ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 25 (9)
Cilt: 25  Sayı: 9 - Aralık 1997
1. 
Makale Özetleri
Summaries of Articles

Sayfalar 514 - 516
Makale Özeti | İngilizce Tam Metin

2. 
Editörden
Editorial

Sayfalar 517 - 519
Makale Özeti |Tam Metin PDF

3. 
Marmara Bölgesi Halkında HDL-Kolesterol ile Fibrinojen Düzeyleri ve Bazı Etkenlerle İlişkileri
Investigations HDL-Cholesterol and Fibrinogen Levels and Associations with Some Risk Factors in the Population of the Marmara Region
Altan ONAT, M.Akif BÜYÜKBEŞE, Ertan URAL, İbrahim KELEŞ, Dilek URAL, Erdal İNCE, Birol KURBAN, Vedat SANSOY
Sayfalar 520 - 525
TEKHARF çalışmasının Marmara kohortu 1997 yılı yazında eskiden bakılmış bazı risk faktörleri ve kanda HDL-kolesterol, fibrinojen ve bel/kalça oranı açılarından incelendi. Takipten kaybolan bazı eski kohort bireylerinin yerine, 212 yeni katılımcının dahil edilmesiyle, toplam 730 kişi bu amaçla muayene edildi. HDL-kolesterol konsantrasyonu Reflotrom cihazı ile bir ticari kit aracılığıyla ölçüldü ve kohortun rastgele bir bölümünde referans laboratuvarında valide edilen değerlerde gerekli ayarlama yapıldı. Plazmada fibrinojen Clauss metodunun modifiye bir yöntemiyle ölçüldü. Yaş grubu ve cinsiyet katmanlaması uygulanınca, HDL-kolesterol ortalama düzeyleri yaşa bağımlı olmaksızın erkekte 38 mg/dl, kadında 45 mg/dl olarak saptandı. Düzeyler her iki cinsiyette de düşük olupdaha önce Türk Kalp Çalışmasında elde edilen değerlerle uyumlu idi. Erkeklerde bel/kalça oranı ve beden kitle indeksi ile HDL-kolesterol konsantrasyonu arasında anlamlı ilişki (r=0.37 ve 0.34) bulundu; kadınlarda HDL-kolesterol ile plazma trigliseridi ve sistolik kan basıncı arasında ters, diyastolik basınç ile doğrusal ilişki görüldü. Plazma fibrinojeni kadında yaşa bağımlı olmayıp ortalama 2.59 g/l düzeyinde ve 70 yaşına kadar erkektekinden yüksek bulundu. Erkekte yaşla artan fibrinojen değerleri, bel/kalça oranı ile anlamlı ilişki içinde idi (r=0.40), kadında ise kanda trigliserid ve sigara içimi ile doğrusal ilişki (r=0.45 ve 0.13) sergiledi. Ayrıca, her iki cinsiyette HDL-kolesterol ile fibrinojen konsantrasyonları arasında - beklenen ters ilişki olacağına - zayıfça da olsa, doğrusal bir ilişki kaydedildi.

4. 
Trombositten Zengin İntraoperatif Plazmaferezin Koroner Bypass Cerrahisinde Homolog Kan Kullanımı Üzerine Etkisi
Effect of Platelet-rich Intraoperative Plasmapheresis on the Need for Homologous Blood Use in Coronary Bypass Surgery
Op.Hasan KARABULUT, Op.Ahmet KORUKÇU, Op.Hakan GERÇEKOĞLU, Op.Remzi TOSUN, Onur SOKULLU, Mehtap ŞİŞMAN, Mahmut AKYILDIZ, Hüseyin SOYDEMİR, Özkan KANTARCI, Op.Hüseyin TOKLU, Besim YİĞİTER
Sayfalar 526 - 531
Trombositten zengin intraoperatif plazmaferez, operasyon bitiminde taze, hasarlanmamış trombositlerin ve pıhtılaşma faktörlerinin ototransfüzyonuna olanak sağlar. Bu teknolojiyi değerlendirmek için 1992-1994 yılları arasında Siyami Ersek Göğüs, Kalp ve Damar Cerrahisi Merkezi'nde normal kanama ve pıhtılaşma bulguları olan ve rastgele seçilmiş 300 koroner bypasslı hasta plazmaferez (n=150) ve kontrol grubuna (n=150) kaydedildi. Bu amaçla hastalara Swan-Ganz kateteri takıldıktan hemen sonra plazmaferez başlatılıp heparinizasyondan önce işleme son verildi. Her iki grubun preoperatif özellikleri benzerdi. 70 yaşından genç hastalarda hemoglobin düzeyinin 7 gr/100 ml'den az ve 70 yaşın üzerindeki hastalarda hemoglobin düzeyinin 8 gr/100 ml'den az olması transfüzyon için kesin endikasyon olarak alındı. İntraoperatif plazmaferez alan grupta mediastinal drenaj 552 ± 26 cc. olurken kontrol grubunda 760 ± 35 cc. (p<0,01) oldu ve belirgin bir azalma gösterdi. Ortalama homolog kan transfüzyonu ise çalışma grubunda 1,02 Ü, kontrol grubunda 1,9 Ü (p<0,02) olarak bulundu. Transfüzyona gerek görülmeyen hastalar arasında da çalışma grubunda % 54,6 (n=82), kontrol grubunda % 34,6 (n=52) (p<0,001) ile istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulundu. Bu teknik gerek postoperatif drenajı, gerekse homolog kan transfüzyonuna olan gereksinimi azaltması yönünde kullanışlıdır.

5. 
Açık Kalp Ameliyatları Sırasında Oluşan İntrakardiyak Havanın İntraoperatif Transözofajiyal Ekokardiyografi ile Değerlendirilmesi
Intracardiac Air Formed During Open Heart Surgery Evaluated by Intraoperative Transesophageal Echocardiography
Mete HIDIROĞLU, Mehmet BAYRAKTAROĞLU, Bio.Özlem CEMRİ, Bio.Melahat TOKER, Ergun SALMAN, Ertan YÜCEL
Sayfalar 532 - 536
İki boyutlu intraoperatif transözofajiyal ekokardiyografi (İTEE) kullanılarak açık kalp ameliyatlarında intrakardiyak havanın görülme oranı, lokalizasyonu, İTEE'nin hava çıkarma işlemlerine rehberliği, kardiyopulmoner bypass ile oluşabilen mikrokabarcıklar incelendi. Bunun için elektif kalp ameliyatı planlanan 20 olgu iki gruba ayrıldı. Grup 1: Mitral ve/veya aort kapak ameliyatı olan 10 olgudan, grup 2: Kardiyopulmoner "bypass" ile koroner "bypass" ameliyatı olan 10 olgudan oluşturuldu. Aort kross klempi kaldırıldıktan sonra grup 1'deki olguların tümünde (% 100), grup 2'deki hastaların yarısında (% 50) intrakardiyak hava kabarcıkları tesbit edildi. Grup 1'deki hastaların büyük coğunluğunda (% 70) havanın pulmoner venlerden kaynaklandığı İTEE ile gösterildi. İTEE rehberliğinde yapılan hava çıkarma çalışmalarında çok yoğun hava kabarcıklarının tamamı yok edilemedi. Fakat hava kabarcıklarının yoğunluğunda azalma sağlandı. Dikkatlice yapılmış standart hava çıkarma yöntemleri, pulmoner venlerde tutulmuş hava kabarcıklarının tamamen tahliyesini sağlayamamıştır. Hastalarda postoperatif nörolojik komplikasyon gözlemlenmemiştir. Hava çıkarma prosedürleri boyunca İTEE kullanımı intrakardiyak hava sorunlarına karşı dikkati arttıracak ve hava embolizmini önlemeye katkıda bulunacaktır.

6. 
Marfan Sendromlu Dokuz Çocukta ve Üç Ebeveynde Ekokardiyografik Bulgular
Echocardiographic Findings in Nine Children and Three Grown-up Relatives with Marfan Syndrome
Ümit Bilge SAMANLI, Ayşe SARIOĞLU
Sayfalar 537 - 544
Marfan sendromu, başlıca kardiovasküler sistem bulguları, kas-iskelet sistemi bulguları ve oküler bulgularla seyreden, otozomal dominant geçiş gösteren nadir bir bağ dokusu hastalığıdır. Bütün sistem bulguları arasında en endişe verici olanı kardiovasküler bulgulardır çünkü aort kökü anevrizması ve rüptürü, ve ayrıca ağır mitral yetersizliği, yüksek morbidite ve mortaliteye yol açmaktadır. Merkezimizde Marfan sendromu tanısı konan, beş aileye mensup oniki kişideki (9 çocuk ve 3 genç erişkin) ekokardiografiografik bulgular sunulmaktadır. Ayrıca, mitral kapak ve korda özelliklerinin incelendiği 12 kişilik sağlıklı kontrol grubu incelenmiştir. Bütün hastalarda değişik derecelerde mitral kapak prolapsusu (sekizinde kalın-gevşek mevcuttu. Ayrıca, mitralkapak kordalarında uzama ve kalınlaşma şeklinde değişiklikler dikkati çekici idi (mitral kord/sol ventrikül oranı hastalarda 0.58±0.15, normallerde 0,29±0.04, p<0.0001). Bildiğimiz kadarı ile literatürde daha önce Marfan sendromunda mitral kapak kordalarındaki patoloji böyle ayrıntılı incelememiştir. Sekiz vakada mitral kapak prolapsusuna ilave olarak aort kökü genişlemesi mevcuttu: hastaların üçünde bu genişlik sinüslere lokalize idi, dördünde ise sinotübüler bileşke silinmiş, aort kökü tümüyle genişlemişti. Literatürdeki, kardiak lezyonların yaşla ilerleme gösterdiği gözlemine uygun olarak bizim vakalarımızda erişkinlerdeki ekokardiografik bozukluklar çocuklardakinden daha belirgin idi. Ancak bahsettiğimiz bu üç kişideki aort kökü genişliği, henüz rüptür için risk sınırına girmemişti ve bu nedenle herhangi bir müdahalede bulunulmadı; Bunlardan ikisinde minimal aort yetersizliği belirlendi ve diğer vakalarımızla beraber yakın takibe alındı. Marfan sendromundaki kardiak bozukluklar korkutucu sınırlara doğru ilerlediği takdirde medikal (betablokerler) ve cerrahi tedavi ile yaşam kalitesi ve süresinin uzatılabildiği literatürde bildirilmektedir. Bu nedenle, bu hastalarda erken yaştan itibaren uzun süreli ve düzenli aralıklarla ayrıntılı ekokardiografik inceleme yapmanın yararına ve gerekliliğine dikkati çekmek istiyoruz.

7. 
Treadmill Egzersiz Testinte Gelişen Ventrikül Aritmilerinin Yakın Dönemde Miyokard İnfarktüsü Geçirmiş Hastalarda Miyokard Canlılığı ile İlişkisi
Relation of Exercise-induced Ventricular Arrhythmias to Myocardial Viability in Recent Q-wave Myocardial Infarction
Ayşe Emre PINARLI, Metin GÜRSÜRER, Mehmet AKSOY, Dursun ÜNAL, Turgut SİBER, Birsen ERSEK
Sayfalar 545 - 551
Egzersizle gelişen ventrikül aritmilerinin uzun dönemde kötü prognoza sahip koroner arter hastalığı ile ilişkili olduğunun ve bu aritmilerin intravenöz nitral veya başarılı revaskülarizasyon sonrası ortadan kalktığının gösterilmesi, egzersizle gelişen ventrikül aritmilerin infarkt alanında canlı miyokarda işaret ettiğini düşündürmektedir. Bu amaçla, yakın dönemde (<6 ay) miyokard infarktüsü geçirmiş 40 hastaya egzersiz stres testi, koroner anjiyografi ve egzersiz-redistribüsyon-reinjeksiyon TI-201 single photon emission kompüterize tomografi (SPECT) uygulandı. 20 segmentlik model kullanılarak her segmente ait talyum tutulumu 0-3 arası değerler alan skorlama ile değerlendirildi (0=normal; 3=ciddi defekti). Redistribüsyon göstermeyen segmentlerde sirkumferansiyel analiz yöntemi ile kantitatif değrlendirme yapıldı ve TI-201 tutulumunun % 50 veya üzeri olması canlılıkolarak değerlendirildi. Ventrikülografide bölgesel duvar hareketi 7 segmentlik model üzerinden 0-3 arası değerler alan skorlama ile belirlendi (0=normal; 3=diskinezi). Olgular, egzersizle ventrikül aritmisi tespit edilenler (>10 ventriküler ektopik olarak iki gruba ayrıldı. Canlılık, 1. grupta 20 hastada tespit edilirken, 2. grupta sadece 12 hastada a(%60) saptandı (p<0.01). Toplam perfüzyon defekti gösteren segment sayısı (8.0±2.9 ve 6.4±2.6) ve cansız sabit defekt izlenen segment sayısı (3.2±2.2 ve 3.7±1.5) açısından her iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı. 1. grupta canlı segment sayısı (redistribuüsyon gösteren veya ?%50 TI-201 tutulumu olan) ise 2. gruptan anlamlı olarak daha fazlaydı (4.8±1.5'a karşı 2.7±2.5, p<0.01). Ayrıca her iki grup arasında koroner arter hastalığı yaygınlığı açısından anlamlı fark bulunmazken, 1. grupta infarktüsle ilgili arteri tıkalı hastalarda distalden kollaterallerle doluşan 2. gruba göre daha iyi olduğu saptandı (p<0.05). Duvar hareketi bozukluğu ise her iki grupta benzer bulunurken (2.9±0.9 ve 3.1±1.0), her iki grupta da sol ventrikül anevrizmasına rastlanmadı. Bu bulgular, yakın dönemde miyokard infarktüsü geçirmiş olgularda egzersizle gelişen ventrikül aritmilerinin canlılık ile yakından ilişkisi olduğunu düşündürmektedir.

8. 
Mitral Stenozlu Hastalarda Perkütan Mitral Balon Valvotomi Öncesinde ve Sonrasında Sol Atriyal Apendiks Akımlarının İncelenmesi
Assessment of Left Atrial Appendage Flows Before and After Percutaneous mitral Balloon Valvotomy in Patients With Mitral Stenosis
Ayşen HELVACI, Mehmet MERİÇ, Nevres KOYLAN, Faruk ERZENGİN, Taner GÖREN, Sabahattin UMMAN, Kemalettin BÜYÜKÖZTÜRK, Güngör ERTEM
Sayfalar 552 - 557
Çalışmamızda sağlıklı şahıslarla mitral darlığı olan hastaların apendiks fonksiyonlarını incelemek, mitral darlığının perkütan mitral balon valvotomi (PBMV) ile tedavisinden sonra, apendiks fonksiyonlarında erken ve geç dönemde meydana gelen değişiklikleri karşılaştırmak amaçlanmıştır. Çalışmaya kontrol grubu olarak 6'sı kadın, 4'ü erkek, toplam 10 normal şahıs, 18'i kadın, 2'si erkek, toplam 20 mitral darlığı olan hasta alınmıştır. Kontrol grubu ve hastaların klinik, transtorasik ekokardiyografi (TTE) ve transözofajiyal ekokardiyografi (TEE) bulguları, mitral darlığı olan hastaların ise ayrıca kateterizasyon bulguları kaydedilmiştir. Daha sonra mitral darlığı olan 10 hastaya Inoue tekniği ile PMBV yapılmıştır. İşlemden önce, hemen sonra elde edilen tüm parametreler ve işlemden bir ay sonraki TTE ve TEE bulguları kaydedilmiştir. Bulunan tüm değerler istatistiki olarak değerlendirilmiştir. Kontrol grubu ile mitral darlığı olan hastaların sol atriyal apendiks diyastolik ve sistolik alanları (sırasıyla DLAA, SLAA), ve apendiksin öne, geriye akımlarının hızları (sırasıyla FFV, BFV) karşılaştırıldığında aralarında anlamlı ölçüde fark bulunmuştur (sırasıyla p<0.0001, p<0.0001, p<0.0001, p<0.0001). PMBV yapılan hastaların işlemden hemen sonra TTE ile LA çaplarının, E ve A dalgaları, ortalama ve zirve gradiyentlerinin işlem öncesine oranla anlamlı ölçüde azaldığı (sırasıyla p<0.001, p<0.008, p<0.0001), EF eğimi ve mitral kapak alanlarının (p=0.0031, p<0.0001) ise anlamlı olarak arttığı bulunmuştur. PMBV'den hemen sonra alınan TEE ölçümleri sonucunda işlem öncesine oranla DLAA'da ve SLAA'da azalma, apendiks ejeksiyon fraksiyonlarında ve apendiks öne ve geriye akım hızlarında ise ileri derecede artma olduğu gözlenmiştir (sırasıyla p<0.0001, p<0.0001, p<0.0001, p<0,0001, p<0,0001). PMBV'den hemen sonra TTE ve TEE ile elde edilen bulgular, bir ay sonraki bulgularla karşılaştırıldığında sol atriyum çapının küçüldüğü (p=0.003), sol ventrikül diyastol sonu çapının arttığı (p=0.001) A ve E dalga boylarının anlamlı olarak küçüldüğü sırasıyla (p=0.0007, p=0.016), mitral kapak alanı ve gradiyentlerdeki değişikliğin ise anlamsız olduğu izlenmiştir. Diyastolik ve sistolik apendiks alanlarının işlemden bir ay sonra azaldığı (p=0.004, p=0.001), apendiks ejeksiyon fraksiyonu, sol atriyal apendiks öne ve geriye akım hızlarının ise arttığı gözlenmiştir (p=0.001, p=0.003, p<0.0001). Sonuç olarak, mitral darlığı olan hastalarda, normallere oranla sol atriyal apendiks diyastolik ve sistolik alanlarının azaldığı, apendiks ejeksiyon fraksiyonu, apendiks öne ve geriye akım hızlarının azaldığı, ancak PMBV sonrası hemodinamik parametrelerin ve apendiks fonksiyonlarının hemen düzelmeye başladığı ve bu düzelmenin işlemden bir ay sonra artarak devam ettiği gözlenmiştir ve PMBV işleminin tromboemboli riskinin önemli ölçüde azalmasını sağlayacağı kanısına varılmıştır.

9. 
Derleme Miyokard Canlılığı ve Perfüzyon Sintigrafisi
Review Myocardial Viability and Perfusion Scintigraphy
A.Tayyar AKBUNAR, Eray ALPER
Sayfalar 558 - 565
Sol ventrikül disfonksiyonu olan koroner arter hastalarında miyokard doku canlılığının doğru olarak değerlendirilmesi klinik açıdan önemlidir. Çünkü bu hastaların önemli bir kısmında, başarılı bir revaskülarizasyonu takiben ventriküler fonksiyonda belirgin düzelme meydana gelir. Miyokard canlılığının değerlendirilmesinde hem invaziv ve hem de noninvaziv pek çok yöntem mevcuttur. Bu yöntemler arasında miyokard perfüzyon sintigrafisi (MPS) ve iki boyutlu ekokardiyografi yaygın bir şekilde kabul görmüştür. Pozitron emisyon tomografisi (PET) miyokard canlılığının ortaya konulmasında çok değerli bir tanı yöntemi olmakla birlikte, çok yüksek kuruluş ve işletim maliyetleri ve dünyada sınırlı sayıda merkezde uygulanabilmesi nedeniyle klinik kullanımı oldukça sınırlıdır. Buna karşın. Talyum201 sintigrafisi daha ucuz ve yaygın kullanılan bir yöntem olup, özellikle son yıllarda görünteleme metodunda miyokard canlılığı tanısına yönelik olarak yapılan değişikliklerle değerini kanıtlamıştır. Teknisyum-99m ile işaretli yeni MPS radyofarmasötikleri arasında en çok kullanılan ajan olan Tc-99m metoksizobütilizonitril (MIBI) ile yapılan çalışmalar da canlılık tanısında umut verici sonuçlar ortaya koymaktadır. Bu derlemede, gerek Talyum201 ve gerekse MIBI ile yapılan MPS'nin miyokard canlılığı değerlendirmesindeki rolleri tartışılmıştır.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama



Copyright © 2025 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi