ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 29 (1)
Cilt: 29  Sayı: 1 - Ocak 2001
1. 
İngilizce Özetler
Summaries of Articles

Sayfalar 4 - 7
Makale Özeti |Tam Metin PDF

2. 
On Yıllık TEKHARF Çalışması Verilerine Göre Türk Erişkinlerinde Koroner Kökenli Ölüm ve Olayların Prevalansı Yüksek
Prevalence of Coronary Mortality and Morbidity in the Turkish Adult Risk Factor Study: 10-year Follow-up Suggests Coronary "Epidemic"
Altan ONAT, İbrahim KELEŞ, Ali ÇETİNKAYA, Ömer BAŞAR, Beytullah YILDIRIM, Burak ERER, Köksal CEYHAN, Beyhan ERYONUCU, Vedat SANSOY
Sayfalar 8 - 19
TEKHARF Çalışmasının orijinal ve yeni kohortları, başka amaçların yanısıra, toplam ve koroner kalp hastalığı (KKH) mortalitesi ile yeni koroner olay prevalanslarını değerlendirmek amaciyle, son olarak 2000 yılı yazında tarandı. Ölüm konusunda 1. derece akraba ve/veya sağlık ocağı personelinden bilgi alındı; yaşayanlarda bilgi edinmekten başka, fizik muayene ve 12-derivasyonlu EKG kaydı yapıldı.Yeni koroner olay tanımına, son taramadan beri gelişen fatal ve fatal olmayan miyokard infarktüsü, yeni stabil angina ve/veya miyokard iskemisi girdi. 1269'u erkek, 1294'ü kadın olmak üzere, 2563 kişi tam izlendi. Bunlardan 66 erkek ile 41 kadının öldüğü belirlendi. On yıl boyunca gelişen tüm nedenli 290 ölümden, KKH kökenlisi yine %42 pay aldı. On yıl takip sonucu ülke geneli için yıllık tüm-nedenli ölüm oranı erkeklerde binde 12.3, kadınlarda binde 8 olarak hesaplandı. Bu gözlem, 1990'lı yıllarda Türk erişkinlerinde yılda ortalama 182 bin erkek ile 120 bin kadının öldüğünü düşündürmektedir. Yıllık koroner mortalite bin erişkin arasında erkekte 5.2, kadında 3.2 bulundu. Her yıl koroner nedene bağlı olarak kaybedilen yurttaşlarımızın sayısının (%3 oranında arttığına dair tutucu bir varsayımla) son yıl içerisinde 92 bini erkek olmak üzere, 153 bin olduğu tahmin edilmektedir. Kırkbeş ila 74 yaş kesiminde toplam mortalite prevalansları sırasiyle binde 20.3 ve 12.9 oranında olup kadınlarımızda Avrupada en yüksek düzeydedir. Aynı yaş kesiminde KKH ölüm prevalansları sırasiyle binde 8.0 ve 4.7 oranında olup Avrupada yine en yüksek düzeylerdedir. Ani ölümleri içeren yeni koroner olay sıklığının ülke genelinde içinde bulunduğumuz yıl 260 bin olduğu tahmin edilebilir. Koroner kalp hastalığı için aldığımız ölçütler kadınlarda daha daraltıldı. Buna rağmen anılan hastalığa bu yıl 170 bin kişinin yeni olarak yakalandığına, bunların katılmasıyla 2 milyona ulaşan mevcut koroner hastası havuzunun bu yıl yaklaşık 90-100 bin hastayla genişlediğine ilişkin ipucu elde edildi. Bu bilgiler, ülkemizde koroner hastalık 'salgını'nın başladığını ve bu salgından koruyucu önlemlerin çok daha etkin biçime getirilmesinin gerektiğini düşündürmektedir.

3. 
EKG ile Senkronize Miyokard Perfüzyon Sintigrafisi ve Radyonüklid Ventrikülografi ile Ejeksiyon Fraksiyon ve Duvar Hareketlerinin Karşılaştırılması
Comparison of Left Ventricular Global Ejection Fraction and Wall Motion With Tc99m Tetrofosmin Gated SPECT and Radionuclide Ventriculography
Seher ÜNAL
Sayfalar 20 - 24
Bu prospektif çalışmanın amacı sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunu (EF) ve duvar hareketlerini Tc 99m Tetrofosmin ile yapılan EKG ile senkronize miyokard perfüzyon sintigrafisi (GSPECT) ve radyonüklid ventrikülografi (MUGA) ile karşılaştırmaktır. Materyal Metod: Bu çalışmayı koroner arter hastalığı şüphesi ile veya koroner arter hastalığı olduğu bilinen ve Nükleer Tıp Anabilim Dalına başvuran 45 hasta (22 kadın, 23 erkek), yaş aralığı 38-74(ortalama yaş 62.3±7.8) oluşturmuştur. Tüm hastalara bir hafta içinde MUGA ve GSPECT yapılarak her iki metodla EF değerleri ve duvar hareketleri değerlendirmeye alınmıştır. Hastalar perfüzyon sintigrafilerine göre üç ana gruba ayrılmıştır. Birinci grupta perfüzyonu normal olan 15, iskemi olan grupta 14 ve üçüncü grupta ise enfarktüslü 16 hasta mevcuttur. GSPECT ve MUGA arasındaki EF değerlerindeki farklılık Student's t testi ile değerlendirildi. MUGA ve GSPECT arasındaki korelasyon Lineer regresyon analizi ile (pearson's r korelasyonu) yapıldı. Duvar hareketlerindeki uyum ise kappa analizi ile gerçekleştirildi. Sonuçlar: Birinci grupta EF MUGA ve GSPECT ile sırası ile %64.4±6.4, %65.8±6.4 (p<0.17), iskemik grupta ise %58.5±10.6 ve %55.1±12.3 olarak hesaplandı (p<0.06). Enfaktüslü hastalardan oluşan grupta ise ejeksiyon fraksiyonları MUGA ile %44.5±13.1 ve GSPECT ile %39.5±12.1 bulunmuştur (p<0.007). Duvar hareketlerini vizüel olarak karşılaştırdığımızda her iki metodda da oldukça uyumlu bulundu (kappa 0.899). Sonuç olarak, GSPECT ile egzersiz sonrası belirlenen sol ventrikül EF ile MUGA ile belirlenen EF arasında, gerek normal, gerekse iskemik ya da infarktüslü hastalarda ileri derecede anlamlı korelasyon olduğu belirlenmiştir.

4. 
Erken Dönem Q Dalgasız Miyokard İnfarktüslü Hastalarda Doku Doppler Görüntüleme Tekniğinin Miyokardiyal Disfonksiyonu Belirlemedeki Üstünlüğü
Superiority of the Tissue Doppler Imaging Technique on Determination of the Myocardial Dysfunction in Patients with NonQ-wave Myocardial Infarction at Early Term
Sinan DAĞDELEN, Nevnihal EREN, İlyas AKDEMİR, Hasan KARABULUT, Mehmet ERGELEN, Murat AKÇAY, Nuri ÇAĞLAR
Sayfalar 25 - 30
Q dalgalı miyokard infarktüsü sonrası, etkilenen miyokard bölgesinde doku Doppler velosite gradiyentinin azaldığı bilinmektedir. Çalışmamızın amacı, Q dalgasız infarktüs (nonQ-MI) geçiren hastalarda, segmenter disfonksiyon olmaksızın miyokardiyal fonksiyon bozukluğunu doku Doppler ekokardiyografi ile göstermektir. Metod: Çalışmaya, kontrol grubu (KG) olarak koroner arter hastalığı olmayan 20 (14'ü K, yaş ort 51±15) ve çalışma grubu (ÇG) olarak nonQ-MI olup segmenter hareket bozukluğu olmayan 25 vaka (18'i K, yaş ort 57±10) alındı. Doku Doppler görüntüleme ile mitral lateral anuler bölgenin sistolik gradiyent (Sm), EKG'de Q dalgasının başlangıcından pik Sm'ye kadar geçen süre (Q-Sm), erken ve geç diyastolik gradiyentler (Em, Am) ölçüldü. Koroner anjiyografi sonrası, sol ventrikülografi aracılığı ile ejeksiyon fraksiyonu (EF) ve -Dp/Dt hesaplandı. Bulgular: Her iki grup arasında EF ve -Dp/Dt bakımından anlamlı farklılık yoktu. ÇG ile KG karşılaştırıldığında; ÇG'unda, Sm (6.7±1.9 ve 9.8±2.9 cm/sn, p<0.00001) ve Em/Am daha düşük (0.9±0.4 ve 1.3±0.7, p=0.013), Q-Sm daha uzun (172.9±29.8 ve 141.2±30.9 msn, p=0.0003) idi. Her iki grupta, Sm ve Q-Sm ile EF arasında orta derece anlamlı korelasyon tespit edildi (sırasıyla ÇG'unda 0.59, -0.55 ve KG'unda 0.70, -0.61). ÇG ve KG'unda, Em/Am ile -Dp/Dt arasında orta derece anlamlı korelasyon tespit edildi (sırasıyla 0.66 ve 0.62). Sonuç: NonQ-MI'lı hastalarda, doku Doppler kullanarak yukarıda bahsedilen sistolik ve diyastolik parametreler, invaziv ölçümlerle orta derecede korelasyona sahiptir. Bu grup hastalarda, invaziv sistolik ve diyastolik ölçümler normal olmasına rağmen, doku Doppler ile gösterilen sistolik ve diyastolik miyokardiyal gradiyent değişiklikleri, miyokard disfonksiyonunun erken noninvaziv göstergeleridir.

5. 
Sigara İçenlerde ve İçmeyenlerde Nitrik Oksit Seviyeleri
Nitric Oxide Levels in Smokers and Nonsmokers
Engin BOZKURT, Abdusselam EMEK, M. Kemal EROL, Mahmut AÇIKEL, İrfan ALTUNTAŞ, Sebahattin ATEŞAL, Salim Başol TEKİN
Sayfalar 31 - 35
Kardiyovasküler sistem kesintisiz tek katlı endotel hücreleri ile döşelidir. Endotel hücreleri devamlı olarak nitrik oksit (NO) salgılayarak hem vasküler tonusu ve kan basıncını düzenler hem de trombosit adezyonunu ve agregasyonunu baskılar. Ayrıca NO'in damar düz kas hücrelerinin çoğalmasını ve göçünü de baskıladığı saptanmıştır. Sigara içilmesi endotel hücrelerinde fonksiyon bozukluğuna neden olarak NO aktivitesinde azalmaya yol açmaktadır. Bu çalışma kronik sigara içiminin plazma NO düzeyi ve trombosit adezyonu ve agregasyonuna etkisini araştırmak amacı ile yapıldı. Çalışmaya herhangi bir sağlık problemi olmayan, son bir hafta içinde hiçbir ilaç almayan ve 24-47 yaşlarında 101 gönüllü erkek olgu alındı. Olgular üç gruba ayrıldı. Grup I: Ağır (>20 adet/gün) sigara içenler (n: 40). Grup II: Hafif (<20 adet/gün) sigara içenler (n: 38). Grup III: Sigara içmeyen ve sigara dumanına maruz kalmayanlar (n: 23). Olgulardan 24 saatlik sigarasız dönemi ve 12 saatlik açlık periyodunu takiben alınan venöz kanda NO düzeyi, trombosit agregasyonu ve trombosit adezivitesi ölçüldü. Serum NO konsantrasyonu grup I'de: 12.05 ± 2.83 µM, grup II'de: 13.98 ± 2.52 µM ve grup III'de: 18.69 ± 9.91 µM olarak saptandı. Grup I ve II'de NO konsantrasyonu grup III'e göre anlamlı derecede azalmıştı (sırasıyla p<0.001, p<0.01). Ayrıca grup I'deki NO konsantrasyonu grup II'dekine göre de anlamlı derecede azalmış olarak bulundu (p<0.05). Trombosit adezivitesi ve trombosit agregasyonu açısından gruplar arasında hafif farklar olmasına rağmen istatistiksel açıdan anlamlı değildi (p>0.05). Sonuç olarak sigara içen sağlıklı bireylerde NO düzeyinin azaldığı ve bu azalmanın içilen günlük sigara sayısı ile artış gösterdiği; fakat trombosit agregasyonu ve adezivitesinde ise in vitro şartlarda anlamlı değişiklik olmadığı kanaatine varılmıştır.

6. 
KALP NAKLİ HASTALARINDA İMMÜNSÜPRESYON İÇİN TEOFİLİN'İN YARDIMCI İLAÇ OLARAK ROLÜ VAR MI?
Does Theophylline Have a Role as an Adjunct Agent for Immunosupression in Heart Transplantation Patients?
Tamer SAYIN, Metin ÖZENCİ, Mandeep R. MEHRA
Sayfalar 36 - 39
Yeni gelişmekte olan immünsüpresif tedavi rejimlerine rağmen kalp nakli ameliyatlarında özellikle ilk üç ayda görülen rejeksiyon epizodları önemli morbidite ve mortalite nedeni olmaya devam etmektedir. Teofilin post-transplant görülebilen bradikardinin tedavisinde yeri olan bir ilaçtır. Bu ilacın aynı zamanda bir takım immün düzenleyici etkilerinin olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada post-transplant bradikardi nedeniyle teofilin kullanılan 27 hasta ile aynı immünsüpresif rejimle tedavi edilmiş ve rejeksiyon risk faktörleri benzer olan 29 hastanın endomiyokardiyal biopsi sonuçları, hücresel ve humoral rejeksiyon epizodları sıklığı, hemodinamik bozukluğa yol açan rejeksiyon epizodları ve ilk rejeksiyona kadar geçen süre retrospektif olarak araştırıldı. Teofilin kullanımının hücresel ve humoral rejeksiyon epizod-larının sıklığını azaltmadığı, hemodinamik bozukluğa yol açan rejeksiyon epizodlarına da etkisi olmadığı görüldü. Ancak teofilin kullanımı ile 3 aylık ortalama biyopsi skorlarında anlamlı azalma (kontrol grubu 0.98 ± 0.51, teofilin grubu 0.73 ± 0.42) (p=0.04) ve ilk rejeksiyonun görülme süresinde uzama tespit edildi (kontrol grubu 24 ± 21 gün, teofilin grubu 51 ± 26 gün) (p=0.05). Sonuç olarak teofilinin immün süpresif tedavi rejimlerine eklenmesinin rejeksiyon epizodları yönünden olumlu etkisinin olabileceğini düşündük. Prospektif, randomize daha fazla hastayla yapılacak çalışmaların, ilacın immünsupresif tedavi rejimlerine adjuvan olarak eklenme potansiyelini daha iyi ortaya koyacağını düşünüyoruz.

7. 
Kalp Yetersizliğinde Sol Ventrikülün Sistolik ve Diyastolik Fonksiyonuna Sol Dal Blokunun Etkisi
Effect of Left Bundle-branch Block on Systolic and Diastolic Left Ventricular Functions With and Without Heart Failure
Kurtuluş ÖZDEMİR, Bülent Behlül ALTUNKESER, Bayram KORKUT, Mehmet TOKAÇ, Hasan GÖK
Sayfalar 40 - 46
Kalp yetersizliği olanlarda ve normal şahıslarda sol ventrikülün (SV) sistolik ve diyastolik fonksiyonları üzerine sol dal blokunun (LBBB) etkisini araştırmak için bu çalışmayı planladık. Metot: Kalp yetersizliği ve LBBB olan 36 (grup I), kalp yetersizliği olan ve LBBB olmayan 36 (grup II) ve izole LBBB olan 41 (grup III) hasta grubunun karşılaştırması yapıldı. Grup I ve grup II'deki tüm hastalara, grup III'deki 20 hastaya koroner anjiyografi uygulandı ve SV diyastol sonu basınçları ölçüldü. Tüm hastalara ekokardiyografi yapıldı. Sol ventikül ejeksiyon fraksiyonu ve ortalama dairesel lif kısalma hızı ölçüldü. Aşağıdaki Doppler ekokardiyografi parametreleri değerlendirildi; mitral kan akımı üzerinden zirve hızlı doluş hızı (E dalgası), zirve atriyal doluş hızı (A dalgası), E ve A dalga integralleri, E dalgası akselerasyon zamanı ve deselerasyon zamanı (EDZ) ile hızları (EAH ve EDH), E/A ve integralleri oranı, diyastolik akım zamanı (DZ); ayrıca aort ve mitral akım hızları eş zamanlı kaydedilerek ejeksiyon zamanı, izovolümetrik relaksasyon zamanı (İRZ) ve preejeksiyon periyodu ölçüldü. Bulgular: SV diyastol sonu basınçları grup I, II ve III'de sırasıyla 28±4, 22±5, 15±3 mmHg olarak ölçüldü. Grup III hastalarında sistolik fonksiyon parametreleri farklı olmasına rağmen grup II ve III hastalarında diyastolik fonksiyon parametreleri oldukça benzer bulundu. Grup I ve II'nin karşılaştırılması, SV sistolik fonksiyon parametreleri benzer olmasına karşın diyastolik fonksiyon parametrelerinin istatistiksel olarak farklı olduğunu gösterdi. (E/A, p=0.004; EAH, p<0.001; EDH, p<0.001; EDZ, p<0.001; İRZ, p=0.024; DZ, p=0.03). Sonuç: LBBB olan ve olmayan kalp yetersizliği ve izole LBBB bulunan olgularda LBBB'nun etkilerini değerlendiren bu çalışma göstermiştir ki, LBBB normal şahıslarda kalp yetersizliği hastalarındakine benzer diyastolik fonksiyon bozukluğuna sebep olurken, kalp yetersizliği bulunan hastalarda diyastolik fonksiyon bozukluğunu arttırmaktadır.

8. 
Çocuklarda Obezite ile Ventrikül Repolarizasyonu Arasındaki İlişki
Effect of Obesity on Ventricular Repolarization in Children
Merve BAŞKAN, Gülendam KOÇAK, Dolunay GÜRSES
Sayfalar 47 - 52
Obezite, ani kardiyak ölüm için bir risk faktörüdür ve başlıca nedenini aritmiler oluşturmaktadır. Kardiyak repolarizasyonun gecikmesi aritmilere duyarlılığı artırır ve elektrokardiyografiye (EKG) QT intervalinin uzaması olarak yansır. QTD ve QTcD repolarizasyonun homojen olmadığı durumlarda yükselir ve her ikisi de ventriküler aritmi için iyi birer belirleyicidir. Bu çalışmanın amacı obez çocuklarda QT, QTc, QTD ve QTcD değerlerinin araştırılması ve obezitede repolarizasyon bozukluklarının çocukluk çağında başlayıp başlamadığının gösterilmesidir. Çalışmaya yaşları 6-16 yıl arasında değişen (ort. 10,7±2,5) 34 obez çocuk alındı. Çocuklarda obezite tanısı vücut kitle indeksine (BMI) göre konuldu. Kontrol grubunu obez çocuklara yaş ve cinsiyet olarak eş 60 çocuk oluşturuyordu (7-15,5 yıl, ort 10,6±2,4 yıl). Tüm çocuklara 12 derivasyonlu EKG çekilerek QT, QTc, QTD ve QTcD değerleri hesaplandı. Hasta ve kontrol grubundan kan örnekleri alınarak hemoglobin ve elektrolit düzeyleri bakıldı. Hemoglobin ve elektrolit düzeyleri açısından iki grup arasında fark bulunamadı. QT ve QTc intervallerinin iki grup arasında farklılık göstermediği görüldü (p>0,05). QTD ve QTcD değerleri ise obez grupta kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p<0,001) (Obez; QTD=51±18 ms, QTcD=72±24 ms, kontrol; QTD=40±10 ms, QTcD=48±10 ms). BMI değerleri ile QT süresine ilişkin parametrelerin arasında korelasyon olmadığı görüldü. Sonuç olarak, QTD ve QTcD değerlerinin artmış olması obez çocuklarda ventriküler repolarizasyonun bozulduğunu, ve bu değişikliklerin çocukluk döneminde başladığını göstermektedir.

9. 
Q Dalgalı Miyokard İnfarktüslü Vakalarda Egzersizle İndüklenen T Dalga Normalizasyonunun Canlı Doku Varlığını Saptamadaki Değeri:Miyokard Perfüzyon Sintigrafisi ile Karşılaştırmalı Çal&
Clinical Significance of Exercise-Induced T Wave Normalization in Patients With Q-Wave Myocardial Infarction: Comparision With Myocardial Perfusion Scintigraphy
Cem ERMEYDAN, Bülent MUTLU, Onur DEMİRKOL, Nuri KURTOĞLU, Yelda BAŞARAN
Sayfalar 53 - 58
İnfarkt alanında canlı dokunun varlığı ve bunun tespiti hastalığın tedavi şeklinin belirlenmesi ve prognozu yönünden önemlidir. Bu çalışmada;Q dalgalı miyokard infarktüsü (Mİ) geçirmiş vakalarda, egzersizle oluşan T dalgası normalizasyonun infarkt alanındaki canlı dokuyu göstermedeki değeri araştırıldı. Çalışma grubu işlemden 2-7 ay önce Q dalgalı Mİ geçirmiş,ilgili derivasyonların en az ikisinde T dalgası negatifliği olan ve Talyum-201 tekrar enjeksiyon miyokard perfüzyon sintigrafisi uygulanan 75 hastayı (71E, ort.yaş 55±10) içermekteydi. Vakalar, patolojik Q dalgalı derivasyonların en az ikisinde eforla pozitifleşen T dalgası varlığına göre iki gruba ayrılarak (Grup-1: Eforla T dalgası pozitifleşen 45 hasta; Grup-2:Eforla T dalgası pozitifleşmesi olmayan 30 hasta) incelendi. Gruplar arasında yaş, cins, egzersiz kapasitesi, çift-ürün yönünden istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. Buna karşın canlı doku varlığı Grup-1'de 45 hastanın 29(%64)'unda görülürken, Grup-2'de 30 hastanın 9(%30)'unda görüldü. Canlı doku varlığı yönünden her iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (Sırasıyla %66'ya karşılık, %30; p<0,001). T dalga normalizasyonun infarkt alanındaki canlı dokuyu göstermedeki sensitivitesi %76, spesifisitesi %56 ve test doğruluğu %66 olarak hesaplandı. Sonuç olarak; yakın dönemde Q dalgalı Mİ geçirmiş hastalarda eforla negatif T dalgasının pozitifleşmesi infarkt alanında canlı doku varlığı ile ilgili olabilir. Böylece egzersiz testi diğer tanısal amaçlarından ve bulgularından bağımsız olarak Q dalgalı Mİ geçirmiş hastalarda, infarkt alanında canlı doku varlığını belirlemede yardımcı güvenilir bir yöntem olarak kullanılabilir.

10. 
Duktus Arteriozus Açıklığının "Coil" Oklüzyonundan Sonra Gelişen İatrojenik Koarktasyon
Spontaneous Resolution of Iatrogenic Coarctation of the Aorta after Coil Occlusion of a Patent Ductus Arteriosus in an Infant
Ümrah AYDOĞAN, Gülhis BATMAZ, Gülay AHUNBAY
Sayfalar 59 - 61
Büyük şantlı duktus arteriozus açıklığı nedeni ile kilo alamayan ve sık alt solunum yolu enfeksiyonu geçiren 8.5 aylık bir sütçocuğunda Jackson "coil" ile oklüzyon uygulandı. İşlemden sonra yapılan Doppler ekokardiografik incelemede inen-aorta sarkan "coil" helezonları nedeni ile jukstaduktal bölgede Doppler ekokardiyografide koarktasyon eğrisi elde edildi. İzlem sırasında inen aorttaki turbulan akımın ve Doppler basınç farkının kendiliğinden azaldığı görüldü.

11. 
Sol Ventrikül Girişi ve Çıkışında Şiddetli Darlık Yaratan Konjenital Mitral Kapak Patolojisi
Severe Left Vertricular Inflow and Outflow Tract Obstruction due to Congenital Mitral Valve Pathology
Tufan PAKER, Tijen ALKAN, Atıf AKÇEVİN, Cihangir ERSOY, Demet AŞKIN, Ümrah AYDOĞAN, Aydın AYTAÇ
Sayfalar 62 - 64
11 aylık, 6 kg. erkek çocuk, mitral kapak hastalığı, sol ventrikül çıkımında darlık ve pulmoner hipertansiyon tanıları ile yatırıldı. Bebeğe 6 aylık iken supravalvüler aorta darlığı nedeniyle açık kalp ameliyatı ve perikard yama ile supravalvüler genişletme yapılmıştı. Reoperasyonda mitral kapağın granülomatöz bir yapıda olduğu ve sol ventrikülün hem girişi hemde çıkışında obstrüksiyon yarattığı görüldü. 21 no. aortik St. Jude protez kapak, ters çevrilip mitral annulusun 4-5 mm üzerine dikilerek mitral kapak replasmanı yapıldı. Postoperatif 10.günde taburcu edilen bebek, 1.yılda iyi durumda yaşantısını sürdürmektedir.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama



Copyright © 2025 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi