ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 29 (2)
Cilt: 29  Sayı: 2 - Şubat 2001
1. 
İngilizce Özetler
Summaries of Articles

Sayfalar 68 - 71
Makale Özeti |Tam Metin PDF

2. 
Batı Bölgelerimiz Erişkinlerinde Kanda C-Reaktif Protein ile Fibrinojen Düzeyleri ve Diğer Risk Faktörleriyle İlişkileri
Distribution of Proinflammatory Markers and Their Interrelation with Other Cardiovascular Risk Parameters Among Turks
Altan ONAT, Burak ERER, Ali ÇETİNKAYA, Ömer BAŞAR, Köksal CEYHAN, Vedat SANSOY, Gülay HERGENÇ
Sayfalar 72 - 79
TEKHARF kolıortunun 10. y ıl takibinde Türkiyenin iiç Batı bölgesinde, 524'ü erkek, 522'si kadın olmak iizere, 1046 kişilik bir grubunda, kan basmcı, kan yağ/arı , mıtropometrik özelliklerin yanısıra akut faz reaktanlarından Creaktif protein (CRP) ile fibrinojen ölçüldü ;fizik aktivite, sigara kullamnıı, gelir düzeyi gibi yaşam tarzı ile ilgili bilgiler tespit edildi. Kardiyovasküler sistemin ananınez, fizik muayenesine ve islirahat EKG'ımn Minnesota kodlamasına göre kesin veya şüph eli 96 koroner kalp hastası (KKH) belirlendi. Yaş ortalanıaları (51±13)farketnıeyen kadın ve erkeklerde kanda CRP geometrik ortalama (2.00 1 1.90 nıg/L) ve fibrinojen ortalama değerleri (3.40±1.16 1 3.15±1.17 giL) arasında anlamlı bir fark bulunmadı. CRP ve fibrinojen düzeyleri arasında ilişki anlanılıydı (p<0.0001 ). Kadınlarda CRP, sigara içimi hariç, ölçülen tüm risk paranıetreleri ile, bilhassa aterojen metabolik sendrom unsurları ile ilişkili bulundu. Erkeklerde ise CRP, santral obezite ölçüt/eri, apolipoprotein B, kan basıncı ve fibrinojen ile anlamlı, belllkalça, trigliserid, HDL-kolesterol arasında sınu·da anlamlı bulundu. Fibrinojen değerleri - yaş ve CRP'nin dışmda - fizik aktivite, apolipoprotein B, total ve LDL-kolesterol, sisto/ik kan basıncı ve bellkalça oram ile anlam lı korelasyon içindeydi. Mültivariye analizde CRP düzeyini belirleyen bağımsı z değişkenler olarak fibrinoien, bel çevresi, total kolesterol, yaş ve ters olarak fizik aktivite ortaya ç ı ktı. Fibrinojen düzeylerinin bağımsız belirteçleri ise yaş, bellkalça oram, CRP dilimleri, sigara ve (ters yönde) fizik aktivite idi. Sağlıklı bireylerle karşılaştırıldığında, koroner kalp hastalarında CRP (p

3. 
Pulmoner Hipertansiyonlu Çocuklarda Sağ Ventrikül Sistolik Fonksiyonlarının Ekokardiyografik ve Radyonüklid Yöntemle Değerlendirilmesi
Echocardiographic and Radionuclide Evaluation of Right Ventricular Ejection Fraction in Children With Pulmonary Hypertension
Gülendam KOÇAK, Semra ATALAY, Hasan Ercan TUTAR, Halil GÜMÜŞ, Ayten İMAMOĞLU
Sayfalar 80 - 84
Son yıllarda pulmoner hiperıansiyonlu (PJ-IT) çocuklarda sağ ventrikül fonksiyonlarınm önemi üzerinde duru/maya başlanmıştır. Bu çalışmamn anıacı PHT'Iu çocuklarda sağ ventrikiil ejeksiyonfraksiyonımun (SVEF) ölçii/nıesi ve sonuçların kontrol grubu ile karşılaştırılmasıdır. SVEF ekokardiyografi (tek planda alan uzunluğu yöntemi) ve multigated radyonüklid anjiyografi (MUGA) yöntemleri ile ölçüldü. Hasta grubunu yaşları 0,3 ile 16 yıl arasmda değişen soldan sağa şant/i konjenital kalp hastalıklı 20 çocuk oluşturuyordu (4,0±5.1 ). Sonuçlar yaşları 0,4 ile 16 yıl arasında değişen 20 kontrolhastası ile karşılaştırıldı. 20 Hastada ekokardiyograftk yöntenıle ölçülen ortalama SVEF değeri 0,51±0,13, kontrol grubunda ise 0,56±0,08 bulundu (p>0,05). MUGAile elde edilen ortalama SVEF değeri hasta grubunda 0,40±0,16, kontrol grubunda ise 0,44±0,13 bulundu (p >0,05). SVEF her iki teknikle de hasta grubunda diişiik bulunmasma karşm, aradaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı görüldü. Hasta grubunda ekokardiyografi ile elde edilen SVEF ile sisto/ik pulmoner arter basmcı arasmda istatistiksel olarak önenıli negatif yönde korelasyon olduğu görüldü (r= -0,47, p<0,05). Ekokardiyografi ve MUGA ile ölçiilen sağ ventrikül ejeksiyon fraksiyonunun hasta ve kontrol grubunda istatistiksel olarakfarklı olnıadığı,fakat buna rağmenher iki teknikle ejeksiyon fraksiyonunun hastalarda dalıa düşük olduğu gözlendi. Sisto/ik pulmoner arter basıncı ile SVEF arasında negatif korelasyon gösterilmesi, henüz belirgin olmasa da, sağ ventrikiilde sisto/ik fonksiyon/ann bozu/nıaya başladığını göstermektedir.

4. 
Akut Anterior Miyokard İnfarktüsünde ST Segment Elevasyonunun Şeklinin Erken Düşük Doz Dobutamin Stres Ekokardiyografi ve Hastane İçi Mortalite ile İlişkisi
The Relation Between ST Segment Elevation Shape and Low Dose Dobutamine Stress Echocardiography and Clinical Course in Early Period of Anterior Myocardial Infarction
A. Aziz KARADEDE, Ali Vahip TEMAMOĞULLARI, Özlem AYDINALP, M. Sıddık ÜLGEN, Sait ALAN, Kenan İLTÜMÜR, Nizamettin TOPRAK
Sayfalar 85 - 92
Miyokard infarktiisünün erken döneminde ST yüksekliğinin boyutu ile miyokard hasarı arasında ilişki bulunmasına rağmen, ST yüksekliğinin şekli ile miyokard hasarı ve klinik so nuçları arasmdaki ilişki bilinmemektedir. Bu amaçla çalışmanııza ilk kez akut anteriyor miyokard in farktüsü ile ağrının ilk 6 saati içinde müracaat eden (n=62) hasta alındı. Trombolitik tedavi öncesinde alınan EKG'deki prekordiyal V3 derivasyonu referans alınarak, ST yüksekliğinin şekli, konkav (n=26), düz (n=24) ve konveks (n=12) olarak üç tipe ayrıldı. ST yüksekliğinin şekli ile, hem hastane içi seyir/eri, hem de 53 hastaya 6±2 günde yapılan düşük doz (5 ve 10 pgrlkgldk) dobutamin stres ekokardiyografi (DDSE) sonuçları arasındaki ilişki araştırıldı. infarktüs alamndaki bölgesel duvar hareket skor indeksi (DHS/) 16 segment modeline göre sol ön inen arterin beslediği 9 segnı elll üzerinden 1 'den (normal) 4'e (diskinetik) kadar değerlendirildi. Sol ön inen arter bölgesinde bazal DHSI ve bunların DDSE'ya cevapları konkav grupta daha iyiydi. Ayrıca konveks ve düz grupta infarktiis alanında ortalama akinetik veya diskinetik segment sayısı daha fa z laydı ve DDSE ile bu segmentlerde düzelme daha azdı [Konkav tip (grup A) 3.78±2 ve 2.17±2.1 p<0.01, düz tip (grup B) 5.15±2,7 ve 4.45±2.8 NS, konveks tip (grup C) 5.4±2.3 ve 4.8±2.1 NS, bazal ve DDSE]. Gmp A'daki hastaların sadece %13 (3123) DDSE ya cevap vermezken (p<0.05 grup B'ye ve p<0.01 grup C ye göre), grup B deki hastaların %35'i (7120), grup C'deki hastaların %60'ı (6110) DDSE'ya yamt vermediler. Mu/tip/ /ojistik regresyon analizinde, iyi sol ventrikül fonksiyonu (yani DHS/ <2 ) ile ST y üksekliğinin şekli arasında bazal durumda her hangi bir ilişki bulunmazken (p=0,06), DDSE sonrası bunlar arasmda bağımsız bir ilişki tespit edildi (p=0.01, OR 4.5, %95Cl 1.3-14.7). Konkav tipteki hastalarda hastanede ka ldıkları sürece ölüm olmazken düz veya konveks tip olanlardan 5'i öldü. Yine bu süre içinde aritmi sıklığı konkav olanlarda diğerlerin e göre daha azdı (p<0,05) ve efor kapasiteleri daha düşiiktü. Somıç olarak, hastaneye müracaat sırasında konkav tipte EKG'si olanlarda infarktüsle ilgili bölgede can lılık daha fazladır ve hastane içi mortalite daha düşüktür. Bu basit smıjlandmııa hasta mn tabw·cu olduğu sıradaki sol ventrikül fonksiyonlarını tahmin etmede yararlı olabilir.

5. 
Koroner Anjiyoplasti ve Stent Uygulanan Hastalarda Koroner Sinüste Endotelin-1 Düzeyleri
Coronary Sinus Endothelin-1 Levels in Patients with PTCA and Stent Implantation
Hakan BAHADIR, Mahmut ŞAHİN, Olcay SAĞKAN, Rıdvan UÇAR, Osman YEŞİLDAĞ
Sayfalar 93 - 99
Endotel kaynaklt, mitojenik özelliklere saltip vazoaktif bir peptid olan Endotelin-i (ET-i) güniimiizde bilinen en güçlü vazokonstriktör maddedir. ET-J'in ateroskleroziste aktive olduğ u ve sürecin ilerlemesine katktda bulunduğu bilinmektedir. İn vitro çaltşmalarda, damar duvanna mekanik basmç ve geri/me gibi fiziksel faktörlerin ET-i salmmasma neden olduğu gösterilmiştir. Bu çal t şnıada , koroner anjiyoplasti (PTCA) ve stent işlenıinin koroner arter ET-1 salu11n11na etkisi araşllnln11Şitr. Bu amaçla elektif PTCA ve/veya stenl karan verilen, stabil anjina pektarisli 4i hasta, sadece PTCA yaptianlar (n=22) ve stent yerleştirilenler (n =19) olarak iki gruba aynldt. İşlemlerden hemen önce ve son balon şişirilmesinden i5 dakika sonra koroner sinüsten ET-1 ölçümleri için kan almdı. Gerek PTCA, gerekse stent grubunda işlem sonrast ETi 'de bazal değerlere göre anlanı!t m·uşlar saptandt. ( strastyla; i .64 ± 0. 15 - 3.28 ± 0.39 pg/ml, p < 0.0001 ve i.28 ± 0.13 -2.72 ± 0.24 pg/ml, p<0.001). Her iki grupla m·uşlar bazale göre yaklaştk 2 kat fazlaydt . Balon şişirme saytst ve sürelerinin, uygulanan basıncın yanmda girişim yapilan damar ve sayısmm işlem sonrası ET-i üzerine anlamlt etkisi bulunmadt. Konıplikasyon gelişen 7 hastada (ciddi spazm ve diseksiyon), ET-1 değerleri oldukça yüksekti (4.23 ± 0.87 ka rş t!t k i.43 ± 0.21 pg/ml ve bazale göre yaklaştk 3 kat artmıştt). Sonuç olarak, PTCA ve stent girişimi yapilan hastalarda kardiyak ET-1 saltmmt anlamlı olarak artmaktadır ve bu artiş kamplikasyon göriilen hastalarda çok yüksek düzeydedir.

6. 
Koroner Aorto-Ostiyal ve Dal Ostiyumu Lezyonlarına Stent Uygulamasında Uzun Dönem Klinik ve Anjiyografik Sonuçlar
Long-term Clinical and Angiographic Results of Stenting in Coronary Ostial Lesions
Erhan BABALIK, Tevfik GÜRMEN, Murat GÜLBARAN, Servet ÖZTÜRK
Sayfalar 100 - 104
Koroner ostiyal tezyon/ann perkiitan balon anjiyop/asti işleminde başart orammn diişiik ve restenoz oran111111 yiiksek olduğu bilinmektedir. Bu tip tezyon/ara stent uygulama işleminde ise bazı teknik giiçliikler vardır ve bunun yan mda ostiyal stent uygulamalan so11rası klinik ve anjiyografik gidiş/e ilgili bilgiler kı slllıdır. Bu çalı şmada koroner ostiyal tezyon/anna stent yerleşt irifeli 56 hastanm işl em başarı ve kamplikasyon/an ile uzun dönem klinik ve anjiyografik sonuçlan m retrospektif olarak i11ce/edik. 56 hastadaki 57 lezyonun JO'u (%17,5) aorto-ostiyal, 47'si (%82,5) no11 aorto-ostiyal (dal ve yanda/) idi. Bir hastada stent imp/a11tasyonu işlemi başarısızlıkla sonuçlandı, buna göre işlem başansı %98,2 olarak hesaplandı. İşlem sonrası hastane içi izlem dö11eminde hiçbir hastada majör kardiyak olay gelişmedi. Bir hastada işlemden 9 giin sonra akl// ön duvar miyokard infarktiisii gelişti ve hemen trombolitik (!-PA) tedavi uygulandı. Bu hasta daha sonra elektif olarak koroner bypas operasyomma verildi. Kalan 55 hastanın 46'sına (%84) 6 ay sonra koroner anjiyografi yapıldı ve 19'ullda (%41 ,3) restenoz saptandı. Bunların da 10'una (%17,8) tekrar PTCA yapıldı, 5'i (%8,6) e/ekti} bypas operasyonuna verildi, 4'ii (%7.1) ise medikaltedaviyle takip edildi. Buna göre; stentleme işlemillden 6 ay sonra olaysız hayalla kalını o ram %71,4 olarak hesaplandı. Sonuç olarak; aorto-ostiya/ ve non aorro-ostiyal koroner tezyonlan içeren serimizele işlem başansı yiiksek, ancak aym zamanda restenoz ve hedef tezyana tekrar revaskii/arizasyo/ 1 ora11/an da yiiksektir. Literatı/re/e ko1111 ile ilgili yaym/anmış halen az sayıda çalışma vardı r. Ostiyal /ezyon/ arda farklı girişim tekniklerinin karşıtaş /Irmalı olarak test edildiği randamize çalışmalara gereksinim vardır.

7. 
ANTEROSEPTAL, MİDSEPTAL VE PARAHİSİAN AKSESUAR YOLLARlN ABLASYONU: NE KADAR RİSKLİ?
Catheter Ablation of Anteroseptal, Midseptal and Para-Hisian Accessory Pathways: How Risky?
Kâmil ADALET, Fehmi MERCANOĞLU, Alpay SEZER, Kerem ÖZER, Mehmet MERİÇ, Faruk ERZENGİN
Sayfalar 105 - 110
AV düğüme ya km aksesuar yollarm radyofrekans kateter ablasyonu (RFA) AV tam bloka yol açabilir ve kalıcı pacemaker implantasyonu gerekebilir. Bu kamp/ikasyondan kaçmmak için muhtelif metodlar (juguler yaklaşım , güç ya da ısımn tedrici arıtmlması gibi) önerilmiştir. Bu çalışmada, fenıoral veya ve na ka va superior yaklaşımı ve tedrici ısı arttırımı metodu ile RFA yapılan anteroseptal (AS), midsepta/ (MS) veya Parahisian (PH) aksesuar yollu 36 hasta (Grup I: ll kadm, 25 erkek; ort. yaş. 30.1±11.7 yıl) ile diğer bölgelerde aksesuar yolları bulunan 215 hastadaki (Grup ll: 87 kadm, 128 erkek; ort. yaş. 37.3±13.9 yıl) abiasyon sonuçları karşılaştırıldı. Mu/tipi aksesuar yollu hastalar çalışma kapsamı dışında tutuldular. Her iki grubun yaş orta laması, cinsiyet dağılımı, semptom süresi, daha önce kullanılan ve etkisiz kalan antiOI ·itmik ilaçların sayısı farklı değildi. RFA süresi, flıwroskopi süresi, verilen akım sayısı ve ortalama ısı da benzerlik gösterdi. Grup /'deki başarı oranı (%94) ve Grup I/'deki başarı oram (%96) istatistiki olarakfarklı bulunmadı. Senkop ya da presenkop tanımlayan hastaların oram Grup /'de (%100), Grup I/'ye (%45) nispetle çok daha fazla idi (p<0.001 ). Grup /'de daha çok konıplikasyon gözlendi (sırası ile %11 ve %2.7, p<0.05). Parahisian aksesuar yollu bir hastada AV tanı blok (%2 .7) ve anteroseptal aksesuar yollu başka bir hastada geçici PR uzaması (% 2.7) gözlendi. Bu tür konıplikasyon Grup I/'de hiçbir hastada oluşmadı. Grup !'de hiçbir hastada nüks gelişmemesina karşın, Grup I/'deki 17 hastada (%8) nüks oluştu. Sonuç olarak, düşük, ancak kayda değer oranda AV tanı blok riski olduğu için, AS, MS veya PH aksesuar yolu bu/ ıman hastalarda ani ölüm riski yüksek olduğunda ya da ciddi semptomlar varsa RF A abiasyanun uygulanması gerektiği kanısma varıldı.

8. 
Önceden Tedavi Edilmemiş Esansiyel Hipertansiyonlu Hastalarda Enalapril ve Losartan'ın Plazma Nitrat Düzeyine Etkileri
Enalapril and Losartan on the Level of Plasma Nirate in Untreated Essential Hypertensive Patients
Haksun EBİNÇ, Mustafa CEMRİ, Timur TİMURKAYNAK, Murat ÖZDEMİR, Gülzade DÖNMEZ, Fatma AYERDEN, Rıdvan YALÇIN, Bülent BOYACI, Atiye ÇENGEL
Sayfalar 111 - 116
Bu çalışmada tedavi edilmemiş esansiyel hipertansiyonlu hastalarda bir ACE inhibitörü olan enalapril ile bir AT1 reseptör antagonisti olan losa rtanın plazma nitrik oksit düzeyine olan etkileri araştırıldı. Çalışmaya 19 kadırı , 9 erkek, toplam 28 hasta kabul edildi. Hasta/ann yaşlan 32 ile 66 (ortalama 46.9±8.8) arasmda değişmekteydi . Hastalar iki gruba aynldı/ar. Birinci gruba enalapri/20 mglg, 2. gruba losartan 50 mglg dozdan başlandı. Olgu/ann tedavi öncesi ve tedavi son rası 8. haftada plazma nitrat düzeyi ölçümleri yapıldı. Her iki ilaç ile klinik kan basmçlarında anlamlı düşme kaydedildi. Enalapril alan hastalarda tedavi öncesi plazma nitratı 13.20 ± 4.75 )~MIL iken tedavi sonrası 13.71 ± 5.71 fiMIL olarak bulundu. Losartan alan grupta ise tedavi öncesinde 14.09 ± 5.21 )IMIL oları plazma nitrat düzeyi değeri tedavi sonrasında 15.12 ± 8.77 pMIL olarak bulundu, buna karşın her iki grupta da tedavi öncesi ve sonrası fark anlamlt değildi (p>0.05 ). Sonuç olarak, hem enalapril, hem de losartan tedavisi ile istatistiksel yönden anlamlı derecede olmasa bile plazma nitrat düzeyinde artış sağlanabileceği düşünüldü. Bununla birlikte plazma nitrat diizeyine antilıipertansif tedavinin etkisini değerlendiren randomize, daha çok hasta sayılı çaltşmalar yapı lması gerektiği kanaatindeyiz.

9. 
Kalp Hastasının Kalp Dışı Cerrahi Öncesi Değerlendirilmesinde Klinik Kardiyoloğun Yaklaşımı
Perioperative Evaluation and Management of Patients With Cardiovascular Disease Undergoing Noncardiac Surgery
Murat ERSANLI
Sayfalar 117 - 130
Kalp hastalarınıda kalp dışı cerrahi sıklıkla uygulanan bir girişinıdir. Gerek kalp hastalıklarımn, gerekse kalp dış1 cerrahi indikasyonrmun yaşlı popülasyonda daha fazla olduğu diişiinüldiiğünde; ve toplunıda yaşlanmanm giderek arffığ1 göz önünde tutulduğunda; ilerde daha da s1k karşllacağınıız bir prosedür olacaktir. Cerrahi travmailin kardiyo-vasküler sisteme direkt etkisi, operasyonun uzanıası, aciliyeti, süresi, önemli kananıalar, büyiik voliinı değişiklikleri, anestezi ve cerrahinin hemodinamik ve metabolik stresi, nörohornıonal ve lıenıostatik değişimler, viicılf ıs1s1 değişimi gibi sebeplerle, kardiyak bir hastada konıplikasyon oram artar. Cerrahi girişim ve perioperatif bakını özellikle takip eden hekim, anestezist, YBÜ hekimi ve cerrah iletişimi ile başanya ulaşır . Bu tiir hastalarda, konıplikasyon oranını, morbidite ve morraliteyi azaltmak için çok sayıda çalışma yaptlnıış ve biiyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu der/enıede kalp hastasmda kalp dışı cerrahi kılavuzu (ACCIAHA) ve takiben yapılan önemli çalışmalar esas alınmıştır.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama

Copyright © 2025 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi