadığı ancak egzersizin neden olduğu sol eksen sapmasının sol ön arter lezyonu olan hastalarda oldukça özgül bir belirleyici olduğu sonucuna varıldı.

OLGU
9. 
Olgu Bildirileri Çift Odacıklı Sağ Ventrikül: Peroperatif Eksplorasyonun Önemi
Case Reports Double-chambered Right Ventricle: Experience of Five Cases
Murat DEMİRTAŞ, Serdar ÇİMEN, Mehmet KAPLAN, Osman BOLCA, Mehmet EREN, Hakan SAYRAK, Bülend KETENCİ, Önder TESKİN, Sabri DAĞSALI, Tuna TEZEL
Sayfalar 557 - 560
Çift odacıklı sağ ventrikül (ÇOSV), sağ ventrikül obstrüksiyonlarının yaygın olmayan bir nedenidir. ÇOSV'ün, sağ ventrikül çıkış yolu darlıklarının (SVÇYD) diğer nedenleriyle ayırıcı tanısı çok önemlidir. Bu hastaların % 80'inde membranöz ventriküler septal defekt (VSD) de bulunur. Septumda anevrizmatik bir poş, membranöz septum anevrizması (MSA) da görülebilir. Biz Aralık 1996 ile Nisan 1998 tarihleri arasında ÇOSV patolojisi olan 5 olguyu takip ve tedavi ettik. Bu olguların ameliyat öncesi tanıları, ilk 3 olguda sırasıyla, VSD + MSA, VSD + PS, VSD + aort yetersizliği iken, dördüncü ve beşinci olgularda ÇOSV + VSD idi. Ortalama yaşları 16 olan hastaların dördü kadın biri erkekti. Operasyonlarda, ilk 3 olgunun operasyon öncesi tanılarına ek olarak ÇOSV saptandı. Dördüncü ve beşinci olguların intraoperatif tanıları preoperatif tanı ile uyumlu idi. Ameliyatta anormal fibröz ve müsküler bantların rezeksiyonu ile birlikte diğer patolojiler de giderildi. Onarımı takiben intraoperatif direkt basınç ölçümünde sağ ventrikülün iki odacığı arasında ortalama 7 mmHg gradient kaldığı görüldü. İnterventriküler septumda şant yoktu. ÇOSV'ün preoperatif tanısı çok önemlidir. Ayırıcı tanıda her zaman akla getirilmelidir. Yetersiz ya da yanlış bir tanı, cerrahi tedavinin de yetersiz veya hatalı olmasına ve hastanın prognozu açısından geri dönülemez sonuçlara yol açabilecektir.

10. 
Hiperkolesterolemisi Olan Postmenopozal Kadınlarda Simvastatinin Tek Başına ve Sürekli Birleşik Hormon Replasmanı Tedavisi İle Birlikte Serum Lipid Düzeylerine Etkisi
Effects of Simvastatin Alone or in Combination With Continuous Combined Hormone Replacement Therapy on Serum Lipid Levels in Hypercholesterolemic Postmenopausal Women
Ali Serdar FAK, Mithat ERENUS, Oğuz CAYMAZ, Hakan TEZCAN, Pamir ATAGÜNDÜZ, Sena TOKAY, Şule OKTAY, Ahmet OKTAY
Sayfalar 561 - 567
Çalışmada prmer hiperkolesterolemisi olan postmenopozal kadınlarda simvastatinin tek başına ve postmenopozal hormon replasmanı tedavisiyle (HRT) birlikte serum lipid düzeylerine etkisinin incelendi. En az bir yıldır postmenopozal dönemde olan ve A.B.D. NCEP önerilerine göre hiperkolesterolemi için farmakolojik tedavi endikasyonu bulunan 100 hasta çalışmaya alındı. Hastalar diyet tedavisine ek olarak sürekli kombine HRT (östrojen 0.625 mg/g ve medroksiprogesteron 2.5 mg/g) ve simvastatin 10 mg/g alanlar (grup A) (n:50); ve sadece simvastatin 10 mg/g alanlar (grup B) (n:50) olmak üzere iki koldan izlendi. Her iki grubun bazal, 3. ve 6. aydaki lipid düzeyleri ve yüzde değişim oranları karşılaştırıldı. Bazal değerler grup A ve B'de sırasıyla; total kolesterol 240.0±28.0 ve 248.9 ± 28.2, LDL kolesterol 174.7 ± 25.6 ve 175.0±25.9, HDL kolesterol 37.2±5.0 ve 39.9±7.3 mg/dl idi. Her iki grupta bazal değerlere göre 3. ve 6. ayda serum lipid profilinde olumlu yönde anlamlı değişiklik oldu. Ancak iki grup bazale göre değişim açısından oranlandığında grup A'da total ve LDL kolesterolün anlamlı olarak daha fazla düştüğü, HDL kolesterolünse anlamlı olarak daha fazla arttığı bulundu. Grup A'da total kolesterol 3. ve 6. ayda sırasıyla % -12.3 ± 7.0 ve % -14.6 ± 7.7 azalırken bu oranlar grup B'de % -8.9 ± 6.2 ve % -11.3 ± 7.4 idi (p<0.01 ve p<0.05); benzer şekilde LDL kolesterol de 3. ve 6. aylarda grup A'da sırasıyla % -19.0 ± 10.6 ve % -23.3 ± 9.7 azalırken grup B'de % -13.2±10.4 ve % -15.8±12.3 oranında azalma gösterdi (p<0.005 ve p<0.005). HDL kolesterol ise yine sırasıyla grup A'da % 14.6±11.8 ve 21.3 ± 15.2 oranında artarken, grup B'de % 9.8 ± 11.8 ve % 11.1±12.5 oranında artış gösterdi (p<0.005 ve p<0.005). Ayrıca hem 3. hem de 6. ayda LDL kolesterolü itibarıyla tedavi hedefine ulaşan hasta sayısı grup A'da anlamlı olarak daha fazla bulundu. Trigliserid düzeyindeki azalma oranı 3. ayda grup A'da anlamlı olarak daha fazla olmakla birlikte 6. ayda bu farklılık gözlenmedi. Bu çalışmada, postmenopozal kadınlarda tek başına simvastatine oranla postmenopozal hormon replasmanı ve simvastatin kombinasyonunun hiperkolesterolemi tedavisinde daha etkin olabileceği sonucuna varıldı.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama

Copyright © 2025 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi