ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 51 (8)
Cilt: 51  Sayı: 8 - Aralık 2023
ARAŞTIRMA
1.
Ulusal Kardiyoloji Kongreleri Bildiri Özetlerinin 2016 Akademik Kriterlerine Göre Kapsamlı Bir Değerlendirmesi
A Comprehensive Evaluation of Abstracts from National Cardiology Congresses Based on the 2016 Academic Criteria
Ahmet Güner, Ezgi Gültekin Güner, Macit Kalçık, Cemalettin Akman, Serkan Kahraman, Emrah Bayam, Semih Kalkan, Mahmut Yesin, Koray Çiloğlu, Kaan Gökçe, Fatih Uzun, Abdullah Doğan, Mustafa Ozan Gürsoy, Mehmet Ertürk, Sabahattin Gündüz, Mehmet Özkan
PMID: 37905536  doi: 10.5543/tkda.2023.69226  Sayfalar 523 - 530
Amaç: Bu çalışma, 2016 yılında tanımlanan yeni akademik kriterlerin Türk Kardiyoloji Derneği Ulusal Kongresi (TKDUK) bildirileri üzerindeki etkilerini tanımlamayı amaçlamıştır.

Yöntem: Toplam 13 ardışık yıllık kongrede sunulan bildiri özetleri değerlendirildi. Bildirilerin bilimsel bir dergide yayınlanıp yayınlanmadığını anlamak için PubMed, Google Scholar ve Web of Science veritabanları ile literatür taraması yapıldı. Çalışma, 2016 yılında yayınlanan yeni akademik kriterlere göre 2 zaman grubuna ayrıldı. Grup 1’de 2009-2016 yılları arasında TKDUK’larda kabul edilen 4828 özet bildiri, Grup 2’de ise 2017-2021 yılları arasında TKDUK’larda kabul edilen 2284 özet bildiri yer aldı.

Bulgular: Toplam 7112 özet bildiri 2009-2021 yılları arasında TKDUK bilimsel programlarında kabul edildi. Yayınlanma oranı (%43,2’ye karşı %23,9, P < 0,001), yazar sayısı [7(5-9)’a karşı 4(3-6), P <0,001] ve orijinal araştırma oranı (%72,3’e karşı %56,5, P < 0,001) Grup 2’de Grup 1’e göre anlamlı olarak daha düşüktü. Özetlerin yayınlandığı dergilerin kalite parametrelerinden etki faktörü (0,59 ± 1,71’e karşı 0,26 ± 1,09, P < 0,001), science citation index veya science citation index-expanded indeksleri (%70,4’e karşı %57,9, P < 0,001) ve ikinci veya üçüncü çeyreklik sınıfının oranı (%24,2’ye karşı %16,1, P < 0,001) Grup 2’de Grup 1’e göre anlamlı olarak daha düşüktü. Grup 1’de olmak, sözlü sunum, orijinal araştırma ve kardiyak görüntüleme, bilimsel dergilerde yayınlanmak için bağımsız belirleyicilerdi.

Sonuç: Bu çalışma, 2016 yeni akademik kriterlerinin, TKDUK’larda kabul edilen özetlerin yayınlanma süreçlerini olumsuz etkilediğini göstermiştir.
Objective: This study aims to describe the effects of the new academic criteria, established in 2016, on the abstracts presented at the National Congress of the Turkish Society of Cardiology (NCTSC).

Methods: Abstracts from 13 consecutive annual congresses were reviewed. A literature search using PubMed, Google Scholar, and Web of Science databases determined if an abstract was later published in a scientific journal. Abstracts was divided into two time groups based on 2016 academic criteria: Group 1 contained 4,828 abstracts accepted for NCTSC from 2009 to 2016, and Group 2 had 2,284 abstracts accepted for NCTSC from 2017 to 2021.

Results: Between 2009-2021, 7,112 abstracts were accepted into the NCTSC scientific program. Group 2 exhibited a lower publication rate (43.2 vs. 23.9%, P < 0.001), fewer authors [7 (5-9) vs. 4 (3-6), P < 0.001], and a reduced rate of original investigations (72.3% vs. 56.5%, P < 0.001) compared to Group 1. Concerning the quality metrics of journals where the abstracts were published, Group 2 had a lower impact factor (0.59 ± 1.71 vs. 0.26 ± 1.09, P < 0.001), decreased presence in the science citation index or science citation index-expanded indices (70.4% vs. 57.9%, P < 0.001), and a smaller representation in the second or third quartile (24.2% vs. 16.1%, P < 0.001) than Group 1. Being in Group 1, oral presentations, original investigations, and cardiac imaging were identified as independent predictors for subsequent publication in scientific journals.

Conclusion: The study reveals that the 2016 academic criteria negatively impacted the publication processes of abstracts accepted at NCTSCs.

2.
Akut Koroner Sendromda Siklofilin A ve D Düzeyleri ve Onların Kardiyovasküler Risk Faktörleri ile İlişkisi
Cyclophilin A and D Levels in Acute Coronary Syndrome and Their Relationship with Cardiovascular Risk Factors
Abdulkadir Tekin, Murat Can, Mustafa Ozan Çakır, Ayça Görkem Mungan, Berrak Güven
PMID: 38164776  doi: 10.5543/tkda.2023.98302  Sayfalar 531 - 536
Amaç: Akut koroner sendromlu (AKS) hastalarda siklofilin düzeylerini ve hastaların klinik özellikleri ile ilişkisini değerlendirmeyi amaçladık.

Yöntem: AKS’li 150 hasta (n=75 STEMI, n=75 NSTEMI) çalışmaya alındı. Karşılaştırma için 25 sağlıklı gönüllü de çalışmaya dahil edildi. Akut miyokard enfarktüsü (AMI) gruplarında ve sağlıklı grupta siklofilin A, siklofilin D ve CRP düzeyleri ölçüldü. Diabetes mellitus, hipertansiyon, dislipidemi, yaş, cinsiyet ve sigara içme gibi kardiyovasküler risk faktörlerinin bu parametreler üzerindeki etkisi incelendi.

Bulgular: Siklofilin A düzeyleri STEMI grubunda anlamlı olarak düşük, siklofilin D ve CRP düzeyleri tüm AMI gruplarında anlamlı olarak yüksekti (P < 0,05). Siklofilin A ile troponin T ve CK-MB arasında negatif korelasyon bulunurken (sırasıyla r = -0,287, P < 0,001, r = -0,231, P = 0,005), Siklofilin D ile kardiyak belirteçler arasında korelasyon saptanmadı. Siklofilin D ile CRP arasında pozitif korelasyon vardı (r = 0,219, P = 0,004). Siklofilin A hipertansiyon ile, Siklofilin D ise kadın cinsiyet ve dislipidemi ile ilişkili bulundu (P < 0,05).

Sonuç: Bu çalışma, STEMI’de daha şiddetli hastalık için azalmış siklofilin A’nın ve hem STEMI hem de NSTEMI’de artmış siklofilin D’nin değerli belirteçler olabileceğini düşündürmektedir. Bu nedenle, AKS hastalarında değişimlerini ve etkileşimlerini izlemek için daha ayrıntılı çalışmalar yapılmalıdır.
Objective: Our objective was to evaluate cyclophilin levels in patients with acute coronary syndrome (ACS) and their association with the clinical characteristics of these patients.

Methods: We enrolled 150 patients with ACS (n=75 ST-elevation myocardial infarction [STEMI], n = 75 non-ST-elevation myocardial infarction [NSTEMI]). For comparison, 25 healthy volunteers were included in the study. Levels of cyclophilin A, cyclophilin D, and C-reactive protein (CRP) were measured in both the acute myocardial infarction (AMI) groups and the healthy group. We examined the effects of cardiovascular risk factors, including diabetes mellitus, hypertension, dyslipidemia, age, gender, and smoking on these parameters.

Results: Cyclophilin A levels were significantly lower in the STEMI group, while cyclophilin D and CRP levels were significantly higher in all AMI groups (P < 0.05). A negative correlation existed between cyclophilin A and troponin T and CK-MB (respectively r = -0.287, P < 0.001; r = -0.231, P = 0.005). However, there was no correlation between cyclophilin D and the cardiac markers. A positive correlation was observed between cyclophilin D and CRP (r = 0.219, P = 0.004). Cyclophilin A was associated with hypertension, whereas cyclophilin D was associated with the female gender and dyslipidemia (P < 0.05).

Conclusion: Our findings suggest that a decrease in cyclophilin A indicates a more severe disease in STEMI and an increase in cyclophilin D in both STEMI and NSTEMI may be valuable markers. Therefore, further detailed studies are warranted to monitor their changes and interactions in ACS patients.

3.
ST Segment Elevasyonlu Myokart Enfarktüsü Tanısı Alan Hastalarda PRECISE-DAPT Skoru ile Enfarkt-ilişkili Arterdeki Spontan Reperfüzyon Arasındaki İlişki
The Relationship Between PRECISE-DAPT Score and Spontaneous Reperfusion of Infarct-Related Artery in Patients with ST-Segment Elevation Myocardial Infarction
Taner Şeker, Caner Türkoğlu, Ömer Genç, Abdullah Yıldırım, Ahmet Oytun Baykan, Ala Quisi, Ibrahim Halil Kurt
PMID: 38164778  doi: 10.5543/tkda.2023.21377  Sayfalar 537 - 542
Amaç: Akut koroner sendrom tanısı alan hastalarda spontan reperfüzyonun (SR) varlığı ve düşük PREdicting bleeding Complications In patients undergoing Stent implantation and subsEquent Dual Anti Platelet Therapy (PRECISE-DAPT) skorunun iyi klinik sonuçlarla ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada SR ile bu skor arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlandı.

Yöntem: Bu çalışmaya ST yükselmeli myokart enfarktüsü (STYME) geçiren ve birincil perkütan koroner girişim (PKG) ile tedavi edilen 436 hasta dahil edildi. Birincil PKG yapılmadan önce infarkt ilişkili arterde TIMI III kan akımının olması SR olarak tanımlanmıştır. Hastalar SR olup olmamasına göre iki gruba ayrıldı. Hastaların PRECISE-DAPT skorları web tabanlı hesaplayıcı kullanarak hesaplandı.

Bulgular: SR olan grupta hiperlipidemi oranı düşük iken başvurudaki ejeksiyon fraksiyonu anlamlı olarak yüksek bulundu. Glukoz, troponin ve kreatinin kinaz myokardiyal band (CK-MB) değerleri ve PRECISE-DAPT skoru SR olmayan grupta anlamlı olarak yüksekti. No-reflow fenomeni sıklığı ve SYNTAX-I skoru SR olmayan grupta anlamlı olarak daha yüksek izlendi. Çok değişkenli regresyon analizinde yüksek PRECISE-DAPT skorunun SR yokluğu için bağımsız bir belirteç olduğu saptandı (odds ratio: 0,96, P = 0,04).

Sonuç: STYME geçiren hastalarda PRECISE-DAPT skoru SR yokluğu için bağımsız bir belirteçtir.
Objective: Spontaneous reperfusion (SR) presence and a low PREdicting bleeding Complications In patients undergoing Stent implantation and subsEquent Dual Anti Platelet Therapy (PRECISE-DAPT) score in patients with acute coronary syndrome have been associated with favorable clinical outcomes. This study aimed to investigate the relationship between SR and this score.

Methods:  The study included 436 patients with ST-segment elevation myocardial infarction (STEMI) who underwent primary percutaneous coronary intervention (PCI). Thrombolysis in myocardial infarction (TIMI) III blood flow presence in the infarct-related artery (IRA) before primary percutaneous coronary intervention (PCI) was defined as SR. Patients were categorized into two groups based on the presence (n = 49) or absence (n = 387) of SR. The PRECISE-DAPT score was computed for each patient using the web-based calculator.

Results:  The group with SR had a lower frequency of hyperlipidemia and a higher ejection fraction (EF) at admission. Conversely, the group without SR presented with higher values of glucose, troponin, creatine kinase-myocardial band (CK-MB), and PRECISE-DAPT score. The no-reflow phenomenon and elevated SYNergy between PCI with TAXUS and Cardiac Surgery (SYNTAX-I) scores were higher in the group without SR than in the one with SR. Multivariate regression analysis indicated that a high PRECISE-DAPT score was an independent predictor of the absence of SR (odds ratio: 0.96, P = 0.04).

Conclusion: The PRECISE-DAPT score is an independent predictor of the presence of spontaneous reperfusion in patients who experienced STEMI.

4.
Perkütan Koroner Girişim Uygulanan Hastalarda Stent Balon Dilatasyonu Esnasında Koroner Anatomi ve Angina Pektoris Arasındaki İlişki
The Relationship Between Coronary Anatomy and Angina Pectoris During Stent Balloon Dilatation in Patients Undergoing Percutaneous Coronary Intervention
Kaan Hancı, Kurtulus Karaüzüm, İrem Karaüzüm, Müzeyyen Simay Karakullukçu, Mustafa Doğuş Gökçek, Müjdat Aktaş, Göksel Kahraman, Ertan Ural
PMID: 38164779  doi: 10.5543/tkda.2023.82947  Sayfalar 543 - 549
Amaç: Anjina pektoris (AP), retrosternum, göğüs, çene, boyun, omuzlar ve sırt gibi vücudun farklı bölgelerinde basınç-ağırlık, yanma, sıkışma veya rahatsızlık hissi gibi farklı duyumlarla karakterize klinik bir semptom olarak tanımlanır. Koroner arter hastalığı lokalizasyonunun AP’nin yerleşimi, karakteri ve şiddeti üzerine etkisi ile ilgili sınırlı sayıda yayın bulunmaktadır. Bu çalışmada perkütan koroner girişim (PKG) sırasında ortaya çıkan miyokard iskemisine sekonder AP gelişme sıklığı, karakteri, şiddeti, lokalizasyonu ve koroner anatomisi arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır.

Yöntem: Çalışmaya toplam 128 hasta dahil edildi ve bu hastalarda 146 lezyon tedavi edildi.

Bulgular: Sağ koroner artere (RCA) PKG uygulanan hastaların %31,1’inde herhangi bir şikayet tariflenmezken, sol ön inen (LAD) ve sirkümfleks (Cx) arterlere PKG uygulanan hastalarda bu oran benzerdi (sırasıyla, %23,7 ve %19,1). LAD ve Cx arterlerin PKG’sinde basınç-ağırlık hissi sıklıkla gözlenirken, RCA’nın PKG’sinde yanma baskın semptom tanımıydı. Tüm ana koroner arterlerde izole retrosternal ve sol torasik bölge en sık yerleşim yeriydi. Epigastrik lokalizasyon en sık RCA’nın PKG’sinde meydana geldi. Angina şiddeti açısından üç koroner arter arasında fark görülmedi.

Sonuç: LAD ve Cx’te PKG sırasında basınç-ağırlıklı angina ve RCA’da PKG sırasında yanma anginası sık gözlendi. AP’nin şiddeti üç ana koroner arter arasında benzerdi.
Objective: Angina pectoris (AP) is defined as a clinical symptom characterized by sensations such as pressure-heaviness, burning, squeezing, or discomfort in different parts of the body, including the retrosternum, chest, jaw, neck, shoulders, and back. Limited publications exist on the impact of coronary artery disease localization on the placement, character, and severity of AP. This study aimed to investigate the relationship between the frequency of AP development due to myocardial ischemia during percutaneous coronary intervention (PCI), its character, severity, localization, and coronary anatomy.

Methods: A total of 128 patients were included in the study, with 146 lesions treated among them.

Results: Among patients who underwent PCI of the right coronary artery (RCA), 31.1% reported no complaints. Similar rates were observed in patients undergoing PCI of the left anterior descending (LAD) and circumflex (Cx) arteries, at 23.7% and 19.1%, respectively. Pressure-heaviness was frequently observed in PCI of the LAD and Cx arteries, while burning was the dominant symptom description in PCI of the RCA. The isolated retrosternal and left thoracic regions were the most common localizations in all main coronary arteries. Epigastric localization occurred most frequently in PCI of the RCA. In terms of the severity of angina, no significant difference was observed between the three coronary arteries.

Conclusion: Pressure-heaviness angina was commonly observed during PCI of the LAD and Cx, while burning angina was frequent during PCI of the RCA. The severity of AP was similar across the three main coronary arteries.

5.
Kromozom 4q25 (Rs17570669) Üzerindeki Genetik Polimorfizm Dirençli Atriyal Fibrilasyon Hastalarında Başarılı Elektriksel Kardiyoversiyon Sonrası Nüksü Belirleyebilir
Genetic Polymorphism on Chromosome 4q25 (rs17570669) May Predict Recurrence After Successful Electrical Cardioversion in Patients with Persistent Atrial Fibrillation
Taner Ulus, İlkin Aliyev, Serap Arslan, Oğuz Çilingir, Ertuğrul Çolak
PMID: 38164777  doi: 10.5543/tkda.2023.37679  Sayfalar 550 - 556
Amaç: Doğrudan akım elektriksel kardiyoversiyon (DAKV), atriyal fibrilasyon (AF) hastalarında etkin bir ritim kontrol seçeneğidir. Başlangıç başarısına rağmen, yüksek bir nüks oranı önemli bir problemdir. Başarılı DAKV sonrası AF nüksünün genetik belirteçleri ile ilgili yeterli veri yoktur. Bu çalışmada, daha önce AF ile ilişkili olduğu gösterilen 11 tek nükleotid polimorfizminin (TNP) Türk toplumunda DAKV sonrası nüks ile ilişkili olup olmadığını değerlendirmeyi amaçladık.

Yöntem: DAKV sonrası stabil sinüs ritmine ulaşan dirençli AF’li 75 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar AF nüksü gelişimi açısından prospektif olarak takip edildi. Nüksü olan ve olmayanlar arasında klinik özellikler ve TNP’ler karşılaştırıldı.

Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 61,9 ± 11,5 olup, 33’ü (%44) kadındı. Ortalama 17,0 (11,0-25,0) aylık takipte 38 hastada (%50,7) AF nüksü gelişti. Aditif modelde PITX2 genindeki bir TNP (rs17570669) (OR = 9,00, %95 GA: 1,28-63,02) ve ZFHX3 genindeki bir TNP (rs2106261) (OR = 8,96, %95 GA = 1,03-77,66) AF ile anlamlı şekilde ilişkiliydi (sırasıyla P = 0,027 ve 0,047). Çok değişkenli Cox regresyon analizi, rs17570669 TNP’sinin AF nüksü için tek bağımsız belirleyici olduğunu gösterdi (HR = 3,59, %95 GA = 1,05-12,21, P = 0,040).

Sonuç: PITX2 genindeki bir TNP (rs17570669), başarılı elektriksel kardiyoversiyon sonrası AF nüksünün bağımsız belirleyicisidir.
Objective: Direct current electrical cardioversion (DCCV) is an effective rhythm-control option for patients with atrial fibrillation (AF). Despite initial success, a high recurrence rate remains a significant challenge. There is limited data on the genetic predictors of AF recurrence following successful DCCV. In this study, we aimed to evaluate whether 11 single nucleotide polymorphisms (SNPs) previously associated with AF are also linked to recurrence after DCCV in the Turkish population.

Methods: Seventy-five patients with persistent AF, who achieved stable sinus rhythm following DCCV, were included in the study. The patients were prospectively monitored for the onset of AF recurrence. Clinical characteristics and SNPs were analyzed and compared between patients who experienced recurrence and those who did not.

Results: The average age of the patients was 61.9 ± 11.5, and 33 (44%) were female. Over an average follow-up period of 17.0 (11.0-25.0) months, AF recurrence was observed in 38 patients (50.7%). A SNP in the PITX2 gene (rs17570669) (OR: 9.00, 95% Confidence Interval (CI): 1.28-63.02) and another in the ZFHX3 gene (rs2106261) (OR: 8.96, 95% CI: 1.03-77.66) were notably associated with AF recurrence in the additive model (P = 0.027 and 0.047, respectively). Multivariate Cox regression analysis revealed that the rs17570669 SNP was the sole independent predictor of AF recurrence (Hazard Ratio (HR): 3.59, 95% CI: 1.05-12.21, P = 0.040).

Conclusion: The SNP in the paired-like homeodomain 2 (PITX2) gene (rs17570669) emerges as an independent predictor for AF recurrence after successful electrical cardioversion.

6.
Kardiyologların Periodontal ve Kardiyovasküler Hastalıklar Arasındaki İlişkiye Dair Farkındalıkları: Türkiye’de Bölge Çapında Yapılan Bir Araştırma
Cardiologists’ Awareness of the Relationship Between Periodontal Diseases and Cardiovascular Diseases: A Region-Wide Survey in Türkiye
Süheyla Kaya, Deniz Kaptan Özen, Gökçe Aykol Şahin, Bülent Mutlu
PMID: 38164772  doi: 10.5543/tkda.2023.24782  Sayfalar 557 - 564
Amaç: Son yıllarda, ağız-diş sağlığı ile genel sağlık arasındaki bağlantıya dair farkındalıkta bir artış olmuştur. Bu çalışmada, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki kardiyologların kardiyovasküler hastalıklar ve diş eti hastalıkları ile ilgili bilgi, düşünce ve uygulama davranışları incelenmiştir.

Yöntem: Pilot uygulama sonrasında, Türkiye Cumhuriyeti’nde hekimlik yapan 1894 sertifikalı kardiyologa revize edilen anket toplamda iki kere gönderildi. Veriler, tanımlayıcı istatistikler kullanılarak analiz edildi.

Bulgular: Yüz altmış altı katılımcıyla yanıt oranı %11,5 oldu. Katılımcıların çoğu erkekti (%77), katılımcılar akademide uzman (%45) ve asistan doktor (%17,5) olarak veya özel muayenehanelerinde (%12,7) çalışıyordu. %90’ı periodontal hastalığı, kronik multifaktöriyel inflamatuar hastalık olarak doğru bir şekilde tanımladı, ancak yalnızca %78’i inflamasyonun, periodontal hastalık ile kardiyovasküler hastalıklar arasındaki ilişkiye yönelik önemli bir bileşen olduğunu kabul etti. Ankete katılan kardiyologların %37’si, periodontal hastalıkların tedavisinin, hastanın kardiyovasküler hastalık riskini azaltabileceği konusunda emin değildi ve %9’u ise bu görüşe katılmadı. Ankete katılanların %76’sı, kardiyoloji ve periodontoloji uzmanlarının hem kardiyovasküler hem de periodontal hastalıklar için ortak risk faktörlerini ortadan kaldırmak amacıyla birlikte çalışması gerektiği konusunda hemfikirdi. Ankete katılan kardiyologların %80’i kardiyovasküler hastalık ve periodontitis arasındaki ilişki hakkında daha fazla bilgi edinmek istediklerini belirtti.

Sonuç: Katılımcıların büyük çoğunluğu, mikrobiyal ilişkili, konak aracılı inflamasyonun, periodontitisin ayırt edici özelliği olduğuna inanmasına rağmen, periodontal ve kardiyovasküler hastalıkları birbirine bağlayan birincil faktörün inflamasyon olduğuna yönelik eğilimleri benzer düzeyde değildi. Ankete katılanların çoğu, iki hastalık arasındaki bağlantıya ilişkin bilgilerini artırmak istediğini belirtti, bu sebeple, mezuniyet sonrası eğitimler ve tıp eğitiminde ağız diş sağlığına ilişkin verilen bilgilerin arttırılması, bu isteğin gerçekleştirilmesine yardımcı olabilir.
Objective: The relationship between oral health and general health has gained increased attention in recent years. This study sought to assess the knowledge, attitudes, and practices of cardiologists in Türkiye concerning the link between periodontal disease and cardiovascular disease (CVD).

Methods: After a pilot test, a modified survey was dispatched to 1,894 practicing cardiologists in Türkiye. Two mailings were carried out, and descriptive statistics were used to analyze the data.

Results: Of the 1,894 cardiologists surveyed, 166 responded, yielding a response rate of 11.5%. The majority of respondents (77%) were male and held professional positions in academia (45%), as assistant doctors (17.5%), or in private practice (12.7%). Ninety percent of respondents accurately recognized periodontal disease as a chronic, multifactorial inflammatory disease. Meanwhile, 78% concurred that inflammation is a pivotal connection between periodontal disease and CVD. On the topic of whether treating periodontal disease could reduce a patient’s CVD risk, 37% of the polled cardiologists expressed uncertainty, while 9% disagreed. Seventy six percent believed that periodontists and cardiologists should collaborate to reduce shared risk factors for both cardiovascular and periodontal diseases. Additionally, 80% expressed interest in deepening their understanding of the link between periodontitis and CVD.

Conclusion: While the vast majority of participants acknowledged that microbially-associated, host-mediated inflammation is a hallmark of periodontitis, consensus was lacking on inflammation being the primary factor linking periodontal diseases and CVDs. The majority of respondents expressed eagerness understand better the relationship between these two diseases, with the intention of enhancing oral health content in medical school and attending relevant seminars.

DERLEME
7.
Atriyal Fibrilasyonda Edoxaban Antikoagülasyon: Gerçek Dünya Verileri ve Kanıtları
Edoxaban Anticoagulation in Atrial Fibrillation: Real-World Data and Evidence
Serkan Çay, Mithat Kasap
PMID: 38164780  doi: 10.5543/tkda.2023.73869  Sayfalar 565 - 573
Atriyal fibrilasyon (AF) ve inme, birçok ortak risk faktörü olan iki yaygın sağlık durumudur. Son yirmi yılda, K vitamini antagonisti olmayan oral antikoagülanlar (NOAK’lar), etkinlik ve güvenlik profilleri ve sık sık uluslararası normalleştirilmiş oran takibi gerektirmemeleri nedeniyle K vitamini antagonistlerine önemli bir alternatif haline geldi. Edoxaban şu anda mevcut olan en son geliştirilen NOAK’tır ve 2014’ten bu yana dünyanın birçok ülkesinde valvüler olmayan AF’de inmeyi önleme için onaylanmıştır. Önemli faz III ENGAGE AF-TIMI 48 çalışması, edoksabanın varfarin kadar etkili olduğunu göstermiştir. İnmeleri ve sistemik embolik olayları önlemektedir ve varfarine kıyasla AF’de daha düşük majör, hayatı tehdit edici, intrakraniyal, majör veya klinik olarak anlamlı majör olmayan kanama oranları ve azalmış kardiyovasküler mortalite ile ilişkilidir. Klinik pratikte AF’li hastalarda edoksaban kullanımına ilişkin veriler birikmektedir. Bu makale, hekimlerin klinik karar verme sürecinde dikkate aldığı konulara odaklanarak, AF’li hastalarda inme/sistemik embolik olayların önlenmesi için edoksaban kullanımına ilişkin gerçek dünya verilerine/kanıtlarına genel bir bakış sunmaktadır.
Atrial fibrillation (AF) and stroke are two prevalent health conditions with many shared risk factors. Over the past two decades, non-vitamin K antagonist oral anticoagulants (NOACs) have emerged as important alternatives to vitamin K antagonists, owing to their efficacy, safety profile, and the absence of a need for frequent international normalized ratio monitoring. Introduced as the most recent NOAC, edoxaban has been approved for stroke prevention in non-valvular AF in numerous countries since 2014. The pivotal phase III Effective Anticoagulation with Factor Xa Next Generation in Atrial Fibrillation-Thrombolysis in Myocardial Infarction 48 (ENGAGE AF-TIMI 48) trial demonstrated that edoxaban is as efficacious as warfarin in preventing strokes and systemic embolic events. Furthermore, it is linked to reduced rates of major, life-threatening, intracranial, major, or clinically relevant non-major bleeding events and decreased cardiovascular mortality in AF when compared to warfarin. Growing data highlights the utilization of edoxaban in treating AF patients in clinical settings. This article provides an overview of real-world evidence regarding edoxaban’s use in preventing stroke and systemic embolic events in AF patients, emphasizing the concerns that physicians factor into their clinical decision-making.

OLGU BILDIRISI
8.
Koroner Arter Perforasyonu için Yeni Closed Loop Balon - Stent Embolizasyonu
A Novel Closed-Loop Balloon-Stent Embolization for the Treatment of Coronary Artery Perforation
Ahmet Emir Ulutaş, Serkan Kahraman, Ahmet Arif Yalçın, Ümit Bulut, Ahmet Yaşar Çizgici, İbrahim Faruk Aktürk
PMID: 38164775  doi: 10.5543/tkda.2023.06149  Sayfalar 574 - 576
Koroner arter perforasyonu ciddidir ve perkütan koroner girişimin hayatı tehdit edici bir komplikasyonu olabilir. Coil veya yağ dokusu embolizasyonu ve stent-greft implantasyonu gibi birkaç seçeneğe sahip olmasına rağmen; closed loop balon-stent tekniği özellikle ince damar yırtıklarında kullanılabilir. Bu olgu sunumunda, literatürde ilk kez distal sol ön inen arter perforasyonunun başarılı closed loop balon-stent embolizasyonu gösterilmiştir.
Coronary artery perforation is a serious and potentially life-threatening complication of percutaneous coronary intervention. Although there are a few treatment options available, such as coil or fat tissue embolization and stent-graft implantation, the closed-loop balloon-stent technique can be especially effective for thin vessel ruptures. In this case report, we demonstrate the successful application of the closed-loop balloon-stent embolization for a perforation of the distal left anterior descending artery, a procedure which, to our knowledge, has not been previously documented in the literature.

9.
Transkateter Aort Kapak İmplantasyonu Sonrası Geç Gelişen Aort Diseksiyonu
Delayed Aortic Dissection After Transcatheter Aortic Valve Implantation
Sinan Şahin, Hatice Ayça Ata Korkmaz
PMID: 38164774  doi: 10.5543/tkda.2023.26783  Sayfalar 577 - 579
Aort darlığı olan yüksek riskli hastalarda transkateter aort kapağı implantasyonu (TAVİ) fonksiyonel iyileşme sağlamaktadır. TAVİ sonrası vasküler komplikasyonların meydana geldiği sıklıkla ifade edilmiştir. Aort diseksiyonu, TAVİ’nin nadir fakat hayatı tehdit eden vasküler komplikasyonlarından biridir. Burada, başarılı TAVİ işlemi sonrası gecikmiş aort diseksiyonu olgusunu sunuyoruz.
In high-risk patients with aortic stenosis, transcatheter aortic valve implantation (TAVI) provides functional improvement. Vascular complications after TAVI are known to occur frequently. Aortic dissection is a rare but life-threatening vascular complication of TAVI. Here, we present a case of delayed aortic dissection following a successful TAVI procedure.

10.
Parmaklar Bilekte iken Funny Akımının Ehlileştirilmesi Yaralı Kalbi Gençleştiriyor: Ivabradine Yanıt Veren Atriyal Taşikardi
Fingers on the Wrist and Taming the Funny Current, Rejuvenate the Wounded Heart: Ivabradine-Responsive Atrial Tachycardia
A. Shaheer Ahmed, Gauravkumar Divani, Nitish Rai, Anwar Hussain Ansari
PMID: 38164773  doi: 10.5543/tkda.2023.60296  Sayfalar 580 - 583
On dokuz yaşında erkek hasta, 6 aydır NYHA sınıf II eforla nefes darlığı ve ara sıra çarpıntı şikayetiyle başvurdu. İlk olarak başka bir yerde değerlendirilmiş ve dilate kardiyomiyopati tanısı konmuştu. Tedaviye rağmen belirtilerinde herhangi bir iyileşme yoktu. Merkezimizdeki değerlendirmede, önceki elektrokardiyogramları normal görünüyordu. Ancak, bir dakika boyunca radyal nabzının palpasyonu, normal nabız hızıyla aralıklı düzenli taşikardi ataklarını ortaya çıkardı. Otuz saniyelik ritim şeridi elektrokardiyogramında (EKG), aralıklı ektopik atriyal ritimlerle, çok sayıda sağ atriyal apendiksten kaynaklanan ektopik taşikardi görüldü. Ekokardiyografi, %20-25’lik ejeksiyon fraksiyonu ile ciddi LV disfonksiyonunu ortaya koydu. Hastaya radyofrekans ablasyonu önerildi. Ancak hasta ablasyon için istekli olmadığından, ivabradin başlandı. Bir ay sonra, belirtileri tamamen düzeldi. EKG, taşikardi serileri olmaksızın normal sinüs ritmini gösterdi ve sol ventrikül ejeksiyon fonksiyonu iyileşti.
A 19-year-old male presented with dyspnea on exertion (New York Heart Association [NYHA] class II) and occasional palpitations for six months. He had initially been evaluated at another facility and diagnosed with dilated cardiomyopathy. Despite treatment, there was no improvement in his symptoms. On evaluation at our centre, his previous electrocardiograms appeared normal. However, palpation of his radial pulse for one minute revealed runs of regular tachycardia, interspersed with a normal pulse rate. A 30-second rhythm strip electrocardiogram (ECG) showed multiple runs of ectopic tachycardia originating from the right atrial appendage, interspersed with ectopic atrial rhythms. Echocardiography showed severe left ventricle (LV) dysfunction with an ejection fraction of 20-25%. Radio-frequency ablation was recommended, but the patient declined. Instead, he was started on Ivabradine. After a month, his symptoms fully resolved. The ECG displayed a normal sinus rhythm with no tachycardia, and his left ventricular ejection function improved.

OLGU GÖRÜNTÜSÜ
11.
Kunduracı Göğsü Deformitesine Bağlı Kronik Lokalize Perikardiyal Efüzyon
Chronic Localized Pericardial Effusion Due to Pectus Excavatum Deformity
Ahmet Yetkin, Uğur Canpolat
PMID: 38164770  doi: 10.5543/tkda.2023.24485  Sayfalar 584 - 585
Makale Özeti |Tam Metin PDF | Video

12.
Nadir Görülen Bir Geç Biyoprotez Kapak Komplikasyonu: Kapak Yırtılması Kaynaklı Flail Leaflet
A Rare Bioprosthetic Valve Complication: Flail Leaflet Related to Late Cusp Tear
İrem Türkmen, Kadriye Memiç Sancar, Arda Güler, Safa Gode, Gamze Babur Güler
PMID: 38164771  doi: 10.5543/tkda.2023.81319  Sayfalar 586 - 587
Makale Özeti |Tam Metin PDF

EDITÖRE MEKTUP
13.
Sol Ana Koroner Arter Olmayan İzole Ostial Yan Dal Hastalığının Kalitatif Olarak Değerlendirilmesi
The Qualitative Assessment for Ostial Side Branch Disease in Isolated Non-Left Main Coronary Artery
Fatih Uzun, Ahmet Güner, Serkan Kahraman, Serkan Yazan, Mehmet Ertürk
PMID: 38164782  doi: 10.5543/tkda.2023.72802  Sayfalar 588 - 589
Makale Özeti |Tam Metin PDF

EDITÖRE MEKTUP YANITI
14.
Editöre Mektup Yanıtı: “Sol Ana Koroner Arter Olmayan İzole Ostial Yan Dal Hastalığının Kalitatif Olarak Değerlendirilmesi”
Reply to the Letter to the Editor: “The Qualitative Assessment for Ostial Side Branch Disease in Isolated Non-Left Main Coronary Artery”
Akın Torun, Burak Açar, Göksel Kahraman, Ertan Ural, Teoman Kılıç, Umut Çelikyurt, Ayşen Ağaçdiken Ağır
PMID: 38164781  doi: 10.5543/tkda.2023.62763  Sayfalar 590 - 591
Makale Özeti |Tam Metin PDF

EDITÖRE MEKTUP
15.
Türkiye’de Akademik İlerleme
Academic Advancement in Türkiye
Ali Çoner
PMID: 38164783  doi: 10.5543/tkda.2023.89288  Sayfalar 592 - 593
Makale Özeti |Tam Metin PDF

EDITÖRDEN
16.
Kardiyoloji Yayınlarında Gündem ve Yorumlar
Comments on Cardiology
Ertan Ural
PMID: 38164784  Sayfa 594
Makale Özeti |Tam Metin PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama

Copyright © 2024 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi