1. | İngilizce Özetler Summaries of Articles Sayfalar 660 - 663 Makale Özeti | |
ORIJINAL ARAŞTIRMA | |
2. | Aort Yetersizliğinde "Vena Contracta"nın Belirleyicileri ve Ciddiyet Tayinindeki Değeri The Determinants of Vena Contracta and Its Value in Evaluating Severity of Aortic Regurgitation Mehmet EREN, Osman BOLCA, Bahadır DAĞDEVİREN, Abdurrahman EKSİK, Yekta GÜRLERTOP, Şevket GÖRGÜLÜ, Tuna TEZELSayfalar 664 - 672 Son yıllarda kapak yetersizliklerinin ciddiyetini değerlendiren çalışmalar efektif orifis alanı (EOA) üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu alan, hemodinamik olarak yetersizlik akım çizgilerinin en dar olduğu vena contracta (VC) denilen bölgeye uymaktadır. Bu çalışma, renkli Doppler ile görüntülenen VC'yı kullanarak aort yetersizliği (AY) ciddiyetini değerlendirmeyi ve VC' nın belirleyicilerini tespit etmeyi amaçlamaktadır. Metod: Çalışmaya kronik AY olan 55 hasta alındı. VC transtorasik ekokardiyografi ile apikal pencereden görüntülendi. Referans metot olarak mitral (AHm) ve aort kapak atım hacimlerine (AHao) dayanan kantitatif Doppler (KD) ekokardiyografi alındı. Her hastada EOA, yetersizlik hacmi (YH) ve yetersizlik fraksiyonu (YF) eş zamanlı olarak hem VC genişliğinden hem de kantitatif Doppler ile hesaplandı. VC genişliğinden; EOAVC = (VC)2 x (?/4), YHVC=EOAVC x VTIAY ve YFVC=(YHVC/AHao) x 100 şeklinde hesaplandı. Kantitatif Doppler ile YHKD=(AHao)-(AHm), YFKD=(YHKD/AHao)x100 ve EOAKD=YHKD/VTIAY formülleriyle hesaplandı. VC ile hasta değişkenleri arasındaki ilişki basit lineer regresyon analizi ile değerlendirildi ve anlamlı korelasyon gösteren parametrelerle VC' nın belirleyicilerini saptamak için çok değişkenli analiz uygulandı. VC ile KD ekokardiyografi bulguları arasındaki uyumluluğu araştırmak için basit lineer regresyon ve Bland-Altman analizleri yapıldı. Bulgular: VC (0.48±0.12 cm) ile EOAKD (r=0.96), YFKD (r=0.84), YHKD (r=0.82), anjiyografik III/IV. derece AY (r=0.74), hasta yaşı (r=-0.67) ve sol ventrikül diyastolik çapı (r=0.47) arasında istatistiki olarak anlamlı korelasyon saptandı. Bu değişkenlerle yapılan çok değişkenli analizde VC genişliği sadece EOAKD'ye bağımlı bulundu. Her iki metotla bulunan EOA (r=0.96, p<0.001; ortalama fark 0±0.03 cm2, SEE=0.004 ve p>0.05), YH (r=0.97, p<0.001; ortalama fark=1.3±4.8 cm3, SEE=0.65 cm3 ve p>0.05) ve YF (r=0.93, p<0.001; ortalama fark=%1.46±4.9, SEE=%0.66 ve p>0.05) birbirleriyle uyumlu idi. VC için alt sınır 0.54 cm alındığında ciddi AY göstermedeki duyarlılığı %80, özgüllüğü %86 ve doğruluğu %84 idi. Sonuç: Renkli Doppler ile görüntülenen VC, AY'nin ciddiyetini değerlendirmede basit ve güvenle kullanılabilecek noninvazif bir parametredir. |
DERLEME | |
3. | Romatizmal Mitral Darlığı Olan Hastalarda Sessiz Beyin İnfarktı Sıklığı Silent Brain Infarction in Patients with Rheumatic Mitral Stenosis İlyas AKDEMİR, Sinan DAĞDELEN, Şükrü ÇELİK, Nuran AKDEMİR, Hanife ERKAL, Handan MISIRLI, Murat YÜCE, Murat AKÇAYSayfalar 673 - 677 Sessiz beyin infarktı (SBİ) sıklığının karotis arter darlığı ve atrial fibrilasyonlu (AF) hastalarda arttığını gösteren çalışmalar mevcuttur, fakat tromboemboli riskinin arttığı diğer bir hastalık olan romatizmal mitral darlığı (MD) ile ilişkisi tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı MD'li hastalarda SBİ sıklığını araştırmaktır. Sessiz beyin infarktı daha önceden inme hikayesi olmayan hastalarda bilgisayarlı tomografide (BT) semptoma yol açmayan infarkt alanları olarak tanımlanmıştır. Çalışmaya transtorasik ekokardiyografi (TTE) ile MD tanısı konmuş 53 hasta (44 K, 9 E; ortalama yaş 38±7 yıl) alındı. Mitral kapak kalsifikasyonu, LA çapı ve mitral yetersizlik (MY) eşlik edip-etmemesi kaydedildi. TTE dışında tüm olgulara ritm analizi için elektrokardiyografik inceleme, nörolojik muayene ve sonrasında BT uygulandı. BT'de SBİ saptananlara daha sonra karotis lezyonunu ekarte etmek için karotis Doppler incelemesi de yapıldı. Hipertansiyon ve diyabetes mellitus hikayesi, karotis arter bölgesinde sistolik üfürüm, TTE ile LA'da trombüs, sol ventrikülde duvar hareket bozukluğu ve diğer kalp kapak hastalığı olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Tüm hasta grubunda SBİ sıklığı %24.5 olarak bulundu. LA çapı 4 cm'den büyük olan ya da AF'si olan olgularda SBİ sıklığı anlamlı olarak daha fazla bulundu (p< 0.05). Geniş LA ile birlikte AF'si olan olgularda, küçük LA ve sinüzal ritmli olanlara göre SBİ sıklığı anlamlı olarak daha fazla bulundu (p< 0.01). MD'ye orta-ileri MY eşlik eden durumlarda SBİ sıklığı anlamlı olarak daha düşük bulundu (p <0.05). Kapak alanı 1.5 cm2'den düşük olanlarda ve kapak kalsifikasyonu mevcudiyetinde SBİ sıklığında anlamlı artış saptanmadı (p>0.05) Sonuç olarak SBİ, MD'li hastaların yaklaşık 1/4'ünde saptandı. LA genişliğinde artış ve AF varlığında SBİ sıklığı artarken, ciddi MY eşlik etmesinin SBİ sıklığını azalttığı kanısına varıldı. |
4. | Esansiyel Hipertansiyonda Sol Ventrikül Kitlesi ile Bölgesel Diyastolik Fonksiyon Arasındaki İlişki Relationship Between Regional Diastolic Function and Left Ventricular Mass in Essential Hypertension Y.Suat ALTINMAKAS, Sezai YILDIZ, Y.Temuçin OĞUŞ, Cihangir UYAN, Hüseyin GÜNDÜZ, Nurgül KESER, Oral PEKTAŞSayfalar 678 - 683 Pulsed wave doku Doppler (PDD) yöntemi sol ventrikül (SV) bölgesel diyastolik fonksiyonunu değerlendirmek için uygun bir yöntemdir. Bu çalışma esansiyel hipertansiyonda SV bölgesel diyastolik fonksiyonu ile sol ventrikül kitlesi arasındaki ilişkiyi değerlendirmek için planlandı. Bu amaçla 15 sağlıklı birey (Kontrol Grup:KG; ortalama yaş:54±7), SV hipertrofisi olmayan 16 (Grup-I:G-I; ortalama yaş:56±8) ve hipertrofisi olan 24 (Grup-II:G:II; ortalama yaş:58±7) hipertansif hastanın 2 ve 4 odacıklı transtorasik ekokardiyografik incelemede SV lateral, anterior, septum ve inferior duvarların bazal ve orta segmentten PDD hızları (Em ve Am), hız zaman integralleri (VZI) ile mitral akım örneği, ve izovolumik gevşeme zamanı (IVGZ) değerlendirildi. Devereux formülüne göre hesaplanan SV kitle indeksinin erkeklerde >125 g/m2; kadınlarda > 110 g/m2 olması SV hipertrofisi için kriter olarak kabul edildi. Antihipertansif tedavi alan hastalar çalışmaya alınmadı. Univariye analiz hipertansiyonda mitral E/A ve PDD Em/Am oranlarının anlamlı derecede azaldığını gösterdi. Ancak, normal grup ile hipertrofisi olmayan ve olan hipertansifleri student t testi ile karşılaştırdığımızda, hipertrofisi olan olgularda tüm miyokard segmentlerinde PDD Em/Am oranının azalmış olduğunu fakat hipertrofi yokluğunda sadece lateral ve anterior bazal segment ortalama PDD Em hızının anlamlı derecede farklı olduğunu gördük. Bu sonuçlara göre hipertrofisi olmayan hipertansiflerde SV bölgesel diyastolik fonksiyonunun anterior ve lateral bazal segmentlerde daha belirgin olarak bozulduğu fakat bölgesel diyastolik fonksiyondaki bozulmanın hipertrofi mevcutsa homojen olarak tüm miyokard segmentlerinde meydana geldiği ileri sürülebilir. |
5. | Esansiyel Hipertansiyonda Lisinopril ve Losartanın Ambulatuvar Kan Basıncı Üzerine Olan Etkilerinin Karşılaştırılması Effects of Losartan and Lisinopril on the Ambulatory Blood Pressure in Previously Untreated Patients with Mild to Moderate Essential Hypertension Hasan VURAL, Timur TİMURKAYNAK, Bülent BOYACI, Rıdvan YALÇIN, Atiye ÇENGEL, Övsev DÖRTLEMEZ, Halis DÖRTLEMEZSayfalar 684 - 691 Bu çalışma esansiyel hipertansiyonlu hastalarda anjiyotensin konverting enzim (ACE) inhibitörü olan lisinopril ile AT1 reseptör antagonisti olan losartanın klinik ve ambulatuvar kan basıncı üzerine olan etkilerini karşılaştırmak amacıyla yapıldı. Çalışmamızda yaşları 33 ile 67 (ortalama 48.1 ± 7.5) arasında değişen hafif orta derece hipertansiyonu olan 60 (27 erkek, 33 kadın) hasta değerlendirildi. Rutin laboratuvar incelemeleri, klinik ve ambulatuvar kan basıncı ölçümleri yapıldıktan sonra hastalar lisinopril 10 mg ya da losartan 50 mg alacak şekilde iki tedavi grubuna randomize edildi. 4 hafta sonra sistolik kan basıncı (SKB) 140 mmHg, diyastolik kan basıncı (DKB) 90 mmHg'ın üzerinde olan hastaların ilaç dozları iki katına çıkıldı. Rutin laboratuvar incelemeleri, klinik ve ambulatuvar kan basıncı ölçümleri ve ekokardiyografik ölçümler tedavinin 12. haftasında tekrarlandı. Losartan ve lisinopril ile klinik SKB ve DKB değerlerinde 20.8/15.2 mmHg, 16.8/12.2 mmHg, 24 saatlik ortalama SKB ve DKB değerlerinde 15.1/9.9 mmHg, 13.6/8.5 mmHg azalma kaydedildi. Losartan klinik SKB ve DKB değerlerinde lisinoprile göre daha anlamlı düşüş sağladı. Her iki ilaç da mikroalbuminüriyi azalttı. Sonuç olarak esansiyel hipertansiyon fizyopatolojisinde renin-anjiyotensin sistemi (RAS) ve anjiyotensin II'nin rollerini daha iyi aydınlatabilmek için, ACE inhibitörlerinin ve anjiyotensin reseptör antagonistlerinin karşılaştırılacağı daha çok hasta ile daha uzun süreli büyük çalışmalara gerek olduğu görüşüne varıldı. |
6. | Koroner Baypas Hastalarına, E ve C Vitamini Verilmesinin, Ameliyat Sonrası Erken Dönemdeki Etkileri Early Postoperative Effects of Vitamin E and C Supplement on Coronary Bypass Patients Y.Ahmet BALTALARLI, İbrahim GÖKŞİN, Gökhan ÖNEM, Ercan GÜRSES, Bahadır SAVAŞ, Oya RENDECİ, Mustafa SAÇARSayfalar 692 - 695 Serbest radikallere bağlı lipid peroksidasyonu, kalp operasyonları sonrasında görülen metabolik ve ventriküler fonksiyon bozukluklarının sebeplerindendir. Antioksidanlarla bir miktar metabolik ve fonksiyonel düzelme sağlanabilir. E ve C vitamininin etkilerini belirleyebilmek amacıyla elektif koroner baypas olması planlanan 20 hasta iki eşit gruba ayrılarak prospektif, randomize bir çalışma yürütüldü. Operasyon sonrasında miyokardiyal enzim düzeyleri ve ventrikül fonksiyonları ölçüldü; inotrop ve antiaritmik ilaç gereksinimleri değerlendirildi. Operasyon sonrası 6. saatte, E ve C vitamini alan grupta kardiyak indeksler daha yüksekti (p<0.05). Ameliyat sonrası kreatin kinaz MB düzeyleri E ve C vitamini alanlarda daha düşüktü ancak istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık yoktu. Ameliyat öncesi E ve C vitamini alanlarda inotrop ve antaritmik ilaç kullanımı açısından kontrol grubu ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamı farklılık gözlenmedi. Açık kalp cerrahisi öncesi dönemde E ve C vitamini kullanılmasının koroner baypas hastalarında faydalı olacağı düşüncesindeyiz. |
7. | Koroner Yavaş Akım Olgularında Atriyal "Pacing" Yöntemi ile İskemik Cevabın Araştırılması The Investigation of the Ischemic Response in the Patients with Coronary Slow Flow by Atrial Pacing Bengi YAYMACI, Sinan DAĞDELEN, Onur DEMİRKOL, Birol SAY, Füsun GÜZELMERİÇ, Yelda BAŞARAN, İsmet DİNDARSayfalar 696 - 700 Fiks koroner lezyon olmayıp, anjiografik olarak koroner yavaş akım saptanan hastalarda göğüs ağrısının patofizyolojisi henüz tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmada amacımız koroner yavaş akım olgularında atriyal "pacing" yoluyla iskemi yaratarak laktat üretimini ve aortovenöz oksijen içerik farkını belirleyip, metabolik anlamda iskemi varlığını göstermektir. Çalışmaya koroner anjiyografi yapılarak TIMI"frame count" yöntemi ile koroner yavaş akım saptanan 34 vaka alındı. Tüm hastalara miyokard perfüzyon tomografisi yapılarak, istirahat ve sters görüntüleri alındı. Hastalarda atriyal "pacing" yapılmadan önce ve sonra laktat alımı (extraction) ve arteriovenöz oksijen (AVO2) içeriği saptandı. Hastalar yanıta göre sınıflandırıldı. 28 hastada (18E, 10K, yaş ortalaması 54.42±9.61)(Grup I), metabolik anlamda iskemi saptanmazken 6 hastada (4E, 2K, yaş ortalaması 60±5.767) (Grup II) iskemi saptandı. Tüm hastalara eforlu miyokard perfüzyon tomografisi yapılarak istirahat ve stress görüntüleri alındı. Grup I'de AVO2 içeriğinde "pacing" sonrası anlamlı artış yoktu (57.375±2.05, 57.96±2.65; p<0.061) Grup II'de istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (58.233±2.107 , 68.35±2.15; p<0.028). İki grubun AVO2 içerikleri karşılaştırıldığında bazal değerler arasında anlamlı fark bulunmazken (p<0.43), "pacing" sonrası fark anlamlı olarak bulunmuştur (p< 0.001). "Pacing" öncesi ve sonrası laktat alım oranları karşılaştırıldığında, hem Grup I (0.244±0.10, 0.154±0.15; p<0.028) hem de Grup II'de (0.230±0.18, -0.471±0.27; p<0.01) atriyal pacing sonrası laktat alımının daha belirgin olarak düştüğü saptanmıştır. İki grup arasında bazal laktat alımı açısından fark yokken (p<0.786), pacing sonrası Grup II'de laktat alımının çok daha düşük olduğu ve laktat alımının laktat üretimine dönüştüğü gözlenmiştir (p<0.0001). 34 hastanın % 82.4'ünde metabolik olarak iskemi saptanmamıştır. Metabolik olarak iskemi saptanan hastaların % 83.3'ünde perfüzyon sintigrafisi (+) olarak bulunmuştur. Bu bulgulara göre koroner yavaş akım saptanan hasta grubunun önemli bir bölümünde göğüs ağrısı miyokard iskemisinden kaynaklanmamaktadır. Bu hasta grubunda perfüzyon sintigrafisinin iskemiyi belirlemek açısından duyarlı olduğunu söylemek mümkündür. |
OLGU | |
8. | Perikardiyal Tutulum Gösteren Kardiyak Amiloidoz Cardiac Amyloidosis Involving the Pericardium Özhan GÖLDELİ, Bahri AKDENİZ, Sema GÜNERİSayfalar 701 - 702 Amiloidoz, fibröz amiloid proteinlerin sıklıkla doku ve organların ekstraselüler boşluklarında birikmesi sonucu meydana gelen bir hastalıktır.Sistemik amiloidozda, kardiyak tutulumun bulguları kardiyomegali, konjestif kalp yetersizliği ve kardiyak aritmilerdir. Bu belirtiler özellikle endokardiyum ve kapakların diffüz amiloid tutulumunu yansıtmaktadır. Kardiyak amiloidozda efüzyonla birlikte seyreden perikardit çok nadir olup sıklıkla tamponada yol açmamaktadır. Bu makalede perikardiyal tutulum gösteren kardiyak amiloidoz olgusu sunularak kardiyak amiloidoz gözden geçirilmiştir. |
9. | Mitral ve Aort Protez Kapağı Olan Bir Hastada Koroner Emboliye Sekonder Gelişen Akut Miyokard İnfarktüsü Acute Myocardial Infarction Secondary to Coronary Embolism in a Patient with Mitral and Aortic Valve Prothesis Mustafa YILMAZ, Mahmut AÇIKEL, Engin BOZKURT, Vedat DAVUTOĞLU, Necip ALPSayfalar 703 - 705 Protez kalp kapak trombozu ciddi ve potansiyel olarak öldürücü bir komplikasyondur. Genellikle yetersiz antikoagülasyonla ilişkili olarak gelişen prostetik kapak trombozu sistemik emboli ile sonuçlanabilir. Son yıllarda prostetik kapak cerrahisinin artan sıklıkta yapılması koroner embolinin diğer önemli bir kaynağını oluşturmuştur. Koroner emboliye sekonder gelişen miyokard infarktüsü nadir görülür, ancak kalp kapak replasmanının hayatı tehdit edici bir komplikasyonudur. Bu yazıda, yetersiz antikoagülan tedavi alan prostetik mitral ve aort kapaklı bir hastada akut miyokard infarktüsü ile sonuçlanan koroner emboli olgusu sunulmuştur. |
DERLEME | |
10. | Aritmojenik Sağ Ventrikül Kardiyomiyopatisi ve Tedavi Yaklaşımları Arrhythmogenic Right Ventricular Cardiomyopathy and Therapeutical Approaches Ertan ÖKMEN, İzzet ERDİNLER, Neşe ÇAMSayfalar 706 - 717 Aritmojenik sağ ventrikül kardiyomiyopatisi (ASVK) özellikle sağ ventrikül serbest duvarını tutan, miyokardın fibro-lipomatöz infiltrasyonu ve sol dal blok paternli tekralayıcı ventriküler taşikardi ile karakterize bir hastalıktır. Klinik belirtiler sağ ventrikülün yapısal, fonksiyonel anormallikleri ve ani ölüme kadar yol açabilen aritmilerden kaynaklanır. En sık ölüm nedeni ventriküler taşikardilerdir. Genç ani ölüm olgularının tekrar incelenmesi, ailelerinin taranmasıyla geniş bir klinik ve patolojik spektruma sahip olduğu ve ani ölüm etyolojisinde daha önemli bir yer aldığı saptanmıştır. Son yıllarda genetik alanında ilerlemelerin sonucu olarak hastalıktan sorumlu olan kromozom anormallikleri tespit edilmiştir. Hastalığın elektrokardiyografik, ekokardiyografik, magnetik resonans görüntüleme, sağ kalp kateterizasyonu, histo-patolojik özellikleri ve tanı kriteleri oldukça açık bir şekilde tanımlanmıştır. Hayat kalitesini iyileştirmek, ani ölümleri önleyerek yaşam süresini uzatabilmek amacıyla çeşitli tedavi yöntemleri denenmiş olmasına rağmen, ASVK tedavisinde tam kür elde etmek günümüz tedavileri ile mümkün görünmemektedir. Ventriküler taşikardi ve ani ölümleri engellemek için sağ ventrikül tutulum derecesi ve hastalığın ciddiyetine göre farmakolojik tedavi ve cerrahi, ablasyon, takılabilir kardiyoverter defibrilatör (TKD) uygulaması gibi farmakolojik olmayan tedavi yöntemleri kullanılmıştır. ASVK'nin progresif bir hastalık olması ve medikal, cerrahi ve ablasyon tedavileri ile yüksek tekrarlama oranı nedeni ile ICD uygulaması ventriküler taşikardi ve ani ölümleri önlemede gelecekte daha önemli rol oynayacaktır. Bu derlemenin amacı hastalığın klinik bulgularını, son zamanlarda tanımlanan genetik özelliklerini, tanı, prognoz ve yeni tedavi yaklaşımlarını gözden geçirmektir |
Copyright © 2025 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi