ORIJINAL ARAŞTIRMA | |
1. | Halkımızda abdominal obezitede risk faktörü kümelenmeleri ve demografik dağılımı Clustering of risk factors for abdominal obesity in Turkish adults and its demographic distribution Altan Onat, Hüseyin Uyarel, Ahmet Karabulut, Sinan Albayrak, Yüksel Doğan, Günay Can, Gülay Hergenç, Vedat Sansoy7Sayfalar 195 - 203 Amaç: Türk erişkinlerinde abdominal obezitenin yaş gruplarına ve coğrafi bölgelerimize göre dağılımı; abdominal obezitenin yüksek total ve düşük HDL kolesterol düzeyleri, sigara içimi, hipertansiyon ve diyabet gibi başlıca risk faktörleriyle kümelenme sıklığı ve tipleri araştırıldı. Çalışma planı: Çalışmaya, Türk Erişkinlerinde Kalp Hastalığı ve Risk Faktörleri (TEKHARF) çalışmasının son üç taramasında bel çevresi ölçülmüş olan 3267 kişi (1607 erkek, 1660 kadın; ort. yaş 52±12) alındı. Kardioyovasküler hastalık tanısı anamnezde angina varlığı, istirahat elektrokardiyografisinin Minnesota kodlamasına ve inme öyküsüne dayanılarak kondu. NCEP ATP III tarafından metabolik sendrom çerçevesinde önerilen bel çevresi ölçütlerine ve hipertansiyon tanımına uyuldu. Bulgular: Elli yaş ve üzerindeki her dört erkekten biri, her dört kadından üçü abdominal obeziteli bulundu. Abdominal obezite prevalansı bölgelerimize göre büyük farklılıklar sergilemedi. Abdominal obezitelilerde 3-5 risk faktörünün birlikteliği diğer kümelenmelere göre daha fazlaydı (p<0.001). İncelenen altı risk faktörü de kadında abdominal obeziteyle anlamlı bağımsız ilişki gösterirken, erkekte yalnız sigara, HDL-kolesterol düşüklüğü ve hipertansiyon bağımsız ilişki sergiledi. Erkeklerden farklı olarak, kadınlarda diyabet abdominal obeziteye üç kattan fazla eşlik etmekte ve bu ikisi hiperkolesterolemi ile anlamlı derecede fazla kümeleşmekteydi. Abdominal obezite, kadında koroner kalp hastalığı olasılığını diğer beş risk faktörü aracılığıyla belirlerken, erkekte anılan etmenlerin dışında bağımsız bir belirleyici niteliğine sahipti. Sonuç: Batıda türetilmiş ölçütler kullanıldığında, abdominal obezite Türk kadınında erkeğe kıyasla üç kat daha sık görülmektedir. Cinsiyete özgü önemli bir farkı açığa vuran abdominal obezite-diyabet-hiperkolesterolemi kombinasyonu Türk kadınındaki yüksek koroner kalp hastalığı riskine muhtemelen katkıda bulunmaktadır. Buna benzer bir çalışmanın Türk erkeği için daha önce önerdiğimiz ?96 cm ölçütüyle tekrarlanmasında yarar vardır |
2. | Glikoprotein IIb/IIIa blokajının başarılı primer perkütan koroner girişim sonrasında ST-segment gerilemesi üzerine etkisi The effect of glycoprotein IIb/IIIa inhibition on ST-segment resolution following successful primary percutaneous coronary interventions Hüseyin Uyarel, İsmail Erdem, Şennur Ünal Dayi, Hülya Kaşıkçıoğlu, Zeynep Tartan, Özgür Akgül, Dilek Şimşek, Ahmet Karabulut, Muhammed Gürdoğan, Ertan Ökmen, Neşe ÇamSayfalar 204 - 211 Amaç: Akut miyokard infarktüsü (Mİ) nedeniyle başarılı primer perkütan koroner girişim (PKG) uygulanan hastalarda glikoprotein (GP) IIb/IIIa reseptör blokajının ST-segment yükselmesini geriletici etkisi değerlendirildi. Çalışma planı: Akut ST-segment yükselmeli Mİ geçiren ve 12 saat içinde başarılı primer PKG uygulanan (TIMI III akım) 115 hasta (96 erkek, 19 kadın; ort. yaş 57.7; dağılım 39-82) geriye dönük olarak değerlendirildi. Bir grup hastada GP IIb/IIIa reseptör blokeri (tirofiban) kullanılırken (n=64), bir grubunda kullanılmadı (n=51). Hastaların PKG öncesi ve TIMI III akım sağlandıktan 60 dakika sonraki elektrokardiyografi (EKG) kayıtlarında toplam ST-segment yükselme miktarları milimetre cinsinden ölçüldü. İki ölçüm arasındaki fark toplam ST-segment yükselmesindeki gerileme olarak kabul edildi ve ?STG olarak ifade edildi. Bulgular: İki grup arasında yaş, cinsiyet, kardiyovasküler risk faktörleri, laboratuvar değerleri, göğüs ağrısı başlangıcı-acil ünitesi başvuru ve kapı-balon süreleri açısından anlamlı fark yoktu. GP IIb/IIIa reseptör blokeri kullanılan grupta ?STG daha fazla bulundu (7.2±2.8 mm’ye karşı 4.2±2.6 mm, p<0.001); ayrıca, GP IIb/IIIa blokajı ile ?STG arasında anlamlı doğrusal bağıntı vardı (r=0.336, p<0.001). Çok değişkenli lineer regresyon analizinde dokuz değişken içinden ?STG’nin tek bağımsız belirleyicisinin GP IIb/IIIa blokajı olduğu görüldü (p<0.001). Sonuç: Glikoprotein IIb/IIIa blokajının, primer PKG sonrasında TIMI III akım sağlanan hastalarda mikrovasküler perfüzyonun korunmasında etkili olduğu görüldü. |
3. | Koroner arter hastalarında aspirin direnci sıklığı Evaluation of aspirin resistance in patients with coronary artery disease Gültekin Faik Hobikoğlu, Tuğrul Norgaz, Hüseyin Aksu, Orhan Özer, Zekeriya Nurkalem, Mehmet Ertürk, Şennur Ünal Dayi, Ümit Akyüz, Ahmet Akyol, Ahmet NarinSayfalar 212 - 216 Amaç: Kardiyovasküler hastalıkların ikincil korunmasında yaygın olarak kullanılmasına rağmen aspirinin etkisi tüm hastalarda aynı düzeyde değildir. Çalışmamızda, aspirin kullanan kararlı koroner arter hastalarında (KAH) aspirin direncinin sıklığı ve aspirinin trombositlerin adenozin difosfata (ADP) duyarlılığına olan etkisi araştırıldı. Çalışma planı: Kararlı koroner arter hastalığı nedeniyle en az son yedi gündür aspirin kullanan 100 hasta (28 kadın, 72 erkek; ort. yaş 56; dağılım 30-75) çalışmaya alındı. Son yedi gün içinde aspirin kullanmamış olan 30 sağlıklı gönüllüden (10 kadın; 20 erkek; ort. yaş 54) kontrol grubu oluşturuldu. Trombosit fonksiyonları PFA-100 cihazı ile değerlendirildi. Aspirin direnci için sınır, kontrol grubunda kollajen/epinefrin kartuşunda ölçülen kapanma zamanı değerlerinin 95. persentiline denk düşen değer (170 sn) olarak kabul edildi. Bulgular: PFA-100 ile 27 hastada (%27) aspirin direnci saptandı. On yedi hastada (%17) kapanma zamanında, en çok %25 olmak üzere, uzama (dağılım 171-212 sn) görüldü; 34 hastada (%34) ise 300 sn sonunda kapanma olmadı. Aspirin direnci görülen hastalarda trombositlerin ADP’ye duyarlılığında anlamlı yükselme vardı; kollajen/ADP kartuşunda ölçülen zaman, aspirin direnci olmayanlar (100.4 sn; p=0.007) ve kontrol grubuna (79.0 sn; p=0.03) göre anlamlı derecede kısa bulundu Aspirin direnci olan ve olmayanlar arasında yaş, cinsiyet, hipertansiyon, diyabetes mellitus, sigara içimi, ailede KAH öyküsü, trombosit sayısı ve ortalama trombosit hacmi, kandaki üre ve kreatinin düzeyleri açısından anlamlı farklılık görülmedi (p>0.05). Aspirin kullanma süresi ve yapısı (enterik kaplı olup olmaması) aspirin direnci ile ilişkili bulunmadı. Sonuç: Aspirin kullanımı her zaman istenen sonucu vermemektedir ve aspirin direnci görülen hastalarda trombositlerin ADP’ye duyarlılığında artış görülmektedir; bu durum anti-trombosit tedavinin bireyselleştirilmesini gerektirebilir. |
4. | Orlistat ile desteklenen diyet tedavisi sonucu zayıflamanın aort sertliği üzerine etkisi The effect of weight loss associated with diet therapy and orlistat use on aortic stiffness Şennur Ünal Dayi, Hülya Kaşıkçıoğlu, Nevzat Uslu, Zeynep Tartan, Hüseyin Uyarel, Ertan Ökmen, Özgür Akgül, Ali Buturak, Neşe ÇamSayfalar 217 - 221 Amaç: Obezite kardiyovasküler hastalıklar için bağımsız bir risk faktörüdür; vasküler yapıda meydana gelen erken değişikliklerden de sorumlu tutulmaktadır. Çalışmamızda orlistat desteği ile zayıflama tedavisinin aort sertliği üzerindeki etkisi incelendi. Çalışma planı: Çalışmaya, normal sol ventrikül sistolik fonksiyonu ve sinüs ritmi olan, obezite dışında ek dahili hastalığı olmayan 18 olgu (3 erkek, 15 kadın; ort. yaş 50; dağılım 37-57) alındı. Hastalara uygulanan diyet tedavisine eklenen orlistat günde üç kez 120 mg olarak verildi. Olgular başlangıçta ve altı aylık tedavi sonrasında olmak üzere iki kez transtorasik ekokardiyografi ile incelendi; sfigmomanometre ile kan basınçları ölçüldü. Aort sertliğini değerlendirmek için, aorttaki sistol ve diyastol sırasındaki çap değişkenliğinden aort kompliansı, aortik strain ve beta indeks hesaplamaları yapıldı. Bulgular: Tedavi öncesine göre, takip sonrasında ölçülen beden kütle indeksi (37 kg/m2 ve 33 kg/m2, p=0.0001) ve beta indeksi (22 ve 10, p=0.0001) değerlerinde anlamlı düşüş; aortik strain (%4.5 ve %7.1, p=0.011) ve aort kompliansı (0.025 ve 0.044, p=0.014) değerlerinde anlamlı yükselme görüldü. Kolesterol ve LDL düzeylerinde anlamlı düşüş elde edildi. Sonuç: Bulgularımız zayıflama ile aort sertliği arasında anlamlı bir ilişki olduğunu göstermektedir. Altı aylık orlistat desteği ile sağlanan kilo verme, aort sertliğini yansıtan değerlere olumlu değişiklikler şeklinde yansımıştır. Bu durum, zayıflamanın vasküler yapıda yarattığı olumlu etkiyi göstermektedir. |
5. | Göğüs ağrısı şikayetiyle başvuran bir olguda izole sol ventrikül divertikülü Isolated left ventricular diverticulum in a patient presenting with chest pain Mustafa Çalışkan, Doğan Erdoğan, Hakan Güllü, Haldun MüderrisoğluSayfalar 222 - 224 Ventrikül divertikülleri genellikle asemptomatiktir; sıklıkla diğer kardiyak anomalilerde birlikte görülür ve erken çocukluk döneminde saptanır. Bu yazıda, yaklaşık sekiz yıldır eforla ilişkili göğüs ağrısı şikayeti olan, ekokardiyografide ve sol ventrikülografide gerçek kontraktil izole sol ventrikül divertikülü saptanan 73 yaşındaki bir kadın hasta sunuldu. Koroner arterleri normal bulunan ve başka bir doğuştan anomali saptanmayan hastanın tıbbi tedavi ile izlenmesine karar verildi. Üç ay beta-bloker, anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörü ve antiagregan tedavisi uygulanan hastada göğüs ağrısının tekrarlamadığı görüldü. |
DERLEME | |
6. | Bir sütçocuğunda aortopulmoner defekt ve kesintili aort arkusunun tek seansta düzeltilmesi One-stage repair of aortopulmonary septal defect and interrupted aortic arch in an infant Gülhis Batmaz, Halil Türkoğlu, Ahmet Şaşmazel, Vedat Bayer, Aydın AytaçSayfalar 225 - 228 Aortopulmoner pencere (APP) nadir bir doğuştan kalp anomalisidir; tek başına olabileceği gibi kesintili aort arkusu (KAA) ile birlikte de bulunabilir. Koarktasyon şüphesiyle merkezimize sevk edilen bir aylık kız bebekte sol sternum kenarında 1/6 sistolik üfürüm vardı ve femoral nabızlar palpe edilemiyordu. Her iki kolda arter basıncı 120 mmHg iken bacaklarda 65 mmHg ölçüldü. Ekokardiyografik incelemede, subkostal aort uzun eksen kesitinde ana pulmoner arter ile çıkan aort arasında 13 mm çapında defekt görüldü; inen aort içerisinde sol subklavyen arter distalinde koarktasyon akımı tipinde 67 mmHg gradiyent ölçüldü. Tedaviye dirençli akciğer enfeksiyonları nedeniyle ancak bebek üç aylıkken yapılan ameliyat sırasında proksimal tip APP ve tip A KAA görüldü. Hasta soğutulup total sirkülatuar arrest sağlandıktan sonra, aynı seansta, aortta direkt anastomoz ve APP için aort tarafından Gore-Tex yama ile kapatma uygulandı. Ameliyat sonrası erken dönemde tedaviye dirençli akciğer enfeksiyonları görüldü ve yapılan ekokardiyografide pulmoner hipertansiyonun sürdüğü belirlendi. Ancak, üçüncü ayda yapılan son kontrolde pulmoner hipertansiyon gerilemişti ve bebeğin durumu iyiydi. Bildiğimiz kadarıyla, sunulan olgu, ülkemizde APP ve KAA nedeniyle tek aşamalı tam düzeltme ameliyatı geçiren ve düzelen ilk bebektir. |
7. | Akut atriyal fibrilasyon nedeniyle başarılı elektriksel kardiyoversiyon uygulanan bir olguda aort kapağında papiller fibroelastomayı düşündüren ekokardiyografi bulguları Echocardiographic diagnosis of papillary fibroelastoma in the aortic valve following successful cardioversion for acute atrial fibrillation Serdar Sevimli, Mustafa Yılmaz, Yekta Gürlertop, Hüseyin ŞenocakSayfalar 229 - 232 Kardiyak papiller fibroelastoma kapak endokardiyumunda gözlenen iyi huylu, nadir bir tümördür. Klinik önemi, emboli gelişimine neden olabilmesidir. Daha önce herhangi bir şikayeti olmayan 58 yaşındaki kadın hasta kliniğimize çarpıntı, baş dönmesi, nefes darlığı ve yorgunluk şikayetleriyle başvurdu. Elektrokardiyografide saptanan atriyal fibrilasyon ve bunun neden olduğu hemodinamik bozukluk nedeniyle acil kardiyoversiyon yapılan hastada sinüs ritmi sağlandı. Klinik açıdan düzelme sonrasında yapılan transtorasik ekokardiografide parasternal kısa eksen pozisyonunda, aort sağ koroner kuspis serbest kenarında hareketli bir kitle görüldü. Transözofajiyal ekokardiografide papiller fibroelastoma ile uyumlu bulgular elde edildi. Kardiyoversiyondan 15 gün sonra yapılan ekokardiyografik incelemede aort kapağındaki kitlenin aynı boyutlarda olduğu gözlendi. Hastanın klinik açıdan herhangi bir yakınması olmamasına karşın, emboli riski nedeniyle aort kapağındaki kitlenin cerrahi ile çıkartılmasına karar verildi. |
8. | Kalp hastalarında antidepresan ve antipsikotik tedavide ilaç seçimi ve dikkat edilmesi gereken özellikler Antidepressant and antipsychotic treatment in patients with cardiac diseases: drug choice and issues to be considered Serkan Çay, Şule KorkmazSayfalar 233 - 240 Antidepresan ve antipsikotik ilaç kullanımı genellikle konunun uzmanı psikiyatri hekimleri dışındaki hekimler tarafından çok iyi bilinmemektedir. Hemen hemen her ilaçta olduğu gibi bu ilaçların da kardiyovasküler etkileri vardır. Kardiyak ve psikiyatrik hastalıkların birlikte bulunabileceği göz önüne alındığında konunun önemi artmaktadır. Bu derlemede, kalp hastalığı bulunan kişilerde antidepresan ve antipsikotik tedavinin yeri, güvenilirliği, yan etkileri ve tedavi seçimi son bilgiler ışığında irdelendi. |
DERLEME | |
9. | Hipertansiyon tedavisinde beta-blokerler: Kral gerçekten çıplak mı? Beta-blockers for the treatment of hypertension: does the Emperor really have no clothes on? Adnan AbacıSayfalar 241 - 247 Hipertansiyonda kan basıncını düşürmenin yararı kesin olarak gösterilmiştir. Buna karşın, bazı antihipertansiflerin kan basıncını düşürme etkilerinden bağımsız olarak kardiyovasküler koruma sağlayıp sağlamadıkları tartışmalıdır. Son zamanlarda, beta-blokerlerin hipertansiyon tedavisindeki etkinliği hakkında eleştiriler öne sürülmüştür. Birçok randomize çalışmada, genellikle eski (diüretik ve beta-bloker) ile yeni (kalsiyum kanal blokeri, anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörü, anjiyotensin reseptör blokeri) antihipertansif ilaçlar karşılaştırılmıştır. Bu çalışmaların meta analizleri, eski ile yeni ilaçların kardiyovasküler sonlanım noktalarını önlemede benzer olduklarını göstermiştir. Son zamanlarda, diüretikler ile beta-blokerlerin yeni diyabet gelişimine yol açabileceği gösterilmiş ise de, beta-blokerler, diyabetik hastalarda da kardiyak olayları önlemede etkilidirler. Beta-blokerler ile diğer ilaçları karşılaştıran yeni, büyük çalışmaların biri dışında tümünde beta-blokerler daha az etkili bulunmamıştır. Elimizdeki bilgiler ışığında, bir antihipertansif ilaç grubunun kan basıncını düşürmenin ötesinde yarar sağladığını söylemek mümkün değildir. Sonuç olarak, beta-bloker grubu antihipertansif ilaçlar, birçok hastada, hipertansiyon tedavisine başlamada ve idamede kullanılabilir. |
10. | Doğuştan sağ atriyum divertikülü Congenital right atrial diverticulum Cemil Gürgün, Oğuz Yavuzgil, Ahmet Yıldız, Cahide ÇınarSayfa 248 Makale Özeti | |
DERLEME | |
11. | 2004 Yılı üst düzey kardiyoloji makalelerimizle ilgili yayınlanan dökümdeki eksikliklerin duyurulması Altan OnatSayfa 249 Makale Özeti | |
12. | Kardiyoloji yayınlarında gündem ve yorumlar Comment on cardiology publications Ertan UralSayfalar 250 - 251 Makale Özeti | |
Copyright © 2025 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi