ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 21 (2)
Volume: 21  Issue: 2 - March 1993
1.Summaries of Articles

Pages 72 - 76
Abstract | English Full Text

DERLEME
2.Investigations Effects of Early Thrombolytic Therapy on Left Ventricular Remodeling in Acute Myocardial Infarction
Kadir GÜRKAN, Ahmet NARİN, Güvenç YÜKSEL, Bahadır DAĞDEVİREN, Fırat DURU, F.Tanju ULUFER, Sami ÜNAL
Pages 77 - 81
Akut miyokard infarktüsünde (AMİ) başarılı erken ve geç trombolitik tedavi ile infarkttan sorumlu arter açıklığının sağlanmasının, ventrikül hacimleri üzerine tehdit altındaki miyokardı kurtarmadan da öte etkileri iddia edilmiştir. Bu "açık arter hipotezini" irdelemek üzere, ilk kez hastalanan ve erken dönemde intravenöz strepkokinaz tedavisi uygulanan, anjiyografik olarak sol ön inen koroner arter (LAD) lezyonu sorumlu kabul edilen 42 anterior AMİ olgusu incelenmiştir. Hastalar, anjiyogramlarında infarkttan sorumlu arterlerinin açık veya kapalı oluşuna göre iki gruba ayrılmıştır. Sol ventrikül hacimleri ve ejeksiyon fraksiyonları (EF), 30 derece RAO pozisyonda alınan ventrikülogramların projeksiyonları üzerinden, tek plan alan-uzunluk elipsoid yöntemi kullanılarak bulunmuştur. İnfarkt alanları (İA) ise sol ventrikülü 24 eşit parçaya ayıran çaplardan, fraksiyonel kısalmaları normal kişilerin ortalama değerlerinden 2 standart sapma daha aşağıda olanlarının toplamı ile bulunmuştur. LAD reperfüzyonu sağlananlarda İA, sistol sonu ve diyastol sonu volüm indeksleri anlamlı olarak düşük iken (p<0.01, p<0.001, p<0.001), EF ve sol ventrikül basınçlarında iyileşme gözlenmemiştir (p>0.05, p>0.02, p>0.3). Sol ventrikül hacimlerinin İA ile önemli linear ilişki göstermesinden ötürü, erken reperfüzyonun infarktlı doku genişleme ve incelmesini azalttığı düşünülebilir. Fakat perfüzyon sağlanamayan gruptaki İA değerleri (İA>5) gözönne alınırsa, her iki grubun İA arasında anlamlı fark olmazken (p>0.01), perfüzyonlu grupta sistol sonu volüm indeksi (ESVİ) daha düşük bulunmuştur (p<0.02). Bu bulgular trombolitik tedavi ile infarkt yapan arter reperfüzyonunun, esas etkisi olan miyokard kurtarılmasından öte sol ventrikül boşluklarını küçülttüğünü, tedavinin başarısı yönünden de EF yerine ESVİ'nin tetkik edilmesinin uygun olacağını düşündürmektedir.
Following thrombolysis in acute myocardial infarction (AMI), the patency of infarct-related artery has been claimed to have additional effects on ventricular volumes more than salvaging the jeopardized myocardium. To scrutinize this "open artery hypothesis", we evaluated 42 initial anterior AMI cases with left anterior descending coronary artery (LAD) involvement who have been given streptokinase early. Angiographically the patients have been divided into two groups according to the patency of infarct related artery. Left ventricular volumes and ejection fractions (EF) have been calculated from the projections of left ventriculograms in RAO-30 degree position, using single plane area-length ellipsoid method. Infarct sizes (IS) have been derived from the number of ventricular radii of which the fractional shortenings were 2 standard deviations lower than the mean values of normal individuals. While IS values, end-systolic and end-diastolic volumes were significantly reduced in those with attained reperfusion of LAD (p<0.01, p<0.001, p<0.001, respectively), EF and pressures did not differ notably (p>0.05, p>0.2, p>0.3). It may be considered that early reperfusion reduces infarct expansion since there is a significant linear correlation between left ventricular volumes and IS. However, when IS is more than 5 radii, patients with patent arteries have smaller end-systolic volume indices (p<0.02), although IS values are similar (p>0.1). Hence, these findings suggest that early reperfusion of infarct-related artery, beyond salvaging the myocardium, reduces ventricular cavities which may reflect the prognosis better than EF.

3.The Effects of Nitrendipine on Glucose Metabolism in Patients with Hypertension
Sezer Müniboğlu KARCIER, Metin CANER, Gülden CANDAN, Gülçin GÜLDAMLA
Pages 82 - 84
Hafif ve orta derecede esansiyel hipertansiyonlu yaşları 38-70 arasında (54.4±10.6) vücu kitle indeksi ortalama 27.7±7.9 olan hastada nitrendipin'in 2 (NT) 3 glikoz metabolizmasına etkileri araştırıldı. 15 günlük ilaçsız bir devreden sonra 1 hafta süreyle placebo, bilhare günde 20 mg NT verildi. NT'den önce ve sonra 75 gr glikozla 4 saatlik OGTT yapıldı. Açlık ve OGTT'nin 1. ve 3. saatlerinde insülin ve peptide, açlık ve OGTT'nin 1. saatinde eritrosit Na+ ve K+ düzeyleri ölçüldü. NT'den önce ve sonra yapılan OGTT esnasında serum glikoz düzeyleri arasında anlamlı bir değişiklik olmadı. NT'den önce açlık, 1. ve 3. saat insulin düzeyleri sırasıyla 12.4±5.8 µU/ml, 88.6±51.3 µu/ml ve 15±9.5 µU/ml, NT'den sonra ise 15.9±15.4 µU/ml, 87.2±48.1 µU/ml ve 18.2±12.9 µU/ml bulundu. Yine NT'den önce açlık, 1. ve 3. saat C peptide düzeyleri sırasıyla 2.8±0.8 ng/ml, 6.7±1.7 ng/ml, 4.4±2 ng/ml, ng/ml NT'den sonra ise 2.6±1 ng/ml, 4.9±2.2 ng/ml olarak saptandı. İnsülin ve C reptid düzeylerinde NT tedavisiyle anlamlı bir değişiklik olmadı. NT'den önce ve sonra serum sodyum ve potasyum düzeyleri normal sınırlarda bulundu. NT'den önce açlık ve OGTT'nin 1 saatindeki eritrosi Na+ düzeyleri (mg Na+/mgHb) sırayla 2.7±1 ve 2.8±0.9, eritrosit K+ düzeyleri (mgK+/MgHb) ise 13.7±2 ve 14±1.8 iken NT'den sonra eritrosit Na+ 3±1.2 ve 3.4±2 eritrosit K+ ise 13.7±1.9 ve 13.98±1.8 bulundu. NT tedavisiyle açlık ve OGTT esnasında ölçülen eritrosit Na+ ve K+ düzeylerinde anlamlı bir değişiklik olmadığı görüldü. Sonuç olarak, hipertansif hastalarda bir kalsiyum antagonisti olan NT'nin glikoz metabolizmasını anlamlı olarak değiştirmediği kanısına varıldı.
This study was destigned to investigate the effects of nitrendipine (NT) on glucose metabolism in patients with uncomplicated mild to moderate essential hypertension, following a drug-free period of two weeks and placebo period of one week, 15 patients (mean age 54.4±10.6 and body mass index 27.7±7.9) were given a single-dose of 20 mg/day nitrendipine. In these patients 4 hours OGTT was performed with 75 gr of glucose, before and after therapy; plasma insulin and C-peptide levels were determined before OGTT and at the first and third hour of OGTT, and erythrocyte K+, Na+ levels before and at the first hour of OGTT. Plasma glucose levels did not change significantly during OGTT before and after NT therapy. Before therapy fasting, first and third hours of OGTT insulin levels were 12.4±5.8 mU/ml, 88.6±51.3 mU/ml, and 15±9.5 mU/ml, respectively, and after therapy 15.9±15.4 mU/ml, 87.2±48.1 mU/ml, 18.2±12.9 mU/ml, respectively. Before therapy, plasma peptide were 2.8±0.8 ng/ml, 6.7±1.7 ng/ml, 4.4±2 ng/ml, while fasting, at the first and third hour of OGTT, respectively, and after therapy 2.6±1 ng/ml, 6.9±2.9 ng/ml, 4.9±2.2 ng/ml, respectively. Insulin and C peptide levels did not change with NT therapy. Before therapy fasting and at the first hour of OGTT erythrocyte Na+ levels (mgNa+/mgHb) were 2.7±1 and 2.8±0.9 erythrocyte K+ levels (mgK+/mgHb) 13.7±2 and 14±1.8, respectively and after therapy erythrocyte Na+ levels were 3±1.2 and 3.4±2, eryth rocyte K+ were 13.7±1.9, 13.3±1.7, respectively. Before and after NT therapy serum sodium and potassium levels were in normal limits. As it is seen, no significant difference was found in erythrocyte Na+ and K+ levels by NT therapy. In conclusion, nitrendipine did not significantly alter the glucose metabolism in hypertensive patients.

4.Doppler Echocardiographic Assessment of Left Ventricular Diastolic Function in Patients with Thalassemia
Nazan ÖZBARLAS, Arman BİLGİÇ, Fatma GÜMRÜK, Çiğdem ALTAY
Pages 85 - 89
Çalışmamız, hastanemizde izlenmekte olan talasemi majör ve intermedialı hastaların kardiyak değerlendirmesini yapmak, pulsed Doppler ekokardiyografik inceleme ile sol ventrikül diyastolik disfonksiyonu olanları belirleyerek kalp tutulumunu erken dönemde saptamak, serum ferritin düzeyi ile kardiyak fonksiyonlar arasında ilişki varlığını araştırmak ve talasemi majör ile intermedialıları kardiyak yönden karşılaştırmak amacıyla planlanmıştır. Talasemi intermedialı 15 hasta (5-23 yaş) ve hipertransfüzyon programı uygulanmakta olan talasemi majörlü 50 hasta (1-21 yaş) ile kontrol grubu olarak aynı yaş ve cinsteki 65 sağlıklı çocuk incelenmiş, hastaların hematolojik verileri (transfüzyon tedavisine başlama yaşı, toplam transfüzyon sayısı, ferritin düzeyi) izlem kartlarından öğrenilmiştir. Talasemili 65 hastanın 36'sının kardiyak değerlendirmesi, transfüzyon öncesi 2. saatte ve sonrası 4. saatte olmak üzere 2 kez, diğer hastaların ise transfüzyon öncesi veya sonrası bir kez yapılmıştır. Elektrokardiyografik ve telekardiyografik değerlendirmeden sonra, M-mode ekokardiyografik inceleme ile sol ventrikül sistolik fonksiyonları, pulsed Doppler ekokardiyografik inceleme ile sol ventrikül diyastolik doluşuna ait akım örnekleri kaydedilmiştir. Transfüzyon öncesi ve sonrası ekokardiyografik ölçümler anlamlı farklılık göstermemektedir. Talasemi majör ve intermedialı hastaların ekokardiyografik ölçümleri kontrol grupla karşılaştırıldığında sistolik disfonksiyon olmaksızın sol ventrikül diyastolik doluş örneğinin restriktif özellik gösterdiği, pik erken diyastolik akım velositesinin (E) arttığı, pik geç (atriyal) diyastolik akım velositesinin (A) azaldığı, bu iki velosite oranının (E/A) yükseldiği saptanmıştır (p<0.05). Talasemi majörlü ve intermedialı hastaların sistolik ve diyastolik fonksiyonları ile ilgili ölçümler istatistiksel olarak belirgin bir farklılık göstermektedir. Ferritin düzeyleri 2000 ng/ml'nin altında ve üzerinde olan hastaların sol ventrikül diyastolik doluşu ile ilgili ölçümleri arasında anlamlı farklılık (p<0.05) saptanmış, ferritin düzeyi 200 ng/ml'nin üzerinde olanların restriktif bozukluğunun daha belirgin olduğu bulunmuştur. Sonuç olarak, çalışmamızda talasemi intermedialı 15 hastanın 6'sında (% 40), talasemi majörlü 50 hastanın 16'sında (% 32) sistolik disfonksiyon gelişmeden, diyastolik doluşun resriktif özellikte bozulduğu "pulsed Doppler" ekokardiyografik inceleme ile gösterilmiştir.
Our study aims to evaluate the cardiac status of patients with thalassemia major and intermedia to determine those with left ventricular diastolic dysfunction using pulsed Doppler echocardiography at an early stage of cardiac involvement, to investigate the effect of chelation therapy on cardiac involvement. We have studied 15 patients with thalassemia intermedia (5 to 23 years of age) and 50 patients with thalassemia major (1 to 21 years of age) on hypertransfusion program with a control group of 65 healthy children of the same age and sex. Hematologic findings (the initial age of transfusion therapy, total transfusion amount, serum ferritin level) were recorded. Cardiac evaluation of 36 of the 65 patients with thalassemia was made both 2 hours before and 4 hours after transfusion therapy. With M-mode echocardiography, left ventricular systolic function and with pulsed Doppler echocardiography left ventricular diastolic filling patterns were recorded. Measurements showed that in respect to the control group, patients with thalassemia major and intermedia had a restrictive pattern of left ventricular diastolic filling without evidence of systolic dysfunction (increased peak early diastolic flow velocity (E) and decreased peak late (atrial) diastolic flow velocity (A) and increased ratio of these two velocities (E/A) (p<0.05). Six (40 %) of 15 patients with thalassemia intermedia and 16 (32 %) of 50 patients with tahalassemia major had diastolic dysfunction. It was also shown that a significant difference existed in left ventricular diastolic filling measurements between patients having serum ferritin level below and above 2000 ng/ml. The patients who had serum ferritin level above 2000 ng/ml showed more significant diastolic dysfunction.

5.Prevention of Ventricular Fibrillation After Aortic Declamping During Cardiac Surgery
Ergun SALMAN, Murat ÖZEREN, Mete HIDIROĞLU, Ertan YÜCEL
Pages 90 - 92
Kalp cerrahisinde aort kros klempi kaldırıldıktan sonra ventriküler fibrilasyon oluşması sık rastlanan bir durumdur. Ventriküler fibrilasyon ve konturşoklar ile tedavisi ise miyokardial injuriye katkıda bulunan olaylardır. Aort kros klempi kaldırılmadan önce verilen intravenözlidokainin etkilerini araştırmak için çalışma grubu olarak seçilen 20 hastaya aort kros klempi kaldırılmasından üç dakika önce 200 mg. intravenöz lidokalin verildi. Kontrol grubundaki 22 hastaya ise herhangi bir medikasyon yapılmadı. Multipl temel değişkenler (klemp zamanları, medikasyonlar, cerrahinin yaygınlığı ve tipi) her iki grupta benzerdi. Aort kros klempi kaldırıldıktan sonra çalışma grubundaki 20 hastanın 5 inde, kontrol grubundaki 22 hastanın ise 17 sinde ventriküler fibrilasyon oluştu (p<0.05). Fibrile olgularda çalışma grubunda ortalama 1.46 konturşok, kontrol grubunda ise ortalama 2.66 konturşok gerekti (p<0.05). Serum potasyum seviyesi keza lidokainden bağımsız olarak ventriküler fibrilasyon insidensini etkiledi. Yüksek serum potasyum seviyeleri daha düşük ventriküler fibrilasyon insidensi ile birlikte idi. Bütün potasyum seviyelerinde lidokain bağımsız olarak koruyucu etki gösterdi, lidokain ve yüksek serum potasyum seviyesi kombinasyonu ise fibrilasyondan korumada en büyük etkiye sahipti.
Ventricular fibrillation is common after aortic declamping during cardiac surgery. Ventricular fibrillation and its treatment with countershock increases the myocardial injury. In order to evaluate the effects of lidocaine who were given intravenously, 200 mg lidocaine was given 3 minutes before aortic declamping to 20 patients who were selected as a study group. No medication was given before aortic declamping to 22 patients in the control group. Several baseline variables were similar in the two groups (clamp times, medications, the extent and type of surgery). Ventricular fibrillation occurred after aortic declamping in 5 of 20 patients in the study group and 17 of 22 patients in the control group (p<0.05). A mean of 1.64 countershock in the study group and mean of 1.64 countershock in the study group and mean 2.66 countershocks in the control group were necessary in cases with fibrillation (p<0.05). The serum potassium level also affected the incidence of ventricular fibrillation independently of lidocaine. Elevated serum potassium levels were associated with a lower incidence of ventricular fibrillation. Although lidocaine was independently protective at all potassium levels, the combination of lidocaine and a high serum potassium level had the greatest effect in preventing fibrillation.

6.The Effect of Heparin on Ionized Calcium Level and Blood Pressure
Ergun SALMAN, Murat ÖZEREN, Mete HIDIROĞLU, Ertan YÜCEL
Pages 93 - 95
Heparin in vitro olarak iyonize kalsiyumu bağlar, intravenöz bolus verildiğinde vazodilatatör etki gösterir. Heparinin in vivo etkilerini araştırmak için açık kalp ameliyatı planlanan 30 hasta iki gruba ayrıldı. Birinci gruptaki 20 hastaya 300 IU/kg intravenöz bolus heparin verildi. Bu grupta heparin verilmesinden sonra ortalama arteryel basınç ve iyonize kalsiyum seviyelerinde önemli azalmalar meydana geldi. İkinci gruptaki 10 hastaya ise bolus heparin verilmesinden hemen önce 125 mg kalsiyum klorid verildi. Bu grupta iyonize kalsiyum seviyelerinde yükselme oldu, ortalama arteryel basınçta bir değişme olmadı. Bu verilerden açık kalp cerrahisinde özellikle riskli hastalarda kardiopulmoner bypass öncesi iyonize kalsiyum seviyelerine özel dikkat edilmesinin, heparinin yavaş enjeksiyonunun faydalı olacağı sonucuna varıldı.
Heparin binds ionized calcium in vitro and possesses vasodilating properties when given as an intravenous bolus. In order to evaluate in vivo effects of heparin, 30 patients undergoing open heart surgery, were divided in two groups. 300 IU/kg bolus heparin was given intravenously to 20 patients in group I. Important decreases occurred in mean arterial pressure and ionized calcium levels in this group. 125 mg calcium chloride was given to 10 patients in group 2 just before bolus heparin administration. Ionized calcium levels become elevated in this group: there was no change in mean arterial pressure. These data suggest that slow injection of heparin would be beneficial in patients with low ionized calcium levels before cardiopulmonary bypass, especially in risky patients.

7.Doppler Echocardiographic Assessment of Left Ventricular Diastolic Function in Cirrhotic Patients
Osman YEŞİLDAĞ, Abdulhalim BAKİ, Ender ÖRNEK, Olcay SAĞKAN
Pages 96 - 99
Kardiyak ve pulmoner patolojileri bulunmayan siroz tanısı almış ve asiti bulunan 16 hastada pulsed Doppler ekokardiyografi ile sol ventrikül diyastolik fonksiyonları ölçülmüş ve parasentezle en az 4 lt sıvı alındıktan 1 saat sonra ölçümler tekrarlanmıştır. Sirozlu hastalarda parasentez öncesi ortalama E hızı (cm/sn) 52.64±3.4, ortalama A hızı 64.4±3.2; parasentez sonrası ortalama E hızı 54.68±0.07, A hızı 64.95±0.03 cm/sn bulunmuştur. İstatistiki olarak parasentezin ölçülen parametreleri değiştirmediği gösterilmiştir (p>0.05). Kontrollerde ortalama E hızı 59.73±1.6 cm/sn, A hızı 44.20±1.4 cm/sn bulunmuş ve hasta grubuyla karşılaştırıldığında sirotik hastalarda mitral erken doluş hızı kontrollere göre farklı bulunamamış (p>0.05), atrial hızın hasta grubunda arttığı tespit edilmiştir (p<0.05). Sirotik hastalarda sol ventrikül diyastolik fonksiyonun bozulduğu ve parasentezle bu durumun düzelmediği gösterilmiş, muhtemelen volüm yüklenmesi dışında bazı hormonal ve metabolik faktörlerin de mevcut kardiyak anormallikten sorumlu olabileceği düşünülmüştür.
In 16 patients with clinical and histopathological diagnosis of liver cirrhosis and ascites, left ventricular diastolic function was assessed by pulsed Doppler echocardiography before and after paracentesis, and the results were compared with those obtained from 15 healthy subjects. In healthy subjects, mean values of mitral early filling velocity (E) and veloccity after atrial contraction (A) were 59.7±1.6 and 44.2±1.4 cm/sec, respectively. In cirrhotic patients, before paracentesis, the mean E and A wave velocities were found to be 52.64±3.4 and 64.4±3.2 cm/sec respectively. In these patients, A veloity was found to be significantly higher (p<0.05) than controls, without significant differencces in E velocity values, suggesting the presence of diastolic dysfunction in cirrhotic patients. After paracentesis, E and A wave velocities were found to be 54.68±0.07 and 64.94±0.03 cm/sec, respectively. No statistically significant change was observed in these velocities with paracentesis. In conclusion left ventricular diastolic function was found impaired in cirrhotic patients and not altered by paracentesis suggesting the possible role of some neurohumoral and metabolic factors rather than volume overloading.

8.Left Internal Mammary Artery Evaluation of Preoperative Angiographic Data in 100 Patients
Oktay ERGENE, Ömer KOZAN, Tuğrul OKAY, İsmet DİNDAR, Nuri ÇAĞLAR, Ubeydullah DELİGÖNÜL
Pages 100 - 104
Şubat 1992 ile Mayıs 1992 tarihleri arasında Koşuyolu Kalp ve Araştırma Hastanesi hemodinami laboratuvarında koroner anjiyografi uygulanan hastalardan, randomize seçilen 100 olguya sol intern mammarya arter (İMA) anjiyografisi yapıldı. Hastalar fizik aktivitelerine göre hafif, orta ve ağır fizik aktiviteli olarak gruplandırıldı. Sol İMA'in subklavian arterden ayrıldıktan sonraki ilk 3 cm'lik kısmında ve beşinci interkostal aralığa (5. İKA) rastlayan bölümündeki (muhtemel anastomoz yeri) çapları ölçüldü. Bu değerler arterin orjininde hafif, orta ve ağır fizik aktiviyete sahip olgularda sırasıyla 2.51±0.3, 2.75±0.32 ve 2.93±0.27 mm olarak belirlendi. Bu çaplar 5. interkostal aralıkta (İKA) yine sırasıyla 1.93±0.19, 2.07±0.16 ve 2.2±0.19 mm idi. Ağır ve orta derecede fizik aktiviteye sahip olguların İMA çaplarının, gerek ilk 3 cm'lik bölümünde, gerekse 5. İKA rastlayan bölümündeki çaplarının hafif fizik aktiviteye sahip olgulara göre istatistik olarak anlamlı derecede büyük olduğu saptandı (p<0.05). Kadınlarda orjindeki ortalama İMA çapı 2.45±0.37 mm. 5. İKA'ta 1.88±0.31 olarak saptandı. Onbeş hastada (% 15) sol İMA anomalisi kaydedildi. Olguların hiç birinde lümende daralmaya neden olan aterosklerotik lezyon saptanmadı. Düşük fizik aktiviteye sahip olgularda, arter çapının diğer gruplara göre belirgin olarak düşük bulunması nedeniyle, koroner yatağın distal ve posterior bölümlerinin İMA ile kanlandırılması gereken hallerde ve/veya koroner arter hastalığı ile birlikte sol ventrikül hipertrofisinin olduğu durumlarda preoperatif İMA anjiografisinin yararlı olabileceğini düşünüyoruz.
We performed selective left int. mammary artery (İMA) angiography to 100 randomly allocated cases between February 1992 and May 1992 at the Koşuyolu Heart and Research Hospital catheterization laboratory. Patients were classified according to their physical activity as heavy, light and intermediate groups. We measured the internal diameter of the left İMA in the first 3 cm after its take-off from the left subclavian artery and at the intercostal space (the probable anastomosis site). The values at the former site were 2.51±0.3, 2.75±0.32 and 2.93±0.27 mm for the light, intermediate and heavy physical activity groups, respectively. For the same groups the internal diameter of left İMA were 1.93±0.19, 2.07±0.19 mm at the 5th intercostal space. There was left İMA anomaly in 15 percent of cases. We failed to observe atherosclerotic luminal stenosis in any case. As were found the internal diameter of İMA in the light-activity group significantly lower than that of the other groups, it appears rational in this type of patients to perform preoperative İMA angiography if revascularization of the distal and posterior portions of the myocardial vascular bed is needed and/or when severe myocardial hypertrophy is associated with coronary artery disease.

9.Effects of Calcium Antagonists on Blood Pressure, Heart Rate and Double Product After Isometric Exercise
Sezer M.KARCIER, Nilgün GÜRSES, Ufuk YURDALAN, Burhan POLAT, Metin CANER, Serdar KÜÇÜKOĞLU
Pages 105 - 108
Komplikasyonsuz hafif ve orta derecede esansiyel hipertansiyonlu yaşları ortalama 48±8 olan 16 hastada 3x20 mg nikardipin'in (NC), ortalama 53 olan 20 hastada 1x20 mg nitrendipin'in (NT) ve 53±10 olan 12 hastada da 1x240 mg verapamil SR'nin (VR) izometrik egzersiz sırasındaki antihipertansif etkileri araştırıldı. İki haftalık ilaçsız ve bir haftalık placebo devresi sonunda istirahatte ve izometrik egzersiz esnasında kan basıncı ve kalp hızı (KH) ölçüldü ve ikili çarpım (DP) hesaplandı. İki haftalık antihipertansif tedaviden sonra izometrik egzersiz ve ölçümler tekrarlandı. Tedaviden sonra her üç grubun izometrik egzersiz esnasındaki başlangıç ve maksimal ortalama sistolik kan basıncı (SKB) ve diyastolik kan basıncı (DKB) değerleri anlamlı farklılık göstermedi. KH NC grubunda VR grubundakinden anlamlı olarak yüksek, DP ise VR grubunda anlamlı olarak düşük bulundu. Tedaviden önce 3 grup arasında SKB ve DKB nin inisiyalden maksimale artış ortalama değerleri (D) arasındaki anlamlı bir fark yokken, tedaviden sonra VR grubunda diğer iki gruba göre anlamlı olarak düşük bulundu. KH D değerleri tedaviden önce NC grubunda anlamlı düşüklük gösterirken, tedavi sonrası bu fark ortadan kalktı. Bu bulgulara göre her üç kalsiyum antagonisti de izometrik egzersiz sırasında kan basıncı artışı üzerine etkili olmakta, kardiyovasküler cevabı ve O2 tüketimini azaltmaktadır. Yalnız VR hem KB, hem KH'nı azaltıcı etkisi nedeniyle miyokardın 0 tüketimini değer iki ajana göre daha çok azalmaktadır.
The antihypertensive effect of calcium antagonists was studied in patients with mild-to-moderate uncomplicated essential hypertension after isometric exercise, following a 2-week washout and one-week placebo period the measurements of blood pressure and heart rate (HR) were made at rest and after isometric exercise. After 2-week drug treatment with nicardipine (NC) (20 mgx3 daily) in 16 patients (mean age 48±8), nitrendipine (NT) (20 mg once daily) in 20 patients (mean age 53) and verapamil slow-release formulation (VR) (240 mg once daily) in 12 patients (mean age 53±10) the same measurements were made. The initial and the maximum mean systolic (SBP) and diastolic blood pressure (DBP) during isometric exercise were not significantly different between three groups and HR was significantly higher in NC group than in VR group and DP was significantly lower in VR group after treatment. Although the means of the differences between initial and maximum, (D), SBP and DBP in three groups were not significantly different before treatment, the difference was significantly lower in VR group than the other two groups after treatment. D HR were significantly lower in NC group before treatment, but this difference disappeared after therapy. It is concluded that NC, NT and VR are similarly effective in reducing the blood pressure rise, cardiovascular response and myocardial O2 consumption during isometric exercise. But VR reduces myocardial O2 consumption more than NC and NT by decreasing both the HR and blood pressure.

10.Evaluation of Left Ventricular Functions by Doppler Echocardiography in Adolescents with Type 1 Diabetes Mellitus
Emir DÖNDER, Ali AYATA, Oğuz AYHAN, Harika ÇELEBİ, Ramiz ÇOLAK, Nadi ARSLAN
Pages 109 - 112
Bu çalışmada Tıp 1 diabetes mellituslu (Tip 1 DM) 16 hastada (9 erkek, 7 kız, ortalama 12.31±0.51 yaş) sol ventrikül diyastolik ve sistolik fonksiyonları (LVDF, LVSF) Doppler ekokardiyografi ile incelendi ve kontrol grubu (KG) (10 erkek, 8 kız, ortalama 12.66±0.49 yaş) ile karşılaştırıldı. Tip 1 DM'lu hastalarda KG'na göre LVDF parametrelerinden erken diyastolik ortalama ve zirve akım hızlarının (EVM, p<0.025, EVP, p<0.0005), E/A oranının (p<0.0005), EVM integralin (p<0.025) anlamlı olarak azaldığı, geç diyastolik akımının akselerasyon (AAA, p<0.0005) ve deselerasyon (ADA, p<0.005) averajlarının arttığı, fakat LVSF parametrelerinin etkilenmediği gözlendi. Sonuç olarak, Tip 1 DM'lu hastalarımızda LVDF'un etkilendiğini, fakat LVSF'nun etkilenmediğini söyleyebiliriz.
Left ventricular diastolic and systolic functions (LVDF, LVSF) were investigated by Doppler echocardiography in 16 patients (9 male, 7 female, average 13.3±0.5 years) with type 1 diabetes mellitus (type 1 DM) and compared with a control group (CG) (10 male, 8 female, average 12.7±0.5 years). Compared to the CG, it was observed that among the LVDF parameters early diastolic mean and peak flow velocities (EVM, p<0.025, EVP, p<0.0005), E/A ratio (p<0.0005), and EVM integral (p<0.025) significantly decreased, acceleration (AAA, p<0.0005) and deceleration (ADA, p<0.005) averages of late diastolic flow increased, but LVSF parameters were not affected in patients with type 1 DM. In conclusion, diastolic left ventricular function was affected in our type 1 diabetic adolescent patients but not the systolic function.

11.Medical Publications of Turkey in 1991 Covered by Science Citation Index
Altan ONAT
Pages 113 - 122
Ünlü Science Citation Index'in taradığı dergilerde 1991 yılında yer alan Türkiye'den kaynaklı 1080 adet bilim ve teknoloji yayınından 398'i (% 37'si) tıp alanının ilgilendiriyordu. Bir önceki yıla göre % 15'lik artış kaydedildi. Editöre mektup türünden ziyade, tam metinli makale sayısının daha fazla yükselmesi memnuniyet vericiydi. İç hastalıkları, nükleer tıp, radyoloji ile nöroloji 1991'de paylarını en çok arttıran bilim dallarıydı. Kardiyoloji bütünüyle 11 tam metinli makale ile orta düzeyini korudu. Kurumlarımızdan Ankara, Gazi, GATA ve Cerrahpaşa tıp fakülteleri hamle yapanlardandı. Son on yıllık dönemde tıp merkezlerimizin literatüre katkı paylarında, eski büyük fakültelerin aleyhine gelişme çarpıcıydı: hem daha yeni kurulan fakülteler, hem de üniversite-dışı kurumlar uluslararası yayınlardan paylarını önemli ölçüde arttırdı.
Medical source items originating from Turkey's institutions which appeared in 1991 in journals covered by the Science Citation Index amounted to 398. This represented a share of 1.8 per mille in global medicine and constituted a rise by 15 % over the preceding year. Internal medicine, nuclear medicine, radiology and neurosurgery increased their share of publications in 1991 more than other fields. Cardiology fared average with 11 articles (with full text). A somewhat anticipated trend prevailed in the past decade: while the share of the 4 major medical faculties declined from 84 % to 53 %, this was outweighed by newer faculties as well as by institutions not affilated with universities.

12.Reviews Coronary Artery Aneurysms
Nazım ARSLAN, Deniz DEMİRKAN
Pages 123 - 126
Koroner arter anevrizmaları (KAA)'nın oluşumundan sıklıkla hızlı ilerleyen ateroskleroz sorumlu tutulmaktadır. Yaygın tromboze, emboli ve rüptür en sık görülen komplikasyonlarıdır. Hastaların hayatta kalma oranı, bir veya iki koroner arteri anlamlı derecede daralmış hastalarla aynı olmaktadır. Bu yazıda KAA'nın klinik ve laboratuvar bulguları ile tedavi yaklaşımları sunulmaya çalışılmaktadır.
This brief review deals with the various aspects of coronary artery aneurysms (CAA) which are defined as a localized or diffuse abnormal dilatation along the coronary arteries. The incidence at the Gülhane Military Academy was noted as 1.6 % in 5940 patients subjected to coronary arteriography which was in agreement with many other reports. Accelerated atherosclerosis often underlies CAA in which thrombosis, distal arterial embolism and rupture are complications most commonly observed. The annual attrition rate in medically managed patients with CAA has varied around 3 %, a rate which seemed not improved by surgical approach.

13.Current Problems in Thrombolytic Treatment in Acute Myocyardial Infarction
Güneş AKGÜN
Pages 127 - 131
Akut miyokard infarktüslü hastalarda üç farklı plazminojen aktivatörü ile elde edilen sonuçlar kısaca gözden geçirildi. Reperfüzyon sağlanmış koroner arterin, özellikle ilk saatteki yeniden tıkanması bellibaşlı bir sorun olarak sürmektedir. Antitrombotik ve antiagregan tedavinin (heparin ve aspirin) kısıtlamaları ve değeri irdelendi. Akut miyokard infarktüslü hastaların daha büyük bir bölümünü trombolitik tedavi yararlarına ekspoze etmek amacıyla, akut iskemili hastaların hastaneye daha erken ulaşmalarına yol açabilecek daha iyi bir eğitim ve organizasyona erişme gereğine dikkat çekildi.
Results obtained in the treatment with three different types of plasminogen activators in patients with acute myocardial infarction were briefly reviewed. Reocclusion or the reperfused coronary artery, particularly during the first hour, remains a major problem. The limitations and value of antithrombotic and antiaggregant treatment (heparin and aspirin) were discussed. It was pointed out that a better organization should be sought to enable earlier arrival of acutely ischemic patients to the hospitals with the purpose of exposing a greater proportion of patients with acute myocardial infarction to the benefits of thrombolytic therapy.

OLGU
14.Case Report Primary Sarcoma of the Heart Diagnosed by 2-D Echocardiography: A Case Report
Oktay ERGENE, Ömer KOZAN, Mehmet ÖZKAN, Türkan Y.ERBENGİ, Aydın SAVA, Cevat YAKUT
Pages 132 - 134
Primer kalp tümörleri nadir görülür. Burada, iki boyutlu ekokardiografi ile saptanıp ameliyat olmuş, histopatolojik ve elektron mikroskopik olarak indiferansiye mezankimal hücreli kardiak sarkom tanısı konmuş bir sağ ventrikül kitlesi olgusu bildirilmiştir. Hasta postoperatif dönemde kaybedilmiştir. Kalp tümörlerinin klinik belirtilerinin değişkenliği nedeniyle tanıya varmada iki boyutlu ekokardiografi değerli bir araç ve düşüncemize göre erken tanı için zaruridir. Yazarların bilgisine göre elektron mikroskopik tetkiki yapılmış primer kalp sarkomu olgusu, ülkemizde ilk kez bildirilmektedir.
Primary heart neoplasms are rare. We present a case of right ventricular mass evaluated by 2-D echocardiography who underwent surgery and died postoperatively. Histopathological and electron microscopic diagnosis was undifferentiated mesenchymal cell sarcoma of the heart. In view of the variability of the clinical features of cardiac tumors. 2-D echocardiography is a valuable tool and, in our opinion, essential for early diagnosis. To the authors' knowledge this is the first report of a case of primary cardiac sarcoma in Turkey in whom electron microscopic evaluation was done.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.