ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 38 (5)
Cilt: 38  Sayı: 5 - Temmuz 2010
ARAŞTIRMA
1.
Hipertansiyonlu hastada genel kardiyometabolik risk profili: Pan-Avrupa GOOD çalışmasının Türkiye kolunun sonuçları
Global cardiometabolic risk profile in patients with hypertension: results from the Turkish arm of the pan-European GOOD survey
Giray Kabakcı, Mustafa Aydın, İbrahim Demir, Cevat Kırma, Filiz Özerkan
PMID: 21200100  Sayfalar 313 - 320
Amaç: Avrupa’da 12 ülkede erişkin hipertansif hastalarda kardiyometabolik risk profili ve kan basıncı (KB) kontrolünü araştıran GOOD çalışması kapsamında, Türk katılımcıların sonuçları değerlendirildi.
Çalışma planı: Avrupa genelinde yürütülen bu çalışmaya Türkiye’den toplam 218 hipertansif hasta (139 kadın, 79 erkek; ort. yaş 57.2±10.9) katıldı. Kan basıncı kontrolü (diyabetik olmayanlarda KB <140/90 mmHg, diyabetiklerde <130/80 mmHg) ve diabetes mellitus, metabolik sendrom, obezite, sedanter yaşam ve aterojenik dislipidemi gibi kardiyometabolik risk faktörlerinin varlığı 2003 ESH/ESC hipertansiyon tedavi kılavuzuna göre değerlendirildi.
Bulgular: Ortalama 7.7±5.4 yıldır hipertansiyon tanısı almış olan hastaların sadece %21.6’sında KB kontrolü sağlanabilmişti. Sistolik ve diyastolik KB ortalamaları sırasıyla 144±21 mmHg ve 88±14 mmHg bulundu. Eşlik eden en sık hastalık tip 2 diabetes mellitus (66 hasta, %30.3) idi. Diyabetli hastalarda metabolik sendrom sıklığı diyabet olmayanlara göre anlamlı derecede daha fazlaydı (%78.8 ve %48, p<0.01). Kan basıncı kontrolünün sağlanamaması diyabetiklerde diyabetik olmayanlara göre daha belirgindi (sistolik KB için sırasıyla %77.3 ve %63.8; diyastolik KB için %84.9 ve %57.2). Hipertansif hastaların neredeyse yarısında aterojenik dislipidemi saptandı, fakat tüm grubun sadece %35.8’i lipit düşürücü ilaçlar ile tedavi görmekteydi.
Sonuç: Türk hipertansif hastalarda, uygun tedavilere rağmen kötü KB kontrolü, metabolik sendrom ve diyabet ile birliktelik göstermektedir ve bu hastalarda dislipidemi tedavisi ihmal edilmektedir. Bu nedenle, KB kontrolünü iyileştirmek için kardiyovasküler risk faktörlerinin tedavisinde daha etkili önlemler alınmalıdır.
Objectives: We evaluated the results of the Turkish arm of the GOOD survey which investigated the cardiometabolic risk profile and the control of blood pressure (BP) of adult hypertensive outpatients in 12 countries across Europe.
Study design: A total of 218 hypertensive patients (139 females, 79 males; mean age 57.2±10.9 years) from Turkey were included in this pan-European survey. Blood pressure control (defined as BP <140/90 mmHg for nondiabetics and <130/80 mmHg for diabetics) and cardiometabolic risk factors such as diabetes mellitus, metabolic syndrome, obesity, sedentary lifestyle, and atherogenic dyslipidemia were evaluated in accordance with the 2003 ESH/ESC guidelines on management of hypertension.
Results: Control of BP was achieved in only 21.6% of the patients diagnosed with hypertension for a mean duration of 7.7±5.4 years. The mean systolic and diastolic BPs were 144±21 mmHg and 88±14 mmHg, respectively. The most frequent concomitant disease was type 2 diabetes mellitus (66 patients, 30.3%). Patients with diabetes had a higher prevalence of metabolic syndrome compared to nondiabetics (78.8% vs. 48%, p<0.01). The absence of BP control was more pronounced among diabetics than in nondiabetics for systolic (77.3% vs. 63.8%) and diastolic (84.9% vs. 57.2%) pressures. Nearly half of the hypertensive patients had atherogenic dyslipidemia, but only 35.8% of them were treated with lipid lowering drugs.
Conclusion: Despite appropriate treatment, poor BP control in Turkish hypertensive patients was associated with metabolic syndrome, diabetes, and undertreatment of atherogenic dyslipidemia. Therefore, more effective measures must be taken in the management of cardiovascular risk factors to improve BP control.

2.
Serum gama-glutamiltransferaz aktivitesinin safen koroner baypas greft tıkanıklığı
The relationship between saphenous coronary bypass graft occlusion and serum gamma-glutamyltransferase activity
Burcu Demirkan, Yeşim Güray, Ümit Güray, Osman Turak, Edjon Hajro, Şule Korkmaz
PMID: 21200101  Sayfalar 321 - 326
Amaç: Serum gama-glutamiltransferaz (GGT) aktivitesinin ateroskleroz gelişimi ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada, koroner arter baypas greft (KABG) ameliyatından en az bir yıl sonra serum GGT düzeyleri ile safen ven baypas greft hastalığı arasındaki ilişki araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya, en az bir safen ven greftiyle (SVG) KABG ameliyatı geçiren ve ameliyattan en az bir yıl sonra kararlı angina semptomları veya pozitif efor testi nedeniyle kardiyak kateterizasyon uygulanan ardışık 125 hasta alındı. Koroner anjiyografiden önce, tüm hastalarda serum GGT düzeyleri de dahil laboratuvar değerleri ölçüldü. Greftin tıkalı olması ≥%70 lüminal darlık bulunması veya distal TIMI 3 akım olmaması şeklinde tanımlandı. Kardiyak kateterizasyonda, SVG 53 hastada (%42.4; 40 erkek, 13 kadın; ortalama yaş 65±8) açık, 72 hastada (%57.6; 62 erkek, 10 kadın; ortalama yaş 64±9) tıkalı bulundu.
Bulgular: İki grup yaş, cinsiyet, hipertansiyon, diabetes mellitus, koroner arter hastalığı için aile öyküsü, sigara ve alkol alımı açısından benzer bulundu. Grefti açık ve tıkalı olan hastalarda ameliyattan koroner anjiyografiye kadar geçen ortalama süre benzerdi (sırasıyla 6.8±4.3 ve 8.1±3.7 yıl; p>0.05). Grefti tıkalı olan hastalarda bel çevresi daha büyük (p=0.02), total kolesterol (p=0.001), trigliserit (p=0.02), ürik asit (p<0.001), hs-CRP (p<0.001), GGT (p<0.001) ve fibrinojen (p<0.001) düzeyleri anlamlı derecede yüksek bulundu. Serum GGT düzeyleri, bel çevresi (r=0.2, p=0.04), serum ürik asit (r=0.3, p=0.008) ve hs-CRP (r=0.3, p=0.002) düzeyleriyle orta düzeyde ancak anlamlı ilişki gösterdi. Lojistik regresyon analizinde, total kolesterol (OO=1.012, %95 GA 1.002-1.023, p=0.03), hs-CRP (OO=1.968, %95 GA 1.17-3.311, p=0.01), ürik asit (OO=1.57, %95 GA 1.1-2.208, p=0.01) ve serum GGT (OO=1.047, %95 GA 1.002-1.1, p=0.04) SVG tıkanıklığıyla anlamlı ilişki gösterdi.
Sonuç: Bulgularımız, serum GGT aktivitesinin safen ven greftlerinde yüksek tıkanma oranlarıyla ilişkili olduğunu düşündürmektedir.
Objectives: Serum gamma-glutamyltransferase (GGT) activity has been shown to be associated with progression of atherosclerosis. We evaluated the relationship between serum GGT levels and saphenous vein bypass graft disease at least one year after coronary artery bypass graft (CABG) surgery.
Study design: The study included 125 consecutive patients who had undergone CABG surgery with at least one saphenous vein graft (SVG) and were referred to cardiac catheterization for stable anginal symptoms or positive stress test results at least one year after CABG surgery. Laboratory parameters including serum GGT levels were measured before angiography. Occluded grafts were defined as a luminal stenosis of ≥70% or absence of distal TIMI 3 flow. Thus, SVGs were found to be patent in 53 patients (42.4%; 40 males, 13 females; mean age 65±8 years) and occluded in 72 patients (57.6%; 62 males, 10 females; mean age 64±9 years).
Results: The two groups were similar with regard to age, gender, hypertension, diabetes mellitus, family history of coronary artery disease, smoking, and alcohol consumption. The mean time from CABG to angiography was similar in patients with a patent and occluded SVG (6.8±4.3 vs. 8.1±3.7 years; p>0.05). Waist circumference was greater (p=0.02) and serum levels of total cholesterol (p=0.001), triglyceride (p=0.02), uric acid (p<0.001), hs-CRP (p<0.001), GGT (p<0.001) and fibrinogen (p<0.001) were significantly higher in patients with occluded veins. Serum GGT level was moderately but significantly correlated with waist circumference (r=0.2, p=0.04), uric acid (r=0.3, p=0.008), and hs-CRP (r=0.3, p=0.002). In logistic regression analysis, total cholesterol (OR=1.012, 95% CI 1.002-1.023, p=0.03), hs-CRP (OR=1.968, 95% CI 1.17-3.311, 0.01), uric acid (OR=1.57, 95% CI 1.1-2.208, p=0.01), and GGT (OR=1.047, 95% CI 1.002-1.1, p=0.04) were found to be significant predictors of SVG occlusion.
Conclusion: Our results suggest that serum GGT activity is associated with higher occlusion rates of venous bypass grafts.

3.
Endotel disfonksiyonu ve enflamasyonun yavaş koroner akım üzerine etkisi
The effects of endothelial dysfunction and inflammation on slow coronary flow
Hasan Arı, Selma Arı, Ercan Erdoğan, Osman Tiryakioğlu, Kağan Huysal, Vedat Koca, Tahsin Bozat
PMID: 21200102  Sayfalar 327 - 333
Amaç: Endotel disfonksiyonu ve enflamasyonun yavaş koroner akım (YKA) üzerine etkileri araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya anjiyografide üç koroner arterinde de YKA dışında patoloji bulunmayan 26 hasta (grup 1, 13 kadın, 13 erkek; ort. yaş 58.8) ve koroner akımı normal olan 25 hasta (grup 2, 14 kadın, 11 erkek; ort. yaş 62.7) alındı. Koroner akım, sol ön inen (LAD), sirkumfleks (Cx) ve sağ koroner (RCA) arterler için TIMI (Thrombolysis In Myocardial Infarction) kare sayısı yöntemine göre hesaplandı. Endotel fonksiyonları, her iki grupta plazma asimetrik dimetilarginin (ADMA) düzeyleri, brakiyal arter endotel bağımlı akıma dayalı dilatasyon (FMD) ve nitrogliserin ile oluşturulan endotel bağımsız dilatasyon (NMD) ile değerlendirildi. Enflamasyonu değerlendirmek için yüksek duyarlıklı C-reaktif protein (hs-CRP) düzeyleri ölçüldü.
Bulgular: Her koroner arter için TIMI kare sayısı grup 1’de grup 2’den anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0.001). Grup 1’de ortalama FMD değeri anlamlı derecede düşük (%6.6±1.6 ve %11.2±1.6, p<0.001), ADMA düzeyi ise anlamlı derecede yüksek (0.8±0.2 µmol/l ve 0.5±0.1 µmol/l, p=0.002) bulunurken, NMD ve hs-CRP düzeyi açısından iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Plazma ADMA düzeyi ile koroner TIMI kare sayıları arasında anlamlı pozitif ilişki (RCA: r=0.50, p=0.001; cLAD: r=0.46, p=0.004; Cx: r=0.32, p=0.04), FMD değerleri ile TIMI kare sayıları arasında anlamlı negatif ilişki saptandı (cLAD: r=-0.68, p=0.0003; Cx: r=-0.54, p=0.0004; RCA: r=-0.46, p=0.004); hs-CRP düzeyi ise TIMI kare sayıları ile anlamlı ilişki göstermedi. Çokdeğişkenli analizde, sadece ADMA (p=0.009) ve FMD (p=0.02) parametreleri YKA varlığını göstermede anlamlı bulundu.
Sonuç: Bulgularımız, enflamasyondan ziyade, artmış ADMA düzeyleri ve bozulmuş FMD değerleri ile belirlenen endotel disfonksiyonunun YKA etyopatogenezinde rol oynadığını göstermektedir.
Objectives: We evaluated the effects of endothelial dysfunction and inflammation on slow coronary flow (SCF).
Study design: The study included 26 patients (group 1; 13 females, 13 males; mean age 58.8 years) who had normal coronary arteries but SCF in three coronary vessels and 25 subjects (group 2, 14 females, 11 males; mean age 62.7 years) with normal coronary arteries and normal flow. Coronary flow was quantified according to the TIMI (Thrombolysis In Myocardial Infarction) frame count method for the left anterior descending (LAD), circumflex (Cx), and right coronary (RCA) arteries. Endothelial function was assessed by plasma asymmetric dimethylarginine (ADMA) levels, brachial artery endothelium-dependent flow-mediated dilatation (FMD), and nitroglycerin-mediated dilatation (NMD). Inflammation was assessed by high-sensitivity C-reactive protein (hs-CRP) levels.
Results: TIMI frame count was significantly higher in group 1 compared to group 2 for each artery (p<0.001). In group 1, the mean FMD was significantly lower (6.6±1.6% vs. 11.2±1.6%, p<0.001) and the mean ADMA level was significantly higher (0.8±0.2 µmol/l vs. 0.5±0.1 µmol/l, p=0.002), whereas NMD and hs-CRP levels did not differ significantly between the two groups (p>0.05). There was a significant correlation between plasma ADMA level and TIMI frame count (RCA: r=0.50, p=0.001; cLAD: r=0.46, p=0.004; Cx: r=0.32, p=0.04) and a significant negative correlation between FMD and TIMI frame count (cLAD: r=-0.68, p=0.0003; Cx: r=-0.54, p=0.0004; RCA: r=-0.46, p=0.004), but hs-CRP level was not correlated with TIMI frame count. In multivariate analysis, only ADMA (p=0.009) and FMD (p=0.02) were significant parameters to predict SCF.
Conclusion: Our results suggest that endothelial dysfunction as determined by increased ADMA level and impaired FMD, rather than inflammation, plays a role in the etiopathogenesis of SCF.

4.
Levosimendan ve dobutamin akut dekompanse kalp yetersizliğinde 24 saatlik infüzyon sırasında benzer aritmi potansiyeli göstermektedir
Levosimendan and dobutamine have a similar profile for potential risk for cardiac arrhythmias during 24-hour infusion in patients with acute decompensated heart failure
Müjgan Tek, Yüksel Çavuşoğlu, Canan Demirüstü, Alparslan Birdane, Ahmet Ünalır, Bülent Görenek, Ömer Göktekin, Necmi Ata
PMID: 21200103  Sayfalar 334 - 340
Amaç: Geleneksel inotropik ajanlardan farklı olarak, levosimendanın hücreiçi kalsiyum ve miyokardın oksijen tüketimini artırmaması nedeniyle düşük aritmi potansiyeline sahip olabileceği bildirilmektedir. Bu çalışmada, dekompanse kalp yetersizliği olan olgularda levosimendan ve dobutaminin aritmi potansiyeli üzerine etkileri karşılaştırıldı.
Çalışma planı: Akut dekompanse kalp yetersizliği nedeniyle inotropik destek ihtiyacı olan 50 hasta (NYHA sınıf III-IV, ejeksiyon fraksiyonu <%35) çalışmaya alındı. Hastalar dobutamin (n=25; ort. yaş 69±10) ve levosimendan (n=25; ort. yaş 67.5±11.5) infüzyon gruplarına randomize edildi. Tedavi öncesinde ve infüzyon sırasında 24 saatlik Holter kayıtları alındı ve kalp hızı, ventrikül erken vurusu (VEV), ardışık-ikili VEV (Aİ-VEV), supraventriküler erken vuru (SVEV), paroksismal atriyal fibrilasyon (PAF) ve süreksiz ventrikül taşikardisi (S-VT) atak sayıları değerlendirildi.
Bulgular: İnfüzyon öncesinde iki grubun kalp hızı, VEV, Aİ-VEV, SVEV ve PAF atak sayıları benzer bulunurken, S-VT atak sayısı levosimendan grubunda anlamlı derecede daha fazlaydı. Levosimendan ve dobutamin ile kalp hızı ve VEV sayısında anlamlı artış saptandı (sırasıyla kalp hızı için p=0.036 ve p<0.001; VEV için p<0.001 ve p<0.001). Dobutamin grubunda Aİ-VEV sayısında anlamlı artış (p=0.012), levosimendan grubunda S-VT ve PAF atak sayısında anlamlı olmayan artış gözlendi. Levosimendan ve dobutamin grupları arasında, aritmilerin artış yüzdeleri (sırasıyla VEV için %55±224 ve %11±16, Aİ-VEV için %2±2.7 ve %12±9, SVEV için %3.4±5.8 ve %16±39, S-VT için %0.4±2.8 ve %-2±0) ve toplam aritmi artış yüzdesi (%41±190 ve %18±35.4) açısından anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). İki grubun infüzyon sırasında kalp hızı, VEV, Aİ-VEV, SVEV, S-VT ve PAF atağı sayıları arasında da anlamlı fark bulunmadı (p>0.05).
Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları, levosimendan ve dobutaminin benzer aritmi potansiyeline sahip olduğunu desteklemektedir.
Objectives: Unlike traditional inotropic agents, levosimendan is thought to have a lower potential to induce arrhythmias because it does not increase intracellular calcium levels and myocardial oxygen consumption. We compared the potential effect of levosimendan and dobutamine to induce cardiac arrhythmias in patients with decompensated heart failure.
Study design: Fifty patients with acute decompensated heart failure (NYHA class III-IV, ejection fraction <35%) who were in need of inotropic support were randomized to dobutamine (n=25; mean age 69±10 years) or levosimendan (n=25; mean age 67.5±11.5 years) and underwent 24-hour Holter monitoring before and during inotropic infusion. Holter recordings were analyzed with respect to heart rate (HR), ventricular premature contraction (VPC), couplets of VPC, supraventricular premature contraction (SVPC), paroxysmal atrial fibrillation (PAF), and nonsustained ventricular tachycardia (NSVT).
Results: Before infusions, the two groups were similar with respect to HR, VPC, couplets of VPC, SVPC, and PAF episodes, but the number of NSVT episodes was significantly higher in the levosimendan group. Heart rate and the number of VPCs increased significantly during infusions of levosimendan (p=0.036 and p<0.001, respectively) and dobutamine (for both p<0.001). Increase in couplets of VPC was significant only with dobutamine (p=0.012). The episodes of NSVT and PAF increased with levosimendan, without reaching significance. Levosimendan and dobutamine groups were similar in terms of percentage changes in arrhythmias (55±224% vs. 11±16% for VPC; 2±2.7% vs. 12±9% for couplets of VPC; 3.4±5.8% vs. 16±39% for SVPC, 0.4±2.8% vs. -2±0% for NSVT) and percentage change in total arrhythmias (41±190% vs. 18±35.4%), and the mean HR, VPC, couplets of VPC, SVPC, and episodes of NSVT and PAF (p>0.05).
Conclusion: Our findings suggest that levosimendan and dobutamine have a similar profile for potential risk for cardiac arrhythmias.

5.
Koroner arter hastalığının değerlendirilmesi için çokkesitli bilgisayarlı tomografi ile incelenen hastalarda koroner arter anomalilerinin sıklığı
The prevalence of coronary artery anomalies in patients undergoing multidetector computed tomography for the evaluation of coronary artery disease
Hikmet Yorgun, Tuncay Hazırolan, Ergün Barış Kaya, Kadri Murat Gürses, Banu Evranos, Uğur Canpolat, Muşturay Karçaaltıncaba, Ahmet Hakan Ateş, Kudret Aytemir, Lale Tokgözoğlu, Giray Kabakçı, Ali Oto
PMID: 21200104  Sayfalar 341 - 348
Amaç: Koroner arter anomalileri, çokkesitli bilgisayarlı tomografi anjiyografi (BTA) yöntemi ile çok yüksek doğruluk oranıyla saptanabilmektedir. Bu çalışmada, koroner arter hastalığının değerlendirilmesi amacıyla çokkesitli koroner BTA yapılan hastalarda koroner arter anomalisi sıklığı araştırıldı.
Çalışma planı: Bu çalışmada, koroner arter hastalığının değerlendirilmesi için çift tüplü 64 kesit koroner BTA ile incelenen 1056 hasta (534 erkek, 522 kadın; ort. yaş 58.8±11.5) geriye dönük olarak değerlendirildi. Koroner anjiyografik görüntüleme, retrospektif gating yöntemi ile 80 ml non-iyonik kontrast ajan kullanılarak gerçekleştirildi. Rekonstrüksiyonlar geriye dönük elektrokardiyografi eşleme tekniği kullanılarak, tüm kardiyak fazlarda 50 msn aralıklarla 0.75 mm kesit kalınlığı ve 0.5 mm rekonstrüksiyon artışı ile yapıldı. Ardından aksiyel kesitlerden maksimum yoğunluk projeksiyon, multiplanar reformat ve hacimsel gösterim (volume rendering) reformat görüntüleri oluşturularak değerlendirilme yapıldı.
Bulgular: On bir hastada (%1.04) koroner arter anomalisi saptandı. Bu anomaliler üç hastada (%0.3) yüksek çıkışlı sol ana koroner arter, üç hastada (%0.3) sol ana koroner arter yokluğu, iki hastada (%0.2) koroner fistül, iki hastada (%0.2) sağ taraf kökenli sirkumfleks arter ve bir hastada (%0.1) sol ön inen koroner arterin sağ koroner arterden çıkması idi.
Sonuç: Koroner arter anomalilerinin varlığı ve anormal damarların seyrinin gösterilmesinde çokkesitli koroner BTA güvenilir ve kullanışlı bir yöntemdir ve koroner anomalilerin değerlendirilmesinde ilk seçenek olarak kullanılabilir.
Objectives: Coronary artery anomalies (CAA) can be detected by multidetector computed tomography (MDCT) with a high accuracy. The purpose of this study was to evaluate the prevalence of CAA in subjects undergoing MDCT coronary angiography for the assessment of coronary artery disease.
Study design: This retrospective study included 1056 patients (534 males, 522 females; mean age 58.8±11.5 years) who underwent coronary dual-source 64-slice MDCT coronary angiography for the assessment of coronary artery disease. Coronary angiographic scans were obtained with injection of 80 ml nonionic contrast medium. Retrospective gating technique was used to synchronize data reconstruction with the ECG signal. The reconstructions were obtained in all cardiac phases at 50-millisecond intervals at a slice thickness of 0.75 mm and a reconstruction increment of 0.5 mm. Maximum intensity projection, multiplanar reformatted, and volume rendering images were derived from axial scans.
Results: Eleven patients (1.04%) were found to have a CAA. These included high take-off of the left main coronary artery (LMCA) (n=3, 0.3%), absence of the LMCA (n=3, 0.3%), coronary artery fistula (n=2, 0.2%), right-sided origin of the circumflex artery (n=2, 0.2%), and left anterior descending artery originating from the right coronary artery (n=1, 0.1%).
Conclusion: Multidetector computed tomography is a reliable and useful noninvasive method to identify and define anomalous coronary arteries and their course and can be used as the first-line diagnostic tool in the evaluation of CAAs.

OLGU BILDIRISI
6.
Parvovirüs B19 enfeksiyonu ile ilişkili akut perikardit ve geçici eritroblastopeni
Acute pericarditis and transient erythroblastopenia associated with human parvovirus B19 infection
Yakup Ergül, Kemal Nişli, Fatih Keleşoğlu, Aygün Dindar
PMID: 21200105  Sayfalar 349 - 351
Bu yazıda, insan parvovirus B19 (PVB19) enfeksiyonuyla ilişkili akut perikardit ve geçici eritroblastopeni tanısı konan sekiz yaşında bir kız hasta sunuldu. Hasta ateş, göğüs ağrısı, halsizlik ve nefes darlığı yakınmalarıyla başvurdu. Fizik muayenesinde taşikardi, hepatomegali ve derin kalp sesleri; teleröntgenografide kardiyomegali, ekokardiyografik incelemede ise 25 mm çapında perikart efüzyonu saptandı. Laboratuvar incelemelerinde serum anti-PVB19 IgM ve PVB19 DNA pozitif bulundu. İzlemin ikinci haftasında hastada iki hafta süren ve kendiliğinden düzelen anemi ve retikülositopeni gelişti. Üçüncü ayın sonunda perikat efüzyonu kayboldu, hemoglobin ve hematokrit değerleri normal, serum anti-PVB19 IgM negatif bulundu. Sunulan olgu, PVB19 enfeksiyonu ile ilişkili akut perikarditin çocuklarda bildirildiği ilk olgudur.
We report on an eight-year-old girl with acute pericarditis and transient erythroblastopenia associated with human parvovirus B19 (PVB19) infection. The patient presented with complaints of fever, chest pain, fatigue, and shortness of breath. On physical examination, she had tachycardia, hepatomegaly, and muffled heart sounds. Teleradiography exhibited cardiomegaly and echocardiography showed a pericardial effusion of 25 mm. Serum anti-PVB19 IgM and PVB19 DNA were positive. The patient developed anemia and reticulocytopenia in the second week, both of which persisted for two weeks then resolved spontaneously. At the end of three months, pericardial effusion resolved, hemoglobin and hematocrit levels were normal, and serum anti-PVB19 IgM was negative. This case represents the first report of acute pericarditis associated with PVB19 infection in a pediatric patient.

7.
Egzersiz testi cihazındaki elektrokardiyografi kaydına elektromanyetik etkileşim
Electromagnetic interference with electrocardiogram recording of exercise test equipment
Farid Aliyev, Cengizhan Türkoğlu, Cengiz Çeliker, Işıl Uzunhasan
PMID: 21200106  Sayfalar 352 - 354
Bu yazıda, mobil telefon ile efor testi cihazı arasındaki elektromanyetik etkileşimin yol açtığı yalancı sinüs taşikardisi olgusu sunuldu. Şarz edilmekte olan mobil telefon ile efor testi cihazının aynı prize takılı olması, monitörde hastanın bazal kalp hızının yaklaşık iki katına ulaşan yalancı sinüs taşikardisi kaydedilmesine yol açtı. Mobil telefonun prizden çıkarılması ile söz konusu yalancı taşikardi görüntüsü kayboldu ve elektrokardiyogram normale döndü.
Herein, we report a case of pseudosinus tachycardia resulting from an electromagnetic interference between a mobile phone and treadmill device. Electromagnetic interference from a charging mobile phone connected to the same socket with the exercise device turned the recording of a patient to that of pseudosinus tachycardia at approximately twice the rate of actual basal heart rate. Removal of the mobile phone from the socket resulted in normalization of the electrocardiogram.

8.
Çıkış noktasının taşınması: Uygunsuz sinüs taşikardisinde hedefin belirlenmesinde temassız haritalamanın avantajı
Migration of the breakthrough: the advantage of noncontact mapping in targeting inappropriate sinus tachycardia
Erdem Diker, Alper Canbay, Özlem Özcan Çelebi, Sinan Aydoğdu
PMID: 21200107  Sayfalar 355 - 358
Bu yazıda, uygunsuz sinüs taşikardisi (UST) nedeniyle temassız haritalama sistemi kullanarak başarılı sinüs nod takibi yaptığımız ve radyofrekans ablasyon uyguladığımız 42 yaşında bir kadın hasta sunuldu. Hasta, çarpıntı yakınması ve 90-100 atım/dk arasında olan kalp hızı ile yatırıldı. Kalp hızı hafif egzersiz sırasında 150 atım/dk ölçüldü. Elektrofizyolojik çalışmada UST tanısının doğrulanmasından sonra, hastaya radyofrekans kateter ablasyonu uygulandı. Kalp hızının 95 atım/dk olduğu anda renkli izopotansiyel harita çıkarıldı ve sinüs nodunun ilk çıkış noktası (SNÇ) işaretlendi. İsoproterenol infüzyonundan sonra kalp hızı 160 atım/dk’ya yükseldi ve yeni bir renkli izopotansiyel harita çıkarılarak, yeni çıkış noktasının SNÇ’den 24 mm uzağa taşındığı gözlendi. Bu bölgeye radyofrekans uygulamasından sonra kalp hızı 120 atım/dk’ya düştü. Tekrarlayan isoproterenol infüzyonuyla kalp hızı bu kez 140 atım/dk’ya yükseldi ve yeni bir izopotansiyel harita çıkarıldı. Bu kez de çıkış noktasının SNÇ’den 16 mm uzağa taşındığı gözlendi. İkinci bölgeye de radyofrekans ablasyon uygulaması sonucunda kalp hızı 90 atım/dk’ya geriledi ve tekrarlayan isoproterenol infüzyonuyla en çok 120 atım/dk’ya çıktı. İsoproterenol infüzyonunun tekrarının kalp hızında başka artışa yol açmaması üzerine ablasyon işlemi sonlandırıldı. Bir yıllık takibi sırasında hasta sinüs ritminde kaldı ve ortalama kalp hızı 80 atım/dk idi.
We report on a 42-year-old female patient with inappropriate sinus tachycardia (IST), in whom an effective sinus node modification was made by using the noncontact mapping system. The patient was admitted with palpitations and a heart rate between 90-110 beats per minute (bpm). Her heart rate increased to 150 bpm during minimal exercise. After confirming the diagnosis of IST by an electrophysiological study, radiofrequency catheter ablation was performed. A color-coded isopotential map was created when the heart rate was 95 bpm and the initial breakthrough of the sinus node (SNB) was labeled. After administration of isoproterenol, a new color-coded map recording was created when the heart rate reached 160 bpm, showing a new breakthrough 24 mm away from the SNB. Radiofrequency was delivered to this region and the heart rate decreased to 120 bpm. After another infusion of isoproterenol, the maximum heart rate reached 140 bpm and another isopotential map recording was created, which demonstrated migration of the breakthrough 16 mm away from the SNB. Radiofrequency was delivered to the second site and the heart rate decreased to 90 bpm and increased to a maximum of 120 bpm after a new isoproterenol infusion. A subsequent infusion caused no increase in the heart rate, and the ablation procedure was terminated. During a follow-up of one year, the patient was in sinus rhythm with a mean heart rate of 80 bpm.

9.
Diseke aort anevrizmanın sol atriyumu sıkıştırması sonucu gelişen ciddi hemodinamik bozulma
Severe hemodynamic compromise due to left atrial compression by a dissecting aortic aneurysm
Nesligül Yıldırım, Abdulrahim Duşak, Tolga Onuk, Mustafa Aydın
PMID: 21200108  Sayfalar 359 - 362
Aort anevrizmasının hemodinamik bozulmaya yol açacak derecede sol atriyuma bası yapması nadir görülen bir durumdur. Daha önce konjestif kalp yetersizliği tanısı olan 83 yaşında kadın hasta, giderek ağırlaşan solunum güçlüğü (NYHA derece III) ve çarpıntı yakınmalarıyla yatırıldı. Elektrokardiyografide atriyal fibrilasyon, göğüs grafisinde mediyastumda genişleme ve akciğer alanlarında göllenme izlendi. Transtorasik ekokardiyografide büyük bir inen torasik aort anevrizmasının sol atriyuma bası yaptığı görüldü. Sol ve sağ ventrikül sistolik fonksiyonları korunmuş bulundu. Üçboyutlu torasik manyetik rezonans görüntülemede, inen torasik aort anevrizmasının sol atriyuma basısı ile birlikte intramural hematom izlendi. Torasik aortta intimal flebe rastlanmadı. Acil cerrahi kararı verilen hasta ameliyatı kabul etmedi ve yatışın dördüncü gününde ani ölüm gelişti. Aort duvarında intramural hematomun eşlik ettiği ve sol atriyum boşluğunda tama yakın tıkanmaya yol açan fokal inen aort anevrizması daha önce bildirilmemiştir.
Hemodynamically compromising left atrial (LA) compression by an aortic aneurysm is a rare entity. An 83-year-old woman with a previous diagnosis of congestive heart failure was admitted with worsening shortness of breath (NYHA grade III) and palpitations. The electrocardiogram showed atrial fibrillation. The chest X-ray revealed widening of the mediastinum and congested lung fields. Transthoracic echocardiography demonstrated LA compression by a large descending thoracic aortic aneurysm. Left and right ventricle systolic functions were preserved. Thoracic three-dimensional magnetic resonance imaging showed LA compression by a descending aortic aneurysm and an intramural hematoma. No intimal flap was seen in any part of the thoracic aorta. Emergency surgery was planned, but the patient did not accept surgery and suddenly died after four days of admission. Focal descending aortic aneurysm with an intramural hematoma in the aortic wall causing nearly complete obliteration of the LA cavity has not been reported before.

10.
Yüzeyel manevralarla belirgin hale gelen tam olmayan elektrot kırığı
Incomplete pacemaker lead fracture revealed by superficial maneuvers
Hakan Aksoy, Sercan Okutucu, Ugur N Karakulak, Enver Atalar
PMID: 21200109  Sayfalar 363 - 365
Atriyoventriküler tam blok nedeniyle iki odacıklı kalp pili takılan 75 yaşındaki erkek hasta tekrarlayan bayılma yakınması ile kliniğimize başvurdu. Başvuru sırasındaki elektrokardiyogramda normal, iki odacıklı kalp pili ritmi izlendi. Göğüs grafisi ve kalp pili değerlendirmesi ile yedi yıllık elektrotta kırık veya işlev bozukluğu saptanmadı. Yirmi dört saatlik Holter izleminde ise kalıcı kalp pilinin zaman zaman devreye girmediği görüldü. Deri üzerinden yapılan yüzeyel manevralar sırasında ventrikül elektrot empedansında aşırı artış ile birlikte kalp pilinin uyarı vermediği saptandı. Sağ ventrikül apeksine yeni bir elektrodun yerleştirilmesi sonrasında hastanın klinik durumu düzeldi.
A 75-year-old man presented to our department with a complaint of recurrent syncope episodes seven years after dual chamber pacemaker implantation due to complete atrioventricular block. His electrocardiogram obtained on presentation showed a normal dual-chamber pacemaker rhythm. The chest X-ray and pacemaker interrogation did not show any lead fracture or dysfunction. Twenty-four hour Holter monitoring revealed periods of failure to pacing. Superficial maneuvers over the skin resulted in an excessive increase in the ventricular lead impedance and pacing failure. The clinical course of the patient was uneventful after implantation of a new electrode to the right ventricular apex.

11.
İnteratriyal septumda lipomatöz hipertrofinin eşlik ettiği atriyal septal defektlerin transkateter yolla kapatılması: Olgu sunumu
Transcatheter closure of atrial septal defects in a patient with lipomatous hypertrophy of the interatrial septum
Feyza Ayşenur Paç, Tuğçin Bora Polat, Ayşe Esin Kibar, Dursun Aras
PMID: 21200110  Sayfalar 366 - 368
İnteratriyal septumda yağ depolanması şeklinde benign bir patoloji olan lipomatöz hipertrofi nadirdir ve çoğunlukla tesadüfen teşhis edilir. Bu yağ birikimi çoğunlukla fossa ovalis alanı dışında interatriyal septumda küre şeklinde yuvarlak bir kalınlaşmaya neden olur. Bu yazıda, lipomatöz septum hipertrofisinin eşlik ettiği atriyal septal defektlerin (ASD) transkateter yolla başarılı olarak kapatıldığı 65 yaşında bir kadın hasta sunuldu. Transtorasik ve transözofageal ekokardiyografik incelemelerde sağ kalp boşlukları genişlemiş bulundu; interatriyal septum kalınlaşmış (16 mm) ve parlak olarak izlendi; ayrıca, 17 mm ve 4 mm çaplarında iki sekundum ASD saptandı. Defektler transkateter yolla 24 mm Amplatzer septal tıkayıcı cihaz ile kapatıldı. İşlemden sonra şant görülmedi, işlem sonrası Holter incelemesi normal bulundu. Hastanın üç yıllık takibinde, yapılan işlem ve lipomatöz dokuyla ilişkili bir komplikasyonla karşılaşılmadı.
Lipomatous hypertrophy of the interatrial septum is a rare benign pathology characterized by fatty deposits in the septum and is mostly diagnosed incidentally. This accumulation mostly causes a globular thickening of the interatrial septum, commonly sparing the fossa ovalis. We report on a 65-year-old female patient who underwent successful transcatheter closure of atrial septal defects (ASD) accompanied by lipomatous hypertrophy of the septum. Both transthoracic and transesophageal echocardiography showed enlargement of the right heart cavities, thickening of the interatrial septum (16 mm) with bright echogenicity, and two separate secundum ASDs measuring 17 mm and 4 mm, respectively. Transcatheter closure of the defects was performed using a 24-mm Amplatzer septal occluder. There was no residual shunt and Holter monitoring was normal after the procedure. During a three-year follow-up, no complications were observed pertaining to the procedure or lipomatous tissue.

DERLEME
12.
Antitrombosit tedavide yeni ilaçlar
Novel agents in antiplatelet therapy
Mehmet Ağırbaşlı, Hacer Güvenç, Altuğ Çinçin
PMID: 21200111  Sayfalar 369 - 378
Antitrombosit tedavi akut koroner sendrom tedavisinin vazgeçilmez parçasıdır. Günümüzde kullanılan ilaçların önemli kısıtlılıkları yeni arayışları beraberinde getirmiş; yaygın direnç sorunu, etki başlangıç süresinin uzunluğu, kanama, kişilerarası değişkenlik ve diğer ilaçlarla etkileşim (proton pompa inhibitörleri, kalsiyum kanal blokerleri) gibi kısıtlamalar araştırmacıları daha etkin ve güvenilir ilaçlar araştırmaya yönlendirmiştir. Prasugrel, AZD6140 (ticagrelor), cangrelor ve SCH 530348 (trombin reseptör antagonisti) yeni ve daha etkin ilaçlardan bazılarıdır. Klinik çalışmalarda alınan başarılı sonuçlar, bu ilaçların yakın zamanda tedavi algoritmalarına girebileceğini göstermektedir. Bu derlemede, antitrombosit tedavide yeni ilaçlar ve kavramların özetlenmesi amaçlandı.
Antiplatelet therapy is the cornerstone of management of acute coronary syndromes. Currently used antiplatelet drugs present several limitations that provoke new searches. These limitations include resistance, delay in the onset of action, risk for bleeding, variations in the individual response, and interaction with other medications (i.e. proton pump inhibitors, calcium channel blockers). New concepts and medications have emerged for the effective inhibition of platelets. Prasugrel, AZD6140 (ticagrelor), cangrelor, and SCH 530348 (thrombin receptor antagonist) are among some of the novel agents that survived randomized trials. In this review, we aimed to summarize novel concepts and agents in antiplatelet therapy.

OLGU GÖRÜNTÜSÜ
13.
Ailesel Akdeniz ateşine bağlı perikart kisti
A pericardial cyst due to familial Mediterranean fever
Ahmet Çelik, Bekir Çalapkorur, İbrahim Özdoğru
PMID: 21200112  Sayfa 379
Makale Özeti |Tam Metin PDF

EDITÖRE MEKTUP
14.
Sağ atriyum, ventrikül ve çıkış yolunda serbest yüzen trombüs ve trombolitik tedaviyle başarılı tedavisi
Free-floating thrombus in the right atrium, ventricle, and outflow tract effectively treated with thrombolysis
Zekeriya Nurkalem, Mehmet Ergelen, Serhan Özcan, Nevzat Uslu
PMID: 21200113  Sayfa 380
Makale Özeti |Tam Metin PDF

OLGU GÖRÜNTÜSÜ
15.
Sağ atriyum serbest duvarından köken alan ve aralıklı ciddi triküspit darlığına neden olan miksoma
Intermittent severe tricuspid stenosis caused by myxoma originating from the free wall of the right atrium
Mehmet Mustafa Can, İbrahim Halil Tanboğa, Gökhan Gözübüyük, Cihangir Kaymaz
PMID: 21200114  Sayfa 381
Makale Özeti |Tam Metin PDF

16.
Pulmoner arterde atipik görünümlü trombüs: Bilgisayarlı tomografi bulguları
Pulmonary artery thrombus with an atypical appearance: computed tomography findings
Yalçın Velibey, Servet Altay, Sait Terzi, Sinan Şahin
PMID: 21200115  Sayfa 382
Makale Özeti |Tam Metin PDF

DIĞER YAZILAR
17.
Uzman yanıtları
Answers of specialist
Recep Demirbağ, H. Murat Özdemir
Sayfalar 383 - 384
Makale Özeti |Tam Metin PDF

18.
Kardiyoloji yayınlarında gündem ve yorumlar
Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Sayfa 385
Makale Özeti |Tam Metin PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama



Copyright © 2024 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi