ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 36 (8)
Cilt: 36  Sayı: 8 - Aralık 2008
DERLEME
1.
ST-Segment yükselmesi olan hastalarda akut miyokard infarktüsü tedavisi: Yeni Avrupa Kardiyoloji Derneği Kılavuzu’nda neler değişti?
Management of ST-segment elevation acute myocardial infarction: What has changed in the new European Society of Cardiology guideline?
Bilgehan Karadağ, Zeki Öngen
PMID: 19223715  Sayfalar 505 - 512
Avrupa Kardiyoloji Derneği en son 2003 yılında yayınlamış olduğu ST-segment yükselmesi olan hastalarda akut miyokard infarktüsü tedavisi kılavuzunu yeni çalışmalar ışığında Kasım 2008’de güncellemiştir. Yeni kılavuz ST-yükselmeli miyokard infarktüsü hastalarının erken ve uzun dönem tedavisinde önemli değişiklikler getirmiştir. Bu değişiklikler başlıca beş konuda odaklanmıştır: ortak bir tedavi protokolü kullanan ve biribirine etkili bir ambulans sistemi ile bağlanmış farklı kapasitelere sahip hastanelerden oluşan bir ağın kurulması ve işletilmesi; yeni birincil (primer) pekütan koroner girişim (PKG) ya da trombolitik tedavi seçimi ölçütleri; birincil PKG ve trombolitik tedavide kullanılan antitrombotik yardımcı tedaviler; birincil PKG yapılmayan hastalarda anjiyografi zamanlaması; miyokard infarktüsü sonrası uzun dönemde ikincil korunma.
Based on the new findings derived from the recent studies, the European Society of Cardiology has updated the guidelines for acute myocardial infarction in patients with ST-segment elevation. New guidelines have been released on November 2008, and compared to the 2003 guidelines, important new recommendations have been made regarding the acute and long term management of patients presenting with ST-segment elevation myocardial infarction. These new recommendations primarily focus on: the need for setting up networks of hospitals with different levels of technology using the same protocol and connected by an efficient ambulance service; the selection of primary percutaneous coronary intervention (PCI) vs. fibrinolytic therapy; the use of antithrombotic co-therapies with both primary PCI and fibrinolysis; timing of angiography in patients not undergoing to primary PCI; secondary prevention in long term management following the myocardial infarction.

ARAŞTIRMA
2.
V1 Göğüs derivasyonunda T-dalgası negatifliği ve cinsiyet ve kardiyovasküler risk faktörleri ile ilişkisi
Negative T wave in chest lead V1: relation to sex and future cardiovascular risk factors
Teoman Onat, Altan Onat, Günay Can
PMID: 19223716  Sayfalar 513 - 518
Amaç: Erişkinlerde V1 derivasyonunda T dalgası negatifliğinin sıklığı ve kardiyovasküler risk faktörleri ile ilişkisi yeterince incelenmemiştir. Bu çalışmada erişkin nüfusa dayalı bir kohortta göğüs V1 derivasyonunda T dalgası negatifliğinin sıklığı araştırıldı.
Ça­lış­ma pla­nı: Türk Erişkinlerinde Kalp Hastalığı ve Risk Faktörleri (TEKHARF) çalışmasında izlenmekte olan kohorttan, tüm coğrafik bölgeleri temsil edecek şekilde rastgele seçilen erişkin 508 kişi (278 erkek, ort. yaş 51.5±9.7; 230 kadın, ort. yaş 51.2±10.0) incelendi. Katılımcılarda V1 derivasyonunda T dalgası tipinin karşılaştırmalı değerlendirilebilmesi için koroner kalp hastalığı ve risk faktörleriyle ilgili veriler prospektif olarak elde edilmişti. T dalgası negatifliğinin yaş, cinsiyet, kardiyovasküler risk faktörleri ve koroner kalp hastalığı ile ilişkisi araştırıldı.
Bul­gu­lar: Kadınlarda T dalgası negatifliği erkeklere göre anlamlı derecede yüksek bulundu (38.3% ve 7.2%; p<0.001). İki cinsiyet arasında T dalgası negatifliği olup olmaması bakımından yaşla ilgili farklılık görülmedi (p>0.05). Kardiyovasküler risk faktörleri ve kardiyometabolik durumlar erkeklerde T dalgası tipine göre farklılık göstermedi. Bununla birlikte, T dalgası negatifliği olan kadınlarda, T dalgası pozitif olanlara göre sistolik kan basıncı (p=0.007) ve HDL-kolesterol (p=0.034) düzeyleri daha düşük, tip 2 diyabet sıklığı daha yüksek (p=0.048) bulundu.
So­nuç: Kadınlarda T dalgası negatifliğinin erkeklere göre belirgin cinsiyet farkı göstermesinin nedeni açıklanamadı. Bununla birlikte, V1’deki T dalgası negatifliğinin kardiyometabolik risk ile olumsuz bir ilişki içinde olmadığı söylenebilir.
Objectives: The significance of T-wave negativity in lead V1 in adults and its relationship with cardiovascular risk factors have not been clarified. This study was designed to determine the prevalence of negative T waves in chest lead V1 in an adult cohort.
Study design: The study included 508 adults (278 males, mean age 51.5±9.7 years; 230 females, mean age 51.2±10.0 years) enrolled in the longitudinal Turkish Adult Risk Factor survey from all geographical regions of Turkey, whose prospective data on the prevalence of coronary heart disease and its risk factors were available for comparative assessment of T-wave groups. Associations of negative T waves were sought in relation to age, sex, cardiovascular risk factors, and coronary heart disease.
Results: The prevalence of T-wave negativity in women was significantly higher than that of men (38.3% vs 7.2%; p<0.001). No age-related differences were found between the two sexes with respect to the presence or absence of negative T waves (p>0.05). Cardiovascular risk factors and cardiometabolic conditions did not differ among men with respect to the T-wave pattern. However, women presenting negative T waves in lead V1 had significantly lower systolic blood pressure (p=0.007) and HDL-cholesterol (p=0.034) values, and a higher incidence of type 2 diabetes (p=0.048) than women with positive T waves.
Conclusion: No convincing explanation could be offered for the significantly higher female predilection for the presence of negative T-waves in lead V1. Negative T waves in lead V1 were not associated with adverse cardiometabolic risks.

3.
İskemik kardiyomiyopatili hastalarda intrakoroner otolog kemik iliği kaynaklı mononükleer kök hücre nakli: 18 aylık takip sonuçları
Intracoronary autologous bone marrow-derived stem cell transplantation in patients with ischemic cardiomyopathy: results of 18-month follow-up
Yelda Tayyareci, Berrin Umman, Murat Sezer, Sevgi Beşışık, Yasemin Şanli, Ayşe Mudun, Nuray Gürses, Yımaz Nişancı
PMID: 19223717  Sayfalar 519 - 529
Amaç: İntrakoroner kök hücre naklinin hem akut hem de iskemik kardiyomiyopatili (İKMP) hastalarda sol ventrikül fonksiyonları ve kanlanması üzerine olumlu etkileri olabileceği gösterilmiştir. Bu çalışmada, İKMP’li hastalarda intrakoroner otolog kemik iliği kaynaklı mononükleer kök hücre (MKH) naklinin güvenlik ve yapılabilirliği araştırıldı.
Ça­lış­ma pla­nı: Çalışmaya İKMP’li 15 hasta (14 erkek, 1 kadın; ort. yaş 49±11) alındı. Daha önce perkütan koroner girişim ile revaskülarizasyon uygulanmış olan hastalara, işlem öncesi açık olduğu belirlenen hedef damar içerisine yerleştirilmiş bir balon kateter aracılığı ile MKH nakli yapıldı. Hastalara klinik ve laboratuvar değerlendirmeler yanı sıra, başlangıçta ve 6, 12 ve 18. aylarda treadmil egzersiz testi, konvansiyonel ekokardiyografi ve SPECT görüntülemesi yapıldı.
Bul­gu­lar: Altıncı ayda, sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonunda belirgin artış (p=0.001), SPECT ile belirlenen hipoperfüze alanlarda azalma (p=0.002), miyokard oksijen tüketimi (p=0.001) ve metabolik eşdeğerlikte (p=0.001) belirgin artış saptandı. Kök hücre tedavisinin olumlu etkileri 12. ve 18. ay takiplerinde de gözlendi. İşlem ile ilişkili herhangi bir komplikasyon veya hastane içi olay gelişmedi.
So­nuç: Kalp yetersizliği semptomları, sol ventrikül fonksiyonları ve perfüzyonu üzerine olumlu etkileri olan intrakoroner kök hücre nakli İKMP’li hastalarda yardımcı ve alternatif bir tedavi yöntemi olarak kullanılabilir.
Objectives: It has been demonstrated that intracoronary stem cell transplantation may have beneficial effects on left ventricular function and perfusion both in patients with acute and chronic ischemic cardiomyopathy (ICMP). We evaluated the safety and feasibility of intracoronary autologous bone marrow-derived mononuclear stem cell (MSC) implantation in patients with ICMP.
Study design: The study included 15 patients (14 males, 1 female; mean age 49±11 years) with ICMP. All the patients received MSC transplantation via a balloon catheter to the target vessel which had been revascularized by percutaneous coronary intervention and was patent before the procedure. Evaluations were made at baseline and 6, 12, and 18 months after the procedure with complete clinical and laboratory examinations, and by treadmill exercise test, conventional echocardiography, and SPECT imaging.
Results: At six months, left ventricular ejection fraction increased significantly (p=0.001), hypoperfused areas on SPECT images reduced (p=0.002), and both myocardial oxygen consumption (p=0.001) and metabolic equivalents (p=0.001) increased. These beneficial effects of stem cell therapy were also observed at 12 and 18 months. No complications or in-hospital events occurred related with the procedure.
Conclusion: Due to its beneficial effects on heart failure symptoms, left ventricular function, and perfusion, intracoronary stem cell transplantation can be used as an alternative, adjunctive treatment option in patients with ICMP.

4.
Koroner arter ektazisi: Klinik ve anjiyografik değerlendirme
Coronary artery ectasia: Clinical and angiographical evaluation
Hale Yılmaz, Nurten Sayar, Mehmet Yılmaz, Burak Tangürek, Nazmiye Çakmak, Ufuk Gürkan, Mehmet Gül, Dilek Şimşek, Osman Bolca
PMID: 19223718  Sayfalar 530 - 535
Amaç: Koroner arter hastalığı şüphesiyle koroner anjiografi yapılan hastalarda koroner arter ektazisi (KAE) sıklığı, koroner arterlere göre dağılımı, risk faktörleri ve prognozu araştırıldı.
Ça­lış­ma pla­nı: Merkezimizde 2003-2005 yılları arasında elektif koroner anjiyografi yapılan 4119 hastanın 173’ünde (%4.2; 139 erkek, 34 kadın; ort. yaş 61±11) KAE saptandı. Koroner arter ektazisi dağılımının belirlenmesinde Markis ve ark.nın sınıflandırması kullanıldı. Bulgular, ektazi olmadan koroner arterlerinde darlık olan 145 hasta (115 erkek, 30 kadın; ort. yaş 61±10) ile karşılaştırıldı. Koroner anjiyografiden sonra KAE’li hastalara aortokoroner baypas (n=39), perkütan koroner girişim (n=36) ve medikal tedavi (n=98) uygulandı. Ortalama takip süresi 34.2±2.5 ay idi.
Bul­gu­lar: Ektazili hastaların %80.3’ü erkekti. Kırk altı hastada (%26.6) izole ektazi vardı; 127 hastada (%73.4) ise ek olarak anlamlı koroner arter darlığı görüldü. Başlangıç klinik özellikleri bakımından ektazili grupla kontrol grubu arasında tek anlamlı fark, KAE’li hastalarda daha sık görülen hipertansiyon idi (p=0.002). Hastaların %67.1’inde bir damarda, %24.9’unda iki damarda, %8.1’inde üç damarda ektazi görüldü. Sağ koroner arter ektaziden en çok etkilenen damardı (%50.9). Ektazik koroner arterlerin çapları 3.2 mm ile 9.7 mm arasında değişiyordu (ort. 5.6 mm). Markis ve ark.nın ölçütlerine göre en fazla tip IV ektazi (%64.2) görüldü. Çokdeğişkenli regresyon analizinde hipertansiyon KAE ile bağımsız ilişki gösterdi (odds oranı: 0.378; %95 güven aralığı: 0.211-0.678; p=0.001). Takip sonunda dokuz hastanın öldüğü (%5.2) öğrenildi. Yıllık mortalite oranı, medikal tedavi grubunda %1.5, perkütan koroner girişim grubunda %2.1, aortokoroner baypas grubunda %2.9 bulundu.
So­nuç: Bulgularımız, gelecekteki prospektif çalışmaların, hipertansiyon ile KAE arasındaki bağımsız ilişkiye ve KAE’nin anlamlı koroner arter darlığı ile birlikte görülmesine odaklanması gerektiğini düşündürmektedir.
Objectives: We investigated the prevalence, distribution, risk factors, and prognosis of coronary artery ectasia (CAE) in patients undergoing coronary angiography for suspected coronary artery disease (CAD).
Study design: Of 4,119 patients undergoing elective coronary angiography between 2003 and 2005, 173 patients (139 males, 34 females; mean age 61±11 years) had CAE, with a prevalence of 4.2%. Distribution of CAE was made according to the classification of Markis et al. The results were compared with those of 145 control patients (115 males, 30 males; mean age 61±10 years) who had CAD but not CAE. Following coronary angiography, treatment was designed as aortocoronary bypass (n=3), percutaneous coronary intervention (n=36), and medical therapy (n=98). The mean follow-up was 34.2±2.5 months.
Results: Among CAE patients, there was a marked male preponderance with 80.3%. Coronary ectasia was isolated in 46 patients (26.6%) and was associated with significant coronary artery stenoses in 127 patients (73.4%). The only significant difference with the control group with respect to baseline features was the higher frequency of hypertension in the CAE group (p=0.002). Coronary ectasia involved a single vessel in 67.1%, two vessels in 24.9%, and three vessels in 8.1%, with the right coronary artery being the most common localization (50.9%). The diameters of ectatic coronary arteries ranged from 3.2 mm to 9.7 mm (mean 5.6 mm). According to the classification of Markis et al., the majority of patients (64.2%) had type IV ectasia. In multiple regression analysis, hypertension was independently associated with CAE (OR: 0.378; 95% CI: 0.211-0.678; p=0.001). Mortality occurred in nine patients (5.2%). The annual mortality rates were 1.5%, 2.1%, and 2.9% with medical therapy, percutaneous coronary intervention, and aortocoronary bypass, respectively.
Conclusion: Our findings suggest that further prospective studies focus on the dependent relationship between hypertension and CAE, and on marked coexistence of CAD and CAE.

5.
Romatizmal ve dejeneratif kalp kapak hastalarında doku ve plazma oksidatif stres indeksi
Plasma and tissue oxidative stress index in patients with rheumatic and degenerative heart valve disease
Murat Rabus, Recep Demirbağ, Yusuf Sezen, Oğuz Konukoğlu, Ali Yildiz, Özcan Erel, Rahmi Zeybek, Cevat Yakut
PMID: 19223719  Sayfalar 536 - 540
Amaç: Bu çalışmada, romatizmal ve dejeneratif kalp kapak hastalığında (KKH) plazma ve doku oksidatif stres indeksi (OSİ) açısından farklılık olup olmadığı araştırıldı.
Ça­lış­ma pla­nı: Çalışmaya kapak replasmanı yapılan 56 hasta alındı. Bunların 32’sinde (15 erkek; ort. yaş 47±10) romatizmal, 24’ünde (13 erkek; ort. yaş 55±12) dejeneratif KKH vardı. Plazma ve dokuda total oksidatif durum (TOD) ve total antioksidan kapasite (TAK) seviyeleri ölçüldü ve OSİ hesaplandı.
Bul­gu­lar: Dejeneratif KKH grubunda yaş, interventriküler septum kalınlığı ve aort darlığının sıklığı anlamlı derecede fazlaydı; romatizmal KKH grubunda ise mitral darlığı sıklığı daha yüksek bulundu (p<0.05). Plazma oksidatif parametreleri iki KKH grubu arasında farklılık göstermedi (p>0.05). Doku örneklerinde ise, romatizmal KKH grubunda TAK anlamlı derecede daha düşük bulunurken (p=0.027), TOD ve OSİ değerleri iki grupta benzerdi (p>0.05). İkili korelasyon analizinde, incelenen hiçbir klinik, laboratuvar ve ekokardiyografik parametre OSİ ile anlamlı ilişki göstermedi (p>0.05).
So­nuç: Bulgularımız, plazma ve doku OSİ seviyelerinin romatizmal ve dejeneratif KKH’de benzer olduğunu göstermektedir.
Objectives: We investigated whether patients with rheumatic and degenerative heart valve disease (HVD) differed with regard to plasma and tissue oxidative stress index (OSI).
Study design: The study included 56 patients who underwent valve replacement due to rheumatic (n=32; 15 males; mean age 47±10 years) and degenerative (n=24; 13 males; mean age 55±12 years) HVD. Plasma and tissue total oxidative status (TOS) and total antioxidative capacity (TAC) levels were measured and OSI was calculated.
Results: Patients with degenerative HVD had significantly higher age, increased interventricular septum thickness, and higher frequency of aortic stenosis, whereas the incidence of mitral stenosis was higher in patients with rheumatic HVD (p<0.05). Plasma oxidative characteristics did not differ between the two HVD groups (p>0.05). Tissue TAC was significantly lower in patients with rheumatic HVD (p=0.027), whereas tissue TOS and OSI were similar between the two HVD groups (p>0.05). In bivariate analysis, plasma OSI did not show any correlation with clinical, laboratory, and echocardiographic variables (p>0.05).
Conclusion: Our data show that plasma and tissue OSI levels are similar in patients with rheumatic and degenerative HVD.

6.
Hipertrofik kardiyomiyopatide olumsuz klinik olayları öngörmede sol atriyum boyutunun önemi
Importance of left atrial size in predicting adverse clinical events in hypertrophic cardiomyopathy
Gökhan Kahveci, Fatih Bayrak, Bülent Mutlu, Yelda Başaran
PMID: 19223720  Sayfalar 541 - 545
Amaç: Bu çalışmada, hipertrofik kardiyomiyopatili (HKM) hastalarda gelişebilecek olumsuz klinik olayları öngörmede sol atriyum boyutunun rolü araştırıldı.
Ça­lış­ma pla­nı: Çalışmaya HKM tanısı konan ardışık 83 hasta (45 erkek, 38 kadın; ort. yaş 47±17) ileriye dönük olarak katıldı. Başvuruda hastalara standart transtorasik ekokardiyografi uygulandı. Sol atriyum çapı, parasternal uzun eksen pozisyonda sistol sonunda ölçüldü ve vücut yüzey alanına oranlandı (sol atriyum çapı indeksi-SAÇİ). Hastalar kardiyovasküler ölüm ve/veya kalp yetersizliği semptomlarında kötüleşmeden oluşan klinik sonlanım açısından ortalama 622±366 gün (dağılım 14-1142 gün) süreyle takip edildi.
Bul­gu­lar: Yirmi yedi hastada (%32.5) olumsuz klinik olay (2 ölüm, 25 NYHA fonksiyonel sınıfında kötüleşme) gelişti. Hastalar SAÇİ ortanca değerine (2.5 cm/m2) göre incelendiğinde, SAÇİ ≥2.5 cm/m2 olan hastaların log NT-proBNP düzeyleri ve en büyük duvar kalınlıkları daha fazla; klinik sonlanım, ileri NYHA fonksiyonel sınıfı, önemli mitral yetersizlik ve sol ventrikül çıkış yolu tıkanıklığı oranları daha yüksek bulundu. Yapılan ROC analizinde, SAÇİ için 2.2 cm/m2’lik kestirim değerinin klinik sonlanımı öngörmedeki duyarlılığı %89, özgüllüğü %34, negatif ve pozitif öngörü değerleri sırasıyla %84 ve %38 bulundu. Kaplan-Meier analizinde, SAÇİ değeri <2.2 cm/m2’ olan hastalarda olaysız sağkalım oranı anlamlı derecede yüksek idi. İkili lojistik regresyon analizinde artmış SAÇİ’nin belirleyicileri şunlardı: Kadın cinsiyet, ileri NYHA fonksiyonel sınıfı, log NT-proBNP, en büyük duvar kalınlığı, önemli mitral yetersizliği ve sol ventrikül çıkış yolu tıkanıklığı. Çokdeğişkenli analizde ise, log NT-proBNP artmış SAÇİ’nin tek bağımsız belirleyicisi idi (OR= 2.1; %95 Güven aralığı: 1.3-3.4; p=0.004).
So­nuç: Bulgularımız, SAÇİ’nin HKM’li hastalarda olumsuz klinik olayların tahmininde güçlü bir öngördürücü olarak kullanılabileceğini göstermektedir.
Objectives: This study sought to investigate the role of left atrial diameter in predicting adverse clinical events in patients with hypertrophic cardiomyopathy (HCM).
Study design: The study prospectively included 83 consecutive patients (45 males, 38 females; mean age 47±17 years) with HCM. Admission transthoracic echocardiograms were obtained. Left atrial diameter was measured at end-systole from the parasternal long-axis view and left atrial diameter index (LADI) was derived (left atrial diameter/body surface area). Clinical endpoints were defined as cardiovascular death and/or worsening heart failure symptoms. The mean follow-up period was 622±366 days (range 14 to 1142 days).
Results: Adverse clinical events were seen in 27 patients (32.5%), including two deaths and deterioration in NYHA functional class (n=25). Based on the median LADI of 2.5 cm/m2, patients whose LADI was ≥2.5 cm/m2 had a higher value of log NT-proBNP, increased maximal wall thickness, and higher rates of adverse events, advanced NYHA functional class, significant mitral regurgitation, and left ventricular outflow tract obstruction. In ROC analysis, the cutoff value of 2.2 cm/m2 for LADI predicted adverse events with 89% sensitivity, 34% specificity, 84% negative and 38% positive predictive values. Kaplan-Meier analysis showed that patients with LADI <2.2 cm/m2 had a significantly lower rate of adverse events. In binary logistic regression, predictors of increased LADI were female sex, advanced NYHA functional class, log NT-proBNP, maximal wall thickness, significant mitral regurgitation, and left ventricular outflow tract obstruction. However, log NT-proBNP was the only independent predictor of increased LADI in multivariate regression analysis (OR= 2.1; 95% CI: 1.3-3.4; p=0.004).
Conclusion: Our data suggest that LADI may be used as a powerful predictor of adverse clinical events in patients with HCM.

OLGU BILDIRISI
7.
Sağ ventrikülü tutan metastatik Ewing sarkomu
Metastatic Ewing’s sarcoma involving the right ventricle
Burak Pamukçu, Ahmet Kaya Bilge, Mehmet Meriç, Dursun Atılgan
PMID: 19223721  Sayfalar 546 - 548
Ewing sarkomunda kalp metastazı nadirdir. Yirmi iki yaşında bir kadın hasta egzersizle ortaya çıkan çarpıntı ve halsizlik yakınmalarıyla başvurdu. Hastaya yedi yıl önce Ewing sarkomu nedeniyle radikal sağ tibia rezeksiyonu uygulandığı ve aynı nedenli akciğer metastazı için halen kemoterapi gördüğü öğrenildi. Transtorasik ve transözofajiyal ekokardiyografide, sağ ventrikül serbest duvarında büyük bir inhomojen kitle (3x3.5 cm) görüldü. Kitleyi masif trombüsten ayırt etmek için yapılan kontrastlı manyetik rezonans görüntülemede kısmi kontrast tutulumu izlenmesi üzerine kitlenin malign metastatik lezyon olduğu düşünüldü. Eşlik eden akciğer metastazı ve cerrahinin fazla yararı olmayacağı göz önüne alınarak hasta için cerrahi rezeksiyon önerilmedi.
Cardiac metastasis of Ewing’s sarcoma is rare. A 22-year-old woman was admitted with complaints of palpitation and fatigue on exertion. She had a seven-year history of radical right tibial resection for Ewing’s sarcoma and was also receiving chemotherapy for lung metastasis of Ewing’s sarcoma. Both transthoracic and transesophageal echocardiography demonstrated a single, large (3x3.5 cm) inhomogeneous mass located in the free wall of the right ventricle. To differentiate the mass from a massive thrombus, contrast-enhanced magnetic resonance imaging was performed. The mass showed partial contrast enhancement, suggesting a malignant metastatic mass. Surgical resection was not considered due to accompanying lung metastasis and potentially poor outcome of the operation.

8.
Sağ sinüs Valsalvadan köken alan sirkumfleks koroner arterden beslenen sol atriyum miksoması
Left atrial myxoma supplied by the circumflex coronary artery arising from the right sinus of Valsalva
İbrahim Özdoğru, Mustafa Duran, Bahadır Şarlı, Abdurrahman Oğuzhan
PMID: 19223722  Sayfalar 549 - 551
Miksoma kalbin en sık rastlanan tümörüdür. Kardiyak miksomalar histolojik olarak benign olmalarına rağmen, akut miyokard infarktüsü ile sonuçlanan emboli kaynağı ve kalp içi tıkanıklık nedeni olabilirler. Otuz sekiz yaşında erkek hasta akut koroner sendrom tablosuyla ve altı aylık angina öyküsüyle başvurdu. Elektrokardiyografide sinüs ritmi ve D2-3 ve aVF derivasyonlarında patolojik Q dalgaları izlendi. İkiboyutlu ekokardiyografide sol atriyum içinde, sol ventrikül doluşunu engelleyen, 6.8x3.4 cm büyüklüğünde bir kitle görüldü. Kitle mitral kapağından sol ventrikül içine uzanım göstermekteydi. Ayrıca, inferior duvar akinezisi saptandı. Selektif koroner anjiyografide koroner arterler normal bulunurken, sol atriyum kitlesinde belirgin neovaskülarizasyon izlendi. Kitle sağ koroner küspisden köken alan sol sirkumfleks koroner arterden besleniyordu. İnferior duvar akinezisi ventrikülografi ile de doğrulandı. Hasta acil şartlarda ameliyata sevk edildi. Çıkarılan kitlenin histolojik tanısı miksoma idi. Hastanın ameliyat sonrası seyri sorunsuz geçti.
Myxoma is the most common primary tumor of the heart. Although cardiac myxomas are histologically benign, they may be a source of emboli and cause intracardiac obstruction resulting in acute myocardial infarction. A 38-year-old male patient was admitted with a clinical presentation of acute coronary syndrome and angina of six-month history. The electrocardiogram showed sinus rhythm and pathological Q waves in leads D2-3 and aVF. Two-dimensional echocardiography showed a large immobile mass, 6.8x3.4 cm in size, in the left atrium, causing obstruction of the left ventricular inflow. The mass protruded through the mitral valve into the left ventricle. There was also inferior wall akinesia. Selective coronary angiography showed normal coronary arteries, but demonstrated marked neovascularization of the left atrial mass which was supplied by the left circumflex artery originating from the right coronary cusp. Ventriculography showed inferior wall akinesia. The patient was immediately submitted to cardiac surgery. The mass was resected and histologic diagnosis was atrial myxoma. The patient had an uneventful postoperative course.

9.
Göğüs ağrısı nedeni olan doğuştan koroner arter fistülü
Congenital coronary artery fistula as a cause of angina pectoris
Hayrettin Sağlam, Cevdet Ugur Koçoğulları, Eser Kaya, Mustafa Emmiler
PMID: 19223723  Sayfalar 552 - 554
Koroner arteriyovenöz fistül nadir gözlenen, koroner anjiyografilerin % 0,1-%0,2 sinde tesadüfen rastlanan bir anomalidir. Biz nadir bir vaka olarak sol sirkümfleks arterin proksimalinden pulmoner artere olan konjenital arteriyovenöz fistüllü semptomatik bir hastayı tanımladık.
Coronary arteriovenous fistula is an uncommon anomaly, occurring as an incidental finding in 0,1% to 0,2% of coronary angiograms. We describe a symptomatic patient with the proximal part of the left circumflex artery connected to the pulmonary artery through a fistula, as an unusual case.

10.
Tekrarlayan pulmoner tromboembolili bir olguda sağ atriyum ve inferior vena kavada miksomayı taklit eden trombüs
Thrombi in the right atrium and inferior vena cava mimicking myxoma in a patient with recurrent pulmonary thromboembolism
Tolga Aksu, Erdem Tümer Güler, Omaç Tüfekçioğlu, Ayşegül Öz Aksu
PMID: 19223724  Sayfalar 555 - 557
İki yıl önce pulmoner tromboemboli tanısıyla başlanan oral antikoagülan tedavisini sürdürmekte olan 26 yaşındaki erkek hasta, son bir haftadır ortaya çıkan göğüs ağrısı, nefes darlığı ve hemoptizi yakınmalarıyla başvurdu. Transtorasik ekokardiyografide, sağ atriyum içerisinde 3.5x3 cm boyutlarında ve vena kava inferiorda 1.5x1 cm boyutlarında iki adet kitle görünümü izlendi. Yapılan incelemelerde vejetasyon ve sekonder kardiyak tümör olasılığı dışlandı ve sürdürülen oral antikoagülan tedavi de göz önüne alınarak, trombüs oluşumuna neden olabilecek ek bir patoloji saptanmadı. Ayırıcı tanıda öncelikli olarak çoklu miksoma düşünülerek hastaya cerrahi uygulandı. Çıkarılan kitlelerin patolojik inceleme sonucu trombüs olarak bildirildi.
A 26-year-old male patient presented with complaints of pain, dyspnea, and hemoptysis of one-week history, while on oral anticoagulation treatment that had been started two years before upon the diagnosis of pulmonary thromboembolism. Transthoracic echocardiography showed two mass lesions in the right atrium and inferior vena cava, measuring 3.5x3 cm and 1.5x1 cm, respectively. The possibility of vegetation or secondary cardiac tumor was excluded by further examinations and, considering consistent oral anticoagulation, no other cause could be determined related to thrombus formation. Multiple cardiac myxomas were thought for the differential diagnosis and the patient underwent surgery. Histopathologic diagnosis of both masses was thrombus.

11.
Pulmoner hipertansiyonunun nadir bir nedeni: Pulmoner Langerhans hücreli granülomatozis
A rare cause of pulmonary hypertension: pulmonary Langerhans cell granulomatosis
Yeşim Güray, Ramazan Astan, Esra Gücük, Ümit Güray
PMID: 19223725  Sayfalar 558 - 561
Pulmoner Langerhans hücreli granülomatozis (PLHG), sigara içme ile ilişkili, hiperinflasyon ve/veya tıkayıcı akciğer hastalığı ile seyreden interstisyel bir hastalıktır. Pulmoner hipertansiyon ilerlemiş akciğer hastalığında görülen geç bir komplikasyondur ve sıklıkla kötü prognoz göstergesidir. Dört yıldır PLHG tanısıyla diltiazem ve kortikosteroid tedavisi gören 24 yaşında erkek hasta, nefes darlığı ve fonksiyonel kapasitesinin kötüleşmesi nedeniyle kardiyoloji kliniğinde incelendi. New York Kalp Birliği fonksiyonel sınıfı 3 olan hastanın elektrokardiyografisinde sinüs ritmi ve sağ dal bloku izlendi. Sürekli dalga Doppler ekokardiyografi ile sistolik pulmoner arter basıncı (SPAB) 80 mmHg olarak hesaplandı. Yapılan sağ kalp kateterizasyonunda SPAB 70 mmHg, ortalama pulmoner arter basıncı (OPAB) 44 mmHg ölçüldü. Vazodilatör tedaviye yanıtı değerlendirmek amacıyla adenozin ile yapılan pulmoner reaktivite testinde OPAB’de önemli değişim izlenmedi. Bu sonuçlara dayanarak, hastaya medikal tedavi planlandı.
Pulmonary Langerhans cell granulomatosis (PLCG) is a smoking-related interstitial lung disease characterized by hyperinflation and/or obstructive pulmonary disease. Pulmonary hypertension is a late complication of advanced pulmonary disease and often portends a poor prognosis. A 24-year-old male patient who had been receiving diltiazem and corticosteroid treatment with the diagnosis of PLCG for four years was examined by the cardiology clinic due to dyspnea and deterioration in his functional capacity. He was in New York Heart Association class III. The electrocardiogram showed sinus rhythm and right bundle branch block. Systolic pulmonary artery pressure (SPAP) was estimated as 80 mmHg with continuous-wave Doppler echocardiography. During right heart catheterization, SPAP was 70 mmHg and the mean pulmonary artery pressure (MPAP) was 44 mmHg. Vascular pulmonary reactivity test with adenosine did not result in a significant change in MPAP. Based on these findings, medical treatment was scheduled for the patient.

12.
Sol sirkumfleks koroner arterde miyokardiyal köprüleşme: Olgu sunumu
A case of myocardial bridging of the left circumflex coronary artery
Cemal Tuncer, Gülizar Sökmen, Gürkan Acar, Sedat Köroğlu
PMID: 19223726  Sayfalar 562 - 563
Miyokardiyal köprüleme epikardiyal koroner arterlerin belirli mesafelerde üzerinden geçen kas lifi demetlerinden oluşur. En sık olarak sol ön inen arter üzerinde görülür. Sol sirkumfleks arterde görülmesi çok nadirdir. Altmış üç yaşında erkek hasta sol omza yayılan göğüs ağrısı yakınmasıyla başvurdu. Fizik muayenesi normal olan hastanın elektrokardiyogramında lateral ST-segment değişiklikleri izlendi. Egzersiz elektrokardiyogramda belirgin lateral ST ve T dalga değişiklikleri gözlendi. Koroner anjiyografide, birinci obtus marjinden sonra sirkumfleks arterin ortasında sistolik daralma dışında koroner arterler normal bulundu. Hasta beta-bloker tedavisi ile taburcu edildi. Sekiz aylık takip döneminde göğüs ağrısı tekrarlamadı.
Myocardial bridge is a cluster of myocardial fibers crossing over the epicardial coronary arteries at a distance. It is most frequently seen on the left anterior descending artery. Involvement of the left circumflex coronary artery is very rare. A 63-year-old man presented with chest pain radiating to the left shoulder. Physical examination was normal. The electrocardiogram showed slight lateral ST-segment changes. Treadmill electrocardiography revealed significant lateral ST and T wave changes. Coronary angiography showed normal coronary arteries except for significant systolic narrowing of the mid-circumflex artery after the first obtuse marginal branch. The patient was discharged with beta-blocker therapy. He had no recurrent chest pain during eight months of follow-up.

OLGU GÖRÜNTÜSÜ
13.
Sol ventrikül çıkım yolu tıkanıklığının nadir bir nedeni: Aksesuvar mitral kapak
A rare cause of left ventricular outflow obstruction: accessory mitral valve tissue
Sadık Açıkel, Mehmet Doğan, Harun Kılıç, Ramazan Akdemir
PMID: 19223727  Sayfa 564
Makale Özeti |Tam Metin PDF

14.
Bilateral coronary artery to pulmonary artery fistulas associated with significant coronary artery atherosclerosis
Koroner arterlerden pulmoner artere uzanan iki taraflı fistüller ve eşlik eden belirgin koroner arter aterosklerozu
Ali Sabri Seyis, İsmail Türkay Özcan, Ahmet Çamsarı
PMID: 19223728  Sayfa 565
Makale Özeti |Tam Metin PDF

15.
Aritmojenik sağ ventrikül kardiyomiyopatisi ve ileri biventriküler kalp yetersizliği
Arrhythmogenic right ventricular cardiomyopathy with severe biventricular heart failure
Gökhan Kahveci, Denyan Mansuroğlu, Başar Sareyyüpoğlu, Bülent Mutlu
PMID: 19223729  Sayfa 566
Makale Özeti |Tam Metin PDF

DIĞER YAZILAR
16.
Kardiyoloji yayınlarında gündem ve yorumlar
Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Sayfa 567
Makale Özeti |Tam Metin PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama



Copyright © 2024 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi