DERLEME | |
1. | Türk Erişkinlerinde Kalp-damar Risk Faktörü Olarak Gama Glutamiltransferaz:Metabolik Sendrom ve Öğelerinin Güçlü Bir Belirteci,Koroner Hastalık Riski İçin Bir Gösterge Value of Serum Gamma Glutamyltransferase as a Cardiovascular Risk Factor in Turkish Adults: A Good Marker of Metabolic Syndrome and its Components and of Coronary Disease Likelihood Altan ONAT, İbrahim SARI, Gülay HERGENÇ, Serdar TÜRKMEN, Bülent UZUNLAR, Hüseyin UYAREL, Mehmet YAZICI, İbrahim KELEŞ, Günay CAN, Vedat SANSOYSayfalar 1 - 9 TEKHARF Çalışmasının temelde Marmara ve İç Anadolu bölgelerinde oturan eski ve yeni kohortundan 868 kişide, başka muayene ve tahliller bağlamında, serum gama glutamiltransferaz (GGT) belirlendi. Amaç, halkımızda GGT'nin kardiyovasküler risk faktörleri, metabolik sendrom (MS) ve koroner kalp hastalığı (KKH) ile ilişkisini incelemekti. MS tanısı ATP-III kriterlerine, KKH tanısı anamnezde angina varlığı ve 12-derivasyonlu istirahat EKG'ının Minnesota kodlamasına dayanılarak kondu. Örneklemin %37'sinde MS, %10.5'unda KKH mevcuttu. Serumda GGT Elecsys metoduyla ölçüldü; değerler normal dağılım sergilemediğinden analizler log-transformasyon suretiyle bildirildi. Yaş ortalaması 52,7±11 olan 421 erkek ve 447 kadında geometrik ortalama değer sırasıyla 28.7±1.8 U/Lve 20,8±1.8 U/L bulundu (p<0.001). Konsantrasyonlar yaşla anlamlı olarak yükseliyorduysa da, aradaki korelasyon zayıftı (r =0.11). En güçlü korelasyonlar kanda ürik asid, açlık trigliserid ve insülin düzeyleri, kompleman C3, bel çevresi ve metabolik sendrom tanısı ile ortaya çıktı (r = 0.3 ila 0.4 arasında seyretti). Ayrıca, BKİ, total kolesterol ve sedanter hayat ile GGT arasında her iki cinsiyette, sistolik KB ve bozulmuş açlık glukozu durumu ile yalnız kadınlarda anlamlı bağıntı (r 0.16 ila 0.25) bulundu. Multipl lineer regresyona dahil edilen 13 değişken arasında, serum GGT aktivitesinin bağımsız belirleyicileri olarak, başta alkol kullanımı ve bel çevresi olmak üzere, beden kitle indeksi, ürik asid, açlık insülin ve kompleman C3 düzeyleri bulundu. Serum GGT düzeyinin ikiye katlanmasının MS olasılığının - yaş ve cinsiyetten bağımsız olarak - %36 yükselmesine karşılık geldiği, lojistik regresyon analiziyle anlaşıldı (p<0.001). KKH olasılığı için GGT'nin optimal sınır değerleri araştırılarak, erkek ve kadında sırasıyla 50 U/L ve 35 U/L seçildi. Sınırın altındaki bireylere kıyasla, üstündeki katılımcılarda KKH olasılığının odds oranı - alkol kullanımı, yaş ve cinsiyetten bağımsız olarak - 2.17 (%95CI 1.23; 3.82) bulundu; bu bulguya göre, serum GGT aktivitesinin ikiye katlanması KKH olasılığının %58 arttığını yansıtıyordu. Yetişkinlerimizde serum GGT aktivitesinin topluma-dayalı olarak ilk kez incelendiği bu çalışmada, enzimin metabolik sendrom ve unsurlarıyla çok yakın ilişki içinde olduğu doğrulandı. GGT'nin koroner kalp hastalığı olasılığının belirteci olarak da değer taşıdığı, aktivitede ılımlı yükselmelerin, olasılığın anlamlı biçimde yükseldiğini yansıttığı sonucuna varıldı. Bu konuda pratikte kullanılabilecek sınır değerleri önerildi. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 1-9) |
2. | Yavaş Koroner Akımlı Hastalarda Kalp Hızı Değişkenliği ve QT Dispersiyonu Heart Rate Variability and QT Dispersion in Patients with Slow Coronary Flow Adnan KÖŞÜŞ, Olcay SAĞKAN, İhsan DURSUN, Mehmet ELÇİK, Y.Mustafa YAZICI, Mahmut ŞAHİN, Osman YEŞİLDAĞSayfalar 10 - 15 Normal koroner arterlerde yavaş kan akımı oldukça nadir bir bulgudur. Koroner mikrovasküler yatakta rezerv anormalliği ve artmış sistemik adrenerjik aktivite bu klinik tablodan sorumlu tutulmaktadır. Koroner yavaş kan akımının kalp hızı değişkenliği ve miyokardiyal repolarizasyon üzerine etkilerini araştırmak amacıyla bu çalışmayı planladık. Koroner anjiografide epikardiyal koroner arterleri normal olarak değerlendirilen ancak koroner kan akım hızı yavaş ve yaş ortalamaları 52.8±11.4 yıl olan 29 (16 E, 13K) hastaya karşılık sağlıklı bireylerden seçilen 22 kişi kontrol grubu olarak alındı. Koroner yavaş akım grubundaki hastaların TIMI kare sayıları, 12 derivasyonlu EKG'den düzeltilmiş QT dispersiyonları ve 24 saatlik Holter izleminden kalp hızı değişkenliği parametreleri saptandı. Kalp hızı değişkenliği parametrelerinden olan SDNN, pNN50 ve trianguler indeks değerleri koroner yavaş kan akımı grubunda (SDNN=109±29, pNN50=11±7, trianguler indeks=462±119), kontrol grubuna (SDNN=146±44, pNN50=20±16, trianguler indeks=584±142) kıyasla anlamlı derecede baskılanmıştı (p değerleri sırasıyla 0.019, 0.037 ve 0.008 olarak bulundu). Koroner yavaş akımı grubundaki QTc dispersiyonu (104±38 ms) kontrol grubunun QT dispersiyonundan (71±7 ms) anlamlı derecede daha yüksekti (p=0.001). Koroner yavaş akım grubunda TIMI kare sayısı ile kalp hızı değişkenliği arasında bir korelasyon bulunamadı. Sonuç olarak, koroner yavaş kan akımı olan olgularda artmış adrenerjik aktivitenin bu tabloya neden olabileceği tezini destekleyecek şekilde kalp hızı değişkenliği ve QT parametreleri bozulmaktadır. Azalmış kalp hızı değişkenliği ve artmış miyokardiyal repolarizasyon heterojenitesi bu hastalarda ani kardiyak ölüm için artmış riskin göstergesi olabilir. Ancak bunların doğrulanabilmesi için daha büyük ve uzun takipli çalışmalara gereksinim vardır. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 10-15) |
3. | Glukoz Tolerans Bozukluğu Olan Hastalarda Aortun Elastik Özelliklerinin Konvansiyonel ve Renkli Doku Doppler Ekokardiyografiyle Değerlendirilmesi Evaluation of Elastic Properties of Aorta in Patients with Impaired Glucose Tolerance by Conventional and Color-Doppler Tissue Echocardiography Y.Ramazan TOPSAKAL, Fahri BAYRAM, Mustafa ÇALIŞKAN, İbrahim ÖZDOĞRU, Namık Kemal ERYOL, Cumali GÖKÇE, Mustafa GÜR, Ali ERGİNSayfalar 16 - 22 Arteryel sertlik artışı kardiyovasküler hastalıklar için bir risk faktörüdür. Çalışmamızın amacı hipertansiyon ve koroner arter hastalığı olmayan, glukoz tolerans bozukluğu (GTB) olan hastalarda aortun elastik özelliklerini konvansiyonel ve renkli doku Doppler ekokardiyografiyle (RDDE) değerlendirmektir. Hipertansiyon ve koroner arter hastalığı olmayan, GTB'si olan 47 olgu (yaş ortalamaları 37±8) çalışma grubunu, GTB'si olmayan 32 olgu (yaş ortalamaları 34±8) kontrol grubunu oluşturdu. Aortun elastik özelliklerini değerlendirmek için M-mode ekokardiyografiyle aortun sistolik ve diyastolik iç çapları, RDDE'yle aort üst duvar doku Doppler hızları (S, E, A m/sn), ekokardiyografik inceleme süresince nabız sayısı ve kan basıncı ölçüldü. Aortik sertlik indeksi ve aortik esneklik formüllerle (Aortik sertlik indeksi=ln(SKB/DKB)/(AoS-AoD)/AoD cm2dynes-1, aortik esneklik=2x(AoS-AoD)/NBxAoD) hesaplandı. Aortik sertlik indeksi, aortik esneklik, aort üst duvar S hızları (m/sn) çalışma grubunda kontrol grubuna göre anlamlı olarak farklıydı (sırasıyla 1.39±1.52'ye karşı 0.54±0.32, p=0.002; 2.64±1.83'e karşı 7.11±4.33, p<0.001; 0.057±0.022'ye karşı 0.069±0.027, p=0.029). Aortik sertlik indeksi aort üst duvar S hızı (r=-30, p=0.007) ve E hızıyla (r=-0.34, p=0.002) negatif ilişki, aortik esneklik ise aort üst duvar S hızıyla (r=34, P=0.002) ve E hızı (r=0.37, p=0.001) ile pozitif ilişki göstermekteydi. GTB'si olan çalışma grubunda aortik sertlik indeksi daha yüksek, aortik esneklik daha düşüktür. Renkli doku Doppler ekokardiyografiyle ölçülen aort üst duvar S hızı aortik sertlik artışına paralel olarak azalmaktadır. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 16-22) |
4. | Anjiyotensin Dönüştürücü Enzim Gen Polimorfizminin Erken Koroner Arter Hastalığı Gelişimindeki Rolü The Role of Angiotensin Converting Enzyme Gene Polymorphism in the Development of Premature Coronary Artery Disease Tamer AKBULUT, Tuba BİLSEL, Hüseyin UYAREL, Sait TERZİ, Nurten SAYAR, Alper AYDIN, Şennur Ünal DAYİ, Figen ÇİLOĞLU, Bayram BAĞIRTAN, İsmail PEKER, Kemal YEŞİLÇİMENSayfalar 23 - 27 Anjiyotensin dönüştürücü enzim (ACE) gen polimorfizminin çeşitli kardiyovasküler patolojilere olan etkisi tartışılmaktadır. Biz de çalışmamızda bu genetik faktörün Türk toplumunda erken koroner arter hastalığı gelişimi üzerine etkisini araştırmayı amaçladık. Koroner arter hastalığı tespit edilmiş 50 yaş ve daha altındaki 139 olgunun konvansiyonel risk faktörleri ve ACE genotip dağılımları, aynı yaş grubundaki koroner arter hastalığı tespit edilmeyen 67 olguyla karşılaştırıldı. Erken koroner arter hastalığı tespit edilen ve edilmeyen her iki gruptaki ACE genotip dağılımı benzer şekildeydi. (Çalışma grubunda ACE I/I: %13.7; ACE I/D: %59; ACE D/D: %27.3; kontrol grubunda ACE I/I: %17.9, ACE I/D: %57.2, ACE D/D: %27.9). ACE D/D genotipinin erken koroner arter hastalığı relatif risk oranı 0.88 (p > 0. 05) ve D alelinin relatif risk oranı 1.03 (p > 0.05) bulundu. Buna karşın total kolesterol seviyesi, HDL kollesterol seviyesi, LDL kolesterol seviyesi, sigara kullanımı, vücut kitle indeksi ve diabet sıklığı erken koroner arter hastalığı tespit edilen grupta istatistiksel anlamlı şekilde farklı bulundu. Sonuç: Sınırlı bir örnekleme dayanan gözleme göre, ACE gen polimorfizmi Türk toplumunda erken koroner arter hastalığı gelişiminde rol oynayan bir faktör olarak görünmemektedir. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 23-27) |
5. | Kompleman Sisteminin Aterosklerozdaki Rolü Role of Complement System in Atherosclerosis Gülay HERGENÇSayfalar 28 - 37 Kronik inflamatuvar bir hastalık olan aterosklerozda kompleman sisteminin de rolü olması doğaldır. Kompleman sistemi plazmada inaktif olarak bulunan enzimlerin kademeli aktivasyonu ile inflamatuvar peptidlerin, opsoninlerin ve hücre zarı saldırı kompleksinin oluştuğu bir yoldur. Kompleman sistemi, pıhtılaşma, kinin ve fibrinolitik sistem birbirileri ile ve bazı hücre zarı proteinleri ile etkileşim halindedir. Hemostaz sisteminde yer alan bir çok protein ve reseptörü kompleman aktivasyonu, bağışıklık cevabı, sitokin salınımından etkilenmektedir. Kompleman sisteminin aktivasyonunun da, koagülasyon sistemi, fibrinoliz, kininogenez, anjiyogenez sistemleri gibi, kontak sistem tarafından tetiklendiği gösterilmiştir. Komplemana bağlanmış immunkompleksler trombosit agregasyonu ve tromboza sebep olmaktadır. Kompleman C3 (C3) düzeyleri bir çok lipid parametresi ile anlamlı ilişki sergilemektedir. Son yıllarda asilasyon uyarıcı protein (ASP) isimli proteinin C3'ten faktör B ve faktör D varlığından oluştuğu, lipoprotein ve trigliserid metabolizmasında ve glikoz taşınmasında çok önemli rolü olduğu gösterilmiştir. HDL'in antiaterojen fonksiyonları arasında, kompleman aktivasyonunun baskılanması da yer almaktadır. HDL'nin majör apolipoproteini olan apo AI, kompleman sistemi terminal kompleksinin oluşmasını inhibe eder ve kompleman sistemi düzenleyici proteinlerine etki eder. Modifiye ve okside lipoproteinlerin kompleman faktörlerin üretilmesine ve aktivasyonlarına sebep olduğu gösterilmiştir. Kompleman kaskadından salınan başlıca inflamatuvar faktör olan C5a, nötrofiller için çok kuvvetli bir kemoatraktandır ve damara nötrofillerin infiltrasyonuna sebep olur. Köpük hücresinin aterosklerotik lezyon haline çevrilme sürecinde de kompleman sisteminin rolü bulunmaktadır. C3 düzeylerinin önceden iskemik bir olay yaşamamış erkeklerde MI'nin kuvvetli ve bağımsız bir belirteci olduğu saptanmıştır. Miyokard iskemisi ve sonrasındaki reperfüzyon, kardiyak cerrahi girişimler kompleman sistemini aktive etmektedir. Kompleman sisteminin bazı komponentleri ateroskleroz öngörmede, erken miyokard infarktüsünün ayırıcı tanısında ve inflamasyonu kontrol altına almada faydalı belirteç olmaya adaydır; doku ve kanda kantitatif ve kalitatif ölçümleri yapılmaktadır. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 28-37) |
6. | Kalp ve Damar Hastalıklarında MR Görüntüleme Tekniği MR Imaging Technique in Cardiovascular Diseases H.Barış DİREN, Y.Ümit BELETSayfalar 38 - 43 Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG), 80'li yılların başlarında geliştirilmiş ileri bir tıbbi görüntüleme yöntemidir. Bilinen klasik görüntüleme yöntemlerinden (X-ışınları ve ultrases gibi) farklı olarak organların gerçek görünümlerini, fizyolojik parametreleri kullanarak görüntüler. MRG, ortaya koyduğu veriler bakımından insan vücudunun tüm organlarının görüntülenmesinde kullanılabilme gibi bir ayrıcalığa da sahiptir. MRG tetkik yöntemi günümüzde kalp damar hastalıklarının tanısında non-invazif bir görüntüleme yöntemi olarak giderek artan oranlarda geniş bir kullanım alanı bulmaktadır. Konjenital kardiyak anomalilerin değerlendirilmesinde, kalp kompartmanlarının anatomik görüntülenmesi yanında atriyoventriküler morfolojik değerlendirmesinin yapılması ve ana damar yapılarının ilişkileri, seyirleri ve yapısal özellikleri ayrıntılı olarak incelenebilir. Bu grup hastalıklarda ekokardiyografi bulgularını tamamlayan noninvazif bir inceleme yöntemi olarak gittikçe artan bir önem kazanmaktadır. Kardiyak MR incelemeleri özellikle son yıllarda geliştirilen yazılım ve donanımdaki teknolojik buluşlar ile kardiyak iskeminin de değerlendirilmesinde önem kazanmaktadır. Akut miyokardiyal iskeminin diffüzyon ve perfüzyon görüntüleme yöntemleri ile değerlendirilebilmesi, kronik infarktta skar dokusunu tanımlayabilmesi, canlı miyokard hakkında somut veriler ortaya koyarak değerlendirme olanağı vermesi bu tetkik yönteminin önemli özellikleri arasındadır. MRG'nin akışkanlığa olan duyarlılığı çerçevesinde elde edilebilen anjiyografik görüntüler ile koroner damarların da görüntülenmesi, tek bir tetkik yöntemi ile morfolojik, fizyolojik, histolojik ve dinamik fonksiyonel değerlendirmelerin yapılabilmesini sağlamakta ve rutin klinik uygulamada en sık karşılaşılan hastalıkların başında görülen kardiyak patolojilerin tanı ve ayırıcı tanısında gittikçe artan bir önem kazanmaktadır. Bu derlemede, günümüzde MR teknolojisinin ulaştığı son aşamaların ışığında kalp damar hastalıklarının tanısında sağlayabileceği katkılar gözden geçirilmiştir. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 38-43) |
OLGU | |
7. | Kardiyak Resenkronizasyon Tedavisinden Yarar Gören Bir Olgu A Case Who Benefited From Cardiac Resynchronization Therapy Erdem DİKER, Deniz ŞAHİN, Telat KELEŞ, Hülya ÇİÇEKÇİOĞLU, Kadir POLAT, Alper CANBAY, Sinan AYDOĞDUSayfalar 44 - 51 Kardiyak resenkronizasyon tedavisi, kalp yetersizlikli hastaların tedavisinde kullanılan yeni bir non-farmakolojik yaklaşımdır. Yapılan çalışmalar bu tedavinin güvenliğini ve etkinliğini göstermiştir. Fakat, kardiyak resenkronizasyon tedavisinden yarar görecek hastayı seçmek, kritik ve hala tartışmalı bir konudur. Bu seçim için çeşitli klinik, elektrokardiyografik ve ekokardiyografik kriterler öne sürülmüştür. Hala, bu tedaviden yarar görecek hasta alt grubunu belirleyecek tatmin edici seçim kriterlerine sahip değiliz. Bu makalede kardiyak resenkronizasyon tedavisi amacıyla atriyobiventriküler kalıcı kalp pili implante edilmiş 60 yaşındaki bir kadın hasta sunulmuştur. Olgumuzun, QRS süresinin 190 ms olması, PQ süresinin 170 ms olması, mitral yetersizliği süresinin 380 ms olması ve septum-posteriyor duvar hareket gecikmesi süresinin > 130 ms olması nedeniyle kardiyak resenkronizasyon tedavisinden yarar göreceği beklenmiştir. Tedavi sonrasında da hastanın semptomları, fonksiyonel kapasitesi ve egzersiz toleransı belirgin düzelmiştir ve bu düzelmenin bir plasebo etkisi olmadığı gösterilmiştir. Bu vesile ile kardiyak resenkronizasyon tedavisinden en çok kimin yarar göreceği, klasik kriterlere ek olarak kullanılacak yeni kriterlerin ne olacağı tartışılmıştır. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 44-51) |
8. | "Kink" Oluşturmuş Aortik Greft Aortic Graft With Kink Formation İstemihan TENGİZ, Ertuğrul ERCAN, Emil ALİYEV, Reşat MAHMUDOVSayfa 52 Makale Özeti | |
DIĞER YAZILAR | |
9. | Türk Kardiyoloji Derneği Kalp Hastalıklarında Nükleer Kardiyoloji Yöntemleri Uygulama Kılavuzu Practice Guidelines of Methods of Nuclear Cardiology in Turkish Society of Cardiology Heart Disease Sayfalar 53 - 69 Makale Özeti | |
Copyright © 2025 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi