1. | Makale Özetleri Summaries of Articles Sayfalar 132 - 135 Makale Özeti | İngilizce Tam Metin |
2. | İmplante Edilebilen Kalp Defibrilatörleri: 6 Yıllık Klinik Deneyim Implantable Cardioverter Defibrillators: 6 Years Clinical Experience Selim ERENTÜRK, Francis WELLENS, Pedro BRUGADA, Yvan DEGRİECK, Raphael De GEEST, Hugo VANERMENSayfalar 136 - 142 Günümüzde taşınabilir kalp defibrilatörleri hayatı tehdit eden ventriküler aritmilerin tedavisinde standart bir yöntem haline gelmiştir. Kliniğimizde Kasım 1990-Nisan 1996 tarihleri arasında 187 olguda 249 ICD uygulaması gerçekleştirilmiştir. Hastaların ortalama yaşı 57±21 (13-89) idi. İlk yıllarda yalnızca epicardial patch kullanımı mümkün olduğu için ilk 21 olguda standart sternotomi metodu kullanıldı. Daha sonraki dönemde endokardiyal lead'ler ve derialtı pach'ler klinik kullanıma girdi ve transvenöz yaklaşım ilk seçilen yaklaşım metodu oldu. Ocak 1992'den itibaren bifazik şok dalga uygulayabilen cihazlar kullanıldı. ICD implantasyonu sonrası erken dönemde görülen dört vakada ölümle sonuçlanmayan pulmoner komplikasyonlar, bir olguda sternal kanama ve bir olguda subkostal cep hematomu gelişti. Geç dönemde üç olguda endokardiyal lead etkisizliği ve bir olguda mediastinit komplikasyonları gözlendi. Ortalama monofazik test edilen en düşük etkili defibrilasyon düzeyi (DFT) 20.3±6.2 jul, ortalama bifazik DFT 14.6±3.1 jul (p=0.03) idi. 24±18 aylık geç takiplerde ise % 46 olguda etkili şok (hasta başına 3.5±6 şok) gerçekleştiği tesbit edildi. Bu çalışma, erken ve geç takiplerde hayatı tehdit eden ventriküler aritmilere karşı çok etkili olan ICD'nin nontorakotomik, transvenöz yaklaşımla yüksek başarı oranı ve kabul edilebilir düzeyde düşük komplikasyon ile implante edilebileceğini göstermektedir. |
3. | Treadmill Egzersiz Testinde Geçirilmiş Miyokard İnfarktüsüne Ait Q Dalgası Bulunan Derivasyonlarda ST Segment Yükselmesinin Miyokard Canlılığı ile İlişkisi Relation of Exercise-induced ST-Segment Elevation to Myocardial Viability in Recent Q-Wave Myocardial Infarction Ayşe Emre PINARLI, Metin GÜRSÜRER, Mehmet AKSOY, Turgut SİBER, Seyfi USLUBAŞ, Mustafa YAYLA, Kemal YEŞİLÇİMEN, Birsen ERSEKSayfalar 143 - 148 İnfarktüs alanında canlı miyokard saptanması revaskülarizasyondan fayda görecek olguların belirlenmesi yönünden önem taşır. Miyokard canlılığını belirlemede basit bir yöntem olarak düşünülen treadmill egzersiz testinde geçirilmiş miyokard infarktüsüne (MI) ait Q dalgası bulunan derivasyonlarda ST segment yükselmesinin önemi, yakın dönemde MI geçirmiş ve istirahat elektrokardiyogramında ST segmenti isoelektrik hatta ya da <1.0 mm yükselmiş olan 30 olguda incelendi. Canlılık, infarktüsün geçirildiği tarihten itibaren 9±2 hafta içinde egzersiz TI-201 single photon emission kompüterize tomografi (SPECT) ile değerlendirildi. Geç görüntülerde redistribüsyon izlenmeyen (sabit defekt) olgularda TI-201 reinjeksiyon protokolü uygulandı. Tüm olgulara koroner anjiyografi yapıldı. Ventrikülografide bölgesel duvar hareketi 7 segmentli model üzerinden 0-3 arası değerler alan skorlama ile belirlendi. Olgular, egzersizle ST yükselmesi tespit edilenler (grup 1, n=16) ve edilmeyenler (grup 2, n=14) olarak iki gruba ayrıldı. Canlılık, 1. grupta 16 hastda tespit edilirken (% 100), 2. grupta sadece 8 hastada (% 57) saptandı (p<0.01). Ayrıca her iki grup arasında koroner arter hastalığı yaygınlığı açısından anlamlı fark bulunmazken, 1. grupta infarktüsle ilgili arteri (İİA) tıkalı 10 hastanın tümünde, 2. grupta ise İİA tıkalı 6 hastanın üçünde (% 50) distalden kollaterallerce doluş izlendi (p<0.02). Duvar hareketi bozukluğu ise 1. grupta 2. gruba kıyasla anlamlı artmış bulunurken (4.6 ± 1.8'e karşı 3.1±1.2 p<0.02) her iki grupta da sol ventrikül anevrizmasına rastlanmadı. Bu bulgular yakın dönemde MI geçirmiş olgularda, ciddi duvar hareketi bozukluğu görülse dahi, egzersizle ST segment yükselmesinin canlılık ile yakından ilişkisi olduğunu düşündürmektedir. |
4. | Akut Miyokard Infarktüsünde Primer Anjiyoplasti Direct PTCA in Acute Myocardial Infarction Tahsin BOZAT, Çetin SARIKAMIŞ, M.Vedat KOCA, Op.Şenol YAVUZ, İ.Ayhan ÖZDEMİRSayfalar 149 - 152 Eylül 1994-Ağustos 1996 arasında hastanemizde akut miyokard infarktüsü ile başvuran tüm hastalara tanı ve tedavi amacıyla koroner anjiyografi yapıldı. En az iki derivasyonda 1 mm veya üzeri ST elevasyonu olan, göğüs ağrısının başlangıcından itibaren 6 saat içinde; eğer iskemik ağrısı devam ediyorsa 12 saat içinde, hastaneye başvuran 130 hasta (ortalama yaş 55±10) bu çalışma grubunu oluşturmuştur. Yetmiş hastada anteriyör, 60 hastada inferiyör miyokard infarktüsü mevcuttu. Hastalar hastaneye ulaşmadan evvel 236±176 dak. ağrılı dönemde kalmışlardı. Dört hasta kardiyojenik şokdaydı. Ana koroner arterde % 50 veya daha fazla darlığı olanlar, ciddi ve yaygın çok damar hastalığı olanlar, sorumlu damarın açık ve TIMI 3 distal akımının olduğu hastalar, sorumlu damarın küçük, ince ve distal olduğu hastalar dışında kalanlara (% 77) primer koroner anjiyoplasti (PTKA) planlandı. Yüz hastanın 91 inde (% 91) işlem başarılı oldu (% 50 den daha az darlık, TIMI 3 distal akım). Hastalar acil poliklinikte görüldükten itibaren 47±21 dak. içinde reperfüzyon sağlandı. Dokuz başarısız olgunun 6 tanesi operasyona verildi, 3'ü medikal izlendi. Başarılı PTKA yapılan hastaların % 97'sine hastaneden çıkmadan evvel anjiyografi yapıldı. Ortalama ejeksiyon fraksiyonu % 58±11 bulundu. Altı olguda reoklüzyon görüldü. Hastane içi mortalite PTKA uygulanan olgularda % 4, tüm olgu grubunda ise % 5.5 bulundu. Bu sonuçlar primer PTKA'nın düşük hastane içi mortalite ile birlikte erken ve TIMI 3 distal akım ile reperfüzyon elde edilmesinde etkin bir yöntem olduğunu düşündürmektedir. |
5. | Radyofrekans Kateter Ablasyonu ile Meydana Gelen Miyokard Hasarının Troponin-T ve Diğer Miyokard Enzimleri ile Tayini Myocardial Injury Resulting from Radiofrequency Catheter Ablation by Analysis of Troponin-T and Other Cardiac Enzymes Kâmil ADALET, Fehmi MERCANOĞLU, Ahmet SİVAS, Ercüment YILMAZ, Gülden YILMAZ, Hüseyin OFLAZ, Kemalettin BÜYÜKÖZTÜRK, Güngör ERTEMSayfalar 153 - 161 Radyofrekans kateter ablasyonu (RFA) taşiaritmilerin tedavisinde başarılı ve güvenilir bir tedavi metodu olarak kullanılmakta olmasına rağmen, RFA ile meydana gelen doku hasarını -troponin-T (TnT) tayini ile- araştıran herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Çalışmanın amacı, RFA esnasında, RF enerjisi ile meydana getirilen miyokard hasarının -ilk defa- serum TnT ve yanısıra diğer kardiyak enzimlerin (CK ve CKMB) analizi ile incelenmesidir. Çalışmaya tümü semptomatik olan supraventriküler ya da ventriküler taşikardi (VT)'li 22 (9 kadın, 13 erkek; yaş ortalaması 33.8±16.4 yıl) hasta ve 23 (20 erkek, 3 kadın; yaş ortalaması 29.1±8.4 yıl) sağlıklı kişi alındı. Ondokuz hastada WPW sendromu, 2 hastada otomatik atrial taşikardi (OAT) ve 1 hastada da VT mevcuttu. Yirmiiki hastaya toplam 29 RFA seansı uygulandı. Hastalardan işlem öncesi, işlemin 6., 16. saati ve 4. günü enzim analizi için kan alındı. WPW sendromlu 19 hastanın 16'sında (% 84), OAT'li 2 ve VT'li bir hastada RFA ile başarılı sonuç alındı. Üç seansta (% 10) geçici ve hafif nitelikte komplikasyonlar gelişti. Kontrol grubunun ortalama serum TnT değeri (0.01±0.01 ng/ml) ile hastaların RFA öncesi TnT değerleri (0.01±0.02 ng/ml) arasında anlamlı farklılık yoktu. İşlemin 6. saatinde bakılan TnT (TnT-6) 27 işlemde (% 93), 16. saatinde bakılan TnT 24 işlemde (% 83), 4. gününde bakılan TnT ise 8 işlemde (% 27.5) yüksek bulundu. Böylece RFA sırasında oluşan doku hasarının belirlenmesinde, TnT-6'nın diyagnostik sensitivitesi % 93 ve spesifitesi % 100 olarak gerçekleşti. Buna karşılık, serum CK ve CKMB değerlerinin, işlem sonrası 6., 16. saat ve 4. gündeki yükselme oranları (sırasıyla % 34 ve % 41, % 28 ve % 28, % 3 ve % 3) TnT'ye göre anlamlı olarak düşük (6., 16. saat ve 4. gün için sırasıyla p<0.0001, p<0.0001 ve p<0.001). TnT-6 ile uygulanan akım sayısı (r: 0,63), total akım süresi (r: 0,62), total enerji (r: 0.65) ve total güç (r: 0.66) arasında pozitif korrelasyonlar belirlendi. CK ve CKMB düzeyleri ile bu parametreler arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Akım sayısının 20, total akım süresinin 500 saniye, total enerjinin 12000 joule ve total gücün 500 Watt'ın üzerinde olduğu alt grupların ortalama TnT değerleri, RF parametrelerinin bu seviyelerin altında kaldığı altgruplarınkinden anlamlı olarak fazla idi (p<0.001). Buna karşılık CK ve CKMB değerleri bu altgruplar arasında farklılık göstermemekte idi. İşlem başarısı ve komplikasyon gelişimi ile enzim düzeyleri arasında herhangi bir ilişki belirlenmedi. Sonuç olarak, RFA ile oluşturulan miyokard hasarının ve yaygınlığının belirlenmesinde serum TnT seviyesi tayininin son derece hassas bir yöntem olduğu, buna karşılık, serum CK ve CK-MB analizinin yeterince güvenilir olmadığı sonucuna varıldı. |
6. | Aksesuar Yolların Radyofrekans Kateter Ablasyonunda "Isı Kontrollü Kateter"lerin, Konvansiyel "Güç Kontrollü Kateter"lerle Karşılaştırılması Comparison of Temperature-Controlled and Power-Controlled Catheters for Radiofrequency Catheter Ablation in Patients with WPW Syndrome Kâmil ADALET, Ercüment YILMAZ, Fehmi MERCANOĞLU, Hüseyin OFLAZ, Mehmet ÖZAYDIN, Kemalettin BÜYÜKÖZTÜRK, Güngör ERTEMSayfalar 162 - 169 Çalışmanın amacı, radyofrekans kateter ablasyonu (RFA) işleminde ısı kontrollü kateterlerin (Blazer T veya Mariner), sadece güç kontrolünün mümkün olduğu konvansiyonel kateter (Polaris veya Blazer) sistemine göre herhangi bir üstünlüğü olup olmadığını belirlemektir. Çalışma grubunun WPW sendromlu 73 hasta (25 kadın, 48 erkek; yaş ortalaması 35.8±12.9 yıl, yaş aralığı 5-69 yıl) oluşturmuştur. Yirmi bir hastadaki 24 işlem güç kontrollü (GK) sistem, 52 hastadaki 62 işlem ısı kontrollü (IK) sistem kullanılarak gerçekleştirilmiştir. GK ve IK gruplarının ortalama yaşları (sırasıyla 34.8±12.2 ve 35.6±13.2 yıl) erkek/kadın oranları (sırasıyla 12/9 ve 36/16) ve aksesuar yolların lokalizasyonları istatistiki olarak farklılık göstermemekte idi. GK ve IK gruplarının akım sayısı (sırasıyla 12.6±9.7 ve 15.6±10.3), total akım süresi (sırasıyla 363.9±330 san ve 438.2±407.7 san), total enerji miktarı (sırasıyla 14313±10470 Joule ve 14474±12633 Joule) ve impedans yükselme sayısı (sırasıyla 0.7±0.09 ve 0.4±1.5) istatistiki olarak anlamlı farklılık göstermedi. IK grubunda ablasyon (97.0±71.6 dakika) ve skop süreleri (30.0±20.2 dakika), GK grubununkilere (sırası ile 139.2±96.8 dakika ve 40.0±14.1 dakika) göre anlamlı olarak daha kısa bulundu (p<0.05 ve p<0.05). GK ve IK gruplarında işlem başarısı (sırasıyla % 71 ve % 79), komplikasyon oranı (sırasıyla % 12 ve % 6) ve nüks yüzdesi (sırasıyla % 4 ve % 8) birbirinden istatistiki olarak farklı değildi. Her iki grup birlikte değerlendirildiğinde - hasta bazında - başarı oranı % 90.4 (66/73), komplikasyon oranı % 10 (7/73) ve nüks oranı % 8 (6/73) olarak belirlendi. Sonuç olarak, ısı kontrollü sistemin, konvansiyonel sistemle karşılaştırıldığında, hafif bir meyil görülmekle birlikte işlemin başarısı ve emniyetine anlamlı bir etkisinin olmadığı, ancak ablasyon ve skop sürelerini kısaltabileceği sonucuna varılmıştır. |
7. | Radyofrekans Kateter Ablasyonu Uygulanan Supraventriküler ve Ventriküler Taşiaritmili Hastalarda Seri Ekokardiyografik İnceleme ile Komplikasyonların Araştırılması Complications Resulting from Radiofrequency Catheter Ablation in Patients With Supraventricular and Ventricular Tachyarrhythmias by Serial Echocardiographic Examinations Kâmil ADALET, Fehmi MERCANOĞLU, Recep GÜNDOĞDU, Ercüment YILMAZ, Aytaç ÖNCÜL, Kemalettin BÜYÜKÖZTÜRK, Güngör ERTEMSayfalar 170 - 175 Çalışmanın amacı radyofrekans kateter (RFA) uygulanan supraventriküler ve ventriküler taşiaritmili hastalarda işleme bağlı komplikasyonları seri olarak yapılan ekokardiyografik incelemeler ile araştırmaktır. Çalışma grubunu supraventriküler veya ventriküler taşiaritmili 125 hasta (80 erkek ve 45 kadın; yaş ort. 37.5±14 yıl; yaş aralığı: 3.5-69 yıl) oluşturdu. Preeksitasyonlu 75 hastada 84 aksesuar yol ablasyonu, atrioventriküler nodal reentran taşikardi'li 21 hastada yavaş yol ablasyonu, ektopik atrial taşikardi'li 7 hastada odak ablasyonu, atrial "flutter"'li 1 hastada triküspid anulusu boyunca "lineer ablasyon", atrial fibrilasyon'lu 1 hastada yavaş yol modifikasyonu, atrial fibrilo-flutter'lı 3 hastada His bundle ablasyonu ve ventriküler taşikardi'li 17 hastada odak ablasyonu (veya sağ dal ablasyonu) uygulandı. Tüm hastalara RFA'dan önce ekokardiyografik inceleme (ALT-7) yapıldı, işlemden hemen sonra, 3. ve 7. günlerde tekrar edildi. Valvül yetersizliği valvüler orifisten oluşan jetin büyüklüğüne göre 1'den 4'e kadar semikantitatif olarak derecelendirildi; segmental duvar hareketleri ise normal, hipokinetik, akinetik ve diskinetik olarak sınıflandırıldı. İşlem öncesi 50 (% 40) hastada değişik ekokardiografik anormallikler (16 mitral kapak prolapsusu, 7 sol ventrikül duvar hareket bozukluğu, 5 romatizmal kapak hastalığı, 8 dilate kardiyomiyopati, 2 hiheptrofik kardiyomiyopati, 2 aritmojenik sağ ventrikül displazisi, 1 Ebstein anomalisi, 3 patent foramen ovale, 1 atrial septum anevrizması, 5 diğer kapak anormallikleri, 1 "Eustach" kapakçığı ve 2 hipertansif kalp hastalığı ve sol ventrikül hipertrofisi) belirlendi. Beş hastada perikard sıvısı şüphesi uyandıran subepikardiyal yağ yastıkçığı mevcuttu. İşlemden hemen sonra yapılan ekokardiyografik incelemede 5 (% 4) hastada komplikasyonlar (2 perikardial sıvı artışı, 1 yeni ortaya çıkan hafif aort yetersizliği, 1 önceden varolan triküspid yetersizliğinin derecesinde artış ve 1 sol ventrikül trombüsü) belirlendi. Hastaların hiçbirinde işleme bağlı olarak gelişen duvar hareket anormalliği saptanmadı. İşlemin 3. ve 7. günlerinde yapılan ekokardiyografik incelemelerde ek bir patolojik bulguya rastlanmadı. Sonuç olarak, RFA'nun emin bir tedavi yöntemi olduğu, işlem öncesi ve hemen sonrasında yapılan ekokardiyografik incelemenin anatomik anormalliklerin ve komplikasyonların ortaya çıkarılmasında yararlı bir metod olduğu, ancak işlem sonrasında rutin olarak birden fazla ekokardiyografik inceleme yapmanın gereksiz olduğu kanısına varılmıştır. |
8. | Derleme Diyastolik Fonksiyonların Değerlendirilmesinde Ekokardiyografik Parametreler Echocardiographic Parameters in the Assessment of Diastolic Function Kurtuluş ÖZDEMİR, Halil L.KISACIK, Tevfik KURAL, Siber GÖKSELSayfalar 176 - 182 Kalbin diyastolik fonksiyonlarının değerlendirilmesi kalp hastalıklarının tanısında ve tedavisinin izlenmesinde önemlidir. Doppler ekokardiyografi, bu amaçla en yaygın olarak kullanılan invazif olmayan tetkik metodudur. Doppler ekokardiyografi ile tesbit edilebilen ve değerlendirmede en fazla kullanılan parametreler, sol ventrikül hızlı doluş/geç doluş oranı (E/A), hızlı doluş deselerasyon zamanı ve izovolümik relaksasyon zamanıdır. Bu parametrelerin tesbiti, birtakım kısıtlamaları olsa da sol ventrikül diyastolik fonksiyonlarının değerlendirilmesinde önemli bilgiler sağlar. Bu yazıda sol ventrikülün diyastolik fonksiyonlarının değerlendirilmesinde kullanılan ekokardiyografik parametreler ve bu parametreleri etkileyen faktörler ile yeni geliştirilmekte olan ekokardiyografik yöntemler literatür bilgileri ışığı altında kısaca gözden geçirildi. |
9. | Olgu Bildirileri Tipik Atriyal Flatter'in Anatomik Yaklaşım Kullanarak Radyofrekans Kateter Ablasyonu ile Tedavisi: Olgu Bildirimi Radiofrequency Catheter Ablation Treatment of Typical Atrial Flutter with Anatomical Approach: Case Report Uğur Kemal TEZCAN, Hakan TIKIZ, Ahmet Duran DEMİR, Murat MOĞULKOÇ, Sengül ÇEHRELİ, Yalçın SÖZÜTEK, Siber GÖKSELSayfalar 183 - 187 Kırkyedi yaşındaki bayan hasta, ilaçlara dirençli, yüksek ventrikül hızlı atriyal flatter ön tanısıyla elektrofizyoloik çalışmaya (EFÇ) alındı. EFÇ'da aktivasyon dalgasının triküspid anulusu çevresinde saat yönünün tersine döndüğü gösterilerek tipik atriyal flatter tanısı konuldu. Anatomik yaklaşımla, inferiyor vena kava ile triküspid anulusu bir blok hattı oluşturularak reentri devresi kesildi ve atriyal flatter durduruldu. Ablasyon sonrasında programlı atriyal uyarılar ve "burst pacing" ile bir daha atriyal flatter oluşturulamadı. İşlemden 2 ay sonraki kontrolde hasta semptomsuzdu ve elektrokardiyogramı sinüs ritmindeydi. 24 saatlik Holter tetkikinde atriyal flatter gözlenmedi. |
10. | Akut Miyokard İnfarktüsü Sonrasında Gelişen Bir Pulmoner Emboli Olgusu A Case of Pulmonary Embolism after Acute Myocardial Infarction Cem NAZLI, Ozan KINAY, Ahmet TAŞTAN, Batuhan TAMCI, Ömer KOZANSayfalar 188 - 192 Pulmoner emboli (PE) akut miyokard infarktüsünün (AMI) nadir fakat oldukça fatal bir komplikasyonudur. Diğer nedenlere bağlı gelişen pulmoner embolilerde olduğu gibi bu tip olgularda da trombolitik ajanların kullanılması en etkili tedavi yöntemidir. Bu yazıda AMI sonrası gelişen birpulmoner emboli olgusu sunulmaktadır. Klinik ve ekokardiyografik bulgularıyla pulmoner emboli olduğu düşünülen olguda kesin tanı ventilasyon - perfüzyon sintigrafisi ile konularak trombolitik tedavi uygulanmıştır. Tedavi sonrasında hastanın klinik ve ventilasyon - perfüzyon sintigrafisi bulgularında belirgin düzelmeler gözlenmiştir. Bu olgu sunumu ile trombolitik tedavinin pulmoner embolinin en etkili güncel tedavi şekli olduğu bir kez daha vurgulanmaktadır. |
Copyright © 2025 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi