ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 35 (2)
Cilt: 35  Sayı: 2 - Mart 2007
1.
Arteryel kan basıncındaki ortostatik değişikliklerin otonomik tonus ile ilişkisi: Cinsiyetle ilgili farklılıklar
The relationship between orthostatic differences in arterial blood pressure and autonomic tone: gender variability
Tolga Doğru, Serdar Günaydın, Vedat Şimşek, Murat Tulmaç, Emine Tireli
Sayfalar 69 - 77
Amaç: Arteryel kan basıncı (KB) değerlerinde ortostatik olarak meydana gelen farklılıklar sempatovagal dengenin dinamik değişiminden kaynaklanır. Çalışmamızda otonomik tonus değişimlerinde cinsiyet farklılıkları araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya, asemptomatik olan ve tetkikler sonrasında herhangi bir patolojik durum saptanamayan 237 kişi (114 erkek, 123 kadın) katıldı. Erkeklerin oluşturduğu grupta ortalama yaş 47 (dağılım 20-79), kadınların oluşturduğu grupta 39 (dağılım 20-71) idi. Katılımcılara öykü alımı ve fizik muayene yanı sıra rutin biyokimyasal tetkikler, ekokardiyografi, 24 saatlik Holter monitörizasyonu ve ortostatik otonomik testler yapıldı.
Bulgular: Kalp hızı değişkenliği verilerinde, kadınlarda yüksek frekans (HF) değeri başta olmak üzere parasempatik tonus göstergelerinin, erkeklerde ise düşük frekans (LF)/yüksek frekans oranının öncelikli olarak yansıttığı sempatik tonus göstergelerinin daha yüksek olduğu saptandı (p<0.001). Erkek grubunda normalize LF ile hızlıca ayağa kalkma testi sırasındaki sistolik (r=0.308, p=0.001) ve diyastolik (r=0.301, p=0.002) KB değerleri arasında pozitif ilişki saptanırken, kadın grubunda bu ilişki yoktu. Ayakta sabit durma pozisyonundan hızlıca sırtüstü yatma pozisyonuna getirilmeyi içeren testin 2. dakikasında her iki cinsiyet için KB değerlerinin tümü sempatik tonus göstergesi olan LF/HF oranı ile pozitif ilişki gösterdi. Erkeklerde dinlenme, hızlıca ayağa kalkma ve sırtüstü yatma pozisyonları arasındaki sistolik KB değişiminde LF (sempatik ve parasempatik tonus) değerinin, diyastolik KB değişiminde ise HF (parasempatik tonus) değerinin öncelikli olduğu saptandı. Kadınlarda sistolik KB değişimi ile otonomik tonus değerleri ilişkili bulunmadı, diyastolik KB değişiminde ise LF/HF değerinin öncelikli olarak etkin olduğu saptandı.
Sonuç: Otonomik sistem iki cinsiyette farklı önceliklerle çalışmakta ve bu durum cinsiyetler arasındaki ortostatik toleransı da etkileyen farklılıklar yaratmaktadır.
Objectives: The differences in orthostatic blood pressure result from dynamic changes in the sympathovagal balance. We studied sex-related variations in autonomic tone regulation.
Study design: The study included 237 individuals (114 males, 123 females) who were asymptomatic and had no abnormal laboratory or physical findings. The mean age was 47 years (range 20 to 79 years) for men, and 39 years (range 20 to 71 years) for women. All the participants were subjected to a careful history taking, physical examination, routine biochemical examinations, electrocardiographic recording, 24-hour Holter monitoring, and orthostatic tests.
Results: In heart rate variability analysis, parasympathetic tone parameters, in particular the high frequency (HF) component was significantly high in females, whereas sympathetic tone parameters, in particular the low frequency (LF)/HF ratio was significantly high in males (p<0.001). The normalized LF component in males showed positive correlations with systolic (r=0.308, p=0.001) and diastolic (r=0.301, p=0.002) blood pressures during the rapid stand test; this correlation was not seen in females. Blood pressures obtained in the second minute of the rapid supine test following the stand test were in positive correlation with the LF/HF ratio in both sexes. In males, variations in systolic and diastolic blood pressures during rest, stand, and supine positions were primarily influenced by the LF component and HF component, respectively. In females, variations in systolic blood pressure during the three positions were not correlated with autonomic tone components, but variations in diastolic blood pressure were primarily affected by the LF/HF ratio.
Conclusion: Autonomic system works through varying priorities in both sexes and this causes sex-related differences in orthostatic tolerance.

ARAŞTIRMA
2.
Kaptoprilin tavşan trakeası üzerine olan inflamatuvar etkisi: Histopatolojik inceleme
The inflammatory effect of captopril on rabbit trachea: a histopathological examination
Ebru Ünsal, Funda Demirağ, Abuzer Acar, Müjgan Güler, Atalay Çağlar, Nermin Çapan
Sayfalar 78 - 82
Amaç: Anjiyotensin dönüştürücü enzim (ACE) inhibitörlerine bağlı öksürüğü açıklamak üzere birçok teori öne sürülmüştür; ancak, tam mekanizma bilinmemektedir. Bu çalışmada kaptoprilin tavşan trakeası üzerine olan histopatolojik etkisi araştırıldı.
Çalışma planı: Yirmi sekiz adet erkek Ankara tavşanı eşit sayıda dört gruba ayrıldı. İlk grup kontrol grubu olarak kabul edildi. Diğer üç gruba yedi gün boyunca, orofarengeal kanül yoluyla 1 mg/kg/gün oral kaptopril verildi. İntramusküler ketamin ve ksilazin hidroklorid anestezisi altında, grup 2, 3, 4'teki trakealar ilaç kesildikten sonra sırasıyla bir, yedi ve 21. günlerde çıkarıldı. Kontrol grubunun trakeaları grup 4 ile aynı günde çıkarıldı. Trakea kesitleri hematoksilen-eozin ile boyandıktan sonra ışık mikroskobu altında incelendi. Trakea dokularındaki inflamasyon kantitatif skorlama sistemi ile değerlendirildi.
Bulgular: Kaptopril kesildikten sonraki birinci gün (grup 2) ve yedinci günlerde (grup 3), kontrol grubu ile karşılaştırıldığında inflamasyonda anlamlı derecede artış saptandı (sırasıyla p=0.002 ve p=0.001); grup 2 ve 3 arasında ise anlamlı fark yoktu (p=0.872). İlacın kesilmesinden sonraki 21. günde (grup 4) ise inflamasyonun belirgin derecede gerilediği görüldü; grup 4 ile kontrol grubu arasında inflamasyon açısından anlamlı farklılık yoktu (p=0.496). Grup 2'deki iki tavşanda ve grup 3'teki dört tavşanda eozinofile rastlandı.
Sonuç: Kaptoprilin trakeada geri dönüşümlü inflamasyona yol açtığı görüldü; bu durum ACE inhibitörlerine bağlı öksürüğü açıklayıcı bir mekanizma olabilir.
Objectives: Several mechanisms have been proposed to explain angiotensin converting enzyme (ACE) inhibitor-induced cough, but the exact mechanism is not known. In this study, we aimed to examine the histopathological changes in rabbit trachea after captopril administration.
Study design: Twenty-eight male Angora rabbits were divided into four groups equal in number. Group 1 was the control group. Group 2, 3, and 4 received oral captopril (1 mg/kg) once daily for seven days through an oropharyngeal cannula. Under intramuscular ketamine and xylazine hydrochloride anesthesia, the tracheas were dissected on the first, seventh, and 21st days of captopril withdrawal in group 2, 3, and 4, respectively. The tracheas of the control group were dissected on the same day as group 4. Tracheal sections were stained with hematoxylin-eosin and examined under the light microscope. Inflammation was evaluated by a quantitative scoring system.
Results: On the first day (group 2) and seventh day (group 3) of captopril withdrawal, there was significant inflammation in the tracheas compared with the control group (p=0.002, p=0.001, respectively), without any significant difference between group 2 and 3 (p=0.872). On the 21st day (group 4), inflammation reduced significantly and there was no significant difference with the control group (p=0.496). Eosinophils were detected in two rabbits in group 2 and in four rabbits in group 3.
Conclusion: Captopril causes reversible inflammation in rabbit trachea, suggesting a possible mechanism for ACE inhibitor-induced cough.

3.
Atriyal septal defektli yetişkin hastalarda cerrahi tedavi: Ameliyat yaşının kardiyopulmoner egzersiz kapasitesine etkisi
Surgical treatment of atrial septal defect in adults: the effect of age at operation on postoperative cardiopulmonary exercise capacity
Sait Terzi, Nurten Sayar, Tuba Bilsel, İsmail Erdem, Sezai Çelik, Yavuz Enç, Burak Tangürek, Nihat Özer, Kemal Yeşilçimen
Sayfalar 83 - 89
Amaç: Atriyal septal defekt (ASD) nedeniyle cerrahi tedavi gören yetişkin hastalarda ameliyat yaşının kardiyopulmoner egzersiz kapasitesine (KPET) etkisi araştırıldı.
Çalışma planı: İzole ASD nedeniyle kapatma uygulanan 51 hasta (12 erkek, 39 kadın; ort. yaş 39) çalışmaya alındı. Hastalar ameliyat sırasındaki yaşlarına göre iki gruba ayrıldı: 40 yaş altında 31 hasta (grup 1), 40 yaş veya üzeri 20 hasta (grup 2). Ameliyat sonrasında hastalarda KPET değerlendirildi ve sonuçlar 37 sağlıklı bireyden (12 erkek, 25 kadın; yaş dağılımı 17-60) oluşan kontrol grubuyla karşılaştırıldı. Ortalama izlem süresi 2.5±1.3 yıl (dağılım 1.5-5 yıl) idi.
Bulgular: Ameliyattan sonra 32 hastada (%62.8) NYHA fonksiyonel sınıfında en az bir derecelik iyileşme görüldü. Atriyal fibrilasyon sıklığı cerrahi tedaviden sonra değişmedi (grup 1’de %16.1, grup 2’de %25). Ameliyat öncesinde pulmoner hipertansiyon sıklığı grup 2’de daha fazlaydı (%45 ve %22.6); bu oranlar ameliyat sonrasında sırasıyla %30 ve %16.1’e geriledi. Hasta grubunda en yüksek oksijen tüketimi (VO2) ve diğer tüm KPET parametreleri kontrol grubuna göre anlamlı derecede daha düşüktü. Grup 1’deki hastaların, grup 2’ye göre en yüksek VO2 açısından benzer yaştaki kontrollere daha fazla yaklaştığı görüldü (sırasıyla %76.5 ve %68.3). Pulmoner hipertansiyonu olan ve olmayan hastalarda en yüksek VO2 değerleri kontrol grubunun sırasıyla %64.7 ve %78.1’i düzeyindeydi. Fonksiyonel kapasitesi NYHA sınıf 1, 2 ve 3 olan hastaların, kontrol grubundaki en yüksek VO2’nin sırasıyla %92.7, %78.6 ve %52.7’sine ulaştığı görüldü.
Sonuç: Yetişkin yaş grubunda, ASD tedavisi sonrasında egzersiz performansında gözlenen kısıtlılık, ameliyat yaşı, pulmoner arter basıncı ve ameliyat öncesi fonksiyonel kapasiteyle ilişkili bulundu.
Objectives: We investigated the effect of age at the time of atrial septal defect (ASD) closure in adults on cardiopulmonary exercise capacity.
Study design: Fifty-one adult patients (12 men, 39 women; mean age 39 years) underwent surgical repair for isolated ASD. The patients were divided into two groups according to their ages at the time of surgery, i.e. group 1 <40 years, and group 2 ≥40 years of age. Cardiopulmonary exercise capacity was evaluated postoperatively. The results were compared with those of 37 healthy controls (12 men, 25 women; age range 17 to 60 years). The mean follow-up was 2.5±1.3 years (range 1.5 to 5 years).
Results: Postoperatively, an improvement of at least one NYHA functional class was found in 32 patients (62.8%). The incidence of atrial fibrillation remained unchanged (16.1% in group 1, 25% in group 2). Pulmonary hypertension decreased from 22.6% to 16.1% in group 1, and from 45% to 30% in group 2. Compared to controls, peak oxygen uptake (VO2) and all other parameters of cardiopulmonary exercise capacity were significantly lower in the study group. Peak VO2 showed a higher improvement in group 1 than that in group 2 (76.5% vs 68.3% of peak VO2 in age-matched controls). Similarly, patients without pulmonary hypertension had a higher peak VO2 than those with pulmonary hypertension (78.1% vs 64.7% of peak VO2 in age-matched controls). Peak VO2 values of patients who had NYHA class 1, 2, and 3 functional capacity preoperatively were 92.7%, 78.6%, and 52.7% of that in the control group, respectively.
Conclusion: Limitations in exercise capacity of adult patients following ASD repair are associated with age at operation, pulmonary artery pressure, and preoperative functional capacity.

4.
Karotis intima-media kalınlığının anjiyografik koroner arter hastalığı varlığı ve yaygınlığı ile ilişkisi
The relationship between carotid intima-media thickness and the presence and extent of angiographic coronary artery disease
Emre Refik Altekin, İbrahim Demir, İbrahim Başarıcı, Hüseyin Yılmaz
Sayfalar 90 - 96
Amaç: Arteryel sistemdeki erken dönem aterosklerotik değişikliklerin bir göstergesi olan karotis intima-media kalınlığı ( KİMK) ile koroner arter hastalığı (KAH) varlığı ve yaygınlığı arasındaki ilişki araştırıldı.
Çalışma planı: Anjiyografik olarak KAH bulunmayan 47 hasta (grup 1) ve KAH bulunan 63 hastada (grup 2) B-mod ultrasonografi görüntülerinden bilgisayar destekli ortamda her iki ana karotis arter için KİMK ölçümleri yapıldı. Ölçülen en yüksek ve ortalama KİMK değerleri, KAH varlığına ve yaygınlığına göre belirlenen gruplar arasında karşılaştırıldı ve KİMK’nin anjiyografik KAH varlığını öngörmedeki değeri belirlendi.
Bulgular: Hem sağ ve sol karotis arter için ayrı ayrı ölçülen en yüksek ve ortalama değerler, hem de her iki karotis artere ait değerlerin ortalamaları grup 2’de anlamlı derecede daha yüksek idi (p<0.001). Grup 2 KAH yaygınlığına göre iki altgruba ayrıldığında, tekdamar hastalığı olanlarda en yüksek ve ortalama KİMK değerleri sırasıyla 0.931 mm ve 0.767 mm, çokdamar hastalığı olanlarda 1.065 mm ve 0.860 mm bulundu (p<0.001). En yüksek KİMK için kestirim değeri 0.956 mm alındığında, bu yöntemin anjiyografik KAH tanısı için duyarlılık ve özgüllüğü sırasıyla %85.7 ve %85.1; pozitif ve negatif öngördürücü değerleri %88.5 ve %81.6 olarak belirlendi (eğri altında kalan alan 0.871 ve %95 güven aralığı 0.794-0.928). Regresyon analizinde, en yüksek KİMK değerinin diyabet ile birlikte KAH için bağımsız belirleyici olduğu görüldü.
Sonuç: Ultrasonografi ile KİMK ölçümü, aterosklerotik kardiyovasküler hastalıkları erken dönemde belirlemek ve ateroskleroz açısından risk sınıflaması için kullanılabilecek kolay ve invaziv olmayan bir yöntemdir.
Objectives: We investigated the relationship between carotid intima-media thickness (CIMT), a marker of early atherosclerotic changes in the arterial bed, and the presence and extent of coronary artery disease (CAD).
Study design: B-mode ultrasound examination of bilateral common carotid arteries and computer assisted CIMT measurements were performed following angiographic assessment of 47 patients without CAD (group 1) and 63 patients with CAD (group 2). The mean and maximum CIMT values were compared between the groups with regard to the presence and extent of CAD and the predictive value of CIMT for angiographic CAD was determined.
Results: The mean and maximum CIMT values for both the right and left carotid arteries and the overall maximum and mean values were significantly higher in group 2 (p<0.001). The patients with CAD were analyzed in two subgroups depending on the extent of CAD: the mean and maximum CIMT values were 0.931 mm and 0.767 mm in those with single vessel disease, and 1.065 mm and 0.860 mm in those with multivessel disease, respectively (p<0.001). The sensitivity, specificity, positive and negative predictive values of a cutoff value of 0.956 mm for determining angiographic CAD were 85.7%, 85.1%, 88.5%, and 81.6%, respectively (area under the curve, 0.871; 95 percent confidence interval, 0.794-0.928). Regression analysis showed that maximum CIMT and diabetes were independent predictors of CAD.
Conclusion: Measurement of CIMT by B-mode ultrasound is a simple, noninvasive, and useful tool for early diagnosis of cardiovascular diseases and risk classification for atherosclerosis.

OLGU BILDIRISI
5.
Paklitaksel salınımlı stent uygulaması sonrasında geç stent trombozu
Late stent thrombosis after paclitaxel-eluting stent implantation
Bilal Boztosun, Ayhan Olcay, Ramazan Kargın, Cevat Kırma
Sayfalar 97 - 100
İlaç salınımlı stentler koroner arter hastalığının tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır; ancak, geç dönem stent trombozu halen sorun olmayı sürdürmektedir. Kararsız angina pektoris tablosuyla başvuran 54 yaşındaki bir erkek hastaya, sağ koroner arterde %90 darlık görülmesi üzerine paklitaksel salınımlı stent takıldı. Takip dönemini asemptomatik geçiren hastada, stent takılmasından 13 ay sonra klopidogrel kullanımına son verildi. Ancak, işlemden 17 ay sonra hasta akut inferior miyokard infarktüsüyle tekrar başvurdu. Koroner anjiyografide sağ koroner arterde tam stent trombozu görüldü. Trombotik tıkanıklık kılavuz telle geçildikten sonra balon anjiyoplasti yapıldı ve TIMI II-III akım elde edildi. Hastanedeki takibinde asemptomatik olan hasta uygun ilaçlarla taburcu edildi.
Drug-eluting stents are widely used in the treatment of coronary artery disease, but late stent thrombosis is still a concern. A 54-year-old male patient who presented with unstable angina pectoris underwent paclitaxel-eluting stent implantation for 90% stenosis in the right coronary artery (RCA). He was asymptomatic during follow-up and clopidogrel was discontinued 13 months after the procedure. However, 17 months after stent implantation he presented with acute inferior myocardial infarction. Coronary angiography revealed total in-stent thrombosis in the RCA. Thrombotic occlusion was easily passed with a floppy guide wire and balloon angioplasty was successful resulting in TIMI II-III flow. The patient was asymptomatic during hospital stay and was discharged on appropriate medications.

6.
Sol ana iliyak arterde stent trombozu olan bir olguda başarılı yavaş doz trombolitik infüzyonu
Successful slow-dose infusion of thrombolytic therapy in a patient with stent thrombosis in the left common iliac artery
Barış Kılıçaslan, Fahriye Vatansever, Cem Nazlı, Oktay Ergene
Sayfalar 101 - 104
Periferik arteryel stentlerde görülen subakut tromboz nadir, fakat önemli bir komplikasyondur. Elli beş yaşında erkek hasta, sol alt ekstremitesinde iki yıldır var olan geçici topallama yakınmasıyla başvurdu. Hastanın sol femoral arter nabzı zayıf bulundu; sol popliteal arter, tibialis anterior arter ve dorsalis pedis arterde nabız alınamadı. Periferik arteriyografide, sol ana iliyak arter orta bölümünde kritik darlık (%90) saptanması üzerine, darlık alanına kendiliğinden genişleyebilir stent yerleştirildi. İşlemden dört hafta sonra, hasta sol ayağında şiddetli ağrı yakınmasıyla tekrar başvurdu. Periferik arteriyografide, sol ana iliyak arterin stent trombozu nedeniyle tamamen tıkalı olduğu görüldü. Streptokinazla trombolitik tedaviye başlandı ve 250,000 İU bolus dozunun ardından 100,000 İU/saat olacak şekilde 24 saat süreyle yavaş doz infüzyon uygulandı. Trombolitik infüzyonundan üç gün sonra yapılan anjiyografide sol ana iliyak arterin açık olduğu ve darlık kalmadığı görüldü. Bildiğimiz kadarıyla, bu tür olgularda yavaş doz intravenöz infüzyon ile trombolitik tedavi uygulaması bildirilmemiştir.
Subacute thrombosis of the peripheral stents is a rare but serious complication. A 55-year-old-man presented with a complaint of claudication in the left lower extremity of a two-year history. A weak left femoral artery pulse was elicited, but pulses in the left popliteal artery, tibialis anterior artery, and dorsalis pedis artery were absent. Upon detection of a critical stenosis (90%) in the mid portion of the left common iliac artery by peripheral arteriography, a self-expandable stent was implanted in the stenotic region. Four weeks after the procedure, he presented with severe pain in his left leg. Peripheral arteriography revealed total occlusion of the left main iliac artery due to stent thrombosis. Thrombolytic therapy with streptokinase was administered with a bolus dose of 250,000 IU followed by a slow infusion of 100,000 IU/hour for 24 hours. Angiography performed three days after the thrombolytic infusion demonstrated a patent left common iliac artery with no residual stenosis. To our knowledge, the use of a slow-infusion regime of thrombolytic therapy has not been reported previously.

7.
Sol aortik sinus kuspisinden kaynaklanan ventriküler çıkış yolu taşikardisi ve atriyoventriküler nodal re-entran taşikardinin aynı seansta kateter ablasyonu
The coexistence of outflow tract ventricular tachycardia originating from the left aortic sinus cusp and atrioventricular nodal reentrant tachycardia: catheter ablation in the same session
Mehmet Kanadaşı, Mesut Demir, Ahmet Akyol, Enis Oğuz, Esmeray Acartürk
Sayfalar 105 - 109
Yirmi üç yaşında erkek hastada saptanan sol aortik sinus kuspisinden kaynaklanan repetetif monomorfik ventriküler çıkış yolu taşikardisi ve atriyoventriküler nodal re-entran taşikardi için aynı seansta ablasyon uygulandı. Ablasyon sırasında ve sonrasında herhangi bir komplikasyonla karşılaşılmadı. Bilindiği kadarıyla hastamız, her iki taşikardinin birlikte görüldüğü ilk olgudur.
Repetitive monomorphic outflow tract ventricular tachycardia originating from the left aortic sinus cusp and typical atrioventricular nodal reentrant tachycardia in a 23-year-old male patient were ablated in the same session. No complication was observed during and after ablation. To our knowledge, this is the first case of both tachycardias in the same patient.

DERLEME
8.
Akut koroner sendromda klopidogrel kullanımı
The use of clopidogrel in acute coronary syndrome
Hatice Selçuk, Mehmet Timur Selçuk, Erdoğan İlkay
Sayfalar 110 - 117
Akut koroner sendrom tedavisinde kaydedilen yeni gelişmelere rağmen, ciddi mortalite ve morbidite riski halen devam etmektedir. Akut koroner sendrom patofizyolojisinde trombosit adezyon ve agregasyonu önemli rol oynamaktadır. Aspirinin kardiyovasküler olay ve mortaliteyi azaltıcı yönde yararlı etkisi kanıtlanmıştır. Klopidogrel ise trombosit aktivasyon ve agregasyonunu azaltan değişik bir mekanizmaya sahiptir ve akut koroner sendrom tedavi rejiminin önemli bir parçası haline gelmiştir. Birçok klinik çalışmada, aspirin ve klopidogrel ile uygulanan antitrombosit tedavinin perkütan koroner girişim sonrasında majör kardiyovasküler olayları önlemede yalnızca aspirin kullanımına üstün olduğu gösterilmiştir. Kararsız angina ve ST yükselmesiz miyokard infarktüsü tedavi kılavuzunda aspirin ile birlikte klopidogrel kullanımı önerilmektedir. ST yükselmeli miyokard infarktüsü tedavisinde de klopidogrel etkisini araştırmaya yönelik çalışmalar başlamıştır ve yakın zamanlı iki randomize çalışmada klopidogrelin yararlı etkisi ortaya konmuştur. Birçok kardiyovasküler hastalıkta, klopidogrel kullanımının yararına ilişkin kanıtlar olsa da, klinik kullanımı ile ilgili tartışmalı konular vardır ve klopidogrel kullanımı için ileri çalışmalar gerekmektedir. Bu derlemede klopidogrelin akut koroner sendrom tedavisindeki yeri incelendi.
Despite major improvements in the management of acute coronary syndromes, appreciable risks for mortality and morbidity remain. Platelet adhesion and aggregation play the key role in the pathophysiology of acute coronary syndromes. Antiplatelet therapy with aspirin has proved to be of great benefit to reduce cardiovascular events and mortality. Having a distinct mechanism to decrease platelet adhesion and aggregation, clopidogrel has also become a common component of therapeutic regimens for acute coronary syndrome. Consistent findings from numerous trials show that dual antiplatelet therapy with aspirin and clopidogrel is superior to aspirin alone for the prevention of major cardiac events after percutaneous coronary intervention. The guidelines for the management of unstable angina pectoris and non-ST elevation myocardial infarction recommend to add clopidogrel to aspirin. These have led to further studies to determine the effect of clopidogrel in the therapy of ST elevation myocardial infarction and two recent randomized trials have shown the beneficial effect of clopidogrel in this setting. In spite of the accumulated evidence favoring clopidogrel in various cardiac diseases, conflicting issues exist regarding its clinical use, requiring further studies for the appropriate use of clopidogrel. In this review, the role of clopidogrel was examined in the management of acute coronary syndrome.

ARAŞTIRMA
9.
Türk kardiyovasküler tıp yayınları 2006: Daha iyi dergilere yöneliş
Turkey’s publications in cardiovascular medicine in 2006: Addressing journals of higher impact
Altan Onat
Sayfalar 118 - 134
Kardiyovasküler tıp alanında 2006 yılında Türkiye kaynaklı uluslararası yayınlar, Web of Science’ten, Science Citation Index’in CD edisyonuna kaynak dergiler ve yalnızca tam metinli makaleler dikkate alınarak değerlendirildi. Birden fazla kurumdan ya da bilim dalından çıkan ortak yayınlar için bir kredi sistemi uygulandı. Geçen yıl CD edisyonunda taranan dergilerde kardiyovasküler hekimlikte, Türkiye’den çıkan tam metinli makale sayısı 176’ya, dünyadaki payımız binde 9.8 düzeyine yükseldi. Makalelerin yayımlandığı dergilerin ortanca impakt faktörü hatırı sayılır bir farkla bu yıl 1.51’e (dörtte bir dilimler aralığı 0.99-2.09) yükseldi. Her üç makalemizden biri etki değeri 2 ya da üzerindeki dergilerde yayımlandı. 2006 yılındaki yayınlarımız arasında erişkin kardiyolojisinden 141, kardiyovasküler cerrahiden 23, çocuk kardiyolojisinden 12 makale vardı. Üretkenlikte en önde gelen beş kurumumuz Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi, Siyami Ersek Göğüs Kalp Damar Cerrahisi Merkezi, Gülhane Askeri Tıp Akademisi ile Başkent ve İnönü Üniversiteleri idi. Köklü sayılabilecek en az 10 tıp fakültemizin bu alanda kendilerinden bekleneni vermemekte devam etmesi, akademik hayatta köklü düzenlemeler için duyulan gereksinimin altını çizmektedir.
The progress in 2006 in the output of publications in cardiovascular medicine originating from Turkey’s institutions were evaluated based on data of the Web of Science. Only articles in full-text appearing in source publications of Science Citation Index CD Edition were included. A weighted credit system was used for articles published jointly with a foreign or a noncardiological Turkish institution. Turkey's cardiovascular publications rose to 176 articles and her share of world publication to 9.8 per mille. The median impact factor of periodicals publishing these articles rose from 1.22 of the preceding year to 1.51 (interquartile range 0.99-2.09). One-third of the papers were published in journals with an impact factor 2 or over. Distribution of the articles in 2006 according to related branches was as follows: 141 adult cardiology, 23 cardiovascular surgery, and 12 pediatric cardiology. The leading five centers in the generation of publications were Türkiye Yüksek İhtisas Hospital, Siyami Ersek Cardiovascular Surgery Center, Gülhane Military School of Medicine, and the universities of Başkent and İnönü. At least 10 established medical faculties again failed this year to exhibit an anticipated performance, which underscores the need for new regulations in academic career.

OLGU GÖRÜNTÜSÜ
10.
Asemptomatik bir eriflkinde büyük arterlerin transpozisyonu ve çift girimli sol ventrikül
Double-inlet left ventricle with transposition of great arteries in an asymptomatic adult
Mehmet Güngör Kaya, Murat Tulmaç, Nihat Şen, Yusuf Tavil
Sayfa 136
Çift girimli sol ventrikül, sol ve sağ atriumdan gelen tüm kan akımının atriyoventriküler kapaklar aracılığıyla doğrudan tek ventrikül - sol ventriküle taşınması ile karakterize konjenital kalp hastalığıdır. Tüm doğumsal kalp defektlerinin %1’ni oluşturur. Erken yaşta cerrahi olarak opere edilmeyen hastalarda prognoz genellikle kötüdür. Literatürde opere edilmeden 6. dekata ulaşabilen nadir vakalar bildirilmektedir.
Otuz dört yaşında kadın hasta çarpıntı şikayeti ile başvurdu. Fonksiyonel kapasitesi NYHA’ a göre sınıf I idi. Fizik muayenede tüm odaklarda 3-4/6° sistolik üfürüm duyuldu ve thrill alındı. Kan basıncı 110 / 66 mmHg, nabız 80 / dk ritmikti. Hemoglobinin 17.1 g/dl olması dışında hematolojik veya biyokimyasal bir anormallik yoktu. Telegrafide kardiotorasik oran artmıştı. EKG’de sinüs ritmi ve nonspesifik intraventriküler ileti gecikmesi saptandı. Transtorasik Ekokardiografi’de her iki atriumun aynı hizada, rudimenter bir septumla hipoplastik sağ ventrikülden ayrılan, fonksiyonel tek bir ventrikül oluşturan boşluğa açıldığı tespit edildi.Tek ventrikülün transpoze olmuş, önde aort ve arkada pulmoner artere boşaldığı izlendi(Figür 1,2). Pulmoner arter çıkış yolunda 68 mmHg ’e ulaşan gradient ve subvalvuler hipertrofik band saptandı. Aort çıkış yolu normaldi. Olgu çift girimli sol ventrikül, rudimenter sağ ventrikül, pulmoner darlık ve büyük damarların transpozisyonu olarak değerlendirildi. İleri yaşa gelebilmesinde pulmoner darlık olması ve pulmoner hipertansiyonun gelişmemesi olarak düşünüldü. Holter monitörizasyonda; 2 defa couplet, 26 defa trigemine yapan orta sıklıkla monomorfik VES saptandı ve medikal takip kararı alınan hastaya B bloker tedavisi başlandı.
Cerrahi olarak düzeltilmemiş ileri yaşa kadar gelebilen çift girimli sol ventrikül vakalarının nadir olması nedeni ile takdimi uygun bulundu.
Double-inlet left ventricle is a congenital heart disease characterized with a single ventricle receiving the whole blood from both atria via AV valves. Prognosis is usually poor unless early surgical correction is done. Rarely, cases of patients reaching the sixth decade have been reported.
34-year-old women admitted with palpitation. The physical examination revealed IV/VI systolic murmur with thrill over the entire precordium. Increased cardiothoracic ratio was seen in the telecardiogram. ECG revealed sinusal rhythm. Transthoracic echocardiography showed that both atria were connected at the same level to a chamber forming the morphologic left ventricle (MLV), which was seperated from the hypoplastic right ventricle via a rudimentary septum with large VSD. This MLV was connected to the transposed anteriorly located aorta and to the posteriorly located pulmonary artery. The atrioventricular valves were connected to the MLV (Figure 1,2). There was a subvalvular hypertrophic band leading to a 68-mmHg maximum systolic gradient in pulmonary outflow tract. The diagnosis was double inlet left ventricle with rudimentary right ventricle, transposition of the great arteries and subvalvular pulmonary stenosis. Subvalvular pulmonary stenosis probably prevented pulmonary hypertension providing a favorable survival. Holter monitorization revealed monomorphic ventricular extrasystoles with 2 couplets and 26 triplets. Beta-blocker medication was the final decision for her treatment.
This case deserves submission as being a patient reaching adulthood free of symptoms with nonoperated double-inlet left ventricle.

11.
Karotis cisim tümörünün neden olduğu presenkop atakları
Near-syncopal episodes associated with a carotid body tumor
Mehmet Cengiz Çolak, Hasan Kocatürk, Hikmet Koçak
Sayfa 138
24 yaşında bayan hasta her gün olan presenkop şikayeti nedeniyle başvurdu. Presenkop atakları özellikle baş pozisyonuyla ortaya çıkmaktaydı.Boyun USG de sol karotis arter bifurkasyonunda 3.2 cm x 2.2 cm ebatlarında hipervasküler karotis tm ile uyumlu kitle tespit edildi. Multislice CT anjiografide sol karotis bifurkasyonda karotis cisim tümörü tespit edildi. Tümoral kitlenin karotis arterial duvarı tamamen tuttuğu fakat damar lümenini daraltmadığı gözlendi. Kitle cerrahi olarak tamamen çıkarıldı. Histopatolojik değerlendirme karotis cisim tümörü (paraganglioma) ile uyumlu olarak geldi. Altı aylık izlemde rekürrens yada presenkop atakları gözlenmedi.
A-24-year-old woman was referred to our institution with daily near-syncope episode. The near-syncope episodes were related to change in head position.Ultrasonography of the neck revealed a hypervascular mass within the left carotid bifurcation with a size of 3.2 cm x 2.2 cm, consistent with a carotid body tumor.Multislice CT angiography demonstrated a large, left-sided carotid body tumor.The tumor involved the carotid arterial wall without disturbing its patency.The mass on the left side of the neck was surgically removed with no complications. Histological analysis showed findings typical of carotid body tumor (paraganglioma) with no sign of malignancy. After removal of the mass, no recurrence and near-syncopal attack occurred during a follow-up 6 months.

DIĞER YAZILAR
12.
Uzman yanıtları
Answers of specialist
Öztekin Oto, Kaya Süzer, Mehmet Eren
Sayfalar 140 - 141
Makale Özeti |Tam Metin PDF

13.
Kardiyoloji Yayınlarında Gündem ve Yorumlar
Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Sayfa 143
Makale Özeti



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama



Copyright © 2024 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi