ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 26 (4)
Cilt: 26  Sayı: 4 - Mayıs 1998
1. 
Makale Özetleri
Summaries of Articles

Sayfalar 196 - 200
Makale Özeti | İngilizce Tam Metin

2. 
Akut Miyokard İnfarktüsünde Kollateral Akımla ST-segment ve T-dalga Değişimi Arasındaki İlişkinin Klinik Önemi
Clinical Significance of Relation Between Coronary Collateral Circulation and STscgmentff-wave Changes in Acute Myocardial Infarction
Hasan KADI, Turhan KÜRÜM, Cengiz KORUCU, Gültaç ÖZBAY
Sayfalar 201 - 206
Akut miyokard infarktüsü (AMİ) geçiren hastaların, ilk dakikaları ile ilk saatlerinde elektrokardiyografilerinde görülen ST segment yüksekliği genellikle 24-48 saat içinde izoelektrik hatta dönerken T dalgası negatifleşmektedir. Bazı hastalarda ise bu değişim görülmemekte, ST segment yüksekliği ve T dalga pozitifliği 72 saatten fazla devam etmektedir. AMİ'nden sonra kollateral akım varlığını inceleyen çalışmalarda, erken dönemde kollateral akım gelişiminin bazı hastalarda yeterli, bazı hastalarda ise yetersiz oluştuğu bildirilmiştir. Kollateral akımın ST segment ve T dalga değişimi ile ilişkisini araştırmak amacıyla 1995-1997 yılları arasında AMİ tanısıyla koroner bakım ünitesine yatırılarak tedavi edilen ve koroner anjiyografileri yapılarak infarktüsten sorumlu arteri (İSA) tam tıkalı olan 22 hasta incelendi. ST Segment yüksekliği ve T dalga pozitifliği 72 saatten daha fazla devam eden 10 hasta (Grup A) ile ST segment yüksekliği 72 saatten önce izoelektrik hatta dönerek T dalgası negatifleşen 12 hasta (Grup B) yaş, cins, koroner arter hastalığı için risk faktörleri, Killip sınıflamasına göre kalp yetersizliği gelişme sıklığı, preinfarktüs anjina, ventriküler taşikardi-fibrilasyon oluşumu, maksimum ve toplam ST segment yüksekliği, maksimum ve toplam resiprokal değişiklikler, QRS skoru, anjiyografide Rentrop sınıflamasına göre kollateral akım dereceleri birbirleri ile karşılaştırıldı. İki grup arasında yaş, cins, risk faktörleri, preinfarktüs anjina, maksimum ve toplam resiprokal değişiklik açısından anlamlı fark yoktu. Toplam ST segment yüksekliği ve maksimum ST segment yüksekliği Grup A'daki hastalarda anlamlı olarak daha fazla idi (sırasıyla p<0.01, p<0.01). QRS skoru, kalp yetersizliği, düşük ejeksiyon fraksiyonu ve duvar hareket kusuru skoru Grup A'da anlamlı olarak artmış bulundu (sırasıyla p<0.05, p<0.05, p<0.01, p<0.05). Rentrop 3 kollateral akım, Grup A'da hiç yok iken Grup B'deki tüm hastalarda mevcuttu. Sonuç olarak, ST segment yüksekliği ve T dalga pozitifliği 72 saatten daha fazla devam eden hastalarda, kollateral akımın yetersiz olduğu hemodinamik bozulmanın kolaylaştığı kanısına varıldı.

3. 
Egzersiz Stres Testi Sırasında Prekordiyal T-dalgası Artışının Koroner Arter Hastalığı Tanısındaki Yeri
Usefulness of Precordial T -wave Increase During Exercise Stress Test in Detecting Coronary Artery Disease
Hakan TIKIZ, Uğur Kemal TEZCAN, Savaş AÇIKGÖZ, Ercan VAROL, Ahmet Duran DEMİR, Emine KÜTÜK, Siber GÖKSEL
Sayfalar 207 - 212
Bu çalışmada egzersiz stres testi (EST) sırasında prekordiyal derivasyonlarda (V1-6) ortaya çıkan T-dalga değişikliklerinin koroner arter hastalığını (KAH) belirlemedeki yeri araştırıldı. Bu amaçla, çalışmaya toplam 163 hasta alındı. Hastaların tümüne öncelikle EST uygulundı ve egzersiz öncesi dinlenim, zirve egzersizden hemen sonraki ve test sonrası geç dönemdeki prekordiyal (V1-6) T-dalga yükseklikleri kaydedildi. Daha sonra hastaların tümüne koroner anjiyografi uygulandı ve 55 hastada normal koroner arterler (Grup-1), 73 hastada tek damar hastalığı (Grup-2) ve 35 hastada çok damar hastalığı (Grup-3) saptandı. EST'de kalp hızı artışı sonucu ortaya çıkan V1-6 prekordiyal T-dalga değişiklikleri incelendiğinde, koroner arterleri normal olanlarda (Grup-1) V3-6, KAH olanlarda (Grup 2 ve 3) V2-6 derivasyonlarında anlamlı T-dalgası artışı saptandı. "Cut-off" değeri 3 mm olarak seçilip 3 mm ve üzerindeki T-dalgası artışları KAH lehinde değerlendirildiğinde, KAH'nı saptamada en yüksek duyarlılık ve özgüllüğün tüm prekordiyal derivasyonlar içerisinde V2 derivasyonunda olduğu saptandı (sırasıyla % 21 ve % 87). 3 mm ve üzerindeki T-dalga artışının tüm hastalar içinde en fazla oranda ciddi proksimal sol ön inen arter "LAD" darlığı olan hastalarda ortaya çıktığı (13/33, % 39) ve bu kriterin tek başına ele alındığı durumlarda, sadece özgüllük değerinde hafif artış olduğu gözlenmiştir (% 78'den % 87'ye, p>0.05). T-dalga artış kriteri ve ST çökme kriteri ayrı ayrı ele alındığından, duyarlılıkta anlamlı artışın sadece tek damar grubunda olduğu (% 56'dan % 71'e p<0.002), tanısal doğruluk değerinde ise tüm hastalarda ve tek damar grubunda hafif bir artış olduğu saptanmıştır (tüm hastalarda %70'den % 74'e, tek damar grubunda % 66'dan %70'e p>0.05). Her iki kriterin aynı anda birlikte ele alındığı durumda ise genel duyarlılığın %10'a düşmesine karşın, özgüllüğün %78'den %96'ya çıktığı gözlenmiştir (p<0.005). Sonuç olarak, egzersiz ile V2 derivasyonunda ortaya çıkan 3 mm ve üzerindeki T-dalga artışının tüm hastalar içerisinde özellikle ciddi LAD darlıklarında belirgin olan ve ST çökmesinin yanında ele alındığında özellikle tek damar hastalığının tanısal duyarlılığının arttırılmasında, ST kriteri ile birlikte aynı anda ele alındığı zaman ise EST'deki yalancı pozitif sonuçların azaltılmasında yararlı bir kriter olabileceği düşünülmüştür.

4. 
Kardiyolojik Sendrom X'li Hastalarda Nisoldipin ve Ramipril'in Anti-iskemik ve Anti-anginal Etkileri
Anti-ischaemic and Anti-anginal Effects of Nisoldipine and Ramipril in Patients with Cardiological S)'ndrome X
Fatih ÖZÇELİK, Armağan ALTUN, Gültaç ÖZBAY
Sayfalar 213 - 217
Çalışmamızda; kardiyolojik sendrom X'li hastalarda nisoldipin ve ramiprilin anti-iskemik ve anti-anginal etkisini araştırdık. Kardiyolojik sendrom X tanısı (stabil angina pektoris, pozitif efor testi, negatif ergonovin testi ve normal koroner anjiyografi) konulan 18 hastaya (7 erkek, 11 kadın; yaş ortalaması 46±10 yıl) iki haftalık ilaçsız dönem sonunda 2x5mg/gün nisoldipin 4 hafta süre ile verildi. Aynı hastalara 2 haftalık ikinci ilaçsız dönem sonunda 1x2.5 mg ramipril 4 hafta süre ile verildi. Her dönemin sonunda modifiye Bruce protokolü ile treadmill egzersiz testi uygulandı. Nisoldipin ve ramipril tedavisi sonunda angina pektoris oluşma süresi (p=0.006, p=0.02), total egzersiz süresi (p=0.0008, p=0.02) ve ortalama metabolik eşitlik (p=0.0016, p=0.01) arttı. Egzersizde 1mm ST segment çökmesi oluşma süresi (p=0.002) nisoldipin tedavisi sonunda uzadı. ST segment çökmesinin normale dönme süresi (p=0.016, p=0.012), haftalık angina pektoris sayısı (p=0.00, p=0.028) ve dilaltı nitrit tüketim sayısı (p=0.00, p=0.012) nisoldipin ve ramipril tedavisi sonunda azaldı. Sonuç olarak; 10mg/gün nisoldipin ile 2.5 mg/gün ramiprilin kardiyolojik sendrom X'li hastalarda olumlu anti-iskemik ve anti-anginal etkiye sahip olduğunu saptadık.

5. 
Periferik Arter Hastalığında Kardiyak Ölüm ve QT Dispersiyonu
Cardiac Death in Patients with Peripheral Vascular Disease and QT Dispersion
Dilek URAL, Baki KOMSUOĞLU, Özhan GÖLDELİ, Ali ÖVET, Fahri ÖZCAN, Zerrin UZUN
Sayfalar 218 - 222
Periferik arter hastalığı saptanan kişilerde koroner arter hastalığı ve hipertansiyon gibi ek kardiyak hastalıklara sıklıkla rastlanmaktadır. Özellikle koroner aterosklerozun varlığı hastaların prognozunu etkileyen başlıca faktördür. Çalışmamızın amacı herhangi bir kardiyak semptom tanımlamayan periferik arter hastalarında kalp kökenli ölüm ile ekokardiyografi bulguları ve QT-D arasındaki ilişkiyi incelemektir. Bu amaçla periferik arteriyopati nedeni ile periferik arter cerrahisi tedavisine karar verilen 35 hasta (yaş ortalaması 61±7, 32 erkek, 3 kadın) ve benzer yaş grubundaki 72 kontrol vakası (yaş ortalaması 61±1, 54 erkek, 18 kadın) çalışma grubuna alındı. Tüm olguların anamnez, fizik muayene ve laboratuar tetkikleri ile risk faktörleri değerlendirildi. Ekokardiyografik incelemeleri yapılarak 12 derivasyonlu elektrokardiyografileri çekildi ve QT, QTc ve QT dispersiyonu süreleri ölçüldü. Çalışma grubu iki yıllık dönem içerisinde izlenerek kalp kökenli ölüm oranı belirlendi. Hasta grubunun %37'sinde (13 hasta) ekokardiyografi bulguları normal iken, %63'ünde sol ventrikül hipertrofisi ve sol ventrikül duvar kalınlıklarındaki artmaya eşlik eden ya da izole sol ventrikül dilatasyonu saptandı. Kontrol grubunun ise 2 kişi dışında (%3) ekokardiyografik bulguları normaldi. QT, QTc süresi QT dispersiyonu hasta grubunda kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu. QT dispersiyonu 50 ms (kontrol grubu ortalaması + 2 SD) üzerinde saptanan kişi sayısı hasta grubunda 18, kontrol grubunda ise bir idi. İki yıllık dönemde hasta grubunda 7 kişi ölürken kontrol grubunda ölüm görülmedi. Hasta grubunda 50 ms üzerindeki QT dispersiyonunun kalp kökenli ölümü belirlemede duyarlılığı %86, özgüllüğü %57, pozitif prediktivitesi %33, negatif prediktivitesi ise %94 olarak bulundu. Ölen 7 kişinin 5'inde sol ventrikülde dilatasyon ve 50 ms'den uzun QT-D mevcudiyeti saptandı. Sonuç olarak kalp hastalığı yönünden asemptomatik periferik arter hastalarında kalp nedenli ölüm riskini belirlemede ekokardiyografi bulgularının ve QT-D'nin oldukça yararlı yöntemler olduğuna karar verildi.

6. 
Yavaş Yol Ablasyonunun Başarısını Değerlendirmede Bir Yöntem: Hızlı Atriyal Uyarı Sırasında Elde Edilen PR>RR Bulgusu
A Method for Evaluating the Success of Slow Pathway Ablation: PR>RR Finding During Rapid Atrial Pacing
Uğur Kemal TEZCAN, Hakan TIKIZ, Ahmet Duran DEMİR, Yücel BALBAY, Mustafa SOYLU, Şule KORKMAZ, Siber GÖKSEL
Sayfalar 223 - 227
Atriyoventriküler nodal reentrant takikardi (AVNRT), atriyoventriküler (AV) iletimde ikili yol fizyolojisi bulunanlarda ortaya çıkmaktadır. Ancak ikili AV iletim fizyolojisi (İAVİF) hastaların önemli bir kısmında gösterilememektedir. AVNRT'li hastalarda hızlı atriyal uyarı ("pacing") sırasında, 1:1 AV iletimin sağlanabildiği maksimum hızlarda, PR intervalinin sıklıkla atriyal uyarı siklus uzunluğunu geçtiği gösterilmiştir. PR>RR olarak tanımlanan bu bulgunun antegrad yavaş yol iletiminin bir göstergesi olduğu ve İAVİF gösterilemeyen AVNRT'li hastalarda yavaş yol ablasyonunun başarısını değerlendirmede yararlı olabileceği öne sürülmüştür. Biz de bu prospektif çalışmada hızlı atriyal uyarı sırasında elde edilen PR>RR bulgusunun yavaş yol iletiminin ve AVNRT'nin bir göstergesi olarak tanısal değerini araştırdık. Hızlı atriyal uyarı sırasında 1:1 AV iletimin sağlanabildiği maksimum hızlarda iki grup hastada PR ve RR intervalleri ölçüldü. Grup 1: AVNRT'si olan hastalar (n=20), grup 2: Kontrol grubu (n=21). Grup 1 hastalarının hepsine radyofrekans kateter ablasyon yöntemi ile yavaş yol ablasyonu yapıldı. Ablasyon işleminden sonra grup 1 hastalarında çalışma protokolü tekrarlandı. Grup 1'deki 20 hastanın 10'unda (%50) ve grup 2'deki 21 hastanın 2'sinde (%.95, p=0.006) PR>RR bulgusu saptandı. Grup 1 hastalarının tümünde yavaş yol ablasyonu sonrasında PR>RR bulgusu ortadan kalktı. PR>RR bulgusunun AVNRT için sensitivitesi %50, spesifitesi %90, negatif prediktif değeri %66, pozitif prediktif değeri %84 olarak bulundu. Sonuç olarak PR>RR bulgusunun AVNRT için sensitivitesinin düşük olmasına rağmen, spesifitesinin ve pozitif prediktif değerinin yüksek olması nedeniyle takikardi indüklenmesinde güçlükle karşılaşılan ve İAVİF gösterilemeyen olgularda yavaş yol ablasyonunun başarısını değerlendirmede yardımcı bir kriter olarak kullanılabileceği izlenimi doğmuştur.

7. 
Genç Erişkin Yaştaki Koroner Arter Hastalarında Hiperinsülinemik Öglisemik Glukoz Klemp Tekniği ile İnsülin Rezistansının Araştırılması
Assessment of Insulin Resistance by the Hyperinsulinemic Euglycemic Glucose Clamp Technique in Young Men With Coronary Artery Disease
Cemal SAĞ, Hakan ERDEM, Hürkan KURŞAKLIOĞLU, Adnan HAŞİMİ, Sedat KÖSE, Mustafa KUTLU, Fikri KOCABALKAN, Ertan DEMİRTAŞ
Sayfalar 228 - 233
Insülin rezistansı koroner arter hastalığı için risk faktörleri olan hiperinsülinemi, glukoz intoleransı, obezite ve dislipidemi gibi metabolik bozuklukların patogenezinde önemli rol oynar. Birçok çalışmada insülin rezistansı ile koroner arter hastalığı arasında bağımsız bir ilişki gösterilerek, insülin rezistansının koroner arter hastalığı için bir risk faktörü olduğu öne sürülmüştür. Bu çalışmada koroner anjiyografi ile koroner arter hastalığı saptanan 35 yaşından küçük tümü erkek 16 hasta (Grup 1) ve 16 sağlıklı bireyde (Grup 2) hiperinsülinemik öglisemik glukoz klemp tekniği ile insülin rezistansı araştırıldı. Hasta grubunda M değeri ortalama 4.37 ± 1.1 mg/kg/dk bulunurken, kontrol grubunda ise 7.9±1.1 mg/kg/dk olarak bulundu. (p<0.001). Grup 1'deki 16 hastanın 7'sinde insülin rezistansı saptanırken Grup 2'de hiçbir hastada insülin rezistansı saptanmadı. (p<0.05). Hastaların trigliserid, total ve LDL kolesterol, insülin ve C peptid düzeyleri de kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p<0.05). Çalışmamız diğer çalışmalardan farklı olarak ilk defa "koroner arter hastalığı tanısı konan genç yaş olgularda" insülin rezistansının gösterilmesi açısından önemlidir. Sonuç olarak prematüre koroner arter hastalığında insülin rezistansı önemli bir risk faktörüdür.

8. 
Akut Kardiyojenik Pulmoner Ödem Tedavisinde İntravenöz Enalaprilatin Etkinliği ve Güvenilirliği
The Safety and Efficacy of Intravenous Enalaprilat In Acute Cardiogenic Pulmonary Edema
Kani GEMİCİ, İbrahim BARAN, Dilek YEŞİLBURSA, Sümeyye GÜLLÜLÜ, Bülent İLÇÖL, Ali AYDINLAR, Ali Rıza KAZAZOĞLU, Akın SERDAR, Ethem KUMBAY, Jale CORDAN
Sayfalar 234 - 238
Kronik Konjestif Kalp yetersizliğinin tedavisinde sıklıkla kullanılan anjiyotensin dönüştürücü enzim (ADE) inhibitörleri, akut kardiyojenik pulmoner ödem tedavisinde de kullanılabilirler. Çünkü bu epizodlar sırasında ortaya çıkan önyük ve ardyük yükselmesini önleyebilecekleri gibi, yine bu epizodlar sırasında oluşan yüksek renin düzeylerini de azaltarak etkili olabilirler. Bu konuda yapılan çalışmalar sınırlı sayıdadır. Bu çalışmanın amacı, akut kardiyojenik pulmoner ödem tablosundaki olgularda intravenöz enalaprilatın etkinliğini ve güvenilirliğini göstermektedir. Çalışma akut kardiyojenik pulmoner ödem tanısı konulan 12 olgu (7 erkek, 5 kadın; ortalama yaş 57.2±7.4) üzerinde yapılmıştır. Tedavi öncesi düşük olan kalp debisi, kalp indeksi ve atım hacmi tedavi sonrası yükselirken (p<0.01-0.001); tedavi öncesi yüksek olan sistemik vasküler direnç, pulmoner vasküler direnç, pulmoner ve sistemik arter basıncı düştü, kalp hızı ve solunum sayısı azaldı (p<0.01-0.0001). Çalışmaya alınan olguların tamamında klinik ve hemodinamik iyileşmeler sağlandı; hiç bir hastada önemli bir yan etki gözlenmedi. Sonuç olarak bu çalışma, intravenöz enalaprilatın akut kardiyojenik pulmoner ödem tedavisinde etkili ve güvenilir bir seçenek olduğunu düşündürmektedir.

9. 
Üst Düzey Türk Tıp Yayınlarında 1997 Yılında Hamle Sürüyor
Continued Boom in 1997 in International Medical Publications from Turkey
Altan ONAT
Sayfalar 239 - 245
Tıp alanında Türkiye'den kaynaklanan uluslararası yayınların gidişini değerlendirmek amaciyle, Science Citation Index'in taradığı dergilerdeki Türkiye adresli tüm yayınlar gözden geçirildi. 1997 yılını kapsayan SCI CD-ROM'larında bulunan ve hekimliği ilgilendiren tüm kaynaklar ayıklandı. Ortak yayınlar için bir kredi sistemi uygulandı. Anılan yılda sırasiyle 1643 toplam yayın ile 1012 tam metinli makale mevcuttu. Bu artış bir önceki yıla göre %20-25 gibi çok hızlı olup 1988'den beri gözlenen aşamanın sürdüğünü göstermektedir. Tıp yayınlarında dünyadaki payımız binde 5'e ulaşmıştır. Yayında artışın editöre mektupta değil de, özellikle makale, editoryal, derleme türlerinde belirgin olması, gelişmenin sağlıklı olduğunu düşündürmekteydi. Üstelik temel bilimlerde daha göze çarptı. Üniversite-dışı kuruluşlar ile bazı nisbeten yeni fakülteler yayın artışında aslan payını aldılar. Ege Tıp Fakültesi 4'üncü sıraya yerleşti. Kardiyovasküler tıp alanında da 1997'de toplam 52 makale yayına girmiş ve dünyadaki payımız binde 4'ü geçmiştir.

DERLEME
10. 
Derleme Konjestif Kalp Yetersizliği Tedavisinde Beta-bloker İlaçların Yeri
Beta-blocking Drugs in the Treatment of Congestive Heart Failure
Deniz GÜZELSOY, Zerrin YİĞİT
Sayfalar 246 - 253
Tıptaki gelişmeler ve çok sayıdaki çalışmaya rağmen konjestif kalp yetersizliği tedavisi hala sorun olup yeni ilaç ve tedavi yöntemlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Son yıllarda konjestif kalp yetersizliği fizyopatolojisine yönelik araştırmalar nörohumoral aktivitenin prognostik önemini ortaya koymuştur. ACE inhibitörleriyle renin anjiotensin sistemi inhibisyonuyla semptomatik yarar sağlanacağı ve mortalitenin azalacağı gösterilmiştir. Çalışmalarda kronik kalp yetersizliğinde aşırı uyarılmış sempatik sistemin zararlı etkilerinin beta blokerlerle giderilebileceğine dair deliller elde edilmiştir. Çok sayıda kontrollu, çok merkezli araştırma sonuçları da beta blokerlerin özellikle dilate kardiyomiyopatiye bağlı kalp yetersizliğinin tedavisinde kullanılmalarının yerinde olacağını düşündürmektedir. Carvedilolle elde edilen mortalite yararına ait veriler de umut vericidir. Bununla beraber, konjestif kalp yetersizlikli tüm hastalarda rutin kullanım için değişik etiyolojili çok sayıda hastada planlanmış ve sürdürülmekte olan çalışmaların sonucunu beklemek yerinde olacaktır.

11. 
Kardiyoloji Tarihi Köşesi
History of Cardiology
Teoman ONAT
Sayfa 254



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama

Copyright © 2025 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi