1. | İngilizce Özetler Summaries of Articles Sayfalar 150 - 154 Makale Özeti | |
2. | İleri Mitral Yetersizliği Sistolik Disfonksiyon Halindeki Sol Ventrikülde Mural Trombüs Oluşumunu Önleyebilir mi? May Mitral Regurgitation Prevent Thrombus Formation in the Left Ventricle in Patients with Global and Segmentary Systolic Dysfunction? Nihal ÖZDEMİR, Enver DAĞLAR, Cihangir KAYMAZ, Osman KARAKAYA, Murat AKÇAY, Murat YÜCE, Olcay ÖZVEREN, Mehmet ÖZKANSayfalar 155 - 160 İleri mitral yetersizliğinin (MY) sol atriyal trombüs (T) oluşumunu önleyici etkisi bilinmektedir. Ayrıca, ileri MY'nin sistolik disfonksiyonu (SD) bulunan sol ventrikül (SV) içinde mural T oluşumunu da önleyebildiği öne sürülmüştür. Çalışmamız, SV sistolik disfonksiyonu bulunan olgularda iskemik MY varlığının SVT sıklığına etkisini araştırmayı amaçlamaktadır. Çalışma grubu, koroner anjiyografi ve sol ventrikülografi ile iskemik sol ventrikül SD bulunan 1313 hastadan (E 1133, K 180, yaş 56±18 yıl) oluşturulmuştur. Olguların hiçbirinde kronik antikoagülan kullanım öyküsü mevcut değildi. Epikardiyal koroner arterler 91 olguda normal olup, tek damar, 2 damar ve 3 damar hastalığı, sırasıyla 328, 330 ve 564 olguda mevcuttu. Anjiyografik MY ciddiyeti hafif, orta ve ileri olarak derecelendirildi. Septal (S), apikal (AP) ve/veya anterolateral (AL) segmentlerde diskinezi ve anevrizma, sırasıyla 394 ve 470 olguda bulundu. Posterobazal (PB), posterolateral (PL) ve/veya inferiyor (I) segmentlerde diskinezi ve anevrizma, sırasıyla 110 ve 181 olguda bulundu. İskemik dilate kardiyomyopati 158 olguda mevcuttu. Mural SVT 191 (%14.5), ciddi iskemik MY 125 (%9.5) olguda gözlendi. Seri genelinde, ileri MY bulunan olgularda, MY bulunmayanlara kıyasla SVT sıklığı anlamlı olarak düşük bulundu (%4 ve %15.6, OR: 0.2, p<0.001). İleri MY varlığında, gerek iskemik dilate kardiyomyopati (%6.8 ve %34.2, OR:0.19, p<0.001), gerekse segmenter SVSD (%2.5 ve %13.7 %, OR: 0.2, p<0.01) gruplarında SVT sıklığında anlamlı azalma bulundu. İleri MY'nin bulunuşu halinde SVT sıklığı AL,S ve A segmentlerde anevrizma bulunanlarda anlamlı (%3 ve %18, OR: 0.14, p<0.0001), diskinezi grubunda ise anlamlı olmayan bir azalma (%4.7 ve %16, OR: 0.26, p= 0.1) göstermekteydi. Buna karşılık, ileri MY PB, I ve/veya PL segmentlerde anevrizma veya diskinezi bulunanlarda SVT sıklığı üzerinde etkili bulunmadı (%3.7 ve %3, OR: 1.2, p>0.05). Sonuç olarak; (1) İleri derecedeki MY'nin gerek iskemik dilate kardiyomyopati, gerekse anteriyor SV duvar anevrizması bulunan olgularda SVT oluşumunu önleyebildiği düşünülmüştür. |
3. | Mitral Darlikli Hastalarda P Dalga Dispersiyonu Ve Perkütan Mitral Balon Valvüloplasti İşleminin P Dalga Dispersiyonu Üzerine Etkisi P Wave Dispersion in Patients with Mitral Stenosis and Effects of Percutaneous Mitral Balloon Valvuloplasty on P Wave Dispersion Hasan TURHAN, Ertan YETKİN, Yüksel AKSOY, Orhan MADEN, Kubilay ŞENEN, M.Birhan YILMAZ, Mehmet İLERİ, Ramazan ATAK, Sengül CEHRELİ, Emine KÜTÜKSayfalar 161 - 165 P dalga dispersiyonu (PDD), yeni bir elektrokardiyografik parametre olup, sinüzal uyarıların intra-atriyal ve inter-atriyal nonhomojen ve kesintili iletilmesi ile ilişkilidir. PDD maksimum ve minimum P dalga süreleri arasındaki fark olarak ifade edilebilir. Yakın zamanda yayınlanmış çalışmalarda uzamış P dalga süresi ve artmış P dalga dispersiyonunun yüksek atrial fibrilasyon riski ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Bu çalışmanın amacı mitral darlıklı hastalarda P dalga dispersiyonunu belirlemek ve perkütan mitral balon valvüloplasti (PMBV) işleminin P dalga dispersiyonu üzerine etkisini değerlendirmektir. Çalışmaya PMBV adayı 29 mitral darlıklı hasta (26 bayan, 3 erkek; yaş 33±6 yıl) ve 27 sağlıklı gönüllü (24 bayan, 3 erkek; yaş 32±7 yıl) kontrol grubu olarak dahil edildi. İşlemden bir gün önce hasta ve kontrol grubundaki tüm kişilerin elektrokardiyogramları çekildi ve transtorasik ekokardiyogramları yapıldı. İşlem sonrası birinci gün, birinci ay, ve altıncı ayda çalışmaya dahil edilen hasta gruplarındaki tüm kişilerin elektrokardiyogramları çekildi. Hasta grubundaki kişilerin transtorasik ekokardiyogramları işlem sonrası birinci gün, birinci ay ve altıncı ayda tekrarlandı. Çekilen elektrokardiyogramlardan maksimum ve minimum P dalga süreleri ölçüldü ve PDD hesaplandı. Mitral darlıklı hasta grubunda maksimum P dalga süresi ve PDD sağlıklı kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek saptandı (p<0.001). Ancak, minimum P dalga süreleri acısından hasta ve kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu. PMBV sonrası birinci gün, birinci ay ve altıncı ayda yapılan ölçümlerde maksimum P dalga süresi ve PDD'nun işlem önçesi ölçülen bazal değerlere göre ilerleyici bir şekilde istatistiksel olarak anlamlı derecede azaldığı tespit edildi (p<0.001). Birinci gün, birinci ay ve altıncı ayda ölcülen maksimum P dalga süresi ve PDD kendi aralarında karşılaştırıldığında yine istatistiksel olarak anlamlı azalma tespit edildi (p<0.01). Ancak, minimum P dalga sürelerinde anlamlı bir değişiklik gözlenmedi. PDD'nda ki azalma ile ekokardiyografik parametrelerdeki düzelme arasında istatistiksel olarak anlamlı korelasyon saptanmadı. Sonuç olarak, yüksek atrial fibrilasyon riskini gösteren PDD mitral darlıklı hastalarda sağlıklı bireylere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksektir. PMBV sonrası PDD kısa ve uzun dönemde istatistiksel olarak anlamlı derecede düşmektedir. |
4. | Kronik Tam Tıkalı Koroner Arter Lezyonlarında Stentle Kombine Lazer Anjiyoplasti: Uzun Dönem Klinik ve Kantitatif Anjiyografik Sonuçlar Laser Angioplasty Followed by Stent Implantation in Chronic Coronary Occlusions: Long-term Clinical and Quantitative Angiographic Results Erhan BABALIK, Tevfik GÜRMEN, Murat GÜLBARAN, Servet ÖZTÜRK, Muzaffer ÖZTÜRKSayfalar 166 - 171 Kronik tam tıkalı (KTT) lezyonlara balon anjiyoplasti işleminde başarı oranının düşük, restenoz oranının yüksek olduğu bilinmektedir. Yakın geçmişte yayınlanan randomize çalışmalarda ise KTT lezyonlara stent implantasyonunun balon anjiyoplastiye göre restenozu ve tekrar tıkanmayı azalttığı gösterilmiştir. Ancak, KTT lezyonlara stent yerleştirilmesiyle elde edilen yararın doku azaltıcı lazer anjiyoplasti uygulamasıyla nasıl etkileneceği konusunda eldeki bilgiler halen sınırlıdır. Bu çalışmada kliniğimizde, Haziran 1997-Şubat 2000 tarihleri arasında KTT lezyonlarına lazer anjiyoplasti ve ardından stent uygulanan 35 hastanın işlemle ilgili ve uzun dönem klinik ve anjiyografik izleme sonuçlarını inceledik. Bir hastada(%3) işlem başarısız oldu, diğer hastalarda majör kardiyak olay gelişmeden işlem başarıyla sonuçlandı. Buna göre işlem başarısı %97 idi. ELCA uygulaması sonrasında 34 KTT lezyona 36 stent yerleştirildi. Hastane içi izleme döneminde 2 (%6) hastada yan dal tıkanmasına bağlı Q dalgalı olmayan miyokard infarktüsü gelişti. Tüm hastalar 6 ay izlendi. Hastaların 9'unda (%27) treadmill testi pozitif sonuç verdi ve bunların da 7'sine (%20) tekrar PTKA yapıldı, 1'i (%3) koroner baypas operasyonuna verildi. 6 aylık izleme boyunca hastaların hiçbirinde ölüm veya miyokard infarktüsü gelişmedi. Buna göre olaysız hayatta kalım oranı %77 bulundu. Hastaların 28'ine (%83) 6 ay sonra koroner anjiyografi yapıldı; kantitatif analizle referans damar çapı ortalaması 2.7mm olup vakaların 14'ünde (%50) restenoz saptandı. Sonuç olarak; serimizde KTT lezyonlara ELCA ve ardından stent uygulamasında primer başarı yüksektir. Ancak restenoz oranı ve hedef damara tekrar girişim gereği de yüksektir. Serimizdeki damarların çapının göreceli olarak düşük (referans damar çapı 2.7mm) olması ve kullanılan stentlerin uzun (uzunluk ortalaması 24mm) olması ve %14 hastada KTT lezyonun aynı zamanda ostiyal lokalizasyon göstermesi bu yüksek restenoz oranını ve hedef lezyona tekrar girişim oranını açıklayabilir. Stent implantasyonu öncesinde KTT lezyonlara ELCA uygulamasının olası yararının araştırılması için büyük ölçekli randomize çalışmalara gereksinim vardır. |
5. | Konjestif Kalp Yetersizlikli Hastalarda Sol Atriyal Mekanik Fonksiyonlar Left Atrial Mechanical Functions in Patients with Congestive Heart Failure M. Kemal EROL, Mustafa YILMAZ, Mahmut AÇIKEL, Engin BOZKURT, Hüseyin ŞENOCAKSayfalar 172 - 176 Kardiyak debinin sağlanmasında sol atriyum (LA) mekanik fonksiyonlarının önemli katkısı mevcuttur. Bu çalışma ileri dönem konjestif kalp yetersizliğinde (KKY) sol atriyal mekanik fonksiyonları araştırmak amacı ile yapıldı. Çalışmaya NYHA grup III veya grup IV KKY bulunan 68 hasta ve yaşça uygun 15 sağlıklı gönüllü alındı. KKY etyolojisi 44 hastada iskemi (grup I), 16 hastada idiyopatik dilate kardiyomiyopati (grup II), 8 hastada romatizmal mitral yetersizliği (grup III) idi. Sol atriyal volümler biplan "area-length metodu" kullanılarak; mitral kapağın tam açıldığı anda (LAVmax), tam kapandığı anda (LAVmin) ve atriyal sistolün başında (EKG de p dalgası) (LAVp) ölçüldü, tüm volümler vücut yüzey alanına indekslendi ve aşağıdaki sol atriyal fonksiyon parametreleri hesaplandı. Sol atriyal pasif boşalma volümü (LAPEV)=LAVmax-LAVp, LA pasif boşalma fraksiyonu (LAPEF)=LAPEV/LAmax, Konduit volüm (CV)= sol ventriküler atım volümü-(LAVp- LAVmin), LA aktif boşalma volümü (LAAEV)= LAVp-LAVmin, LA aktif boşalma fraksiyonu (LAAEF)=LAAEV/LAVp, LA total boşalma volümü (LATEV)=LAVmax-LAVmin, LA total boşalma fraksiyonu (LATEF)=LATEV/LAmax. LAVmax, LAVmin ve LAVp tüm kalp yetersizliği gruplarında kontrollere göre anlamlı derecede artmış bulundu (p<0.001). LAPEV grup I ve grup II'de kontrol grubundan anlamlı derecede farklı bulunmaz iken, grup III'te anlamlı derecede daha yüksek bulundu (p<0.05). Buna karşın LAPEF her üç grupta da anlamlı derecede düşüktü (p<0.001). "Konduit" volüm her üç grupta da kontrol grubuna benzerdi (p>0.05). LAAEV grup I (p<0.005) ve grup III'de (p<0.001) anlamlı derecede yüksek iken, grup II de anlamlı fark saptanmadı. LAAEF tüm kalp yetersizliği alt gruplarında da anlamlı derecede azalmıştı (sırası ile p<0.05, p<0.005, p<0.005). LATEV sadece grup III'de anlamlı derecede yüksekti (p<0.001), buna karşın LATEF her üç grupta da anlamlı derecede düşüktü (p<0.001). Bu çalışmanın sonuçları iskemi, dilate kardiyomiyopati ve mitral yetersizliğine bağlı ileri dönem kalp yetersizliklerinin hepsinde sol atriyumun hem aktif, hem pasif hem de total boşalma fraksiyonlarının azaldığını, kompansatuar mekanizmaların işlemediğini göstermektedir. |
6. | Dilate Kardiyomiyopatili Hastalarda Venöz Yoldan Biventriküler Stimülasyonun Uygulanması Biventricular Pacing by Transvenous Route in Patients with Dilated Cardiomyopathy Enis OĞUZ, Ahmet AKYOL, İzzet ERDİNLER, Ertan ÖKMEN, Hüseyin UYAREL, Orhan ÖZER, Zeynep TARTAN, Kadir GÜRKAN, F.Tanju ULUFERSayfalar 177 - 182 Son yıllarda, dilate kardiyomiyopatili hastalarda biventriküler stimülasyon bir tedavi şekli olarak ileri sürülmektedir. Venöz yoldan sol ventrikül stimülasyonu sağlanabilmekle beraber bu yeni yöntemin erken ve uzun dönem takip verileri sınırlıdır. Bu çalışmanın amacı venöz yoldan biventriküler stimülasyonun uygulanabilirliği ve uzun dönem güvenilirliğini değerlendirmektir. İleri derecede konjestif kalp yetersizliği (NYHA III-IV) ve ventrikül içi ileti gecikmesi (QRS > 120 msn) olan dilate kardiyomiyopatili hastalara (sol ventrikül EF < %40, diyastol sonu çapı > 55 mm) venöz yoldan biventriküler kalp pili yerleştirildi. Toplam 29 hastanın 26' sında (%89) kalp pili başarıyla yerleştirildi. Yerleştirme işlemi sırasında ortalama biventriküler uyarı eşiği, algılama ve elektrot impedansı sırasıyla 1,8±0,7 V, 15±7 mV, 626±194 Ohm olarak ölçüldü. Ortalama sol ventrikül elektrotu yerleştirme süresi 54± 24 dak (24-110 dak), skopi zamanı 28±14 dak (12-67 dak) olarak tespit edildi. Hastaların dördünde sol ventrikül elektrodu yerinden ayrıldı. İki hastada aralıklı stimülasyon veya diafragma stimülasyonu gözlendi. Bu hastaların beşinde ikinci bir girişim yapıldı ve üçünde sol ventrikül elektrodunun yeniden yerleştirilmesi başarıldı. Takip süresince (ortalama 12±7; 3 ile 27 ay arası) biventriküler uyarı eşiği, algılama ve elektrot impedansı sürekli biventriküler stimülasyon için uygundu. Böylece 29 hastanın 23'ünde (%79) sürekli biventriküler stimülasyon sağlandı. Dilate kardiyomiyopatili hastalarda venöz yoldan sürekli biventriküler stimülasyon uygulanabilir ve güvenilir bir yöntem olarak kabul edilebilir sonucuna varıldı. |
7. | Kalp Transplantasyonunda 3 Yıllık Deneyim Three-Years Experience in Heart Transplantation Ahmet HAMULU, Tahir YAĞDI, Sanem NALBANTGİL, Mustafa ÖZBARANSayfalar 183 - 190 Amaç: Son dönem kalp yetersizliğindeki olguların tedavisinde son 20 yılda birçok gelişme gözlenmiştir. Kardiyak transplantasyon bu olgularda uzun dönem sağ kalım oranına sahip en uygun tedavi yöntemidir. Materyal ve Metod: Son 3 yıllık periyotta kliniğimizde 18 olguya kardiyak transplantasyon uygulanmıştır. Hastaların 5'i kadın 13'ü erkek idi. Yaş ortalaması 44.7±14.1 idi (21-63 yaş). Etiyoloji 10 hastada idiopatik dilate kardiyomiyopati, 7 hastada ise iskemik kardiyomiyopati idi. Tüm olgularda biatrial teknikle ortotopik KT uygulandı. Ortalama kardiyak iskemi süresi 171,4±78.5 dakikadır (101-335 dakika). Hastaların tümüne üçlü immunosüpresif tedavi protokolü (siklosporin A, prednisone, azathioprine) uygulanmıştır. Rejeksiyon izleminde rutin olarak endomiyokardiyal biyopsi kullanılmıştır. Tüm olgular yılda bir kez koroner anjiyografi uygulanmaktadır. Bulgular: Perioperatif mortalite 2 olgu ile %11.1'dir. Bir olguda uzamış entübasyon, 2 olguda da erken dönemde akut böbrek yetersizliği gelişmiştir. Bir olgu sepsis, 1 olgu hemofagositik sendrom, 2 olgu aspergillus pnömonisi, 1 olgu da stafilokok pnömonisi nedeniyle kaybedilmiştir. Mortalitelerin hepsi postoperatif ilk 6 ay içinde gözlenmiştir. Yedi olguda tedavi gerektiren Grade IIIA veya üstü rejeksiyon saptanmıştır. Tartışma: Kardiyak transplantasyondaki ilk deneyimlerimizin sonuçları ümit vericidir. Kardiyak transplantasyon uygulanan olgular rejeksiyon ve enfeksiyon yönünden yakın takip edilmelidir. |
8. | Koroner Arter Hastalığı Anjiyografik Olarak Saptanmış Olgularda Risk Faktörlerinin Dağılımı Prevalence of Risk Factors in Patients with Angiographically Demonstrated Coronary Artery Disease Kenan SÖNMEZ, Ahmet AKÇAY, Murat GENÇBAY, Mustafa AKÇAKOYUN, Durmuş DEMİR, Orhan Hakan ELÖNÜ, Selçuk PALA, Nilüfer Ekşi DURAN, Muzaffer DEĞERTEKİN, Fikret TURANSayfalar 191 - 198 Çalışmamızın amacı anjiyografik olarak koroner arter hastalığı (KAH) tanısı kesinleşmiş olgularda risk faktörlerinin prevalansını belirlemek, bunların erkek ve kadınlarda ve çeşitli yaş gruplarında dağılımını araştırmak ve çalışma verilerimizi Avrupa ülkelerinde KAH olgularında risk faktörü dağılımının incelendiği EUROASPIRE I verileriyle karşılaştırmaktır. Hasta grubumuzu, KAH ön tanısıyla kliniğimizde Ocak 2000 ile Mayıs 2000 tarihleri arasında ilk kez anjiyografi uygulanan ve anlamlı koroner lezyon saptanan 617 ardışık olgu (516 Erkek, yaş ort 57.2 ± 10.8) oluşturmaktadır. Olgularda anjiyografi öncesi, yaş, cins, ailede prematüre koroner arter hastalığı öyküsü, diyabetes mellitus (DM), hipertansiyon (HT), lipid profili, sigara kullanımı, beden kitle indeksi, bel çevresi, kalça çevresi, fiziksel aktivite durumlarına ait veriler kaydedildi. Kırk yaş ile 70 yaş arasındaki olgular 10 yıllık yaş gruplarına ayrıldı ve her yaş grubunda risk faktörlerinin dağılımı belirlendi. Verilerimiz dokuz Avrupa ülkesinde KAH olgularında risk faktörü sıklığının incelendiği EUROASPIRE I çalışması verileriyle karşılaştırıldı. Çalışmamızda, erkek olgularda KAH'nın en sık 50-59 yaşlar arasında kadınlarda ise 60-69 yaşlar arasında ortaya çıktığı saptandı. Hiperlipidemi, aile öyküsü, DM, HT, sigara içiciliği, obezite ve santral obezite sırasıyla %58, %26, %20, %41, %65, %18, %29 oranında gözlendi. Risk faktörlerinin karşılaştırmada obezite ve DM prevalansı bizim olgularımızda dokuz Avrupa ülkesi ortalamasıyla benzer, sigara kullanımı bizim olgularımızda oldukça yüksek, hipertensiyon, hiperlipidemi ve ailede prematüre KAH öyküsü bizim olgularımızda Avrupa ortalamasına göre daha düşük bulundu. |
9. | Türk Kardiyologları 2001 Yılı Yayınlarında Bir Önceki Yılı Telafi Edici Aşamada International Cardiovascular Publications from Turkey Surged in 2001 Altan ONATSayfalar 199 - 207 Kardiyovasküler tıp alanında 2001 yılında Türkiye kökenli uluslararası yayınları değerlendirmek amaciyle, Science Citation Index'in CD edisyonuna kaynak dergilerdeki Türkiye adresli yayınlar Web of Science'ten incelendi. Kardiyovasküler tıbbı ilgilendiren yayınlardan, yalnız SCI Expanded kapsamında yer alan makaleler ve editöre mektup ile toplantı özetleri dışlanarak, geri kalan tam metinli makaleler dikkate alındı. Birden fazla kurumdan ya da bilim dalından çıkan ortak yayınlar için bir kredi sistemi uygulandı. Anılan yılda bilim ve teknoloji sahalarında çıkan Türkiye kaynaklı 6229 tam metinli makaleden, CD edisyonundaki 99'u (%2,6'sı) kardiyovasküler tıbba aitti. Kardiyoloji yayınlarında, önceki iki yılda kaydedilen duraklamayı telafi edercesine, 2001 yılında bir öncesine kıyasla %47'lik bir artış sağlandı; dünyadaki payımız binde 6.9'a yükseldi. Kardiyolojide 81, kalp cerrahisinde 16, çocuk kardiyolojisinde 2 makale yayınlanmıştı. Yayınlanan dergilerin ortanca impakt faktörü 1.0 idi. T. Yüksek İhtisas Hast. yayınlarda Hacettepe Ü.'nin önüne geçti. Ayrıca Yüzüncü Yıl, Dicle ve Karadeniz ÜTF'leri bu yıl hamle yapan merkezlerin başında geldi. |
10. | Oral Sildenafil Sitrat'ın Sıradışı Bir Kullanımı Extraordinary Use of Oral Sildenafil Citrate Erdem DİKER, Sinan AYDOĞDUSayfalar 208 - 210 Primer pulmoner hipertansiyon, kötü prognozlu, ilerleyici bir hastalıktır. Tedavide kullanılan pulmoner vasodilatörelerin etkinlikleri sınırlıdır. Fakat son yıllarda bu konuda bazı ilerlemeler elde edilmiştir. Bu muhtemel ajanlardan biri de sildenafildir. Burada primer pulmoner hipertansiyonlu 27 yaşında genç bir hasta sunulmuştur. Hastanın tedavisine almakta olduğu iloprosta ilave olarak günde 200 mg sildenafil eklenmiştir. Sildenafil tedavisine başlandıktan hemen sonra egzersiz kapasitesi düzelmiş, yaşam kalitesi artmıştır. Bir gün sonra yapılan pulmoner basınç kontrolünde basıncın 112 mmHg'den 73 mmHg'ye düştüğü tespit edilmiştir. Sildenafilin pulmoner hipertansiyon tedavisindeki rolünün prospektif çalışmalarda derinlemesine araştırılmaya ihtiyacı vardır. |
Copyright © 2025 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi