ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 30 (4)
Cilt: 30  Sayı: 4 - Nisan 2002
1. 
İngilizce Özetler
Summaries of Articles

Sayfalar 214 - 217
Makale Özeti |Tam Metin PDF

2. 
Stentlerin Karbon ile Kaplanması Sistemik İnflamatuvar Yanıt Üzerine Etkili mi?
Carbon Coating Has No Effect on Inflammatory Response to Primary Stent Deployment
Egemen TAYFUN, Mehmet E.KORKMAZ, Haldun MÜDERRİSOĞLU, Aylin YILDIRIR, Y.Melek ULUÇAM, Bülent ÖZİN, Ecz.Münire TURAN
Sayfalar 218 - 222
Stentler girişimsel kardiyolojide giderek yaygınlaşan sıklıkta kullanılmaktadır. Paslanmaz çelik stentlerin çeşitli materyaller ile kaplanmasının biyouyumluluğu arttırdığı düşünülmektedir. Bu hipotezi test etmek için tek damarında lezyonu olan 46 hastada çelik ve karbon kaplı eş değerinin oluşturduğu 23'er hastalık 2 grupta inflamasyon yanıtını araştırdık. Tek damar hastalığı olan 46 ardışık hastada, geliş sırasına göre karbon kaplı ve kapsız MAC stent uygulandı. Hastalardan uygulama öncesi, 2, 4, 6, 24 ve 48 saat sonrası kan örnekleri alınarak; C reaktif protein (CRP), lökosit sayısı, plazma fibrinojen düzeyi ve sitokinlerden interlökin - 1 beta (IL-1b), interlökin - 6 (IL-6), interlökin-8 (IL-8) ve tümör nekrosis faktör alfa (TNFa) düzeyleri çalışıldı. Çalışmaya 38 erkek, 8 kadın katıldı (ortalama yaş 55 ± 9). Hastaların 14'ünde kararlı, 27'sinde kararsız ve 5'inde atipik angina pektoris vardı. ACC/AHA sınıflamasına göre lezyonların 35'i (%76,1) tip A, 10'u (%21,7) tip B ve 1'i (%2,2) tip C idi. Stentlerin 28'i sol ön inen, 12'si sirkümfleks ve 6'sı sağ koroner artere takıldı. Stent yerleştirilmesi sonrası serum CRP, lökosit sayısı, fibrinojen düzeyi 2 grupta da başlangıca göre yükseldi (p<0,01). Ancak gruplar arası fark yoktu (p>0.05). Stent implantasyonu sonrası en belirgin artış serum IL-6 düzeylerinde izlendi. Ancak bu artış her 2 grup için de geçerliydi (p=0.07). Benzer şekilde her 2 stent tipi için de IL-1b, IL-8 ve TNF a düzeylerindeki değişimin istatistiksel anlam taşımadığı izlendi (p<0.39). CRP ve IL-6 düzeyleri sistemik inflamasyon parametreleri olarak stent yerleştirilmesi sonrası artış göstermektedir. Ancak bizim verilerimize göre stentlerin karbon ile kaplanması sistemik inflamasyon yanıtında bir azalmaya neden olmamaktadır. Bu yanıtı azaltacak yeni kaplama yöntemlerinin geliştirilmesi muhtemelen restenozun önlenmesinde önemli bir adım olacaktır.

3. 
Tipik Atriyal Flatterin Elektroanatomik Haritalama Yöntemi (CARTO) ile Kateter Ablasyonu
Catheter Ablation of Typical Atrial Flutter Guided by Electroanatomic Mapping (CARTO)
Ahmet AKYOL, Enis OĞUZ, İzzet ERDİNLER, Abdurrahman EKSİK, Kadir GÜRKAN, F.Tanju ULUFER
Sayfalar 223 - 228
İstmus bölgesinin, triküspid annulusundan vena kava inferiora doğru çizgisel ve kesintisiz olarak ablasyonu tipik atriyal flatteri tedavi etmekte kullanılan bir yöntemdir. Son yıllarda geliştirilen farklı haritalama metodları tipik atriyal flatterin kateter ablasyonu tedavisinde başarı ihtimalini arttırabilecek nüks oranını, uygulanan ablasyon sayısını ve skopi zamanını azaltabilecek özellikler içermektedir. Bu çalışmada yeni haritalama sistemlerinden elektroanatomik haritalama "CARTO" yöntemiyle yaptığımız tipik atriyal flatter kateter ablasyonu girişimlerinin uygulama özelliklerini ve sonuçlarını değerlendirdik. Antiaritmik ilaç tedavisine dirençli atriyal flatter nedeni ile başvuran 8 hastaya (6 erkek, 2 kadın; 48,4±11,5 yıl) (Haziran 2001-Ekim 2001) elektrofizyolojik çalışma ve elektroanatomik haritalama yöntemi (CARTO) kullanılarak ablasyon uygulandı. Elektroanatomik haritalama yöntemi (CARTO) kullanılarak yapılan ablasyon işlemi sırasında kateterlerin yerleştirilmesi, haritalama ve ablasyon işlemi de dahil olmak üzere kullanılan toplam floroskopi süresi 12.8±3.7 dakikadır. Toplam işlem süresi ise 76±30.4 dakikadır. Uygulanan RF ablasyon sayısı ise 9.5±3.7 ve enerji miktarı 60±15 watt olarak saptanmıştır. Bütün hastalarda işlem sonunda sinüs ritmi sağlandı. Hiç bir hastada komplikasyon gözlenmedi. Sadece bir hastada ablasyon işleminden bir gün sonra atriyal fibrillasyon geliştiği gözlendi. Bir hastada işlemden iki ay sonra atriyal flatter nüksü olduğu gözlendi. Atriyal flatter ablasyonu için lineer lezyon oluşturulması sırasında elektroanatomik haritalama sisteminin (CARTO) kullanımı floroskopi sürelerinde belirgin azalmaya yol açarken işlemin başarısında azalma gözlenmemektedir.

4. 
Kronik Hipokside Enalapril ve Nifedipinin Akciğer ve Miyokard Doku Hasarı Üzerine Etkisi
The Effect of Enalapril and Nifedipine on Myocardium and Lung in Chronic Hypoxemia
Selim İSBİR, Koray AK, Ümit ZEYBEK, Y.Serdar AKGÜN, İlhan YAYLIM, Ali CİVELEK, Atike TEKELİ, Makbule AYDIN, Adnan ÇOBANOĞLU
Sayfalar 229 - 232
Bu çalışmanın amacı anjiyotensin konverting enzim inhibitörleri ve kalsiyum kanal blokerlerinin kronik hipokside akciğer ve miyokardda oluşan doku hasarı üzerine olan etkilerini incelemektir. Bu amaçla doku hasarının göstergeleri olarak dien konjugatları ve malondialdehit (MDA) düzeyleri ve de koruyucu mekanizma olarak redükte glutatyon (GSH) ve total antioksidan aktivite (TAA) düzeyleri gösterge olarak alınmıştır. Çalışma kapsamında 20 adet Spraque-Dawley cinsi sıçan her grupta 5 tane olacak şekilde 4 gruba ayrılmıştır. Grup 1 Sham grubu olarak kullanılmış ve hayvanlar anestezi sonrası sakrifiye edilmiş ve akciğer ve kalp dokuları çıkarılmıştır. Grup 2'de hayvanlar 21 gün süre ile hipoksik ortamda saklanmışlar ve bu sürenin sonunda sakrifiye edilmişlerdir. Grup 3'de hipoksik ortamın yanısıra hayvanlara enalapril 0.2mg/kg gavaj ile verilmiş ve yine 21 gün sonunda sakrifiye edilmişlerdir. Grup 4'de ise hipoksik ortamdaki sıçanlara 0.75 mg/kg nifedipine verilmiştir. Kalp ve akciğer dien konjugatları, MDA ve TAA düzeyleri kontrol grubunda diğer gruplara oranla istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde farklı çıkmıştır (akciğer, dien konjugatları grup 2'de 91.8±5.35 nmol/g iken grup 3'de 57.94±5.19 nmol/g ve grup 4'de 68.7±3.9 nmol/g bulunmuştur, p<0.05: TAA, grup 2'de 4.5±0.3 nmol/g iken grup 3'de 5.1 (0.1nmol/g grup 4'de ise 5.2±0.14nmol/g olarak bulunmuştur p<0.05). Nifedipine ve enalapril kendi aralarında karşılaştrıldıklarında istatistiksel bir fark bulunmamıştır. Sonuç olarak kronik hipoksinin miyokard antioksidan rezerv kapasitesini azalttığını ve akciğerlerde hasara yol açtığını, enalapril ve nifedipinin kronik hipoksiye bağlı olarak gelişen doku hasarında koruyucu etkiye yol açtığını söyleyebiliriz.

5. 
Effects of Dobutamine on Hemodynamic Parameters in Patients with Mitral Stenosis and Determinants of Pulmonary Artery Pressure Responce
Aytül BELGİ, Umuttan DOĞAN, Hüseyin YILMAZ, İbrahim BAŞARICI, İbrahim DEMİR, Oktay SANCAKTAR
Sayfalar 233 - 237
Amaç: Mitral darlığında dobutamin infuzyonuna farklı klinik ve hemodinamik yanıtın mekanizması yeterince anlaşılamamıştır. Bu çalışmanın amacı, mitral darlığında dobutamin infüzyonu sırasında dispne ile ilişkili olarak hemodinamik parametrelerde meydana gelen değişikliği değerlendirmek ve pulmoner arter basıncı yanıtının belirleyicilerini saptamaktır. Metod ve Bulgular: Elliyedi hafif semptomatik veya asemptomatik (51 kadın, 6 erkek; yaş ortalaması 43±7; (yaş aralığı 26-52), New York Kalb Cemiyetine göre sınıf I (9 hasta), sınıf II (48 hasta) mitral darlığı bulunan hasta (ortalama mitral kapak alanı 1.6±0.4 cm2) dobutamin stres ekokardiyografi ile değerlendirildi. Dobutamin infüzyonu ile 18 hastada dispne gelişirken (Grup B), diğer 39 hastada semptom gelişmedi (Grup A). Dispne gelişen grupta, mitral maksimum gradiyent artışı (14±7mmHg'a karşılık, 9± 4 mmHg, p=0.008), ortalama gradiyent artışı (12± 6mmHg'a karşılık, 6±3 mmHg, p<0.0001) ve pulmoner arter basıncı artışı (23±8 mmHg'a karşılık, 16±6 mmHg, p=0.007) dispne gelişmeyen gruba göre anlamlı olarak daha fazlaydı. Ayrıca hemodinamik cevap, kapak patolojisi daha ciddi olan grubu ortaya çıkardı. Klinik ve hemodinamik bulgulara dayanarak 12 hastada tedavi planı değiştirildi (%21): 7 hastaya perkütan mitral balon valvüloplasti, 4 hastaya mitral kapak replasmanı yapıldı ve 1 hastaya yoğun tıbbı tedavi uygulandı. Tüm hastalar dikkate alındığında; pulmoner arter cevabı, pulmoner arter sistolik basıncı (p<0.0001), ortalama mitral gradiyent (p=0.001), mitral kapak alanı (p=0.003) ve mitral kapak hasarının bulgusu olan subvalvular mitral skor (p=0.001) ile ilişkili bulundu. Sonuç: Sonuç olarak, dobutamin infüzyonu sırasında dispne gelişen hastalarda, hemodinamik değişkenlerdeki artış, dispne gelişmeyen hastalara göre daha fazladır. Pulmoner arter basıncı cevabı, bazal pulmoner arter basıncı, ortalama mitral gradiyent, mitral kapak alanı ve subvalvular eko skoru ile ilişkilidir ve bu değişkenler ile tahmin edilebilir.

6. 
Optimum Stent Yerleştirilmesinde Fraksiyone Akım Rezervinin Kullanımı
Usefulness of Myocardial Fractional Flow Reserve in Optimum Stent Deployment
M. Kemal EROL, Mesut İŞLEK, Engin BOZKURT, Mustafa YILMAZ, Mahmut AÇIKEL, Şule KARAKELLEOĞLU, Necip ALP
Sayfalar 238 - 243
Giriş ve Amaç: Optimum stent yerleştirmede altın standart olan intravasküler ultrasound (IVUS) ile miyokardiyal fraksiyone akım rezervinin (FFRmyo) anlamlı korelasyon gösterdiği bildirilmiştir. Bu çalışma optimum stent yerleştirmede FFRmyo'nun kullanılabilirliğini araştırmak amacı ile yapıldı. Gereç ve Yöntem: Koroner anjiyografisinde tek damar darlığı tespit edilerek primer stent endikasyonu konulan 2 kadın 19 erkek toplam 21 hastada (yaş ortalaması 57.38±9.71 yıl) bazal kardiyovasküler koroner anjiyografi analiz sistemi (QCA) ile yüzde darlık çapı ve FFRmyo ölçümünü takiben, referans damar çapına uygun Mag carbon stent yerleştirilerek stent ekspansiyonunun tam sağlandığı basınçtan 1 atmosfer yukarısına kadar şişirildi. QCA ile hedef darlık çapı (<0.10) ve hedef FFR (?0.94) ulaşmayan olgularda ikişer atmosfer artırılarak hedef değerlere ulaşıncaya kadar mükerrer şişirmeler uygulandı. Hastalar altı ay süre ile anjina pektoris, miyokard infarktüsü, revaskülarizasyon ihtiyacı ve ölüm açısından takip edildi. Altıncı ayın sonunda tüm hastalara standart Bruce protokolüne göre maksimal efor testi uygulandı. Bulgular: Birinci şişirmeden sonra 21 olgunun 17'sinde hedef QCA yüzde darlık çapına ulaşılır iken FFRmyo hedef değerine 13 hastada ulaşıldı. QCA ile optimum kabul edilen değere ulaşıldığı halde 4 olguda FFRmyo optimuma ulaşmadı. Bir olguda QCA değeri hedefe ulaşmadığı halde FFRmyo hedef değere ulaştı. Hedef değere ulaşmayan 8 hastada ikinci şişirmeden sonra olgulardan 6 tanesinde QCA ile hedeflenen yüzde darlık çapına ulaşıldı. Bu 6 olgudan 1 tanesinde QCA ile hedeflenen değere ulaşıldığı halde FFRmyo ile hedeflenen değere ulaşmadı. Kalan 3 hastada üçüncü şişirme sonrasında hem hedef QCA yüzde darlık hem de hedef FFRmyo değerine ulaşıldı. Tüm olgularda optimum QCA yüzde darlık alanının sağlandığı ortalama basınç 11.90 ± 1.84 atm (8-14 atm arası), optimum FFRmyo'nun sağlandığı ortalama basınç 12.48 ±1.66 atm (8-14 atm arası) olarak bulundu. Altı aylık takip esnasında hiçbir hastada tekrarlayan angina, miyokard infarktüsü gelişimi, revaskülarizasyon ihtiyacı ve ölüm görülmedi. Altıncı ayın sonunda standart Bruce protokolüne göre uygulanan maksimum efor testinde tüm hastalarda hedef kalp hızına ulaşıldı. Hiçbir hastada pozitif test sonucu saptanmadı. Sonuç: Stent yerleştirmede QCA ile FFRmyo kombinasyonunun kullanımı ile gereksiz yüksek basınçlara çıkmak engellenebilmektedir. FFRmyo'nun IVUS olanağı olmayan merkezlerde optimum stent yerleştirilmesinde kullanılabilecek kolayca uygulanabilen, nispeten daha ucuz bir yöntem olduğunu düşünmekteyiz.

7. 
Bifürkasyon Lezyonlarında Stent Yerleştirilmesi: İşlemsel Başarı ve Klinik Sonuçları
Stent Insertion in Coronary Bifurcation Lesions: Procedural Success and Long-term Follow-up Results
İbrahim DEMİR, Hüseyin YILMAZ, Oktay SANCAKTAR, Emre ALTEKİN
Sayfalar 244 - 250
Amaç: Koroner bifürkasyon lezyonlarında balon anjiyoplastinin işlemsel başarı oranı düşük, komplikasyon oranı ise yüksektir. Bu çalışmada koroner bifürkasyon lezyonlarında stent yerleştirilmesinin işlemsel başarı ve uzun dönem sonuçlarını inceledik. Materyal ve Metod: Kliniğimizde 3 yıllık dönemde koroner bifürkasyon lezyonlarına stent uygulanan 45 olgu çalışmaya alındı. Anjiyografik lezyon özellikleri, kantitatif değerleri, işlemsel başarı oranları, hastane içi ve uzun dönem klinik sonuçları incelendi. Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 55.3±11.6 yıl olan, %75.5'i erkek 45 hasta alındı. Hastalardan %46.4'ünde kararsız, %40'ında kararlı angina, %13.4'ünde ise akut miyokard infarktüsü vardı. Lezyon lokalizasyonları; %46.9'unda LAD/D1, %28.9'unda Cx/OM, %19.7'sinde PDA/PLA, %4.5'inde LAD/Cx idi. Ana dal referans çapı 3.06±0.36 mm ve yan dal referans çapı 2.4±0.39 mm olup tamamı başarıyla stentlendi. Her iki dalı kapsayan işlemsel başarı oranı %84.4 bulundu. Hastane içi ve 1 aylık major kardiyak olay %8.8 (ölüm %4.4, Q dalgasız MI %2.2, perkütan revaskülarizasyon %2.2, acil bypass %0) olarak saptandı. Ortalama 15±8.9 aylık takipte total kardiyak olay sıklığı %44.5 (ölüm %15.6, bypass %15.6, miyokard infarktüsü %6.7, perkütan revaskülarizasyon %13.3) olarak tesbit edildi. Sonuç: Bifürkasyon lezyonlarının stent yerleştirilmesi ile tedavisi halen zorluğunu korumakta olup bifürkasyon dışı lezyonlarla karşılaştırıldığında işlemsel başarı oranı düşük, komplikasyon oranı ve major kardiyak olay sıklığı ise yüksektir.

8. 
Bifürkasyon Lezyonlarında Stent Yerleştirilmesi: İşlemsel Başarı ve Klinik Sonuçları
Stent Insertion in Coronary Bifurcation Lesions: Procedural Success and Long-term Follow-up Results
Tuğrul OKAY
Sayfalar 251 - 253
Makale Özeti |Tam Metin PDF

9. 
Koroner Ateroskleroz Tanısında Damariçi Ultrason
Intravascular Ultrasound for Detection of Coronary Atherosclerosis
Cengiz ERMİŞ, Mustafa KILIÇKAP, E. Murat TUZCU
Sayfalar 254 - 264
Koroner ateromatöz plakların değerlendirilmesinde, son 20 yılda elde edilen teknolojik ilerlemeler sayesinde yeni yöntemler kullanılmaya başlanmıştır. Bunlardan biri de koroner arteriyografiyi tamamlayıcı bir tetkik olarak kabul edilen damariçi ultrason (IVUS)' dur. Bu teknikte periferik arterden koroner arter sistemine iletilebilen bir kateterin ucuna yerleştirilmiş yüksek frekanslı ultrason transdüseri sayesinde lümen çapı ve alanı, arteriyel duvar yapısı, aterosklerotik plak genişliği ve darlık oluşturan lezyondaki arteriyel akım özellikleri hakkında bilgi sahibi olunabilmektedir. Damariçi ultrasonun in vivo olara aterosklerotik hastalık sürecini göstermedeki yetisi eşsizdir. Bazı sınırlamalara rağmen intrakoroner ultrason tetkikinden elde edilen bu primer bilgiler başka hiçbir görüntüleme tekniği ile elde edilememekte ve girişimsel kardiyolojide verilen klinik kararları büyük ölçüde etkilemektedirler.

10. 
İdiyopatik Hipereozinofilik Sendromlu Bir Hastada Gelişen Akut Ağır Miyokardit
Acute Severe Myocarditis in a Woman with Hypereosinophilic Syndrome
Ercüment YILMAZ, Serkan GÜVENÇ, Orhan KOCAMAN, Esen KIYAN
Sayfalar 265 - 268
Son 1 yıldır ataklar halinde gelen öksürük ve nefes darlığı şikayeti bulunan 48 yaşındaki kadın hastaya bronşiyal astım tanısı konmuş. Bilgisayarlı tomografide akciğer sol alt lobta kistik bronşektazi saptanmış. Tedaviye rağmen şikayetlerinin devam etmesi üzerine sol alt lobektomi yaptırılmış. Ameliyattan 1 ay sonra göğüs ağrısı ve nefes darlığının artması üzerine acil servise başvurdu. Hasta da konjestif kalp yetersizliğine ait klinik bulgular mevcuttu. EKG de geniş ORS'li taşikardi mevcuttu. Troponin T düzeyi 2 ng/ml nin üzerindeydi. Kan sayımında lökosit 19500/mm3, eozinofil:11920/mm3 bulundu. İV antiaritmik tedavi ile taşikardi atağı sonlandırıldıktan sonra çekilen EKG de sağ dal bloğunun olduğu; takibeden günlerde prekordiyal derivasyonlarda R dalga progresyonunda azalma ve patolojik Q dalgalarının gelişmiş olduğu saptandı. Ekokardiyografide anterior duvarda ağır hipokinezi, 2 (+) mitral yetersizliği, orta derecede sol ventrikül sistolik disfonksiyonu, hafif perikardiyal effüzyon ve ciddi pulmoner hipertansiyon saptandı. Heparin, aspirin, nitrogliserin, furosemid, losartan ve digoksin ile tedavi başlandı. Parazitik infeksiyonlara ve kollajen doku hastalıklarına yönelik yapılan bütün testler negatif sonuç verdi. Hastada idiopatik hipereozinofilik sendrom seyrinde olabilen akut ağır miyokardit ve bunun sonucu gelişmiş olan konjestif kalp yetersizliği tanısı konuldu ve yatışının altıncı gününde 40 mg/gün dozunda metilprednisolon başlandı. Bu tedavi ile semptomlarında düzelme belirlendi. Koroner anjiyografide koroner arterler normal bulundu. Sol ventrikülografide anterolateral hipokinezi, apikal akinezi saptandı. İki ay sonra yapılan kontrol ekokardiyografide sol ventrikül sistolik fonksiyonunun daha iyi olduğu, pulmoner arter basıncının azaldığı saptandı. İdiopatik hipereozinofilik sendromlu bu hastada akut ağır miyokardit gelişmesi nadir rastlanan bir durum olduğu için sunulması uygun bulunmuştur.

11. 
Vena Kava Süperior Sendromu, Perikardit ve Plörezi ile Seyreden Bir Behçet Hastalığı Olgusu
A Case of Behçet Disease Presenting with Superior Vena Cava Syndrome, Pericarditis and Pleurisy
Dilek URAL, Nergiz DOMANİÇ
Sayfalar 269 - 272
Yüz ve üst gövdede şişme, nefes darlığı ve batıcı göğüs ağrısı yakınmaları ile başvuran bir hastada Behçet sendromuna bağlı vena kava süperior trombozu, plörezi ve perikardit saptandı. Bulguların ayırıcı tanısı ve takibi literatür bilgileri ile karşılaştırılarak tartışıldı.

12. 
Amlodipine Bağlı Dişeti Hiperplazisi: Nadir veya Kolaylıkla Atlatılan Bir Yan Etki mi?
Gingiva Hyperplasia due to Amplodipine: Seldom or an easy-to-recover side-effect

Sayfa 273
Makale Özeti |Tam Metin PDF

13. 
Önümüzdeki Toplantılardan Seçmeler
Selected Forthcoming Meetings

Sayfa 274
Makale Özeti |Tam Metin PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama

Copyright © 2025 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi