ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 51 (4)
Volume: 51  Issue: 4 - June 2023
EDITORIAL
1.Role of Cardiac CT and Circulating Biomarkers in Coronary Artery Disease: Recent Advances for Expanding Cardiac Imaging Access
İbrahim Altun
PMCID: PMC37272161  doi: 10.5543/tkda.2023.00557  Pages 231 - 234
Abstract |Full Text PDF

ORIGINAL ARTICLE
2.The Effects of Curcumin on Mechanical Functions and Cardiac Contractility in Isolated Rat Hearts
Özden Kutlay, Bilgin Kaygısız, Arzu Keskin Aktan
PMCID: PMC37272158  doi: 10.5543/tkda.2022.69765  Pages 235 - 240
Amaç: Kurkumin, iyi bilinen farmakolojik aktiviteleri olan biyoaktif bir bileşiktir. Kurkuminin çeşitli mekanizmalar yoluyla potansiyel kardiyovasküler faydalar sağladığı çok sayıda çalışma ile gösterilmiştir. Bu çalışma, izole perfüze edilmiş sıçan kalplerinde farklı kurkumin konsantrasyonlarının mekanik fonksiyonlar ve kardiyak kontraktilite üzerindeki etkisini tartışmayı amaçlamaktadır.

Yöntem: Kalpler, sodyum tiyopental (50 mg/kg) anestezisi altında izole edildi ve modifiye edilmiş bir Krebs-Henseleit solüsyonu (mK-Hs) ile perfüze edildi. Stabilizasyondan sonra 0,1, 1 ve 10 µM konsantrasyonlarda kurkumin uygulandı. +dP/dt max, LVDP, MAP ve LVEDP indeksleri izole sıçan kalplerinde kardiyak kontraktilite ve ventriküler fonksiyon açısından değerlendirildi.

Bulgular: Tüm kurkumin konsantrasyonları +dP/dtmax ve LVDP'yi azalttı. On µM kurkumin de kalp atış hızını önemli ölçüde azalttı. Kurkumin (1 ve 10 μM), MAP süresinde bir artışla birlikte LVEDP'yi arttırdı ve MAP amplitüdünü azalttı. Tüm konsantrasyonlardaki kurkumin, dMAPdt-max ve dMAPdtmin'i etkilemedi.

Sonuç: Sonuçlarımız, kurkuminin daha yüksek konsantrasyonlarda (≥ 1 µM) negatif kronotropik etki ile LVEDP'yi arttırdığını ve MAP süresindeki artışla MAP amplitüdünü azalttığını düşündürebilir. Bu çalışmada kurkuminin negatif bir inotropik etkiye sahip olduğuna dair yeterli kanıt bulunmaktadır. Kurkuminin kalp kasılması üzerindeki patofizyolojik rolü, farklı hastalık modelleri ile desteklenmelidir.
Objective: Curcumin is a bioactive compound that has well-known pharmacological activities. Numerous studies have shown that curcumin provides potential cardiovascular benefits through a variety of mechanisms.The present study aims to discuss different concentrations of curcumin’s impact on mechanical functions and cardiac contractility in isolated perfused rat hearts.

Methods: The hearts were isolated under sodium thiopental (50 mg/kg) anesthesia and perfused with a modified Krebs-Henseleit solution (mK-Hs). After stabilization, curcumin was applied in concentrations of 0.1, 1, and 10 µM. In isolated rat hearts, indexes of + dP / dt max, LVDP, MAP, and LVEDP were evaluated for cardiac contractility and ventricular function.

Results: All curcumin concentrations reduced +dP/dtmax and LVDP. Ten µM curcumin also significantly decreased heart rate. Curcumin (1 and 10 µM) increased LVEDP and reduced MAP amplitude with a concomitant increase in MAP duration. Curcumin at all concentrations did not affect dMAPdtmax and dMAPdtmin.

Conclusion: Our results might suggest that curcumin at higher concentrations (≥ 1 µM) increases LVEDP with a negative chronotropic effect and decreases MAP amplitude with an increase in MAP duration. There is sufficient evidence from this study that Curcumin possesses an adverse inotropic action. Different disease models should support the pathophysiological role of Curcumin on cardiac contraction.

3.DepressIon AmoNg CardiovaScular Disease Patients in Libya—PrEvalenCe and AssociaTions: INSPECT Study
Abdalraouf Omar, Elham Omran Elgdhafi, Omnia Dalli, Aisha Baraka Mawan, Maha Houman, Hanine Elfelah, Laila T. Sabei
PMCID: PMC37272156  doi: 10.5543/tkda.2023.62296  Pages 241 - 249
Amaç: Bu çalışma, kardiyovasküler hastalığı olan ve bir devlet eğitim hastanesinde izlenen hastalarda depresyonun yaygınlığını değerlendirmeyi ve depresyonla ilişkili faktörleri belirlemeyi amaçlamıştır.

Yöntemler: Kardiyovasküler hastalığı olan ve Tripoli Üniversitesi Hastanesi Kardiyoloji Polikliniği’nde takip edilen 302 hastayı içeren, sistematik rastgele örnekleme ile bir kesitsel çalışma yürütüldü. Stabil durumda olan yetişkinler (>18 yaş) bu çalışmaya dahil edilmeye uygun bulunmuştur. Hasta sağlığı anketi-9 [Patient health questionnaire-9 (PHQ-9)] aracının yanı sıra demografik, tıbbi ve yaşam tarzı konularını içeren bir anketi doldurmak üzere yüz yüze görüşmeler yapıldı. Verilerin analizinde SPSS, Version 22 (IBM Corp., Armonk, NY, ABD) kullanıldı.

Bulgular: Hastaların yaşları 29 ile 84 arasında değişmekte olup, yaş ortalaması 60,6±10,4 idi; hastaların %60,6'sı kadın ve %75,8'i evliydi. En sık görülen morbidite hipertansiyondu (%76,2); bunu diyabet (DM) (%48), iskemik kalp hastalığı (İKH) (%39) ve %22,8 ile farklı aritmi tipleri izlemekteydi. Taranan hastaların %59,3'ünde hafif ila şiddetli arasında farklı derecelerde depresyon mevcuttu. Pozitif psikolojik problem öyküsü olan katılımcılar, kardiyomiyopati ile komplike olanlar, kadın olanlar, serebrovasküler hastalık öyküsü olan hastalar ve yalnız yaşayan hastaların depresyona girme olasılıkları daha yüksekti.

Sonuç: Kardiyovasküler hastalığı olan hastalarda depresyon prevalansı daha yüksek bulunmuştur. Ailede psikolojik hastalık öyküsü ve kardiyomiyopati, depresyon için bağımsız belirleyiciler olarak en yüksek katkıyı yapan faktörlerdi. Kardiyovasküler hastalığı olan tüm hastaların taranması, depresyon riski daha yüksek olan hastaları belirlemek ve tedavi etmek için esastır.
Objective: This study sought to assess the prevalence and identify factors associated with depression among patients with cardiovascular diseases and followed-up in a public teaching hospital.

Methods: A cross-sectional study was conducted with a systematic random sample of 302 out-patients with cardiovascular diseases and followed-up in the cardiology outpatient department at Tripoli University Hospital. Stable adults (>18 years of age) were eligible to be included in this study. Face-to-face interviews were conducted to complete a questionnaire comprising questions on demographic, medical, and lifestyle issues besides the Patient Health Questionnaire-9 tool. Statistical Package for the Social Sciences, Version 22, was used to analyze the data.

Results: Age ranged between 29 and 84 years with a mean age of 60.6 ± 10.4 years; 60.6% were females and 75.8% were married. The highest prevalent morbidity was hypertension (76.2%) followed by diabetes mellitus (48%), ischemic heart disease (39%), and different types of arrhythmias (22.8%). About 59.3% of screened patients had different degrees of depression from mild to severe. The participants with a positive history of psychological problems, those complicated with cardiomyopathy, those who were females, patients with a history of cerebrovascular accident, and patients who were living alone were more likely to be depressed.

Conclusion: Prevalence of depression is found to be higher among patients with cardiovascular diseases and a family history of psychological illnesses, and cardiomyopathy had the highest contribution as independent predictor for depression. Screening of all patients with cardiovas-cular diseases is essential to identify and treat the patients at greater risk of depression.

4.The Relationship Between the Age of First Acute Coronary Syndrome Episode and Internal Migration
Deniz Demirci, Duygu Ersan Demirci, Gerald Chi, C. Michael Gibson
PMCID: PMC37272153  doi: 10.5543/tkda.2023.44373  Pages 250 - 255
Amaç: Göçün kardiyovasküler olay riskini arttırıcı etkisi olduğu gösterilmiştir. Ancak mevcut çalışmalar daha çok uluslararası göçle ilişkilidir. İç göç ve kardiyovasküler hastalık riski arasındaki ilişkiyi inceleyen az sayıda çalışma vardır. Bu çalışmanın amacı, iç göçün ilk akut koroner sendrom (AKS) atak yaşı üzerindeki etkisini değerlendirmektir.

Yöntem: Bu çalışma, 2014-2020 yılları arasında ilk AKS atağı tanısı alan ardışık 1261 hastayı içeren kesitsel, gözlemsel bir çalışma olarak tasarlandı. Antalya'da doğup yaşayan kişiler göç etmemiş gruba, Türkiye içinde başka bir şehirde doğup Antalya'ya yerleşen kişiler göç eden gruba dahil edildi. İç göç ve diğer risk faktörlerinin ilk AKS yaşı üzerindeki etkisi doğrusal regresyon analizi ile hesaplandı.

Bulgular: Göç edenlerin ilk AKS yaşı, göçmen olmayanlara göre daha düşük idi (55,4±10,7 yıl; 60,0±13,36 yıl, P < 0,001). Doğrusal regresyon analizi, göçün erken yaşta AKS için bağımsız bir risk faktörü olduğunu gösterdi (-2,07; P < 0,001). Göçmen grubun sosyoekonomik durumu göçmen olmayan grup ile benzer olarak saptandı.

Sonuç: İç göç, göçmen olmayanlarla kıyaslandığında daha erken yaşta AKS ile ilişkili bir risk faktörü olabilir. Bu bulgunun çok merkezli epidemiyolojik çalışmalarda test edilmesi gerekmektedir.
Objective: It has been shown that migration has an increasing effect on the risk of cardiovascular events. However, these studies are mostly related to international migration. There are very few studies on the relationship between internal migration and cardiovascular disease. The aim of the current study was to evaluate the effect of internal migration on the age of the first acute coronary syndrome episode.

Methods: The study was designed as a cross-sectional, observational study that enrolled 1261 consecutive patients diagnosed with the first episode of acute coronary syndrome between 2014 and 2020. Patients born and living in Antalya were included in the nonimmigrated group, and those born in another city in Türkiye and settled to live in Antalya were included in the immigrated group. The effect of internal migration and other risk factors on the age of the first acute coronary syndrome was calculated by regression analysis.

Results: Immigrants were younger than nonimmigrants at the time of acute coronary syndrome (55.4 ± 10.7 years vs. 60.0 ± 13.36 years, P < 0.001). Linear regression analysis showed that migration is an independent risk factor for acute coronary syndrome at an earlier age
(−2.07, P < 0.001). The socioeconomic status of the migrant group was not lower than the nonimmigrant group.

Conclusions: Internal migration may be a risk factor associated with acute coronary syndrome at an earlier age when compared to nonimmigrants. This finding needs to be tested in multicenter epidemiological studies.

5.Relationship of Frontal QRS-T Angle with Coronary Flow Grade and Adverse Events Before Percutaneous Coronary Intervention in Patients with Non-ST-Elevation Myocardial Infarction
Uğur Küçük, Kadir Arslan, Uğur Özpınar, Burak Altun
PMCID: PMC37272157  doi: 10.5543/tkda.2022.65627  Pages 256 - 265
Giriş: Elektrokardiyografi (EKG), ST segment yükselmesiz miyokard enfarktüslü (STYzME) hastaların ilk risk değerlendirmesinde kullanılmaktadır. Frontal QRS-T [F(QRS-T)] açısı koroner kan akımındaki değişiklikten etkilenebilecek bir EKG belirtecidir. Bu çalışmanın amacı, STYzME hastalarında F(QRS-T) açısının koroner akış derecesi ve kötü klinik sonlanımlarla ilişkisini araştırmaktı.

Yöntemler: Toplam 191 STYzME hastası, revaskülarizasyon öncesi koroner anjiyografide (KAG) Thrombolysis in myocardial infarction (TIMI) akış derecesine göre TIMI 0/1 ve TIMI 2/3 olmak üzere iki gruba ayrıldı. Revaskülarizasyon öncesi elde edilen F(QRS-T) açısı gruplar arasında karşılaştırıldı ve kötü klinik sonlanımlarla ilişkisi incelendi. Hastane içi tüm nedenli mortalite, tekrarlanan hedef lezyon revaskülarizasyonu, yeni başlangıçlı kalp yetmezliği, ventriküler aritmiler ve atriyal fibrilasyon kötü klinik sonlanımlar olarak tanımlandı.

Bulgular: F(QRS-T) açısı TIMI 0/1 akışı olan hastalarda TIMI 2/3 akışı olan hastalara göre daha genişti (P < 0,001). F(QRS-T) açısı, STYzME'li hastalarda revaskülarizasyon öncesi TIMI akış derecesi 0/1'in göstergesi olduğu belirlendi (olasılık oranı [OO]: 1,51; %95 güven aralığı [GA]: 1,30–1,75; P < 0,001). F(QRS-T) açısı, STYzME'li hastalarda hastanede yatış sırasındaki kötü klinik sonlanımların göstergesiydi (OO: 1,11; %95 GA: 1,04–1,19; P = 0,002). ROC analizine göre TIMI akış derecesi ve kötü klinik sonlanımlar için F(QRS-T) açısının kesme seviyeleri 73,5° olarak belirlendi.

Sonuç: STYzME hastalarda artmış F(QRS-T) açısı TIMI akış derecesini ve erken dönem invaziv strateji ihtiyacını belirlemek için yararlı bir EKG parametresi olabilir.
Objective: Electrocardiography is used in the initial risk assessment of patients with non-ST-elevation myocardial infarction. The frontal QRS-T angle is an electrocardiography parameter that may be affected by the alterations in the coronary blood flow. This study aimed to explore the relationship of the frontal QRS-T angle with coronary flow grade and adverse events in non-ST-elevation myocardial infarction patients.

Methods: A total of 191 non-ST-elevation myocardial infarction patients were divided into 2 groups based on the thrombolysis in myocardial infarction (TIMI) flow level on coronary angiography before revascularization, namely TIMI 0/1 and TIMI 2/3. The frontal QRS-T angle obtained before revascularization was compared between the groups and its relationship with adverse events was examined. In-hospital all-cause mortality, repeat target lesion revascular-ization, new-onset heart failure, ventricular arrhythmias, and atrial fibrillation were defined as adverse events.

Results: Frontal QRS-T angle was wider in the patients with TIMI 0/1 flow compared to the patients with TIMI 2/3 flow (P  <  0.001). The frontal QRS-T angle was determined to be a predictor of TIMI flow grade 0/1 before revascularization in patients with non-ST-elevation myocardial infarction (odds ratio: 1.51; 95% CI: 1.30-1.75; P < 0.001). The frontal QRS-T angle was a predictor of the adverse events during hospitalization in the patients with non-ST-elevation myocardial infarction (odds ratio: 1.11; 95% CI: 1.04-1.19; P = 0.002). The cut-off values of the frontal QRS-T angle for TIMI flow grade and adverse events were determined to be 73.5°, based on receiver operating characteristic curve analysis.

Conclusion: Increased frontal QRS-T angle may be a useful electrocardiography parameter for determining TIMI flow grade and the need for an early invasive strategy in patients with non-ST-elevation myocardial infarction.

6.Relationship Between Sclerostin Levels and Coronary Artery Calcification and Plaque Composition
Yasin Yüksel, Cennet Yıldız, Ibrahim Taskın Rakıcı
PMCID: PMC37272155  doi: 10.5543/tkda.2023.61595  Pages 266 - 273
Amaç: Sklerostin’in temel fonksiyonu kemik metabolizmasının regulasyonudur. Sklerostin’in kardiyovasküler etkilerini inceleyen araştırmalar çelişkili sonuçlar vermiştir. Bu çalışmanın amacı farklı koroner arter plak tiplerinde serum sklerostin seviyelerinin araştırılmasıdır.

Yöntem: Yüz yetmiş beş hastanın koroner kalsiyum skoru (KKS) değerlendirildi. Normal koroner artere sahip olan hastalar (n = 47) ve KKS sıfırdan büyük (n = 83) olan hastalar sırası ile kontrol ve çalışma grubunu oluşturdu. Koroner arter plakları olan hastalar kalsifiye olmayan plak, kalsifiye plak ve mikst plak olmak üzere üç gruba ayrıldı (sırası ile, n = 45, n = 40, n = 43).

Bulgular: Çalışma grubunun sklerostin seviyeleri kontrol grubuna göre daha yüksek saptandı. Ayrıca, sklerostin seviyeleri kalsifiye veya mikst plağı olan hastalarda plak olmayan yada kalsifiye olmayan plağı olan anlamlı olarak daha yüksekti ( sırası ile, 248.5, 60.7-790.4) pg/mL ve 1085.8 (185.8-3902.2) pg/mL karşın 68.7 (34.0-141.3) pg/mL, ve 67.7 (48.6-94.9) pg/mL, P < 0,001,). Sklerostin KKS ile yüksek derecede korrelasyon gösterdi (r = 0.95, P < 0,001). 106.27 pg/ml serum sklerostin değeri kalsifik palğı öngördürmede %97.5 duyarlılık ve %67.4 özgüllüğe sahip idi. Buna karşın 308.55 pg/ml serum sklerostin seviyesi mikst plağı öngördürmede %95.3 duyarlılık ve %90.9 özgüllüğe sahip idi. KKS, serum sklerostin ve C-reaktif protein seviyeleri bir yıllık majör kardiyak olayların önemli öngördürücüleri olarak bulundu.

Sonuç: Artmış serum sklerostin seviyesi koroner ateroskleroz yükünün bir göstergesidir ve bir yıllık majör kardiyak olayların öngördürücüsü olarak değer taşımaktadır.
Objective: The primary function of sclerostin is the regulation of bone metabolism. Research investigating the cardiovascular effects of sclerostin had conflicting results. We aimed to study serum sclerostin levels in coronary artery plaque types.

Methods: Coronary calcium scores of 175 patients were evaluated. Patients with normal coronary arteries and calcium score of greater than zero constituted control (n = 47) and study groups (n = 83), respectively. Patients’ plaques were further categorized as non-calcified plaque, calcified plaque, or mixed plaque (n = 45, n = 40, and n = 43, respectively).

Results: The study group had increased serum sclerostin levels than that of controls. Moreover, sclerostin levels were significantly higher in patients with calcified or mixed plaques compared to those without plaque or non-calcified plaque (median 248.5, 60.7-790.4) pg/mL and 1085.8 (185.8-3902.2) pg/mL versus 68.7 (34.0-141.3) pg/mL, and 67.7 (48.6-94.9) pg/mL, P < 0.001, respectively). Sclerostin showed a high correlation with coronary calcium scores (r = 0.95, P < 0.001). Serum sclerostin concentration of 106.27 pg/mL had 97.5% sensitivity and 67.4% specificity for the prediction of calcific plaque, whereas the level of 308.55 pg/mL had 95.3% sensitivity and 90.9% specificity for the prediction of mixed plaque. Coronary calcium scores, serum sclerostin, and C-reactive protein levels were significant predictors of 1-year major adverse cardiac events.

Conclusions: Increased serum sclerostin level is a marker of coronary atherosclerosis burden and has a value for the prediction of 1-year major adverse cardiac events.

REVIEW
7.Left Bundle Branch Block-Induced Cardiomyopathy
Selda Murat, Yüksel Çavuşoğlu
PMCID: PMC37272151  doi: 10.5543/tkda.2023.06737  Pages 274 - 282
Sol dal bloğu (LBBB) ilişkili kardiyomiyopati (KMP) tanınırlığı giderek artan bir KMP’dir. Yeni kalp yetersizliği tanısı alan hastaların küçük ancak ihmal edilemeyecek bir kısmında bulunmaktadır. Ancak, halen dilate KMP veya sınıflanamayan KMP etiyolojik nedenleri arasında gösterilmemiştir. Tanı için farklı yayınlarda farklı kriterler önerilmiş ancak tanı kriterleri konusunda evrensel bir fikir birliği henüz oluşmamıştır. Bazı klinik özellikler ile elektrokardiyografi, ekokardiyografi ve kardiyak manyetik rezonans görüntüleme bulgularının, LBBB ilişkili KMP’nin tanısında kullanılması önerilmektedir. Bu derlemede; LBBB ilişkili KMP prevalansı, patofizyolojik mekanizmalar, tanısal kriterler, tanı araçları ve spesifik bulgular diğer nedenlere bağlı dilate KMP ayırıcı tanısı da dikkate alınarak ele alınmaktadır.
Left bundle branch block-induced cardiomyopathy is an increasingly recognized type of dilated cardiomyopathy identified in a minority but not negligible proportion of patients with newly diagnosed heart failure. However, it has not yet been included among the possible etiologies of dilated cardiomyopathies or among the unclassified cardiomyopathies. Although a few sets of diagnostic criteria have been proposed, currently there is a lack of universal consensus regarding diagnostic criteria. Some specific clinical features and electrocardiography, echocardiography, and cardiac magnetic resonance imaging findings are recommended to help physicians in the diagnosis of left bundle branch block-induced cardiomyopathy. In this review, prevalence, pathophysiological mechanisms, diagnostic criteria, diagnostic modalities, and specific features of left bundle branch block-induced cardiomyopathy have been addressed with attention to the differential diagnosis of other dilated cardiomyopathies.

CASE REPORT
8.Contribution of Three-Dimensional Echocardiography Xplane Mode in the Evaluation of Semilunar Cusps: Two Different Case Reports
Tuğba Aktemur, Kadriye Memiç Sancar, Gökhan Kahveci, Gamze Babur Güler
PMCID: PMC37272150  doi: 10.5543/tkda.2022.03739  Pages 283 - 285
Ortogonal-biplane görüntüleme (X-plane) nispeten yeni bir araçtır ve mitral kapak ve sol atriyal apendiks değerlendirmesi hakkında kapsamlı bilgi sağlar. X düzlemi yöntemi ise semilunar kapak patolojilerinin tanısında umut vadeden bir yöntemdir. Aşağıda, tanıyı netleştirmek için X-plane yönteminin kullanıldığı iki olgu sunulmaktadır.

Olgu 1: 63 yaşında erkek hasta nefes darlığı şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Sağ ventrikül dilatasyonu ve hipertrofisi değerlendirildi. Sağ ventrikül basıncının aşırı yüklenmesinin kesin nedenini belirlemek için X-plane ile pulmoner kapak değerlendirildi ve biküspit pulmoner kapak saptandı. Bu hastaya pulmoner kapak perkütan valvüloplasti yapıldı.

Olgu 2: 48 yaşında erkek hasta serebrovasküler olay öyküsü ile hastanemize başvurdu. İlk transtorasik ve transözofageal ekokardiyografisinde koroner olmayan uçta hiperekoik mobil kitle görüldü. Bununla birlikte, aort kapağını saptamak için X-plane kullanıldıktan sonra, görülen bu yapının koroner olmayan kapağın komissüre bitişik olan prolapsus gösteren kısmı olduğu görüldü. Bu iki olgu sunumu, günlük pratikte semilunar kapak patolojilerinin tanısında x düzlem yönteminin etkinliğini göstermiştir.
Orthogonal-biplane imaging (X-plane) is relatively a new tooL and provides comprehensive information about mitral valve and left atrial appendage evaluation. On the other hand, X-plane method is a promising method in the diagnosis of semilunar valve pathologies. Below, we report 2 cases, in which X-plane method was used, in order to clarify diagnosis.

Case 1: Case 1 was a 63-year-old male patient who was admitted to our clinic with dyspnea. Right ventricular dilatation and hypertrophy were assessed. In order to determine the exact reason for right ventricular pressure overload, the pulmonary valve was evaluated by X-plane, and a bicuspid pulmonary valve was represented. This patient underwent pulmonary valve percutaneous valvuloplasty.

Case 2: Case 2 was a 48-year-old male patient who was admitted to our hospital with a history of cerebrovascular event. His initial transthoracic and transesophageal echocardiography showed a hyperechoic mobile mass on the non-coronary cusp. However, after X-plane was used to detect the aortic valve, it was the prolapsed part of the non-coronary cusp adjacent to the commissure. These 2 case reports demonstrated the efficacy of the X-plane method in the diagnosis of semilunar valve pathologies in daily practice.

9.An Unusual Cause of Syncope: Persistent Hypoglossal Artery, A Case Report
Deniz Mutlu, Özgecan Pırıl Zanbak Mutlu, Barkın Kültürsay, Ali Karagöz
PMCID: PMC37272159  doi: 10.5543/tkda.2022.8056  Pages 286 - 289
Persistan hipoglossal arter (PHA), vertebral arterlerin yokluğunda posterior serebral dolaşımı kendi başına besleyen nadir primitif bir anastomotik bağlantıdır. Bu arter bir embriyolojik kalıntı olup sıklıkla insidental olarak bulunmaktadır. İnternal karotis arter’in üst servikal vertebra (C1-C2) seviyesinden kaynaklanmaktadır. Bu vaka takdiminde vertebral arterleri olmayan ve posterior serebral kan akımını sağlayan PHA’yla ilişkili senkop gelişen bir olguyu manyetik rezonans görüntülemedeki klasik bulgular ve klinik yaklaşımımız ile sunuyoruz.
Persistent hypoglossal artery is a rare primitive anastomose which mainly supplies the posterior cerebral circulation by itself in the case of the absent vertebral arteries. This artery is an embryological remnant and is commonly found incidentally. It originates from the upper cervical vertebra (C1–C2 level) of the internal carotid artery. Here we present a unique case suffering from syncope related to persistent hypoglossal artery which supplies the posterior cerebral blood flow in the absence of the vertebral arteries with the classical findings on magnetic resonance imaging and our clinical approach.

10.Percutaneous Treatment of Severe Acute Mitral Regurgitation Early After Myocardial Infarction and a Short Review of the Literature
Aykun Hakgör, Oğuz Karaca, Arzu Yazar, Bilal Boztosun, İsmail Ateş
PMCID: PMC37272152  doi: 10.5543/tkd.2022.09434  Pages 290 - 293
Transkateter uç uca onarım temel olarak ciddi mitral yetersizliğinin eşlik ettiği kronik kalp yetersizliği hastalarında kullanılmaktadır. Ancak bu sistemin miyokart infarktüsünün akut fazında kullanımı henüz sınırlıdır. Yazarlar bu olgu sunumunda miyokart infarktüsü sonrası erken dönemde gelişen akut ciddi mitral yetersizliğinde perkütan tedavinin etkinliğini göstermeyi amaçlamışlardır.
Transcatheter edge-to-edge repair treatment is mainly used for patients with chronic heart failure concomitant severe mitral regurgitation. However, utilization of this system in the acute seting of myocardial infarction is still limited. In this case report authors aimed to show the effectiveness of the percutaneous treatment for severe acute mitral regurgitation early after myocardial infarction.

CASE IMAGE
11.A Cause of Heart Failure: Corona-Cameral Fistula
Ertan Arter, Sena Sert Şekerci, Barış Güngör, Özlem Yıldırımtürk
PMCID: PMC37272154  doi: 10.5543/tkda.2022.59026  Pages 294 - 295
Abstract |Full Text PDF

EDITORIAL
12.Comments on Cardiology
Ertan Ural
PMCID: PMC37272160  Pages 296 - 297
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search

Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.