ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 51 (1)
Cilt: 51  Sayı: 1 - Ocak 2023
EDITÖRYAL YORUM
1. 
Yavaş Koroner Akım: Henüz Çözülemeyen Gizemli Hastalık
Coronary Slow Flow: A mysterious disease that has not yet been clarified
Nihat Kalay, Şaban Keleşoglu
PMID: 36689287  doi: 10.5543/tkda.2023.95035  Sayfalar 1 - 2
Makale Özeti |Tam Metin PDF

ARAŞTIRMA
2. 
Ürik Asitin Koroner Yavaş Akımlı Hastalarda Diyastolik Fonksiyonunun Kötüleşmesi ve Advers Sonuçlarla İlişkisi
Uric Acid Is Associated with Worsening of Diastolic Function and Adverse Outcomes in Patients with Coronary Slow Flow
Yonghong Niu, Hongju Zhang, Xiao Dong Li, Yutong Cheng, Su Wang, Qian Wang, Chayakrit Krittanawong, Edward A. El-Am, Ning Ma, Tao Sun
PMID: 36689291  doi: 10.5543/tkda.2022.32035  Sayfalar 3 - 9
Amaç: Koroner yavaş akımlı hastalarda ürik asidin diyastolik fonksiyonun kötüleşmesi ve klinik sonuçlar üzerindeki etkisi belirsizliğini korumaktadır. Bu çalışma, koroner yavaş akım hastalarında serum ürik asit, diyastolik fonksiyonun kötüleşmesi ve majör advers kardiyovasküler olaylar arasındaki olası ilişkileri araştırmayı amaçlamaktadır.

Yöntemler: Anjiyografik olarak koroner yavaş akım tanısı konulan 537 hastadan prospektif olarak kan örnekleri alındı. Bunlardan 425 hastaya stres ekokardiyografi ile maksimum koşu bandı eforunun hem öncesinde hem de sonrasında kapsamlı kardiyak fonksiyon değerlendirmesi yapıldı. Serum ürik asit ile majör advers kardiyovasküler olaylar arasındaki ilişki, Cox orantılı tehlikeler regresyon modeli kullanılarak incelendi.

Bulgular: 425 hastadan (ortalama yaş: 58 ± 11 yıl; %52,2 erkek) 176’sında (%41,4) egzersizstresinden sonra diyastolik fonksiyonda kötüleşme meydana geldi. Diyastolik fonksiyonu kötüleşen hastalarda, diğerlerine kıyasla serum ürik asit seviyeleri yüksekti (sırasıyla 5,7 [4.1,6.7] ve 4.3 [3.6, 5.3] mg/dL; P <.001). Yüksek serum ürik asit seviyeleri, diyastolik fonksiyonu kötüleşen hastalarda nötrofil sayıları ve yüksek duyarlı C-reaktif protein ile de anlamlı şekilde ilişkiliydi, ancak yüksek olmayanlarda böyle bir ilişki yoktu. Çok değişkenli regresyon analizi, serum ürik asidin diyastolik fonksiyonun kötüleşmesinin bağımsız bir öngörücüsü olduğunu ortaya koydu (odds oranı = 1.87 [1.17-3.82], P =.023). Ayrıca, serum ürik asit, ekokardiyografik ve klinik değişkenler için düzeltme yapıldıktan sonra bile majör advers kardiyovasküler olaylarla ilişkili bulundu (risk oranı = 1.56 [1.03-2.89], P =.016).

Sonuç: Serum ürik asit, diyastolik fonksiyonun kötüleşmesi ile ilişkilidir ve inflamasyon aracılık edebilir. Bu bulgular, ürik asidin koroner yavaş akımı olan hastalarda majör advers kardiyovasküler olaylar için bir risk faktörü olduğunu göstermektedir.

3. 
Ciddi Hipertrigliseridemi ile ilişkili Genetik Varyantlar: LPL, APOC2, APOA5, GPIHBP1, LMF1 ve APOE
Genetic Variants Associated with Severe Hypertriglyceridemia: LPL, APOC2, APOA5, GPIHBP1, LMF1, and APOE
Amir Hossein Abedi, Ilgın Yıldırım Şimşir, Fahri Bayram, Huseyin Onay, Su Özgür, Adam Mcintyre, Peter Toth, Robert Hegele
PMID: 36689289  doi: 10.5543/tkda.2022.98544  Sayfalar 10 - 21
Amaç: Yüksek trigliserid (TG) düzeyleri; aterosklerotik kardiyovasküler hastalık (ASKVH) ve pankreatit riskinde artma ile ilişkilidir. Amacımız, Türkiye'nin iki farklı coğrafi bölgesinde ciddi hipertrigliseridemi (HTG) ve pankreatit birlikteliğini değerlendirmek ve ülkemizdeki monogenik HTG’ye yol açan varyantları tanımlamaktır.

Yöntemler: Çalışmamızda 2014-2019 yıllarında endokrinoloji polikniklerine başvuran, TG düzeyi ≥500 mg/dL (5,7 mmol/L) olan HTG vakaları incelenmiştir. LPL, APOC2, APOA5, GPIHBP1, LMF1 ve APOE genleri, potansiyel olarak patojenik varyantları taramak için yeni nesil dizileme kullanılarak sekanslanmıştır.

Bulgular: Yüz otuz altı hastanın 64'ünde (%47,1) potansiyel olarak patojenik varyantlar tespit edildi. 42 (%30,9) vakada LPL, 10 (%7,4) vakada APOA5, 5 (%3,7) vakada APOC2, 5 (%3,7) vakada LMF1 ve 2 (%1,5) vakada APOE varyantları saptandı. Pankreatit geçiren grupta (n = 76, %56,3) LPL varyantları, pankreatit öyküsü olmayan (n = 60, %43,7) gruba göre daha yüksek sıklıkta (P <0,001) görüldü. Pankreatit geçiren hastaların medyan TG'si 2083 mg/dL (23,5 mmol/L) ve pankreatit geçirmeyen hastaların medyan TG'si 1244,5 mg/dL (14,1 mmol/L) idi.

Sonuç: Pankreatit ve ASKVH’ın önlenmesi için HTG tanısına doğru bir yaklaşım önemlidir. Sekonder nedenleri dışladıktan sonra primer HTG için varyantların değerlendirilmesi, hasta merkezli hassas bir tedavi planının yapılmasına yardımcı olabilir.

4. 
Ateroskleroz Şüphesi Olan Hastalarda Koroner Bilgisayarlı Tomografi Anjiyografik Özelliklerinin Cinsiyete Bağlı Olarak Karşılaştırılması: Tek Merkez Deneyimi
Gender-Dependent Comparison of Coronary Computed Tomography Angiographic Characteristics among Patients with Suspected Atherosclerosis: A Single-Center Experience
Aslan Erdoğan, Eyup Özkan, Mehmet Rasih Sonsöz, Ömer Genç, Ersin Ibişoğlu, Yelda Özateş, Duygu Inan, Muhammed Mert Göksu, Yiğit Can Kartal, Ali Fuat Tekin, Berk Erdinç, Gazi Çapar, Ahmet Güler, Alev Kılıçgedik, Ali Karagöz
PMID: 36689283  doi: 10.5543/tkda.2022.75572  Sayfalar 22 - 31
Amaç: Bu çalışmada göğüs ağrısı ile başvuran hastalarda koroner arter hastalığı (KAH) risk faktörleri, ateroskleroz varlığı ve şiddeti ve plak tipi dağılımında cinsiyete dayalı farklılıkları incelemeyi amaçladık.

Yöntemler: Ağustos 2020-Ekim 2021 tarihleri arasında kardiyoloji polikliniğimize göğüs ağrısı ile başvuran ve bilgisayarlı koroner tomografik anjiyografi (BTA) yapılan toplam 1496 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların BTA'larından elde edilen plak özellikleri, Agatston skoru ve Koroner Arter Hastalığı Raporlama ve Veri Sistemi (CAD-RADS) skoru cinsiyete göre karşılaştırıldı.

Bulgular: Değerlendirilen 1496 hastanın yüzde 47,9'u kadındı. Kadınların %35.4'ünde ve erkeklerin ise %52,9'unda ateroskleroz saptandı (P <0,001). Diabetes mellitus [155 (%21,8) ve 123 (%15,7); P <0,001] ve hipertansiyon [271 (%38,1) ve 249 (%32); P <0.001] oranları kadınlarda erkeklerden daha yüksekti. Plak yükü ve yüksek riskli plak oranı erkek cinsiyette daha yüksek bulundu (P <0,001). Orta-yüksek derecedeki koroner darlık (CAD-RADS ≥3) oranı, erkeklerde %21.6, kadınlarda %12.2 olarak izlendi (P <0,001). Agatston skoru tüm yaş gruplarında erkeklerde kadınlara göre daha yüksek bulundu (P <0,001). KAH şiddeti kadınlarda yaşla birlikte keskin bir şekilde arttı (P etkileşimi = 0,003).

Sonuç: Kadın hastalarda geleneksel risk faktörü oranları daha yüksek olmasına rağmen, erkek cinsiyet, artmış koroner plak yükü, yüksek riskli plak, CAD-RADS ve Agatston skorları ile ilişkilendirildi. Bu nedenle cinsiyete bağlı farklılıkları dikkate alan hasta temelli yaklaşımlar etkin tedavi ve takip sağlayabilir.

5. 
Hipertansif Hastalarda Renal Kan Akışını Değerlendirirken Diabetes Mellitus Unutulmamalıdır: Bir Renal Çerçeve Sayım Çalışması
Remember Diabetes Mellitus When Assessing Renal Blood Flow in Hypertensive Patients: A Renal Frame Count Study
Idris Buğra Çerik, Ferhat Dindaş, Mehmet Birhan Yılmaz
PMID: 36689284  doi: 10.5543/tkda.2022.77567  Sayfalar 32 - 39
Amaç: Diabetes mellitus (DM), renal kan akışında ve glomerüler filtrasyonda dinamik değişikliklerle ilerler. Renal çerçeve sayısı (RFC), renal kan akışındaki mikrovasküler ve makrovasküler değişiklikleri gösterebilen sineanjiyografik bir parametredir. Bu çalışmada biz DM'nin renal perfüzyonda neden olabileceği değişiklikleri RFC kullanarak göstermeyi amaçladık.

Yöntemler: Çalışmaya renal anjiyografi yapılan 55 DM hastası ve 55 DM olmayan hasta olmak üzere toplam 110 hipertansif olgu retrospektif olarak alındı. Tüm deneklerin RFC değerleri hesaplandı ve birbirleriyle karşılaştırıldı.

Bulgular: Bazal demografik özellikler ve antihipertansif ilaçlar açısından iki grup arasında anlamlı fark yoktu. Sol renal arterden ölçülen RFC değeri DM grubunda kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşüktü. (sırasıyla 11,33±2,55, 13,49±3,24; p<0,001). Sağ renal arterden ölçülen RFC değeri DM grubunda kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşük saptandı (sırasıyla 11.07±2.43, 13.33±3.07; p<0.001). Ortalama RFC değeri de DM grubunda kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha düşüktü (sırasıyla 11.20±2.18, 13.41±2.84, p<0.001). Ortalama RFC'yi etkileyebilecek değişkenleri belirlemek için yapılan çok değişkenli lineer regresyon analizinde, ortalama RFC değeri ile sadece HbA1C düzeyinin ilişkisi olduğu belirlendi.

Sonuç: Bildiğimiz kadarıyla bu çalışma DM ile RFC arasındaki ilişkiyi araştıran ilk çalışmadır. DM hastalarında renal kan akımındaki artışa paralel olarak RFC azalmaktadır. RFC'nin klinik kullanımında bu ilişki dikkate alınmalıdır.

6. 
Alternatif Ajanlarla Septal Redüksiyon Tedavisinden Sonra İletim Bozuklukları ve Aritmi Riski: EVOH-DMSO ile Pilot Çalışma ve Sistematik Derleme
Conduction Disturbances and Arrhythmia Risk After Septal Reduction Therapy with Alternative Agents: A Pilot Study with EVOH-DMSO and Systematic Review
Serkan Asil, Kudret Aytemir
PMID: 36689282  doi: 10.5543/tkda.2022.69570  Sayfalar 40 - 49
Amaç: Cerrahi septal miyektomi ve alkol septal ablasyonu, obstrüktif HKMP'de sol ventrikül çıkım yolu gradiyentini hafifletmek için önerilen tedavi yöntemleridir. Alkol septal ablasyonun cerrahiye göre birçok avantajı olmasına rağmen yaşamı tehdit eden bazı komplikasyonlarla da ilişkilidir. Bu nedenle merkezimiz septal arter embolizasyonu için alternatif ajanlar kullanmaktadır. Bu çalışmada, EVOH-DMSO ile septal ablasyon verilerimiz ışığında, tüm diğer alternatif ajan septal redüksiyon yöntemleri ve alkol septal ablasyonu sonrası iletim sistemi bozuklukları ve aritmi riski karşılaştırması amaçlanmıştır.

Yöntemler: EVOH-DMSO ile septal redüksiyon tedavisi alan 25 hasta retrospektif olarak, bunun yanında tüm alternatif ajan septal redüksiyon çalışmaları sistematik literatür taraması ile incelendi ve karşılaştırıldı.

Bulgular: Semptomatik obstrüktif HKMP’li 25 hasta (%52 kadın; ortalama yaş: 55,8±17,1) çalışmaya alındı. Pik sol ventrikül çıkım yolu gradiyenti prosedürden sonra önemli ölçüde azaldı (68'e karşı 20 mmHg; P <0,001). 12 aylık takipte mortalite olmadı. 2 (%8) hastada tam atriyoventriküler blok kaydedildi. İşlem sonrası RBBB insidansı belirgin artmıştı (işlem öncesi 2 hasta (%8), işlem sonrası 9 hasta (%36) p = 0,002). Takipte EKG ve Holter monitörizasyonunda sürekli ventriküler taşiaritmi olmadı ve atriyal fibrilasyon sıklığında değişiklik yaşanmadı. EVOH-DMSO'yu diğer alternatif ajanlar ile sistematik literatür taraması yaparak karşılaştırdık ve EVOH-DMSO'nun diğer alternatif ajanlardan daha yaygın olarak iletim sistemi sorunlarına neden olabileceğini saptadık.

Sonuç: EVOH-DMSO, diğer alternatif ajanlardan daha yaygın, ancak alkol septal ablasyondan daha az iletim sistemi sorunlarına neden olabilmektedir.

7. 
Transkateter ve Cerrahi Olarak Kapatılan Sekundum Tip Atriyal Septal Defektli Olguların Aritmi Sıklık, Yönetim ve Risk Faktörlerinin Değerlendirilmesi
Evaluation of Arrhythmia Prevalence, Management, and Risk Factors in Patients with Transcatheter and Surgically Closed Secundum Atrial Septal Defects
Eser Doğan, Engin Gerçeker, Gamze Vuran, Mehmet Murat, Ceren Karahan, Cüneyt Zihni, Uğur Karagöz, Mustafa Karaçelik, Murat Muhtar Yılmazer, Timur Meşe
PMID: 36689288  doi: 10.5543/tkda.2022.98384  Sayfalar 50 - 55
Amaç: Atriyal septal defekt (ASD), tüm doğuştan kalp hastalıklarının %6-10'unu oluşturur. Sekundum ASD kapatma; cerrahi veya perkütan olarak yapılabilir. İşlem öncesi, sırası ve sonrasında ortaya çıkan çeşitli aritmileri belirleyip, yönetimini değerlendirmeyi amaçladık.

Yöntemler: Çalışmaya Ocak 2008 ile Ocak 2020 arasında izole sekundum ASD'nin transkateter veya izole cerrahi olarak kapatılması uygulanan 0-18 yaş arası toplam 427 hasta dahil edildi. Her iki grup için postoperatif EKG kayıtları, intraoperatif aritmiler ve tedavileri kaydedildi. Ekokardiyografi ve EKG, postoperatif 1. hafta, 1, 3 ve 6. aylarda ve sonrasında yıllık olarak değerlendirildi.

Bulgular: Transkateter kapama sonrası, izlemdeki bazal EKG kayıtlarında; 21 hastada inkomplet sağ dal bloğu paterni saptandı. 229 hastada EKG sinüs ritminde saptandı. Cerrahi kapama sonrası izlemdeki bazal EKG kayıtlarında; 23 hastada inkomplet sağ dal bloğu paterni, 3 hastada komplet sağ dal bloğu, 1 hastada komplet AV tam blok paterni saptandı. 150 hastanın EKG sinüs ritminde izlendi. Transkateter grubundaki 104 hasta ve cerrahi grubundaki 96 hasta için en az bir postoperatif takip Holter EKG kaydı alınabildi. Transkateter kapatılan 104 hastanın 97'sinde (%93,3) normal Holter EKG bulguları, 7'sinde (%6,7) aritmi vardı. Cerrahi olarak kapatılan 96 hastanın 85'ünde (%88,5) normal Holter EKG bulguları, 11'sinde (%11.5) aritmi vardı. Aritmi sıklığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (P = 0,164).

Sonuç: Erişkinlerde yapılan çalışmalarda aritmi sıklığının pediatrik yaş grubuna göre daha yüksek olması, çocukluk çağında ASD'nin erken tanı ve tedavisinin önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Her iki grupta benzer aritmi insidansı saptanması, uygun hastalarda her iki kapatma yönteminin de güvenliğini ve etkinliğini desteklemektedir.

DERLEME
8. 
Anlık Dalgasız Oran: İntrakoroner Fizyolojiyi Değerlendirmek için Yeni Adenozin Bağımsız Metot
Instantaneous Wave-Free Ratio: Novel Adenosine-Free Method to Assess Intracoronary Physiology
Murat Çimci, Sophie Degrauwe, Marco Roffi, Yazan Musayeb, Bilgehan Karadağ, Juan F. Iglesias
PMID: 36689290  doi: 10.5543/tkda.2022.57183  Sayfalar 56 - 62
Fraksiyonel akım rezervi, çoklu koroner arter hastalığı olan hastalarda ve borderline lezyon varlığında daha önce non-invaziv değerlendirilmemiş koroner anjiyografi işlemine giren hastalarda önemli bir strateji olarak kabul edilmiştir. Spesifik bir diyastolik aralıkta ölçülen instantaneous wave free ratio hiperemik olmayan bir basınç oranıdır. Vazodilatatör ajan gerektirmeme, işlem hızı, geri çekme fenomeni ile ardışık ve yaygın infiltre damarlarda birbirinden ayrı darlıkların değerlendirilmesi ve optimal koroner revaskülarizasyonun değerlendirilmesi ile gerekçelendirilmesine izin veren sanal perkütan koroner girişim gibi avantajlarına bağlı olarak instantaneous wave-free ratio, koroner fizyoloji alanında değerli bir seçenek olmuştur. Bu derlemede fraksiyonel akım rezervi ile koroner fizyolojik kavramını ve köşe taşı çalışmalarla instantaneous wave-free ratio’nun ortaya çıkışını farklı klinik senaryolarda kullanımıyla birlikte işaret etmek amaçlanmıştır.

OLGU BILDIRISI
9. 
Sağ koroner arterin ostial güdüksüz kronik total oklüzyonu: Retrograd yaklaşım
Stumpless ostial right coronary artery chronic total occlusion: Retrograde approach
Sharath Reddy
PMID: 36689281  doi: 10.5543/tkda.2022.05808  Sayfalar 63 - 68
Koroner total oklüzyonların, özellikle aorto-ostial lezyonların perkütan koroner müdahaleleri zordur. Aorto-ostiyal kronik total oklüzyonlarda antegrad girişim (telleme-wiring) mümkün olmadığı için, retrograd girişim, tek strateji olmaya devam etmektedir. Bu yazıda, retrograd girişim ve snare yöntemi ile eksternalizasyon ile başarılı bir şekilde açılan güdüksüz sağ koroner arter ostial kronik total oklüzyon olgusunu sunmaktayız. Perkütan koroner girişimde stentleme stratejisini yönlendirmek için, diffüz daralma gösteren distal sağ koroner arter ve posterior sol ventrikül dalı anlayabilmek adına intravasküler ultrason yapıldı.

10. 
Genç Bir Atletde Konjenital Biküspit Aort Kapağı ile İlişkili Sol Ana Koroner Arterin Nadir Anormal Çıkışı Vakası
An Abnormal Left Main Coronary Artery Origin, Which is Rare in A Young Athlete with A Bicuspid Aorta
Uzeyir Rahimov, Emin Karimli, Shafag Mustafaeva, Ozgur Kocamaz
PMID: 36689286  doi: 10.5543/tkda.2022.83445  Sayfalar 69 - 71
Biküspit aort kapağı erişkinlerde kalbin en sık görülen konjenital anomalilerinden biridir. Aynı zamanda koroner arter anomalilerinin daha yüksek insidansı ile ilişkilidir. Semptomatik genç bir sporcuda, sol ana koroner arterin sol arka koroner sinüs Valsalva'dan anormal çıkışı ile ilişkili nadir bir konjenital biküspit aort kapağı vakasını sunuyoruz.

11. 
Metastatik Hipofarenks Kanseri Olan Bir Hastada Acil Trakeostomi Sonrası Gelişen İyatrojenik Sol Taraf Pnömotoraksına Bağlı Gelişen Geçici Akut İnferolateral ST-Segment Elevasyonu
A Transient Inferolateral ST-Segment Elevation on the Electrocardiogram Due to an Iatrogenic Left-Sided Pneumothorax After an Urgent Tracheostomy in a Patient with Metastatic Hypopharynx Cancer
Kurtuluş Karaüzüm, Mustafa Doğuş Gökçek, Beyza Kalaş, İrem Karaüzüm, Ertan Ural
PMID: 36689292  doi: 10.5543/tkda.2022.28589  Sayfalar 72 - 75
Göğüs ağrısı olan hastalarda elektrokardiyografide (EKG) ST-segment yükselmesi varlığı hekimler için uyarıcıdır. Bu hastalara genellikle acil koroner anjiyografi yapılmaktadır. Bununla birlikte, EKG’de ST-segment yükselmesine neden olabilecek perikardit, hiperkalemi, Brugada sendromu, hipotermi ve erken repolarizasyon gibi birçok klinik durum mevcuttur. Pnömotoraks, trakeostominin nadir bir komplikasyonudur ve semptomları ani gelişen göğüs ağrısı ve nefes darlığıdır. Ayrıca pnömotoraksın EKG’de ST-segment değişikliklerine neden olabileceği bilinmektedir. Biz de metastatik hipofarenks kanseri ve normal koroner anjiyografisi olan bir hastada acil trakeostomi sonrası gelişen iyatrojenik sol taraflı pnömotoraksa bağlı geçici akut inferolateral ST-segment yükselmesini sunduk.

OLGU GÖRÜNTÜSÜ
12. 
Bir Ekstraksiyon Komplikasyonu: Aşırı Burulma ve Yönetimi
An Extraction Complication: Extreme Twisting and Its Management
Serkan Çay, Fırat Özcan, Özcan Özeke, Meryem Kara, Serkan Topaloğlu
PMID: 36689285  doi: 10.5543/tkda.2022.82566  Sayfalar 76 - 78
Makale Özeti |Tam Metin PDF

DIĞER YAZILAR
13. 
Kardiyolojide Gündem ve Yorumlar
Comments on Cardiology
Ertan Ural
Sayfalar 79 - 80
Makale Özeti |Tam Metin PDF

HAKEM LISTESI
14. 
Hakemlerimize Teşekkür 2022
Acknowledgement to Our Reviewers 2022

Sayfa 81



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama



Copyright © 2025 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi