ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 35 (4)
Cilt: 35  Sayı: 4 - Haziran 2007
ARAŞTIRMA
1. 
ST yükselmesi olmayan akut koroner sendromlarda neopterin düzeylerinin kardiyak troponinle ilişkisi
The relationship between neopterin levels and cardiac troponinin patients with non-ST segment elevation acute coronary syndromes
Mustafa Yazıcı, Kenan Durna, Sabri Demircan, Okan Gülel, Mahmut Şahin
Sayfalar 209 - 215
Amaç: ST-segment yükselmesi olmayan akut koroner sendromlu (NSTE-AKS) hastalarda inflamasyonun lokal ve spesifik göstergelerinden olan serum neopterin düzeyi ile troponin-I salınımı arasındaki ilişki araştırıldı.
Çalışma planı: Koroner arter hastalığı anjiyografi ile gösterilen NSTE-AKS’li 234 hasta çalışmaya alındı. Başvuru sırasında tüm hastalarda serum troponin-I ve neopterin düzeyleri ölçüldü. Troponin-I düzeyi 0.2 ng/ml’nin altındaki 137 hasta troponin negatif, 0.2 ng/ml ve üzerindeki 97 hasta troponin pozitif olarak gruplandırıldı. Sorumlu lezyonda trombüs varlığı, lezyon morfolojisi ve TIMI akımı koroner anjiyografi ile değerlendirildi.
Bulgular: Troponin pozitif ve negatif hastalar arasında sorumlu lezyonların dağılımı ve anjiyografik morfolojisi açısından anlamlı fark yoktu. Anjiyografide, TIMI ≤2 akım bulunan hastaların oranı troponin pozitif grupta anlamlı derecede daha yüksek bulundu (p<0.001). Anjiyografik trombüs görülme sıklığı troponin pozitif grupta %24.7, troponin negatif grupta %7.3 idi (p=0.012). Serum neopterin düzeyleri troponin-I pozitif grupta daha yüksek (p<0.001) idi ve troponin-I düzeyleri ile ilişkili bulundu (r=0.817, p<0.001). Lojistik regresyon analizinde, yalnızca serum neopterin düzeylerinin troponin pozitifliğine anlamlı etkisi olduğu görüldü (Odds oranı=1.4; p<0.001). ROC analizi ile neopterin için kesim değeri 12.55 nmol olarak alındığında, neopterinin troponin-I pozitif veya negatifliğini ayırmadaki duyarlılığı %65.9, özgüllüğü %64.2, pozitif öngördürücü değeri %56.2, negatif öngördürücü değeri %72.1 bulundu.
Sonuç: Bulgularımız, NSTE-AKS’li hastalarda yüksek troponin-I düzeylerinin neopterin ile tanımlanan lokal inflamatuvar aktivite ile ilişkili olabileceğini göstermektedir.

2. 
QT aralığı ile antropometrik ve otonomik faktörler arasındaki ilişkiler
The relationship between the QT interval and autonomous and anthropometric features
Tolga Doğru, Serdar Günaydın, Vedat Şimşek, Murat Tulmaç, Mahmut Güneri
Sayfalar 216 - 226
Amaç: Her iki cinsiyette QT aralığı üzerinde etkili olabilecek antropometrik ve otonomik faktörler incelendi.
Çalışma planı: Çalışmaya, asemptomatik olan ve tetkikler sonrasında herhangi bir patolojik durum saptanamayan 237 kişi (114 erkek, 123 kadın) katıldı. Erkeklerin oluşturduğu grupta ortalama yaş 47 (dağılım 20-79), kadınların oluşturduğu grupta 39 (dağılım 20-71) idi. Katılımcılara öykü alımı ve fizik muayene yanı sıra rutin biyokimyasal tetkikler, EKG, 24 saatlik Holter monitörizasyonu, gerekli durumlarda renkli Doppler ekokardiyografi ve efor testi (treadmill) yapıldı. Erkeklerde ayrıca östrojen, serbest ve total testosteron düzeyleri ölçüldü.
Bulgular: Minimal QT değeri erkeklerde daha az bulundu (p=0.043). Kadınlarda ortalama QT, QTc aralığı, erkeklerde QT dispersiyonu daha fazla idi (sırasıyla p=0.022, p<0.001, p=0.025). Erkeklerde 20-44 yaş ile 45-69 yaş grubu arasında maksimal QT ve QT dispersiyonunda anlamlı farklılık izlendi (sırasıyla p=0.049, p=0.043). Ortalama ve maksimal QT aralığı değerlerinde parasempatik tonusun belirleyici olduğu görüldü. Antropometrik özellikler ile QT aralığı arasındaki bağıntılarda kadın grubunda anlamlı ilişki saptanmazken, erkek grubunda bel/kalça oranı ile ortalama QT ve minimal QTc aralığı pozitif ilişki gösterdi (sırasıyla, r=0.188, p=0.049 ve r=0.236, p=0.013). Erkeklerde seks hormon düzeylerinin de QT aralığı üzerinde belirleyici olduğu saptandı.
Sonuç: Antropometrik ve otonomik faktörlerin QT aralığı üzerine etkinliği cinsiyetler arasında dikkate değer farklılıklar göstermektedir.

3. 
Perkütan koroner girişim sonrası erken mobilizasyon
Early ambulation after percutaneous coronary interventions
Bilal Boztosun, Yılmaz Güneş, Ayhan Olcay, Ahmet Yıldız, Mustafa Sağlam, Mustafa Bulut, Ramazan Kargın
Sayfalar 227 - 230
Amaç: Perkütan koroner girişim sonrası erken mobilizasyon hastanede kalış süresini azaltmakta, hasta konforunu artırmaktadır. Bununla birlikte, bu yaklaşım ponksiyon bölgesi komplikasyonlarında artışa yol açabilir. Bu çalışmada elektif koroner stent implantasyonu veya balon anjiyoplasti sonrasında erken mobilizasyonun güvenliği araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya, femoral yol, 6 F kılavuz kateter ve 5000 IU heparin kullanılarak koroner anjiyoplasti veya stent uygulanan 342 hasta (212 erkek, 130 kadın; ort. yaş 53±14) alındı. Tüm hastalarda arteryel kılıf, işlem sonrasında hemen çıkarıldı. Hemostaz elle kompresyon ve sonrasında kompresyon bandajı ile sağlandı. Kılıf çıkarılması sonrası birinci saatte subkütan düşük molekül ağırlıklı heparin uygulandı. Mobilizasyon kılıf çekiminden iki saat sonra yapıldı. Bir haftalık takip döneminde kasık bölgesi komplikasyonları kaydedildi.
Bulgular: Sekiz hastada (%2.3) mobilizasyon sonrasında kanama izlendi. Hastanede yatış döneminde hematom gelişimi izlenmedi. Ekimoz %9.4 oranıyla (n=32) en sık gözlenen geç komplikasyondu. Taburculuktan sonra üç hastada (%0.9) gözlenen kanama, kompresyon ve yatak istirahati ile kontrol altına alındı. Dokuz hastada (%2.6) 1- 2 cm çapında küçük hematomlar gözlendi. Kontrolsüz hipertansiyonu ve obezitesi olan bir hastada (%0.3), kan transfüzyonu ve cerrahi girişim gerektiren hematom gelişti.
Sonuç: 6 F kılavuz kateter, femoral yol, işlem sırasında düşük doz heparin, kılıf çıkarılmasından bir saat sonra düşük molekül ağırlıklı heparin kullanılarak yapılan perkütan koroner girişim sonrasında erken mobilizasyonla gözlenen komplikasyonlar kabul edilebilir sınırlardadır.

4. 
Akut koroner sendromlu, diyabetik olmayan hastalarda metabolik sendrom ile TIMI risk skoru arasındaki ilişki
The relationship between metabolic syndrome and TIMI risk score in nondiabetic patients with acute coronary syndrome
Zekeriya Nurkalem, Ahmet Lütfü Orhan, Ahmet Taha Alper, Nevzat Uslu, Hüseyin Aksu, Muhammed Gürdoğan, İrfan Şahin, Betül Erer, Şevket Görgülü, Mehmet Eren
Sayfalar 231 - 236
Amaç: Diyabetik olmayan metabolik sendromlu (MS) hastalarda açlık ve tokluk glisemi düzeyi karşılaştırılarak bu parametrelerin TIMI risk skoru ile ilişkisi araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya kararsız angina pektoris ve ST yükselmesiz miyokard infarktüsü ile başvuran, bilinen diyabeti olmayan 73 ardışık hasta (9 kadın, 64 erkek; ort. yaş 58±11) alındı. Hastaların yatış TIMI risk skorları ve koroner anjiyografileri değerlendirildi; taburculuk öncesinde açlık glukozu ve lipid değerleri ölçüldü ve standart oral glukoz tolerans testi (OGTT) uygulandı. Metabolik sendrom tanımlaması iki şekilde yapıldı: Hastalarda MS olup olmadığı önce ATP-III (National Cholesterol Education Program’s Adult Treatment Panel III) ölçütlerine göre, daha sonra, bu ölçütlerden bozulmuş açlık glukozu yerine bozulmuş glukoz toleransı (GT) dikkate alınarak belirlendi.
Bulgular: ATP III ölçütlerine göre 30 hastada (%41.1) MS tanısı kondu. TIMI risk skoru ortalaması MS’li grupta daha yüksekti; ancak, fark anlamlı değildi (p=0.052). Bozulmuş GT temel alınarak MS tanımlaması yapıldığında, MS’li hasta sayısı 34’e (%46.6) yükseldi. Bu sınıflamada, TIMI risk skoru ortalaması MS’li grupta anlamlı derecede yüksek bulundu (p=0.017). Çokyönlü varyans analizinde, yüksek TIMI risk skorunu öngören parametrelerin, daralmış damar sayısı (odds oranı 3.02, p=0.02, 95% güven aralığı 1.91-7.64) ve OGGT ikinci saat glukozu (odds oranı 1.040, p<0.001, 95% güven aralığı 1.018-1.063) olduğu görüldü.
Sonuç: Diyabetin dışlandığı akut koroner sendromlarda MS azımsanamayacak sıklıktadır. Diyabeti olmayan hastalarda MS tanımlamasında bozulmuş GT’nin kullanılması, TIMI risk skoru ile korelasyonu artırmaktadır.

5. 
Atriyal fibrilasyonlu hastalarda diyastolik fonksiyonların eğerlendirilmesinde intraventriküler pulsed Doppler E dalga dispersiyonunun etkinliği
The effectiveness of intraventricular pulsed Doppler E-wave dispersion in assessing diastolic functions of patients with atrial fibrillation
Eyüp Aygül, Özcan Yılmaz, Mustafa Yazıcı, Korhan Soylu, Firdovsi İbrahimov, Muharrem Arslandağ, Sabri Demircan, Osman Yeşildağ
Sayfalar 237 - 241
Amaç: Atriyal fibrilasyonlu hastalarda diyastolik fonksiyonların değerlendirilmesinde E dalga dispersiyonunun kullanımı araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya atriyal fibrilasyonu olan 51 hasta (32 kadın, 19 erkek; ortalama yaş 66±10) alındı. Hastalarda renkli M-mod Doppler ekokardiyografi ile E dalga propagasyon hızı (Vp) ölçüldü ve Vp<0.45 m/sn ve Vp≥0.45 m/sn değerlerine göre hastalar sırasıyla diyastolik fonksiyon bozukluğu olan (n=31; %60.8) ve olmayanlar (n=20; %39.2) şeklinde iki gruba ayrıldı. Daha sonra, mitral annulustan apekse kadar her 1 santimetreden pulsed dalga Doppler ekokardiyografi ile bölgesel E dalga pik hızları ölçüldü.
Bulgular: Her iki grupta da en yüksek E dalga hızı E1 pozisyonunda (1. santimetredeki E hızı), en düşük E dalga hızı E3 pozisyonunda (3. santimetredeki E hızı) ölçüldü. E2 ve E3 hızları diyastolik fonksiyon bozukluğu olan grupta anlamlı derecede daha düşüktü (p<0.01 ve p<0.001). Diyastolik fonksiyon bozukluğu olmayan grupta mitral annulustaki E dalga hızı sol ventrikül kavitesi içerisinde annulustan 3 santimetre sonrasında dahi korunmaktaydı (E0: 0.93±0.21 m/sn, E3: 0.87±0.25 m/sn; p=0.166). Buna karşın, diyastolik fonksiyon bozukluğu olan hastalarda E dalga hızının apekse doğru anlamlı derecede azaldığı görüldü (E0: 0.87±0.20 m/sn, E3: 0.66±0.18 m/sn; p<0.001).
Sonuç: Bulgularımız atriyal fibrilasyonlu hastalarda diyastolik fonksiyon bozukluğunun intraventriküler E dalga dispersiyonu ile belirlenebileceğini göstermektedir.

OLGU BILDIRISI
6. 
Ranitidin kullanımına bağlı bradikardi gelişimi
A case of ranitidine-induced bradycardia
Mehmet Uzun, Ufuk Dizer, Mehmet Yokuşoğlu, Mehmet Cem Başel
Sayfalar 242 - 245
Selektif bir H2-reseptör antagonisti olan ranitidin seyrek de olsa bradikardiye neden olabilir. Yirmi sekiz yaşında erkek hasta, yüksek ateş, bulantı, kusma, baş ve eklem ağrıları yakınmalarıyla başvurdu. Fizik muayenede hastanın genel durumu iyi, bilinci açık idi; ateş 38.4 °C, nabız 84/dk, tansiyonu 100/60 mmHg ölçüldü. Öyküsünde vazovagal senkop olduğu öğrenildi. İnfeksiyon ve ateşe yönelik tedavisi düzenlenen hastada üçüncü günde karın ağrısı gelişmesi üzerine dördüncü günde intravenöz ranitidine başlandı ve karın ağrısı düzeldi. Aynı gün, kalp hızı 30/dk ölçüldü. Ateşi 36.4 °C, tansiyonu 110/70 mmHg idi. Yoğun bakımda EKG monitörizasyonuna alınan hastada kalp hızı 34/dk, ritim sinusal bulundu. Monitörizasyon sırasında hastanın kalp hızının 28-35/dk arasında değiştiği izlendi. Hastanın ateşi ikinci günden itibaren normal seyretti. Ranitidinin kesilmesi ile kalp hızı dokuzuncu gün normale döndü.

7. 
Dev internal karotis arter anevrizmasının çift katlı juguler ven yaması ile cerrahi tamiri
Surgical repair of a giant internal carotid artery aneurysm using a jugular venous double layer patch
Bilal Boztosun, Ali Fedakar, Hasan Sunar, Cevat Kırma
Sayfalar 246 - 249
Ekstrakraniyal karotis arter anevrizmaları nadir görülen vasküler lezyonlardır. Bu yazıda, otojen çift katlı juguler venöz yama ile tamir edilen dev ekstrakraniyal karotis arter anevrizması sunuldu. Kırk altı yaşındaki kadın hasta, boyunda iki yıldır büyüme gösteren bir kitle nedeniyle başvurdu. Fizik muayenede, mandibüler açı ile mastoid proses arasında, sternokleidomastoid kas altında pulsatil bir kitle palpe edildi. Anjiyografik incelemede, internal karotis arterde, karotis arter bifurkasyonundan 1 cm sonra başlayan ve kafatabanında sonlanan, 6x8 cm’lik dev bir sakküler anevrizma saptandı. Ameliyatta, anevrizma kesesine bağlı vagus ve ansa servikalis sinirlerine zarar vermemek için keseye kısmi eksizyon uygulandı. Daha sonra, otojenik çift katlı juguler venöz yama damar duvarındaki defekte dikildi. Ameliyat sonrasi ilk aydaki kontrollerde hastanın yakınmasının kaybolduğu gözlendi; Doppler ultrasonografide ve kontrol anjiyografide normal akım paterni izlendi. Kraniyal sinirlerin anevrizma kesesine bağlı olduğu olgularda kısmi anevrizmektomi ve çift katlı juguler venöz yama ile tamir, kolay uygulanan uygun bir seçenektir.

8. 
Çift sol ön inen koroner arter: Nadir bir koroner anomali
Dual left anterior descending coronary artery: a rare coronary anomaly
Enbiya Aksakal, Mustafa Kemal Erol, Mecit Kantarcı
Sayfalar 250 - 252
Sol ve sağ koroner arterlerden kaynaklanan çift çıkışlı sol ön inen (LAD) koroner arter son derece nadir bir doğuştan koroner anomalidir. İnferior akut miyokard infarktüsü geçiren 65 yaşında bir erkek hastaya yapılan koroner anjiyografide normal sol ana koroner arter, birkaç diyagonal dala ayrıldıktan sonra proksimalde sonlanan kısa bir LAD arter ve sol sirkumfleks arter proksimalinde tam tıkanma saptandı. Selektif sağ koroner anjiyografide sağ koroner arter başlangıcından hemen sonra çıkan ve sol tarafa yönelen ikinci bir damar gözlendi. Hasta primer anjiyoplasti ve stentle başarılı bir şekilde tedavi edildi. Anomalinin kökeni ve seyri ayrıca 16 kesitlik multidetektör spiral bilgisayarlı tomografiyle de incelendi ve koroner anjiyografi bulguları doğrulandı.

DERLEME
9. 
Koroner akım ve fraksiyonel akım rezervi
Coronary flow reserve and fractional flow reserve
Ali Özyol, Mehmet Birhan Yılmaz
Sayfalar 253 - 261
Koroner akım rezervi (KAR) ve fraksiyonel akım rezervi (FAR) koroner arter darlığının fonksiyonel önemini ortaya koymada kullanılan yöntemlerden ikisidir. Her iki parametre de bazı kısıtlılıklara sahip olmakla birlikte, uygun endikasyonlarda sadece darlığın ciddiyetini ortaya koymakla kalmamakta, aynı zamanda prognostik bilgi de verebilmektedir. Bu derlemede, revaskülarizasyon teknolojisindeki gelişmelere paralel olarak invaziv KAR ve FAR ölçümü üzerinde durulmuş, özellikle sınırdaki lezyonlarda yönlendirici özellikleri vurgulanmıştır.

OLGU GÖRÜNTÜSÜ
10. 
Yetişkin bir hastada izole sol ventrikül divertikülü
Isolated left ventricular diverticulum in an adult
Cihan Duran, Murat Şener, Demet Erciyes, Murat Gülbaran
Sayfa 262
İzole sol ventrikül divertikülü nadir görülen bir kardiyak anomalidir.Musküler ve fibröz olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Klasifikasyonu ile ilgili henüz yerleşmiş bir fikir birliği bulunmamaktadır.Genellikle hastalar asemptomatik olmakla birlikte ventriküler taşikardi, dispne ve angina şikâyetleri olabilmektedirler. Hastaların tanıları anjiyografi, ekokardiyografi, kardiyak manyetik rezonans ve bilgisayarlı tomografi (BT) ile konulabilmektedir.Atipik göğüs ağrısı ile kliniğe başvuran ve koroner arter hastalığı ön tanısıyla çok kesitli BT yapılan bizim olgumuzda değerlendirme sırasında sol ventrikül inferoseptal duvarında izole divertikül tespit edilmiştir.

DIĞER YAZILAR
11. 
Uzman Yanıtları
Answers of specialist
Ahmet Vural, Enis Oğuz, Alpay Çeliker
Sayfalar 264 - 265
Makale Özeti |Tam Metin PDF

12. 
Kardiyoloji Yayınlarında Gündem ve Yorumlar
Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Sayfa 267
Makale Özeti |Tam Metin PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama



Copyright © 2025 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi