ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 39 (3)
Cilt: 39  Sayı: 3 - Nisan 2011
ARAŞTIRMA
1.
Romatizmal mitral darlığı olan hastalarda QT dispersiyonu ve ekokardiyografik bulgular ve serum NT-proBNP düzeyi ile ilişkisi
QT dispersion in patients with rheumatic mitral stenosis and its relation with echocardiographic findings and serum NT-proBNP levels
Kadriye Orta Kilickesmez, Gulsum Bulut, Murat Baskurt, Ugur Coskun, Ahmet Yildiz, Serdar Kucukoğlu
PMID: 21532293  doi: 10.5543/tkda.2011.01230  Sayfalar 183 - 190
Amaç: Romatizmal mitral darlığı olan hastalarda QT interval dispersiyonunun değeri ve ekokardiyografik bulgular ve serum N-terminal pro beyin natriüretik peptit (NT-proBNP) düzeyi ile ilişkisi araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya orta veya ileri derecede romatizmal mitral darlığı olan 46 hasta (39 kadın, 7 erkek; ort. yaş 46.9±9.7) alındı. Tüm hastalara ekokardiyografik inceleme yapıldı. Elektrokardiyografiden hemen sonra serum NT-proBNP ölçümü için kan alındı. QT intervali ve QRS kompleksi 12 derivasyonlu elektrokardiyografide el ile ölçülerek belirlendi. Hasta grubunun elektrokardiyografik ve ekokardiyografik bulguları ve serum NT-proBNP düzeyleri, 30 sağlıklı bireyden (26 kadın, 4 erkek; ort. yaş 46.1±7.3) oluşan kontrol grubuyla karşılaştırıldı.
Bulgular: Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında, serum NT-proBNP düzeyi mitral darlığı olan hastalarda anlamlı derecede yüksek bulundu (284.6±206.5 ve 70.2±9.3 pg/ml, p<0.001). Ortalama QT intervali, QTc intervali ve QT dispersiyonu değerleri kontrol grubuna göre anlamlı derecede uzamış idi (sırasıyla, 378±25 ve 349±21, 420±22 ve 401±19, 61±21 ve 38±15 msn; p<0.005). QT ve QTc dispersiyonları mitral kapak alanıyla negatif (QT: r=-0.311, p=0.03; QTc: r=-0.327, p=0.02), serum NT-proBNP düzeyiyle pozitif ilişki gösterdi (QT: r=0.583, p<0.001; QTc: r=0.637, p<0.001). Regresyon analizinde, QTc dispersiyonu serum NT-proBNP düzeyinin bağımsız bir öngördürücüsü idi (β=0.330, p=0.03).
Sonuç: Bulgularımız, romatizmal mitral darlığında QT dispersiyonunun, mitral kapak hastalığının ekokardiyografik derecesiyle ve serum NT-proBNP düzeyi ile ilişkili olduğunu gösterdi. İnvaziv olmaması, kolay ve ucuz bir yöntem olması nedeniyle, QT dispersiyonu mitral darlığının klinik ve ekokardiyografik değerlendirmesinde tamamlayıcı olarak kullanılabilir.
Objectives: We evaluated the value of QT interval dispersion in patients with rheumatic mitral stenosis (MS) in association with echocardiographic parameters and serum N-terminal pro brain natriuretic peptide (NT-proBNP) levels.
Study design: The study consisted of 46 patients (39 women, 7 men; mean age 46.9±9.7 years) with moderate-to-severe rheumatic MS. All patients underwent echocardiographic examination. Blood samples for NT-proBNP were collected immediately after ECG recording. QT interval and QRS complex were measured manually on standard 12-lead surface ECGs. Electrocardiographic and echocardiographic findings and serum NT-proBNP levels were compared with those of a control group consisting of 30 healthy subjects (26 women, 4 men; mean age 46.1±7.3 years).
Results: Compared to controls, serum NT-proBNP levels were significantly higher in MS patients (284.6±206.5 vs. 70.2±9.3 pg/ml, p<0.001). The mean QT interval, QTc interval, and QT dispersion were significantly prolonged in MS patients compared to controls (378±25 vs. 349±21, 420±22 vs. 401±19, and 61±21 vs. 38±15 msec, respectively; p<0.005). QT and QTc dispersions were negatively correlated with mitral valve area (QT: r=-0.311, p=0.03; QTc: r=-0.327, p=0.02), and positively correlated with serum NT-proBNP level (QT: r=0.583, p<0.001; QTc: r=0.637, p<0.001). QTc dispersion was also an independent predictor of serum NT-proBNP level in regression analysis (β=0.330, p=0.03).
Conclusion: Our results indicate that QT dispersion is related to the echocardiographic degree of rheumatic mitral valve disease and serum NT-proBNP levels in rheumatic MS. Being a noninvasive, easy, and inexpensive method, QT dispersion may be used as a complementary tool to the clinical and echocardiographic evaluation of patients with rheumatic MS.

2.
Akut ve kronik mitral yetersizliğinde beyin natriüretik peptit düzeyinin ekokardiyografi parametreleri ile ilişkisi
The relationship between echocardiographic parameters and brain natriuretic peptide levels in acute and chronic mitral regurgitation
Ramazan Kargin, Ozlem Esen, Selcuk Pala, Mustafa Akcakoyun, Yunus Emiroglu, Kursat Arslan, Soe Moe Aung, Irfan Barutcu, Ali Metin Esen, Nihal Ozdemir
PMID: 21532294  doi: 10.5543/tkda.2011.01273  Sayfalar 191 - 197
Amaç: Plazma beyin natriüretik peptit (BNP) düzeyi mitral yetersizliğinin (MY) semptom ve şiddeti ile artmaktadır. Bu çalışmada akut ve kronik MY’li hastalarda plazma BNP düzeyi ile ekokardiyografik parametreler arasındaki ilişki araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya orta-ileri derecede izole MY olan 55 hasta (31 erkek, 24 kadın) alındı. Otuz bir hastada akut MY, 24 hastada kronik MY vardı. Tüm hastalar transtorasik, transözofageal ve Doppler ekokardiyografi ile değerlendirildi ve plazma BNP düzeyleri belirlendi.
Bulgular: İki grupta klinik özellikler ve fonksiyonel kapasite benzer bulundu. Akut MY’li hastalarda sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu (EF) daha yüksek bulunurken (p=0.001), sol ventrikül sistol sonu çapı (p=0.016), sistol sonu volümü (p=0.027), diyastol sonu çapı (p=0.011), sol atriyum volümü (SAV) (p=0.003) ve plazma BNP düzeyi (p=0.036) anlamlı olarak daha düşük saptandı. Etkili yetersizlik orifis alanı da bu hasta grubunda anlamlı derecede daha yüksek idi (p=0.038). Çoklu lineer regresyon analizinde, plazma BNP’nin doğal logaritması akut MY’li grupta E/Ea oranı (β=0.50, p=0.002) ve SAV (β=0.38, p=0.015) ile, kronik MY’li grupta ise sistolik pulmoner arter basıncı (β=0.60, p=0.002) ve EF (β=-0.36. p=0.039) ile anlamlı ilişki gösterdi.
Sonuç: Akut MY’li hastalarda MY derecesi ekokardiyografik olarak daha belirgin olmasına rağmen, serum BNP düzeyi daha düşük bulunmuştur. Bu grupta serum BNP düzeyi ile E/Ea oranı ve SAV arasında gözlenen ilişki önemli bir bulgu olabilir.
Objectives: Plasma brain natriuretic peptide (BNP) level increases with symptoms and severity of mitral regurgitation (MR). We aimed to determine the relationship between plasma BNP levels and echocardiographic parameters in patients with acute and chronic MR.
Study design: The study included 55 patients (31 males, 24 females) with isolated moderate-to-severe MR. Of these, 31 patients had acute MR, and 24 patients had chronic MR. All the patients were assessed by transthoracic, transesophageal and Doppler echocardiography and plasma BNP levels were determined.
Results: Clinical characteristics and functional capacity were similar in the two groups. Patients with acute MR had significantly higher left ventricular (LV) ejection fraction (EF) (p=0.001), and significantly lower LV end-systolic diameter (p=0.016), end-systolic volume (p=0.027), end-diastolic diameter (p=0.011), left atrial volume (LAV) (p=0.003), and plasma BNP levels (p=0.036). Effective regurgitation orifice area was also significantly higher in patients with acute MR (p=0.038). In multiple linear regression analysis, the natural logarithm of BNP was significantly correlated with E/Ea ratio (β=0.50, p=0.002) and LAV (β=0.38, p=0.015) in patients with acute MR, and with systolic pulmonary artery pressure (β=0.60, p=0.002) and EF (β=-0.36, p=0.039) in patients with chronic MR.
Conclusion: Although the echocardiographic degree of MR was more pronounced in patients with acute MR, serum BNP levels tended to be lower in this group. Correlation of serum BNP with E/Ea and LAV in this group may be an important finding.

3.
'Özbek erkeklerinde G protein β3 altbirimi C825T polimorfizmi ve esansiyel hipertansiyon ile ilişkisi'
C825T polymorphism of the G-protein β3 subunit and its association with essential hypertension in Uzbek males
Gulnoz A Khamidullaeva, Marietta R Eliseyeva, Alexander V Nagay, Guzal J Abdullaeva
PMID: 21532295  doi: 10.5543/tkda.2011.01103  Sayfalar 198 - 204
Amaç: Çalışmamızda, Özbek erkeklerinde G protein β3 altbirimi (GNB3) geninde C825T polimorfizmi ile esansiyel hipertansiyon (EH) ve kardiyovasküler yeniden biçimlenme belirteçleri arasındaki ilişki araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya tedavi edilmemiş derece 1-2 EH olan 174 Özbek erkek (ort. yaş 49±10) ve normotansif 60 erkek alındı. Hasta ve kontrol gruplarında GNB3 geninde C825T polimorfizmi polimeraz zincir reaksiyonu ile belirlendi. Ayrıca, hasta grubu, kan basıncı ölçümü, ambulatuvar kan basıncı izlemi, beden kütle indeksi (BKİ), karotis arter intima-media kalınlığı (İMK), brakiyal arter akım aracılı dilatasyon (AAD), ekokardiyografi ve idrar albümin atılımı ile değerlendirildi.
Bulgular: Hipertansif erkeklerde CC, CT ve TT genotipleri sıklığı sırasıyla %36.8, %53.5 ve %9.8 bulunurken, kontrol grubunda %0, %83.3 ve %16.7 bulundu (p=0.0001). C ve T alel sıklıkları hipertansif grupta sırasıyla %63.8 ve %36.2, kontrol grubunda %41.7 ve %58.3 idi (p=0.0001). CT ve TT genotipleri ile karşılaştırıldığında, CC genotipi hipertansiyon için anlamlı derecede daha yüksek riski temsil etmekteydi (OO=72.38, %95 GA 4.40-1190.34). 825T aleli ile karşılaştırıldığında, C825 alelinin hipertansiyonla daha yakın ilişkisi vardı (OO=2.41, %95 GA 1.58-3.68). CT+TT genotip grubuna göre, CC genotipi taşıyıcılarında şu parametreler anlamlı derecede daha yüksek bulundu: BKİ (p=0.0001), sistolik (p=0.0001) ve diyastolik (p=0.003) kan basınçları, gece diyastolik kan basıncı (p=0.042), sistolik ve diyastolik kan basınçlarında gece değişkenliği (p=0.002), karotis arter İMK (p=0.0001) ve idrar albümin atılımı (p=0.015).
Sonuç: Bulgularımız, hipertansif Özbek erkeklerinde GNB3/C825T gen polimorfizmi ile EH arasında anlamlı ilişki olduğunu ve CC genotipinde kan basıncı, BKİ ve vasküler yeniden biçimlenme belirteçlerinde artış olduğunu göstermiştir.
Objectives: We investigated the association between the C825T polymorphism of the G-protein β3 subunit (GNB3) gene with essential hypertension (EH) and cardiovascular remodeling markers in Uzbek males.
Study design: The study included 174 Uzbek men (mean age 49±10 years) with untreated EH of stage 1-2 and 60 normotensive males. The C825T polymorphism of the GNB3 gene in the patient and control groups was determined by polymerase chain reaction. The patients were assessed with blood pressure measurements, ambulatory blood pressure monitoring, body mass index (BMI), carotid artery intima-media thickness (IMT), flow-mediated dilation (FMD) of the brachial artery, echocardiography, and urinary albumin excretion (UAE) level.
Results: The frequencies of the CC, CT, and TT genotypes were 36.8%, 53.5%, and 9.8% in hypertensive men, and 0%, 83.3%, and 16.7% in healthy men, respectively (p=0.0001). The frequencies of the C and T alleles were 63.8% and 36.2% in the hypertensive group, and 41.7% and 58.3% in the control group, respectively (p=0.0001). The CC genotype exhibited a significantly greater risk for hypertension compared to CT and TT genotypes (OR=72.38, 95% CI 4.40-1190.34). The C825 allele showed a higher association with hypertension in comparison to the 825T allele (OR 2.41, 95% CI 1.58-3.68). Compared to patients with the CT+TT genotypes, the CC genotype carriers had significantly higher BMI (p=0.0001), systolic (p=0.0001) and diastolic (p=0.003) blood pressures (SBP/DBP), higher nighttime DBP (p=0.042), a greater nighttime variability in both SBP and DBP (p=0.002), and greater carotid artery IMT (p=0.0001) and UAE (p=0.015) values.
Conclusion: Our findings show a significant association between the GNB3/C825T gene polymorphism and EH, with the CC genotype exhibiting higher blood pressure, BMI, and vascular remodeling markers in Uzbek hypertensive men.

4.
Serum gama-glutamiltransferaz aktivitesi: Koroner arter baypas greft hastalığı için yeni bir belirteç
Serum gamma-glutamyltransferase activity: a new marker for coronary artery bypass graft disease
Taner Ulus, Aylin Yıldırır, Leyla Elif Sade, Sevket Balta, Bulent Ozin, Atilla Sezgin, Haldun Muderrisoglu
PMID: 21532296  doi: 10.5543/tkda.2011.01243  Sayfalar 205 - 213
Amaç: Serum gama-glutamiltransferaz (GGT) aktivitesinin ateroskleroz ve kardiyovasküler olayların gelişimi ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Çalışmamızda koroner arter baypas greft (KABG) ameliyatı geçiren hastalarda GGT ve ciddi greft hastalığı arasındaki ilişki değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmaya, KABG cerrahisi geçirmiş ve ortalama 39 ay (dağılım 18-84 ay) sonra kontrol koroner anjiyografi uygulanan 113 hasta (ort. yaş 62±9; dağılım 21-81) alındı. Kontrol koroner anjiyografide %70’in altında darlık greftin açık olması, %70’in üzerinde darlık ise ciddi greft hastalığı olarak değerlendirildi. Tüm hastalarda KABG öncesinde serum GGT düzeyleri ölçülmüştü ve hiçbirinde ciddi sistemik ya da hepatobiliyer hastalık yoktu. Serum GGT düzeyi ve ciddi greft hastalığı arasındaki ilişki araştırıldı. Greftler, ciddi hastalık gelişimi açısından ayrı olarak da değerlendirildi.

Bulgular: Koroner anjiyografide 65 hastada (%57.5) en az bir greftte ciddi hastalık saptandı. Serum GGT düzeyi ciddi greft hastalığı olan grupta anlamlı derecede daha yüksekti (p=0.001). ROC analizinde ciddi greft hastalığı gelişimi açısından serum GGT düzeyi için sınır değer 29.5 U/l ve eğri altında kalan alan 0.69 olarak hesaplandı ve duyarlık %48, özgüllük %82 bulundu. İnternal mamaryan arter greftlerinde GGT düzeyi farklılık göstermezken (p>0.05), radiyal arter greftlerinde ve safen ven greftlerinde (SVG) GGT düzeyi ciddi greft hastalığı olanlarda anlamlı derecede daha yüksekti (sırasıyla, p=0.003 ve p<0.001). Çokdeğişkenli analizde, ailede erken yaşta koroner arter hastalığı öyküsü (OO 2.46, %95 GA 1.08-5.61, p=0.03) ve serum GGT düzeyi (OO 1.03, %95 GA 1.00-1.07, p=0.05) ciddi greft hastalığı gelişiminin bağımsız belirleyicileri olarak bulundu. Greft türlerine göre yapılan analizde ise, GGT yalnız SVG hastalığı için bağımsız bir belirleyiciydi (OO 1.02, %95 GA 1.00-1.04, p=0.03).
Sonuç: Serum GGT düzeyi, KABG ameliyatı geçiren hastalarda ciddi SVG hastalığı gelişimi için bağımsız bir belirleyici olabilir.
Objectives: Serum gamma-glutamyltransferase (GGT) activity has been shown to be related to the development of atherosclerosis and cardiovascular events. We evaluated the association between GGT and severe graft disease in patients undergoing coronary artery bypass graft (CABG) surgery.
Study design: We evaluated 113 patients (mean age 62±9 years; range 21 to 81 years) who underwent control coronary angiography after a mean of 39 months (range 18 to 84 months) following CABG surgery. A graft was considered patent if there was <70% stenosis or severely diseased if there was ≥70% stenosis on coronary angiography. Preoperative serum GGT levels were measured in all the patients and none had severe systemic or hepatobiliary disease. The association between serum GGT level and severe graft disease was investigated. The grafts were also evaluated separately.
Results: Coronary angiography showed severe graft disease involving at least one graft in 65 patients (57.5%). Serum GGT level was significantly higher in patients with severe graft disease (p=0.001). ROC curve analysis yielded a cut-off value of 29.5 U/l for serum GGT level to predict severe graft disease (area under the curve: 0.69) with 48% sensitivity and 82% specificity. While GGT levels were similar for internal mammary artery grafts (p>0.05), radial artery grafts and saphenous vein grafts (SVG) with severe graft disease were associated with significantly higher GGT levels (p=0.003 and p<0.001, respectively). In multivariate analysis, family history of coronary artery disease at a young age (OR 2.46, 95% CI 1.08-5.61, p=0.03) and serum GGT (OR 1.03, 95% CI 1.00-1.07, p=0.05) were independent predictors of severe graft disease. Separate analysis based on the graft types showed that GGT was an independent predictor of severe graft disease for only SVG (OR 1.02, 95% CI 1.00-1.04, p=0.03).
Conclusion: Serum GGT level may be an independent marker for the development of severe SVG disease in patients undergoing CABG surgery.

5.
Erişkinlerde aort daralmasının stent ile tedavisine ilişkin ilk deneyimlerimiz
Our initial experience with stent implantation for aortic coarctation in adults
Hüseyin Uğur Yazıcı, Ömer Göktekin, Taner Ulus, Kerem Temel, Aydın Nadir, Muharrem Nasifov, Alparslan Birdane, Ahmet Ünalır, Necmi Ata
PMID: 21532297  doi: 10.5543/tkda.2011.01439  Sayfalar 214 - 218
Amaç: Çalışmada, erişkinlerde aort daralmasının stent ile tedavisinin işlem başarısı ve kısa-orta dönem sonuçları değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmaya aort daralması nedeniyle stent ile tedavi edilen ardışık 15 erişkin hasta (9 kadın, 6 erkek; ort. yaş 27±7; dağılım 17-45) alındı. On dört hastada doğal, bir hastada tekrarlayan daralma vardı. Dokuz hastada çıplak, altı hastada kaplı Cheatham-Platinum stent kullanıldı. Kaplı stent kullanılan hastaların ikisinde daralmayla birlikte duktus arteriyozus açıklığı, üçünde çok ciddi daralma ve bir hastada da tekrarlayan daralma vardı. İşlem başarısı, transaortik sistolik gradiyentin 20 mmHg’nin altına düşmesi olarak tanımlandı. Ortalama takip süresi 10.4±4.6 ay (dağılım 3-18 ay) idi.
Bulgular: Stentler bütün hastalara başarıyla yerleştirildi. Daralma bölgesinde işlem öncesinde 37.2±11.3 mmHg ölçülen sistolik gradiyent, stent yerleştirme sonrasında 3.5±2.9 mmHg’ye indi (p<0.001). Stent yerleştirme sonrasında daralmış segmentteki aort çapı 5.4±1.5 mm’den 17.2±1.4 mm’ye yükseldi (p<0.001). Sistolik kan basıncı ise 154±9.7 mmHg’den 130±7.3 mmHg’ye indi (p<0.001). Hiçbir hastada işlem sırasında ve sonrasında önemli komplikasyon görülmedi.
Sonuç: Erişkinlerde aort daralmasının stent ile tedavisi etkin ve güvenilir bir teknik olarak cerrahi tedaviye seçenektir.
Objectives: We evaluated the procedural success and short-mid term results of stent implantation for aortic coarctation in adults.
Study design: The study included 15 consecutive patients (9 women, 6 men; mean age 27±7 years; range 17 to 45 years) treated with stent implantation for aortic coarctation. Fourteen patients had native, one patient had recurrent coarctation. Nine patients received bare metal and six patients received covered Cheatham-Platinum stents. Covered stents were used in patients with accompanying patent ductus arteriosus (n=2), severe coarctation (n=3), and recurrent coarctation (n=1). Procedural success was defined as the reduction in the pressure gradient across the coarctation site to less than 20 mmHg. The mean follow-up period was 10.4±4.6 months (range 3 to 18 months).
Results: Stent implantation was successful in all the patients. Compared to the preprocedure figures, systolic gradient across the aortic coarctation decreased from 37.2±11.3 mmHg to 3.5±2.9 mmHg, the diameter of the coarcted aortic segment increased from 5.4±1.5 mm to 17.2±1.4 mm, and systolic blood pressure declined from 154±9.7 mmHg to 130±7.3 mmHg following stenting (for all, p<0.001). There were no procedure-related major complications.
Conclusion: Stent implantation for aortic coarctation in adults is a safe and effective alternative to surgical correction.

6.
Duktus arteriyozus açıklığının Amplatzer Duct Occluder II ile perkütan kapatılmasında işlem başarısı ve kısa-orta dönem takip sonuçları
Procedural success and short- and mid-term results of percutaneous closure of persistent arterial duct with the Amplatzer Duct Occluder II
Hekim Karapınar, Zekeriya Küçükdurmaz, Sadettin Sezer, İbrahim Gül, Hasan Ali Gümrükçüoğlu, Hidayet Kayançiçek, Müntecep Aşker, Ali Baykan, Ahmet Yılmaz, Mehmet Güngör Kaya, Nazmi Narin
PMID: 21532298  doi: 10.5543/tkda.2011.01396  Sayfalar 219 - 223
Amaç: Bu çalışmada duktus arteriyozus açıklığının (DAA) transkateter yöntemle tedavisinde Amplatzer Duct Occluder II’nin (ADO II) etkinliği, güvenirliği ve kısa-orta dönem takip sonuçları değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmada DAA tanısıyla ADO II ile perkütan kapatma uygulanan 16 hasta (10 kız, 6 erkek; ortanca yaş 6; dağılım 5 ay-12 yıl) değerlendirildi. Tüm olgularda DAA çapı 6 mm’nin altında idi. Krichenko sınıflandırmasına göre, 10 hastada tip A, beş hastada tip E, bir hastada da cerrahi sonrası rezidüel DAA vardı. İşlem sonrasında hastalar aortografi ve ekokardiyografi ile değerlendirildi. Ortalama takip süresi 13.9 ay (dağılım 2-23 ay) idi.
Bulgular: Kapatma işlemi tüm hastalarda arteryel yaklaşımla başarıyla gerçekleştirildi. Kanalın en dar olduğu yerin ortancası 3 mm (dağılım 2-5 mm), cihaz bel çapının ortancası 4 mm (dağılım 3-6 mm), cihaz bel uzunluğu 4 veya 6 mm idi. Floroskopi süresi ortalama 10.6 dk (dağılım 4-39 dk), işlem süresi ortalama 30 dk (dağılım 18-80 dk) bulundu. İşlemden hemen sonra yapılan aortografide sadece cihaz içinden geçiş izlendi. İşlem sonrası ve takipler sırasında yapılan ekokardiyografik incelemelerde ise hiçbir hastada kaçak, aort ve sol pulmoner arter akımlarında anlamlı hızlanma izlenmedi. Hiçbir hastada komplikasyonla görülmedi.
Sonuç: Tüm olgularda ADO II cihazının 6 mm’den küçük DAA’ların kapatılmasında etkin ve güvenilir olduğu görüldü.
Objectives: We evaluated the effectiveness and reliability of percutaneous closure of persistent arterial duct (PAD) with the Amplatzer Duct Occluder II (ADO II), together with short- and mid-term results.
Study design: The study included 16 patients (10 girls, 6 boys; median age 6 years; range 5 months to 12 years) who underwent percutaneous PAD closure with the ADO II device. The ductus diameter was less than 6 mm in all the cases. According to the Krichenko classification, 10 patients had type A, five patients had type E, and one patient had residual PAD. The patients were assessed by aortography and echocardiography. The mean follow-up was 13.9 months (range 2 to 23 months).
Results: Closure of PAD was successfully performed via the arterial approach in all the patients. The median ductus waist diameter was 3 mm (range 2 to 5 mm), the median device waist diameter was 4 mm (range 3 to 6 mm), and the waist length was 4 or 6 mm. The mean fluoroscopy time and the mean procedure time were 10.6 min (range 4 to 39 min) and 30 min (range 18 to 80 min), respectively. Immediate aortography following the procedure showed shunt only through the device lumen. No residual shunt or increases in aortic and left pulmonary flow velocities were observed in echocardiographic examinations. No complications occurred during the procedure and follow-up.
Conclusion: In all the cases, the ADO II device was found effective and reliable for closure of PADs of less than 6 mm.

OLGU BILDIRISI
7.
Transdermal klonidin yamasına bağlı gelişen spontan sağ koroner arter diseksiyonu
Spontaneous right coronary artery dissection possibly associated with clonidine transdermal patch
Mehmet Çilingiroğlu, Shahid Rahman, Tarek Helmy, Puvinarayanan Seshiah
PMID: 21532299  doi: 10.5543/tkda.2011.01151  Sayfalar 224 - 227
Bu yazıda, 44 yaşında kadın hastada transdermal klonidin yama tedavisine bağlı gelişen, spontan sağ koroner arter diseksiyonu sunuldu. Hastadaki koroner arter diseksiyonu perkütan koroner girişimle, ilgili damara üç adet çıplak stent konarak başarıyla tedavi edildi. Hasta herhangi bir komplikasyon olmadan iyileşti. Bilgilerimize göre olgumuz, klonidin etkisiyle spontan koroner arter diseksiyonu geliştiği bildirilen ilk olgudur.
We report on a 44-year-old female who developed spontaneous right coronary artery dissection associated with the use of a clonidine transdermal patch. The lesion was successfully treated with percutaneous coronary intervention with placement of three bare metal stents. The patient had an uneventful recovery. To our knowledge, this is the first reported case of spontaneous coronary artery dissection associated with clonidine effect.

8.
Warfarine bağlı ikitaraflı hemotomun neden olduğu akut böbrek yetersizliği
Warfarin-induced bilateral renal hematoma causing acute renal failure
Nazmi Gultekin, Fatih Akin, Emine Kucukates
PMID: 21532300  doi: 10.5543/tkda.2011.01173  Sayfalar 228 - 230
Böbreklerde ikitaraflı hematoma bağlı akut böbrek yetersizliği antikoagülanlardan warfarin kullanımının nadir bir komplikasyonudur. Kırk üç yaşında erkek hasta karın ağrısı ve hematuri yakınmalarıyla başvurdu. Hasta, aort kapak değişiminden dolayı altı yıldır warfarin kullanmaktaydı. Başvurudan bir hafta önce, idrar yolu enfeksiyonu nedeniyle üçüncü kuşak sefalosporin ve indometazin kullanmaya başlamıştı. Serum kreatinin düzeyi 1.8 mgr/dl, INR’si 15 idi. Üç gün sonra hastada anüri gelişti ve hemodiyalize başlandı. Renal ultrasonda orta derecede ikitaraflı hidronefroz görüldü. Kontrastsız bilgisayarlı tomografide böbrek ve üreter duvarlarında ikitaraflı, yaygın hiperdens kalınlaşma ve ileri derecede sönükleşme alanları görüldü. Konservatif tedavi tercih edildi ve hastanın idrar çıkarması kendiliğinden tekrar başladı, bel ağrısı kayboldu ve serum kreatinin düzeyi normale döndü. Bir ay sonra çekilen bilgisayarlı tomografide böbrekler normal bulundu.
Acute renal failure due to bilateral hematoma is a rare complication of anticoagulant warfarin therapy. A 43-year-old man presented with complaints of hematuria and abdominal pain. He had been receiving warfarin for six years, after placement of an aortic valve prosthesis. One week prior to admission, he sustained a urinary tract infection which was treated with third-generation cephalosporin and indomethacin. His serum creatinine level was 1.8 mg/dl with an INR of 15. Three days later, he developed anuria and was treated with hemodialysis. Renal ultrasonography disclosed moderate bilateral hydronephrosis. Computed tomography without contrast enhancement showed bilateral extensive hyperdense thickening of the renal and ureteral walls and high-attenuation areas. Conservative treatment was preferred and diuresis resumed spontaneously, lumbar pain disappeared, and serum creatinine level returned to normal. One month later, renal computed tomography was found normal.

9.
Sağ pulmoner arter-sol atriyum fistülünün Amplatzer septal tıkayıcı cihaz ile transkateter yoldan kapatılması
Transcatheter closure of a fistula between the right pulmonary artery and left atrium using the Amplatzer septal occluder
Yakup Ergül, Kemal Nişli, Ümrah Aydoğan
PMID: 21532301  doi: 10.5543/tkda.2011.01201  Sayfalar 231 - 234
Doğuştan sağ pulmoner arter (SPA) ile sol atriyum (SA) arasında fistül oluşumu, santral siyanozla karşımıza çıkan nadir bir durumdur. On bir yaşında bir erkek çocuk efor dispnesi ve çabuk yorulma yakınmalarıyla yatırıldı. Hastanın dudak ve ekstremitelerinde ciddi siyanoz ve parmaklarında çomaklaşma vardı. Sistemik oksijen satürasyonu %70 bulundu. Elektrokardiyografi, göğüs radyografisi ve ekokardiyografide bir anormalliğe rastlanmadı. Ajite salin enjeksiyonuyla SA’da erken kontrast baloncukları görüldü. Pulmoner arteriyovenöz fistülden şüphelenilerek, hastaya tanısal kardiyak kateterizasyon yapıldı. Sağ pulmoner arter anjiyografisinde proksimal SPA ile SA arasında büyük bir fistül görüldü. Balonla ölçümde fistülün en dar yeri 13.8 mm idi. Fistülün en dar yerine 14 mm’lik Amplatzer septal tıkayıcı yerleştirildi; ancak, cihaz SA’ya ve sonra da arkus aorta göç etti. Cihaz çıkarılarak ikinci girişimde fistüle başarıyla yerleştirildi. İşlem sonrasında arteryel oksijen satürasyonu %70’ten %96’ya yükseldi ve kontrol anjiyografisinde fistülün tamamen kapandığı görüldü. Hasta 6, 12 ve 18. aylardaki takiplerinde semptomsuzdu ve arteryel oksijen satürasyonu ortalama %96 idi. Olgumuz, fistül kapatılmasında septal tıkayıcının kullanıldığı ilk çocuk olgudur.
A congenital fistula between the right pulmonary artery (RPA) and left atrium (LA) is a rare condition that results in central cyanosis. An 11-year-old boy was admitted with exertional dyspnea and easy fatigability. He had severe cyanosis of the lips and limbs with clubbing of the fingers. Systemic oxygen saturation was 70%. There was no abnormal finding on electrocardiography, chest radiography, and echocardiography. Agitated saline injection showed early appearance of contrast bubbles in the LA. A pulmonary arteriovenous fistula was suspected and diagnostic cardiac catheterization was performed. Angiography demonstrated a large fistula between the proximal RPA and LA. The narrowest part of the fistula was 13.8 mm in balloon sizing. A 14-mm Amplatzer septal occluder was deployed at the narrowest site; however, the device migrated to the LA and then to the aortic arch. The device was removed and was successfully reimplanted to the fistula. After the procedure, arterial oxygen saturation increased from 70% to 96% and control angiography demonstrated complete occlusion of the fistula. The patient was symptom-free on follow-up evaluations at 6, 12, and 18 months, with a mean oxygen saturation of 96%. This case represents the first pediatric patient in whom a septal occluder was used.

10.
Hızı 100 atım/dakikanın altında olan atriyoventriküler nodal reentran aritmi oluşturulması sırasında aynı anda hızlı ve yavaş yol iletimi ve yavaş yolun radyofrekans ablasyonu sonrasında infra-His bloku
Simultaneous conduction over the fast and slow pathways during induction of atrioventricular nodal reentrant arrhythmia with a rate of less than 100 bpm and infra-His block after radiofrequency ablation of the slow pathway
Basri Amasyalı, Bulent Kokturk, Kiyoshi Otomo, Sedat Kose
PMID: 21532302  doi: 10.5543/tkda.2011.01105  Sayfalar 235 - 239
Atriyoventriküler nodal reentran taşikardi (AVNRT), yetişkinlerde düzenli paroksismal supraventriküler taşikardiler içinde en sık gözlenendir. Tipik olarak hızlı yolda anterograt blok gelişmesi, uyarının yavaş yol ile iletilmesi ve takiben hızlı yolda retrograt iletimin gerçekleşmesi ile oluşmaktadır. Nadiren, AVNRT oluşumu sırasında atriyal erken vuru eşzamanlı olarak hem hızlı hem de yavaş yoldan iletilmektedir. Bu elektrofizyolojik bulgu “ikisi için bir fenomeni” diye tanımlanmaktadır. Bu yazıda, hızı dakikada 95 vuru olan atriyoventriküler nodal reentran ritim görülen 46 yaşında bir kadın hastada programlı atriyal erken vuru sırasında ortaya çıkan “ikisi için bir fenomeni” ve yavaş yolun radyofrekans ablasyonu sonrasında gelişen infra-His bloku gibi nadir gözlenen elektrofizyolojik özellikler sunuldu.
Atrioventricular nodal reentrant tachycardia (AVNRT) is the most common form of paroxysmal regular supraventricular tachycardia in adults. It is typically induced with an anterograde block over the fast pathway (FP) and conduction over the slow pathway (SP), with subsequent retrograde conduction over the FP. Rarely, a simultaneous conduction of a premature atrial complex occurs over the FP and SP to induce AVNRT and is called “one for two phenomenon”. We present a 46-year-old woman with atrioventricular nodal rhythm with a rate of 95 beats per minute with distinct electrophysiological characteristics showing simultaneous conduction over the FP and SP during induction of tachycardia and an infra-His block after radiofrequency ablation of the SP.

11.
Koroner baypas sonrası tekrarlayan anginal yakınmaların nadir bir nedeni: Sol internal mamaryan arter grefti ile pulmoner arter arasında fistül oluşumu
Fistula between the left internal mammary artery and pulmonary artery: a rare cause of recurrent angina after coronary bypass grafting
Begüm Yetiş, Bahadır Gültekin, Dalokay Kılıç, Aylin Yıldırır
PMID: 21532303  doi: 10.5543/tkda.2011.01180  Sayfalar 240 - 243
Koroner baypas ameliyatı sonrasında pulmoner arterler ile sol internal mamaryan arter (LIMA) grefti arasında fistül oluşumu nadir bir durumdur. Bu olguların birçoğunda fistül gelişimi ile cerrahi arasındaki süre 2-5 yıl olarak bildirilmiştir. Bu yazıda, koroner baypas ameliyatından beş yıl sonra anginal yakınmalar gelişen, 62 yaşındaki bir erkek hasta sunuldu. Hastanın koroner görüntülemesinde, LIMA’nın selektif kateterizasyonu ile LIMA ile pulmoner arter arasında olası koroner çalma sendromuna ve miyokart iskemisine yol açan fistül oluşumu izlendi. Hastada fistül ile sağlanan bağlantı cerrahi olarak sonlandırıldı. Tedavi sonrası takipte hastanın göğüs ağrısı yakınması geriledi; ayrıca, ekokardiyografide tedavi öncesinde gelişmiş olan duvar hareket bozukluğu düzeldi.
Left internal mammary artery (LIMA) to pulmonary vasculature fistula is a rare complication after coronary artery bypass surgery. In most cases, the duration between bypass grafting and fistula formation ranges from 2 to 5 years. We present a 62-year-old man who presented with anginal symptoms five years after bypass surgery. On coronary angiography, selective catheterization of the LIMA showed fistula formation to the pulmonary artery, which probably led to coronary steal syndrome and myocardial ischemia. He underwent surgery and the connection between the LIMA and pulmonary artery was terminated. After surgery, his anginal complaints improved and echocardiography showed improvement in the wall motion abnormality detected before surgery.

12.
Mekanik triküspit protez kapağı olan bir hastada kalıcı kalp pili yerleştirilmesinde epikardiyal yaklaşımın güvenli ve etkili seçeneği: Koroner sinüs yoluyla sol ventrikülün uyarılması
An effective and safe alternative to epicardial pacemaker placement for permanent pacemaker implantation in a patient with mechanical tricuspid valve: stimulation of the left ventricle through the coronary sinus
Ahmet Duran Demir, Nihat Şen, Ali Rıza Erbay, Ramazan Atak
PMID: 21532304  doi: 10.5543/tkda.2011.01322  Sayfalar 244 - 247
Mekanik triküspit kapak takılmış hastalara transvenöz endokardiyal pil yerleştirilmesi kontrendikedir. Aort, mitral ve triküspit kapakları değiştirilmiş 58 yaşında bir kadın hastaya, bayılma yakınmasına eşlik eden yavaş ventrikül yanıtlı atriyal fibrilasyon nedeniyle kalıcı pil uyarısı uygulamak için transvenöz yolla, koroner sinüs lateral kardiyak vene epikardiyal sol ventrikül kalp pili elektrodu yerleştirildi. Bu elektrot standart tek odacıklı kalp piline bağlandı. Üç aylık takibi sırasında hastada herhangi bir sorun yaşanmadı. Mekanik triküspit kapağı olan hastalarda, büyük bir cerrahi işleme gerek kalmadan, koroner sinüs dallarına epikardiyal olarak elektrot yerleştirmek ile güvenli ve etkili pil uyarısı elde edilmiş olur.
Implantation of a transvenous endocardial pacemaker is contraindicated in patients with a mechanical tricuspid valve. An epicardial left ventricular pacemaker lead was placed by a transvenous route through the coronary sinus into the lateral cardiac vein in a 58-year-old woman with mechanical aortic, mitral, and tricuspid valves, for permanent pacing due to chronic atrial fibrillation with a slow ventricular rate accompanied by syncope. This lead was then connected to a single-chamber pacemaker. The patient had no problem in the following three months. Placement of an epicardial pacing lead through the coronary sinus provides a safe and effective pacing in patients with a mechanical tricuspid valve, thus obviating major cardiac surgery.

DERLEME
13.
Avrupa Birliği ve Türkiye'nin Kalp Sağlığı Politikaları
Heart Health Policies of European Union and Turkey
Sibel Gögen
PMID: 21532305  doi: 10.5543/tkda.2011.01214  Sayfalar 248 - 253
Kardiyovasküler hastalıklar her yıl Avrupa`da 4.3, Avrupa Birliği’nde 2 milyon kişinin ölümüne yol açmaktadır. Bunlar arasında, iskemik kalp hastalıkları ve inme önde gelen ölüm nedenleridir. Bu yazıda Avrupa Birliği ve Türkiye`nin kalp sağlığı politikalarının incelenmesi amaçlanmıştır.
Cardiovascular diseases cause 4.3 and 2 million deaths in Europe and the European Union countries each year, respectively, ischemic heart diseases and stroke being the leading causes of death. This review aims to present a brief appraisal of heart health policies of the European Union and Turkey.

OLGU GÖRÜNTÜSÜ
14.
İnteratriyal septumda yoğun lipomatöz hipertrofi
Massive lipomatous hypertrophy of the interatrial septum
Özgül Uçar, Hülya Çiçekçioğlu, Müslüm Şahin, Sinan Aydoğdu
PMID: 21532306  doi: 10.5543/tkda.2011.01346  Sayfa 254
Makale Özeti |Tam Metin PDF

15.
Pulmoner arterden çıkan anormal sağ koroner arter
Anomalous right coronary artery originating from the pulmonary artery
Mustafa Paç, Mehmet Burhan Oflaz, Sevket Balli, Feyza Aysenur Paç
PMID: 21532307  doi: 10.5543/tkda.2011.01385  Sayfa 255
Makale Özeti |Tam Metin PDF

16.
Marfan sendromlu bir olguda dev nonkoroner Valsalva sinüsü anevrizması
A huge noncoronary sinus of Valsalva aneurysm in a patient with Marfan syndrome
Erkan İlhan, Şennur Ünal Dayı, Hakan Barutca, Sinan Şahin
PMID: 21532308  doi: 10.5543/tkda.2011.01351  Sayfa 256
Makale Özeti |Tam Metin PDF

17.
Semptomsuz bir olguda twiddler sendromu
Twiddler’s syndrome in an asymptomatic case
Esra Gücük, Ali Rıza Erbay, Gökhan Keskin
PMID: 21532309  doi: 10.5543/tkda.2011.01373  Sayfa 257
Makale Özeti |Tam Metin PDF

18.
Sağ subklavyen arterde yalancı darlık görüntüsü olarak izlenen torasik çıkış sendromu
Thoracic outlet syndrome presenting as a pseudostenosis image of the right subclavian artery
Yusuf Karavelioğlu, Hekim Karapınar, Zekeriya Küçükdurmaz, Atila Bitigen
PMID: 21532310  doi: 10.5543/tkda.2011.01320  Sayfa 258
Makale Özeti |Tam Metin PDF

EDITÖRE MEKTUP
19.
Bugün Takdir Yoksa Ne Zaman?
Is it now or when?
Serkan Bulur, Hakan Özhan, Enver Sinan Albayrak, Yasin Türker
PMID: 21532311  Sayfalar 259 - 260
Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi’nin 2011 yılı 1. sayısında yayımlanan, “Üst düzey kardiyovasküler tıp makale sayısı ve kalitesi 2010 yılında çok düştü” başlıklı yazıyı[1] ilgiyle okuduk. Düzce Üniversitesinin göstermiş olduğu başarının gözden kaçmış olduğunu saptadık. Bu tip başarıların takdiri, buralarda idealistçe görev yapan akademisyenleri daha iyisini yapmak için motive edecek ve Türk Kardivasküler tıbbının gelişmesine katkıda bulunacaktır.
We read with interest ‘’Turkey's publication output in cardiovascular medicine declined in 2010 both in quantity and quality’’ [1] published in the Turkish Society of Cardiology Archives January issue. We thought that the success of Duzce ü was underscored. Appreciation of successes will motive the academicians for their best and will add value to Turkish cardiovascular medicine.

DIĞER YAZILAR
20.
Düzeltme
Erratum

PMID: 21532313  Sayfa 260
Makale Özeti |Tam Metin PDF

21.
Kardiyoloji Yayınlarında Gündem ve Yorumlar
Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Sayfa 261
Makale Özeti |Tam Metin PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama



Copyright © 2024 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi