ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 33 (8)
Cilt: 33  Sayı: 8 - Aralık 2005
ORIJINAL ARAŞTIRMA
1.
Metabolik sendromlu erkeklerde testosteron düzeylerinin değerlendirilmesi
Evaluation of testosterone levels in men with metabolic syndrome
Kenan İltümür, Aziz Karabulut, Gülten Toprak, Beran Yokuş, Nizamettin Toprak
Sayfalar 447 - 451
Amaç: Erkeklerde düşük testosteron düzeyleri artan ateroskleroz riskine eşlik eder. Bu çalışmada metabolik sendromlu (MS) hastalarda serum testosteron düzeyleri araştırıldı ve bunun MS ve ilgili parametreleriyle ilişkisi değerlendirildi. Çalışma planı: Çalışmaya NCEP (National Cholesterol Education Program) ölçütlerine göre MS tanısı konan 36 erkek hasta (ort. yaş 50.2±7.2) alındı. Benzer yaşta 39 sağlıklı erkek gönüllüden (ort. yaş 48.3±8.1) kontrol grubu oluşturuldu. Serum testosteron ölçümleri elektrokemilüminesans immünoassey yöntemiyle Roche Elecsys system 2010 cihazında yapıldı. Glukoz, insülin ve lipid profili (total kolesterol, trigliserid, LDL ve HDL) için açlık kan örnekleri alındı. Ayrıca, HOMA (Homeostasis Model Assessment) indeksi hesaplandı. Bulgular: Serum testosteron düzeyleri MS grubunda kontrol grubuna göre anlamlı derecede düşük bulundu (sırasıyla, 3.6±0.8 ve 4.8±1.9 ng/ml, p=0.001). Serum testosteron düzeyi ile HDL arasında pozitif (r=0.25, p<0.05); beden kütle indeksi (r= -0.41, p<0.001), bel çevresi (r= -0.40, p<0.001), HOMA indeksi (r= -0.31, p=0.008), insülin (r= -0.28, p<0.05), glukoz (r= -0.29, p<0.05), trigliserid (r= -0.28, p<0.05) ve çok düşük yoğunluklu lipoprotein (r= -0.28, p<0.05) arasında negatif ilişki saptandı. Çokdeğişkenli analizde testosteron ile sadece beden kütle indeksinin bağımsız ilişkide olduğu görüldü (b= -0.36, p=0.038). Sonuç: Metabolik sendromlu erkek hastalarda testosteron düzeyinin düşük olduğu görülmektedir. Bu özellik, MS’li erkek hastalarda kardiyovasküler risk değerlendirmesinde yardımcı bir belirleyici olarak kullanılabilir.
Objectives: Low plasma levels of testosterone in men are associated with increased risk for atherosclerosis. In this study, we assessed plasma testosterone levels in patients with metabolic syndrome (MS) and its relationship with MS parameters. Study design: The study consisted of 36 men (mean age 50.2±7.2 years) with a diagnosis of MS according to the NCEP (National Cholesterol Education Program) criteria. An age-matched control group comprising 39 healthy volunteers (mean age 48.3±8.1 years) was also included. Plasma testosterone levels were determined by electrochemiluminescence immunoassay on the Roche Elecsys 2010 analyzer. Fasting blood samples were analyzed for glucose and insulin levels, and lipid profiles (total cholesterol, triglyceride, LDL, and HDL). In addition, HOMA (Homeostasis Model Assessment) index was calculated. Results: The mean plasma testosterone level was significantly lower in the patient group (3.6±0.8 vs 4.8±1.9 ng/ml, p=0.001). There was a significant correlation between the levels of testosterone and HDL cholesterol (r=0.25, p<0.05). Testosterone levels were inversely correlated with the following: body mass index (r= -0.41, p<0.001), waist circumference (r= -0.40, p<0.001), HOMA index (r= -0.31, p=0.008), insulin (r= -0.28, p<0.05), glucose (r= -0.29, p<0.05), triglyceride (r= -0.28, p<0.05), and very low density lipoprotein (r= -0.28, p<0.05). Multivariate analysis identified only body mass index as an independent correlate of testosterone (b= -0.36, p=0.038). Conclusion: Our results show that plasma testosterone levels are significantly decreased in MS. This may be of clinical importance for the assessment of cardiovascular risks in male patients with MS.

2.
Akut koroner sendromlu hastalarda serum miyeloperoksidaz düzeyi ile erken dönemdeki majör kardiyak olaylar arasındaki ilişki
The relationship between serum myeloperoxidase levels and major cardiovascular events in patients with acute coronary syndrome
Şakir Arslan, M.Kemal Erol, Ahmet Kızıltunç, Engin Bozkurt, H.Yekta Gürlertop
Sayfalar 452 - 459
Amaç: Bu çalışmada akut koroner sendromlu hastalarda serum miyeloperoksidaz (MPO) düzeyleri ile erken dönem majör kardiyovasküler olaylar arasındaki ilişki araştırıldı. Çalışma planı: Akut koroner sendromlu ardışık 243 hastada (153 akut miyokard infarktüsü, 90 kararsız angina pektoris) başvuru sırasında ELISA tekniğiyle serum MPO düzeyleri ölçüldü. Hastanede yatış sırasında ve yatıştan itibaren 30 gün içinde görülen tekrarlayan angina, infarktüs, ventrikül aritmileri (ventrikül taşikardisi, ventrikül fibrilasyonu), supraventriküler aritmiler (atriyum fibrilasyonu, supraventrikül taşikardisi), ileri atriyoventriküler blok, klinik kalp yetersizliği ve ölüm majör kardiyak olaylar olarak tanımlandı ve bunların MPO düzeyleriyle (n=173, ?350 µg/l; n=70, >350 µg/l) ilişkisi değerlendirildi. Majör kardiyak olay riskinin tahmininde Cox proportional hazard regresyon modeli kullanıldı. Bulgular: Yüksek MPO düzeyi saptanan hastalarda hiperkolesterolemi oranı anlamlı derecede yüksek bulundu (p=0.008). Ayrıca, bu grupta hastanede yatış süresi boyunca (risk oranı 3.91, %95 güven aralığı 1.12-13.6; p=0.03) ve 30 günlük takipte (risk oranı 5.08, %95 güven aralığı 1.64-15.7; p=0.005) ölüm riskinin anlamlı derecede yüksek olduğu görüldü. Aritmi ve tekrarlayan infarktüs, tekrarlayan angina ve klinik kalp yetersizliği açısından yüksek ve düşük MPO düzeyi olan hastalar arasında anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Sonuç: Bulgularımız yüksek MPO düzeylerinin akut koroner sendromlu hastalarda hastanede yatış süresi ve 30 günlük takip boyunca gelişecek ölümün bağımsız belirleyicisi olduğunu göstermektedir.
Objectives: This study was planned to assess the relationship between serum myeloperoxidase (MPO) levels and major cardiovascular events in patients with acute coronary syndrome. Study design: Serum MPO levels were measured by ELISA on admission of 243 consecutive patients with acute coronary syndrome (153 acute myocardial infarction, 90 unstable angina). Major cardiac events that occurred during hospitalization and 30-day follow-up period included recurrent angina, reinfarction, ventricular (ventricular tachycardia, ventricular fibrillation) and supraventricular (atrial fibrillation, supraventricular tachycardia) arrhythmias, complete atrioventricular block, clinical heart failure, and death. Correlations were sought between high (n=70, >350 µg/l) and low (n=173, ?350 µg/l) MPO levels and major events. Relative risks were estimated using the Cox proportional hazards regression model. Results: The incidence of hypercholesterolemia was significantly higher in patients with high levels of MPO (p=0.008). A significant association was found between high levels of MPO and increased mortality risk during both hospitalization (hazard ratio-HR, 3.91; 95% CI 1.12-13.6; p=0.03) and 30-day follow-up period (HR 5.08, 95% CI 1.64-15.7; p=0.005). No significant differences were observed between patients with high and low MPO levels with respect to the development of arrhythmia, reinfarction, recurrent angina, and clinical heart failure (p>0.05). Conclusion: The results of this study demonstrate that elevated MPO levels predict death during hospital stay and 30-day follow-up period in patients with acute coronary syndrome.

3.
Romatizmal ateşte klinik ve ekokardiyografik korelasyon: Oskültasyonun tanısal rolünün değerlendirilmesi
Clinical and echocardiographic correlations in rheumatic fever: evaluation of the diagnostic role of auscultation
H.Ercan Tutar, Nazire Özçelik, Semra Atalay, Emel Derelli, Filiz Ekici, Ayten İmamoğlu
Sayfalar 460 - 466
Amaç: Romatizmal karditin oskültasyonla tanısı, özellikle subklinik olgularda zor olabilir. Bu çalışmada, romatizmal ateşte kapak yetersizliğinin saptanmasında oskültasyonun etkinliği araştırıldı. Çalışma planı: Çalışmada, romatizmal ateş (n=75) ve romatizmal kalp hastalığı (n=37) olan 112 hasta (51 erkek, 61 kız; ort. yaş 11.0±2.4; dağılım 6-16) incelendi. Prekordiyal oskültasyonla mitral yetersizlik (MY) ve/veya aort yetersizliği (AY) üfürümleri kaydedildi. Tüm hastalar ikiboyutlu ve renkli Doppler ekokardiyografiyle perikardiyal efüzyon, prolaps, mitral kapak kalınlaşması ve patolojik kapak yetersizliği açısından değerlendirildi. Mitral ve aort yetersizliği için oskültasyonun özgüllük, duyarlılık ve öngördürücü değerleri hesaplandı. Bulgular: Yetmiş yedi hastada (%68.8) kalp tutulumu (47 hafif, 13 orta, 17 ciddi) saptandı. Bunların 60’ında (%77.9) tanı oskültasyon ile kondu, 17 hastada ise sessiz kardit vardı. Oskültasyon ile 60 hastada (60/72; %83.3) MY, 21 hastada (21/37; %56.8) AY belirlendi. Ekokardiyografide 12 hastada sessiz MY, 16 hastada sessiz AY saptandı. Kapak yetersizliğinin derecesi, hem MY (p=0.003) hem de AY (p=0.005) için sessiz olgularda, yetersizliği belirgin olan olgulara göre daha düşüktü. Sessiz MY’li 12 hastanın birinde mitral kapak prolapsı, birinde de mitral kapak kalınlaşması saptandı. Oskültasyonun duyarlılık, özgüllük, pozitif ve negatif öngördürücü değerleri sırasıyla MY için %83.3, %85.0, %90.9, %73.9; AY için %56.8, %98.7, %95.5, %82.2 olarak bulundu. Sonuç: Oskültasyon MY için daha duyarlı, AY için daha özgül bulundu. Oskültasyonun negatif öngördürücü değerinin hem MY hem de AY için düşük olması nedeniyle, ekokardiyografik incelemenin romatizmal ateşli hastalarda kardiyak tutulumu saptamada çok önemli olduğu sonucuna varıldı.
Objectives: The diagnosis of rheumatic carditis with auscultation can be difficult especially in subclinical cases. We investigated the effectiveness of auscultation in detecting valvular regurgitation in rheumatic fever (RF). Study design: The study included 112 patients (51 males, 61 females; mean age 11.0±2.4 years; range 6 to 16 years) with RF (n=75) and rheumatic heart disease (n=37). The presence of murmurs of mitral (MR) and aortic (AR) regurgitation on precordial auscultation were noted. Two-dimensional and color Doppler echocardiographic examinations were performed in all the patients to determine pericardial effusions, prolapse and thickening of the mitral valve, and pathologic valvular regurgitations. The sensitivity, specificity, and predictive values of auscultation were calculated for MR and AR. Results: Seventy-seven patients had cardiac involvement (68.8%; 47 mild, 13 moderate, 17 severe), which was demonstrated by auscultation in 60 patients (77.9%). There were 17 patients with silent carditis. Auscultation enabled detection of MR and AR in 60 (60/72; 83.3%) and 21 (21/37; 56.8%) patients, respectively. Echocardiography revealed silent MR in 12 patients and silent AR in 16 patients. The degree of valvular insufficiency was significantly lower in silent cases than those with evident MR (p=0.003) and AR (p=0.005). Of 12 patients with silent MR, only one patient had mitral valve prolapse and another had thickening of the mitral valve. The sensitivity, specificity, positive and negative predictive values of auscultation were found as 83.3%, 85.0%, 90.9% and 73.9% for MR, and 56.8%, 98.7%, 95.5% and 82.2% for AR, respectively. Conclusion: Auscultation was found to be more sensitive for MR and more specific for AR. Given considerably low negative predictive value of auscultation for MR and AR, the role of echocardiographic examination to detect cardiac involvement is indispensable in patients with RF.

4.
Endotelyal nitrik oksit sentetaz (eNOS) gen polimorfizminin (T-786 C) koroner arter hastalığı ile ilişkisi
The relationship between endothelial nitric oxide synthase gene polymorphism (T-786 C) and coronary artery disease in a Turkish population
Burak Tangürek, Nihat Özer, Nurten Sayar, Sait Terzi, Hale Yaka Yılmaz, Recep Asiltürk, Hüseyin Aksu, Figen Çiloğlu, Şükrü Aksoy, Aydın Çağıl
Sayfalar 467 - 472
Endotelyal nitrik oksit sentetaz (eNOS) genindeki mutasyonların koroner arter hastalığı (KAH), miyokard infarktüsü ve hipertansiyon için risk faktörü olabileceği gösterilmiştir. Çalışmamızda eNOS gen polimorfizminin (T-786 C) koroner arter hastalığı ile ilişkisi araştırıldı. Çalışma planı: Araştırmaya koroner anjiyografi yapılan 211 hasta (144 erkek, 67 kadın; ort. yaş 59; dağılım 27-85) alındı. Anjiyografide 159 olguda (%75.4) KAH saptandı (en az bir damarda %50 veya daha fazla daralma), 52’sinde (%24.6) KAH yoktu. Koroner arter hastaları, tutulan damar sayısına göre ayrıldı. Genotipleme için polimeraz zincir reaksiyonu yöntemi kullanıldı. Bağımsız risk faktörleri çokdeğişkenli lojistik regresyon analiziyle araştırıldı. Bulgular: Genotip ve allel dağılımı iki grup arasında anlamlı farklılık gösterdi (p<0.05). Üç damar hastalarında da CC genotipi daha fazlaydı (p<0.001). Koroner arter hastalarında (p<0.01) ve üç damar hastalarında (p<0.001) en az bir C alleli (TC+CC, C dominant model) taşıyanlar TT homozigot bireylere göre daha fazlaydı. İki grup allel dağılımı (T ve C, aditif model) açısından karşılaştırıldığında, C allelli (sitozin) T (timidin) alleline göre KAH’de daha sık idi (p<0.05). Lojistik regresyon analizi, C dominant bireylerde KAH’nin 2.9 kat fazla olduğunu gösterdi (odds oranı 2.902, %95 güven aralığı 1.272-6.622; p<0.05). Sonuç: Bulgularımız, eNOS T-786 C gen polimorfizminin ülkemizde KAH varlığı ve yaygınlığı için bir risk faktörü olarak değerlendirilebileceğini göstermektedir.
Objectives: It has been shown that mutations in the endothelial nitric oxide synthase (eNOS) gene are associated with an increased risk for coronary artery disease (CAD), myocardial infarction, and hypertension. We investigated the association of eNOS gene polymorphism (T-786 C) with coronary artery disease in a Turkish population. Study design: The study included 211 patients (144 males, 67 females, mean age 59 years; range 27 to 85 years) who underwent coronary angiography. While 159 patients (75.4%) had angiographically shown CAD (?50% stenosis at least in one vessel), 52 subjects (24.6%) were free of the disease. Those with CAD were classified according to the number of vessels affected. Polymerase chain reaction was used for genotyping. Risk factors for CAD were analyzed by a multivariate logistic regression analysis. Results: Genotypical and allelic distribution significantly differed between the two groups (p<0.05). The CC genotype was more prevalent in patients with three-vessel disease (p<0.001). Compared with TT homozygotes, the number of patients carrying at least one C allele (TC+CC, C dominant model) was significantly higher among CAD patients (p<0.01) and in those with three-vessel disease (p<0.001). With respect to allelic distribution (T vs C, additive model), the frequency of the C (cytosine) allele was higher in CAD (p<0.05). Multivariate logistic regression showed that C-dominant individuals had a 2.9-fold likelihood for CAD (odds ratio 2.902, 95% confidence interval 1.272-6.622; p<0.05). Conclusion: Our data suggest that the T-786 C polymorphism of the eNOS gene may be involved as a risk factor in the prevalence of CAD in Turkish patients.

OLGU
5.
Künt göğüs travmasına bağlı papiller adale yırtılması
Papillary muscle rupture due to blunt chest trauma
Atila Bitigen, Bülent Mutlu, H.Basri Erdoğan, Yelda Başaran
Sayfalar 473 - 475
Yirmi yaşındaki erkek hasta, bir ay önce kavga sırasında göğsüne aldığı darbe sonrası nefes darlığı yakınmasıyla bir sağlık merkezine başvurmuş; buradaki sistemik muayenede kardiyak üfürüm saptanması üzerine, ekokardiyografik inceleme için hastanemize sevk edilmişti. Transtorasik ve transözofajiyal ekokardiyografide papiller adale yırtığı ve ileri derecede mitral yetersizlik saptandı. Ameliyata alınan hastada, anterior kapakçığa ait korda grubunun papiller adaleyle birlikte kopmuş olduğu görüldü ve onarıma uygun olmadığına karar verilerek kapak eksizyonu ve arkasından kapak implantasyonu uygulandı.
A 23-year-old male patient was referred to our hospital following detection of a cardiac murmur at a center where he had sought treatment for his complaint of dyspnea due to blunt chest trauma of a-month history. Transthoracic and transesophageal echocardiography showed papillary muscle rupture and severe mitral regurgitation. At surgery, it was noted that papillary muscle rupture was accompanied by complete rupture of the chordae tendineae of the anterior leaflet, making reconstruction unfeasible. The valve was excised and a prosthetic valve was implanted.

DERLEME
6.
ST yükselmesiz akut miyokard infarktüsü geçiren bir hastada intrakoroner trombüs için tirofiban içeren yoğun antitrombotik tedavi
Intensive antithrombotic treatment including tirofiban for intracoronary thrombosis in a patient with non-ST segment elevation acute myocardial infarction
Fatma Yiğit, Mustafa Kemal Batur, Göknur Tekin, Haldun Müderrisoğlu
Sayfalar 476 - 479
Göğüs ağrısıyla başvuran 50 yaşındaki erkek hasta, yapılan incelemeler sonucunda Q dalgasız miyokard infarktüsü tanısıyla yatırıldı. Hastanın ağrısının aspirin, klopidogrel, nitrat, beta-bloker ve heparin tedavisiyle geçmemesi üzerine yapılan koroner anjiyografide, sol ön inen arterde yavaş akım ve septal arterde trombüsle uyumlu lezyon saptandı. Tirofiban tedavisine başlanan hastada göğüs ağrısı tekrarlamadı ve 72. saatte yapılan koroner anjiyografide septal arter içindeki trombüsün erimiş olduğu görüldü; ancak sol ön inen arterde yavaş akım devam ediyordu. İzlenmekte olduğu üç aylık sürede hastanın asemptomatik olduğu görüldü.
A 50-year-old male patient who presented with chest pain was hospitalized with a diagnosis of non-Q-wave myocardial infarction. Treatment with aspirin, clopidogrel, nitrates, beta-blocker, and heparin did not relive pain. Coronary angiography showed slow flow in the left anterior descending coronary artery and massive thrombotic occlusion in the septal artery. Tirofiban administration resulted in relief of chest pain. Control coronary angiography performed at 72 hours showed complete disappearance of the intracoronary thrombus, but slow flow in the left anterior descending coronary artery persisted. The patient was asymptomatic during a follow-up of three months.

7.
Aspirin direnci
Aspirin resistance
Erdal Aktürk, Ergün Topal, Yüksel Aksoy
Sayfalar 480 - 487
Aspirin kardiyovasküler hastalıkların tedavisinde en sık kullanılan antitrombotik ilaç olmakla birlikte, bazı hastalarda aspirin tedavisi sonrası vasküler tromboembolik olayların oluşması bu ilacın emniyetini ve “aspirin direnci” kavramını gündeme getirmiştir. Bu derlemede, aspirin direncinin nedenleri ve sonuçlarına yönelik bilgiler gözden geçirilerek bu konuya yaklaşımın ne olması gerektiği ele alındı.
Although aspirin is the most commonly used antithrombotic drug in the treatment of cardiovascular diseases, the appearance of vascular thromboembolic events in some patients receiving aspirin has brought into question its safety and development of aspirin resistance. This article reviews the most current information concerning the cause of aspirin resistance and clinical results and discusses therapeutic implications.

8.
Kalp hastalıklarında oksidatif stresin rolü
The role of oxidative stress in heart diseases
Günnur Demircan, Emine Dıraman, Sabri Demircan
Sayfalar 488 - 492
Hücresel düzeyde ciddi miktarda üretilen serbest oksijen radikallerinin yol açtığı toksik etkiler vücuttaki antioksidan savunma sistemiyle yok edilmeye çalışılır. Antioksidan savunmanın yetersiz kaldığı durumlarda ortaya çıkan oksidatif stres, yaşlanma ve birçok hastalığın oluşum sürecinde önemli rol oynar. Bu yazıda, oksidatif stresin endotel disfonksiyonu, ateroskleroz, hipertansiyon, kalp yetersizliği ve reperfüzyon hasarı gibi birçok önemli kalp hastalığının oluşumu ve ilerlemesindeki rolü irdelendi.
Toxic effects associated with the production of significant amounts free oxygen radicals at the cellular level are eliminated by the antioxidant defense system within the body. Oxidative stress which arises from insufficiency or failure of this defense system plays an important role in aging and pathogenesis of many diseases. This article revisits the role of oxidative stress in the formation and progression of many heart diseases such as endothelial dysfunction, atherosclerosis, hypertension, heart failure, and reperfusion injury.

OLGU
9.
Kronik, dev sol ventrikül psödoanevrizması
Chronic, giant left ventricular pseudoaneurysm
Sibel Turhan, Çağdaş Özdol, Gülgün Pamir, Kenan Ömürlü
Sayfa 493
Makale Özeti |Tam Metin PDF

10.
Uzman yanıtları
Answers of specialist
Deniz Güzelsoy, Tuğrul Okay, Seçkin Pehlivanoğlu
Sayfalar 496 - 498
Makale Özeti |Tam Metin PDF

11.
Editöre Mektup
Letters to the Editor
Sedat Türkoğlu, Murat Özdemir
Sayfa 501
Makale Özeti |Tam Metin PDF

12.
Kardiyoloji yayınlarında gündem ve yorumlar
Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Sayfalar 502 - 503
Makale Özeti |Tam Metin PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama



Copyright © 2024 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi