ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 33 (3)
Cilt: 33  Sayı: 3 - Nisan 2005
ORIJINAL ARAŞTIRMA
1.
Çocukluk yaş grubunda infektif endokarditlerin değerlendirmesi: 11 yıllık deneyimin sunumu
Evaluation of pediatric patients with infective endocarditis: an 11-year experience
Şamil Hızlı, Arman Bilgiç
Sayfalar 141 - 148
Amaç: Bu çalışmada infektif endokarditli (İE) olgular geriye dönük olarak incelendi. Çalışma planı: Hacettepe Üniversitesi İhsan Doğramacı Çocuk Hastanesi’nde 11 yıllık bir dönem içinde izlenen İE’li 33 hasta (13 kız, 20 erkek; ort. yaş 8.6±4.3; dağılım 9 ay-17 yıl) predispozan faktörler, başvurudaki belirti ve bulgular, tanıda kullanılan laboratuvar incelemeleri, etyolojik ajanlar, tedavi yöntemleri ve sonuçlar açısından değerlendirildi. Bulgular: Yirmi iki olguda (%66.7) doğumsal, 11’inde (%33.3) romatizmal kalp hastalığı saptandı. Doğumsal kalp hastalığı grubundaki olguların 11’i (%50) cerrahi girişim geçirmişti. Bu hastalardan altısının (%54.6) ameliyatı İE tanısı konmasından iki ay önce yapılmıştı. On beş hastanın (%45.5), İE tanısı konmasından bir hafta önce antibiyotik kullandığı belirlendi. İki boyutlu transtorasik ekokardiyografide 29 hastada (%87.9) verrü belirlendi. Kan kültüründe üreme oranı %54.6 bulundu; en sık üreme gram-negatif bakterilerde görüldü. On dokuz hastada (%57.6) tıbbi, 14 hastada (%42.4) tıbbi ve cerrahi tedavi uygulandı. Tıbbi ve cerrahi tedavi uygulanan olgularda ekokardiyografi bulguları ile ameliyat bulgularının uyumlu olduğu görüldü. Tıbbi ve cerrahi tedavi gören gruptaki tüm hastalar düzeldi; mortalite sadece tıbbi tedavi uygulanan grupta beş hastada (%26.3) görüldü. Bu olguların tümünde serebral, pulmoner ve/veya renal emboliler belirlendi. En sık komplikasyonlar konjestif kalp yetmezliği (%36), glomerülonefrit (%27) ve periferik emboli (%21.2) idi. Sonuç: Özellikle gram-negatif ve stafilokokların etken olduğu durumlarda morbidite ve mortalite daha fazla olabileceğinden, bu olgularda cerrahi tedavinin zamanlaması büyük önem taşımaktadır.
Objectives: We retrospectively reviewed patients with infective endocarditis (IE). Study design: Thirty-three patients (13 girls, 20 boys; mean age 8.6±4.3 years; range 9 months to 17 years) were treated for IE at Hacettepe University İhsan Doğramacı Children’s Hospital during an 11-year period. This retrospective evaluation included predisposing factors, signs and symptoms on presentation, physical examination and laboratory findings, treatment modalities, and the results. Results: Twenty-two (66.7%) and 11 (33.3%) patients had congenital and rheumatic heart diseases, respectively. Eleven patients (50%) with congenital heart disease had a history of previous surgery, six (54.6%) of whom were operated on two months before the diagnosis of IE. Antibiotics were used in 15 patients (45.5%) for various periods before a week to the diagnosis. Transthoracic echocardiography showed vegetations in 29 patients (87.9%). Blood cultures were positive in 54.6% of the patients, with gram-negative bacteria accounting for the majority of cases. Nineteen patients (57.6%) received medical therapy, while 14 patients (42.4%) were treated both medically and surgically. Echocardiographic findings were consistent with intraoperative findings. There were no deaths among surgically treated patients, whereas five patients (26.3%) died while on medical treatment, all of whom had cerebral, pulmonary, and/or renal emboli. The most frequent complications were congestive heart failure (36%), glomerulonephritis (27%), and peripheral embolism (21.2%). Conclusion: Timely diagnosis and surgical treatment are of utmost importance in IE patients, particularly in those in whom gram-negative and staphylococcal bacteria may considerably increase morbidity and mortality.

2.
Son dönem kalp yetersizliği nedeniyle kalp nakli bekleme listesine alınan hastalarda mortalite belirleyicileri
Indicators of mortality in patients who are placed on the heart transplant waiting list because of end-stage heart failure
Hamza Duygu, Mehdi Zoghi, Sanem Nalbantgil, Tahir Yağdı, Mustafa Akın, Mustafa Özbaran, İsa Durmaz
Sayfalar 149 - 154
Amaç: Kalp nakli için uygun verici bekleyenler ile bekleme listesinde iken hayatını kaybeden son dönem kalp yetersizliği olan hastaların klinik, elektrokardiyografik, ekokardiyografik ve hemodinamik göstergeleri karşılaştırıldı. Çalışma planı: Kalp nakli için bekleme listesinde bulunan 60 hasta (47 erkek, 11 kadın; ort. yaş 56±11) iki gruba ayrıldı. Grup I (n=26; 17 erkek, 9 kadın; ort. yaş 44±17) bekleme sürecinde ölen hastaları; grup II (n=34; 30 erkek, 4 kadın; ort. yaş 46±5) tıbbi tedavi görmekte olan ve uygun verici bekleyen hastaları içermekteydi. İki grubun demografik ve klinik (United Network for Organ Sharing status - UNOS status) özellikleri, tıbbi tedavileri, koroner arter hastalığı risk faktörleri, elektrokardiyografi bulguları (QT dispersiyonu, QRS süresi), ekokardiyografik verileri ve hemodinamik parametreleri karşılaştırıldı. Bulgular: İki grup arasında yaş, ateroskleroza ait risk faktörleri, atriyal fibrilasyon sıklığı, kalp yetersizliği etyolojisi ve kardiyak indeks değeri açısından anlamlı fark bulunmadı. Grup I’de kadın hastaların sayısı (p=0.04); UNOS ölçütlerine göre IB’de olan hastaların oranı (p=0.01); düzeltilmiş QT dispersiyonu ve QRS süresi (p<0.001); sağ ventrikül ejeksiyon fraksiyonu (p=0.002); sistolik pulmoner arter basıncı (p=0.002) ve sağ ventrikül diyastol sonu çapı (p=0.01); transpulmoner gradiyent (p<0.03) anlamlı farklılık gösteren parametrelerdi. Sonuç: Kalp nakli listesinde bekleyen hastalarda mortalite belirleyicilerinin dikkate alınması kalp yetersizliğine bağlı ölümlerin azalmasına katkıda bulunabilir.
Objectives: This study was designed to compare clinical, electrocardiographic, echocardiographic, and hemodynamic features of patients with end-stage cardiac failure, who died or were alive while on the heart transplant waiting list. Study design: Sixty patients (47 men, 11 women; mean age 56±11 years) who were on the waiting list were studied in two groups. Group I included those who died (n=26; 17 men, 9 women; mean age 44±17 years) and group II included those who were alive (n=34; 30 men, 4 women; mean age 46±5 years) while waiting for a suitable donor. The two groups were compared with regard to demographic and clinical (United Network for Organ Sharing - UNOS - status) characteristics, medical therapies, risk factors for coronary artery disease, electrocardiographic (QT dispersion, QRS duration) and echocardiographic findings, and hemodynamic parameters. Results: No significant differences existed between the two groups with regard to age, risk factors for atherosclerosis, atrial fibrillation, etiologies of heart failure, and the cardiac index. However, the following parameters differed significantly in group I: the number of female patients (p=0.04); the number of patients with IB status according to the UNOS criteria (p=0.01); both the QT dispersion interval and corrected QT dispersion (p<0.001); right ventricular ejection fraction (p=0.002); pulmonary artery systolic pressure (p=0.002) and right ventricular end-diastolic diameter (p=0.01); and transpulmonary gradient (p<0.03). Conclusion: Consideration of significant determinants of mortality in patients awaiting heart transplantation may contribute to decreases in mortality due to heart failure.

3.
Obez kadınlarda hipertansiyonun kardiyopulmoner fonksiyonlar üzerine etkisi
The effect of hypertension on cardiopulmonary functions in obese women
Şennur Ünal Dayi, Zeynep Tartan, Hülya Kaşıkçıoğlu, Sait Terzi, Nurten Sayar, Hüseyin Uyarel, Tamer Akbulut, Alper Aydın, Muhammed Gündoğan, Neşe Çam
Sayfalar 155 - 160
Amaç: Obezite hipertansiyon sıklığını artırmaktadır. Çalışmamızda obez kadınlarda hipertansiyon varlığının kardiyopulmoner fonksiyonlara etkisi araştırıldı. Çalışma planı: Kontrol amaçlı başvuran kadın olgular arasından üç grup oluşturuldu. Beden kütle indeksi (BKİ) ?30 kg/m2 olan evre 1 hipertansiyonlu 22 olgu A grubunu; obezite dışında (BKİ>30 kg/m2) hastalığı olmayan 22 olgu B grubunu; BKİ<25 kg/m2 olan sağlıklı 16 olgu C grubunu oluşturdu. Tüm olgulara semptom sınırlı kardiyopulmoner egzersiz testi uygulanarak, yürüyüş zamanı (YZ), pik VO2 (en yüksek oksijen tüketimi), anaerobik eşikteki VO2 (AE), dakika ventilasyon hacmi (VE), pik egzersizda kalp hızı ve VE/VO2 değerleri hesaplandı. Tüm olguların test öncesinde ve test süresince kan basınçları ölçüldü ve elektrokardiyografi kayıtları yapıldı. Bulgular: Üç grup arasında yaş, ejeksiyon fraksiyonu, sol ventrikül kütle indeksi açısından anlamlı farklılık bulunmadı. A ve B grupları arasında, BKİ ve sol ventrikül diyastolik fonksiyon bozukluğu açısından anlamlı farklılık yoktu. Hipertansif A ve sağlıklı C grubu arasında YZ, pik VO2, AE, VE, test öncesi ve sonrası sistolik ve diyastolik kan basınçları açısından anlamlı farklılık görüldü (p=0.0001). B grubu ile C grubu arasında YZ (p=0.002), pik VO2 (p=0.0001), VE (p=0.05) anlamlı farklılık gösterirken, AE (p=0.189) açısından anlamlı fark yoktu. A ve B grupları arasında YZ (p=0.002), pik VO2 (p=0.042), AE (p=0.005), VE (p=0.02) anlamlı farklılık gösterdi; VE/VO2 değeri için anlamlı farklılık yoktu (p=0.978). Sonuç: Obez kadın hastalarda hipertansiyon varlığının fonksiyonel kapasitenin daha fazla kısıtlanmasında önemli bir etken olduğu görüldü.
Objectives: Obesity is known to increase the incidence of hypertension. We investigated the effect of hypertension on the results of cardiopulmonary exercise test in obese women. Study design: Among women who applied for routine cardiovascular examination, three groups were formed: group A consisted of 22 obese patients with body mass index (BMI) ?30 kg/m2 and stage 1 hypertension; group B consisted of 22 otherwise healthy obese women (BMI<30 kg/m2), and group C included 16 nonobese (BMI<25kg/m2) healthy individuals. Symptom-limited cardiopulmonary exercise testing was performed in all the subjects to measure walk time (WT), peak VO2 (maximal oxygen consumption), VO2 at anaerobic threshold (AT), minute ventilation (VE), peak heart rate (HR), and VE/VO2. Before and during testing, blood pressures were recorded and electrocardiographic studies were made. Results: There were no significant differences between the three groups with regard to age, the ejection fraction, and left ventricular mass index. Groups A and B did not differ with regard to BMI and left ventricular diastolic dysfunction. Significant differences were found between groups A and B with regard to WT, peak VO2, AT, VE, and systolic and diastolic blood pressures measured before and after the test (p=0.0001). Compared to group C, WT (p=0.002), peak VO2 (p=0.0001), and VE (p=0.05) were significantly different in group B, whereas AT did not reach significance (p=0.189). Between the two obese groups, WT (p=0.002), peak VO2 (p=0.042), AT (p=0.005), and VE (p=0.02) differed significantly, whereas VE/VO2 did not (p=0.978). Conclusion: Our data show that the presence of hypertension in obese women is an important additional risk factor for further restrictions in the functional capacity.

OLGU
4.
Transtorasik ekokardiyografi ile saptanan bir koroner arter-pulmoner arter fistülü
Transthoracic echocardiographic detection of a coronary artery-pulmonary artery fistula
Turgut Karabağ, Bülent Altunkeser, Kurtuluş Özdemir, Fatih Koç
Sayfalar 161 - 163
Koroner arterlerin en sık anomalisi fistüllerdir. Herhangi bir kardiyovasküler risk faktörü ve iskemi bulgusu olmaksızın göğüs ağrısı ile başvuran 48 yaşında kadın hastada, ekokardiyografide parasternal kısa eksende pulmoner arter distalinde diyastolik türbülans gözlendi. Aynı pencerede aberran vasküler yapı görüntülenmesi üzerine uygulanan koroner anjiyografide, sol ön inen arter ile pulmoner arter arasında fistül görüldü. Fistülde, pulmoner artere ulaşmadan önce 16 mm çapında anevrizmal kese dikkat çekmekteydi. Hasta önerilen ameliyatı kabul etmedi.
Fistulas are the most common anomaly of the coronary arteries. A 48-year-old woman presented with typical chest pain. She had no cardiovascular risk factors and no ischemic signs. Transthoracic echocardiography revealed a diastolic turbulence at the distal part of the pulmonary artery and an aberrant vascular structure on parasternal short-axis views. Coronary angiography showed a fistula from the the left anterior descending artery to the pulmonary artery, associated with an aneurysmal sac 16 mm in diameter, before reaching the pulmonary artery. The patient refused surgical treatment.

5.
Sol ana koroner arterin kronik tam tıkanıklığı
Chronic total occlusion of the left main coronary artery
Doğan Erdoğan, Hakan Güllü, Mustafa Çalışkan, Haldun Müderrisoğlu
Sayfalar 164 - 166
Yetmiş bir yaşındaki erkek hasta, son altı saat içinde şiddeti artan nefes darlığı şikayetiyle başvurdu. Hasta, akut akciğer ödemi tanısıyla yatırıldı ve tıbbi tedavi ile şikayetleri düzeldi. Yatışının yedinci gününde yapılan koroner anjiyografide, sol ana koroner arterin tam tıkalı olduğu ve sol ön inen ve sirkumfleks arterlerinin sağdan kollaterallerle TIMI III akımla dolduğu görüldü. Hastaya koroner arter bypass greft ameliyatı yapıldı: sol ön inen artere sol internal mamariyan arter, sirkumfleks artere aorto-safen ven greft anastomozu uygulandı. Ameliyat sonrası dönemi sorunsuz geçiren hastanın 10 aylık izleminde semptomların tekrarlamadığı görüldü. Bu olumlu sonucun, iyi gelişmiş kollateral varlığı ile ilişkili olduğu düşünüldü.
A 71-year-old man presented with shortness of breath that increased in severity within the past six hours. Medical treatment following an initial diagnosis of acute pulmonary edema improved his symptoms. Coronary angiography performed on the seventh day of admission showed total occlusion of the left main coronary artery and well-developed collateral vessels extending from the right coronary artery to the left anterior descending (LAD) and circumflex arteries. Surgical treatment included anastomosis of the left internal mammary artery to the LAD artery and an aorto-circumflex artery bypass using a saphenous graft. Postoperative period was uneventful and his complaints did not recur within a follow-up period of 10 months. The favorable prognosis was attributed to the development of collateral vessels.

6.
Kor triatriatum: Tanısı ekokardiyografi ile konan bir olgu
A case of cor triatriatum diagnosed by echocardiography
Mustafa Kösecik, Turgay Baz
Sayfalar 167 - 169
Kor triatriatum, sol atriyumun anormal fibromüsküler bir septumla iki bölmeye ayrıldığı ve değişik derecelerde pulmoner venöz dönüş tıkanıklığı nedeniyle pulmoner venöz ve arteryel hipertansiyonla seyreden nadir bir doğuştan kalp anomalisidir. Sık tekrarlayan akciğer infeksiyonu ve immün yetersizlik öntanısıyla kliniğimize sevk edilen altı aylık bir kız olguda ekokardiyografik incelemede kor triatriatum tanısı kondu. Cerrahiye sevk edilen ve yapılan kalp kateterizasyonu ve anjiyografik inceleme ile de tanısı doğrulanan hastaya açık cerrahi tam düzeltme ameliyatı yapıldı. Ameliyat sonrasında, altı aydır klinik takibimizde olan hastanın sorunu olmadı.
Cor triatriatum is a rare congenital cardiac anomaly in which the left atrium is divided into two compartments by an abnormal fibromuscular septum, resulting in varying degrees of obstruction of the pulmonary venous return and causing pulmonary venous and pulmonary arterial hypertension. Echocardiographic examination showed cor triatriatum in a six-month-old female infant who had frequently recurring lung infections and immune deficiency. She was submitted to surgery where the diagnosis was confirmed by cardiac catheterization and angiography. Since open surgical correction, she has been under follow-up for six months without any complications.

DERLEME
7.
Statin-fibrat kombinasyon tedavisi
Statin-fibrate combination therapy
Hüsniye Yüksel
Sayfalar 170 - 176
Statin ve fibratlar etki mekanizmaları ve metabolizmaları farklı iki antilipemik ilaç grubudur. Düşük yoğunluklu lipoprotein kolesterol (LDL-K) düzeylerini düşürmede en etkin ilaçlar statinlerdir. Fibratlar ise trigliserid-zengin (TG) lipoprotein düzeylerini azaltır, yüksek yoğunluklu lipoproteinleri (HDL) artırır ve aterojenik küçük yoğun LDL partiküllerini azaltırlar. Diyabet ve metabolik sendromun da içinde bulunduğu kombine dislipidemi ve herediter primer hiperkolesterolemili hastalarda istenen lipid düzeylerine ulaşmak statin veya fibrat monoterapisi ile her zaman mümkün olamamaktadır. Bu gibi durumlarda, lipoproteinler üzerine etkileri birbirini tamamlar nitelikte olduğundan statin-fibrat kombinasyon tedavisi cazip görünmektedir. Statin-fibrat kombinasyon tedavisinin hem LDL kolesterol, hem de TG düzeylerinin düşürülmesinde çok etkin olduğu bildirilmiştir. Ancak, ilk yıllarda statin-fibrat kombinasyonu ile tedavi edilen hastalarda miyopati ve rabdomiyolizis olgularının artışı cesaret kırıcı olmuştur. Son yıllarda yapılan çalışmalarda miyopati sıklığının beklenenden az olduğu anlaşılmıştır. Bu yazıda dislipidemi tedavisinde statin-fibrat kombinasyonunun yeri, etkileşim mekanizmaları, etkinlik ve güvenirliği ile yan etki profilinin azaltılması için gereken tedbirler literatür verileri ışığında gözden geçirildi.
Statins and fibrates are two diverse groups of antilipemic drugs with different mechanisms of action and metabolism. Statins are the most effective drugs in lowering low-density lipoprotein (LDL) cholesterol levels. Fibrates decrease triglyceride-rich lipoprotein and atherogenic small-dense LDL levels while increasing the level of high-density lipoprotein (HDL). However, monotherapies with statins or fibrates may not always improve the lipid profile of patients with combined hyperlipidemia, which includes diabetes and metabolic syndrome, and hereditary primary severe hypercholesterolemia. In these situations, statin-fibrate combination therapy seems attractive because of their complementary actions on lipoprotein metabolism. Combination therapy has been reported to be very effective in lowering both triglyceride and LDL cholesterol levels. However, early reports of increased incidence of myopathy and rhabdomyolysis in patients treated with statin-fibrate combination have been somewhat discouraging. More recent studies have shown that the occurrence of myopathy is less than expected. In this paper, the role of combined statin-fibrate therapy in dyslipidemia, their mechanisms of action, efficacy and safety of statin-fibrate combination therapy, and precautions needed to be taken to reduce side effects are reviewed in the light of literature.

8.
Potasyum ve kalp hastalıkları arasındaki ilişki
The relationship between potassium and heart diseases
İhsan Dursun, Muharrem Arslandağ, Mahmut Şahin
Sayfalar 177 - 185
Hücre metabolizması ve membran uyarılmasında önemli rol oynayan potasyum (K+) iyonunundaki dengesizlikler, yaşamı tehdit edebilen durumlara yol açabilmesi nedeniyle önemlidir. Hem kardiyovasküler hastalıklardaki nörohormonal mekanizmalara hem de bu hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçlara bağlı olarak potasyum dengesi bozulabilmektedir. Malign ventriküler aritmiler ve ani ölüm, potasyum dengesizliklerinde özellikle korkulan komplikasyonlardır. Bu derlemede, potasyum dengesini etkileyen kardiyovasküler ilaçlar ve potasyum iyonu ile kalp hastalıkları arasındaki ilişki gözden geçirildi.
Potassium plays an important role in cell metabolism and membrane excitability and imbalances in its concentration are important because of ensuing life-threatening conditions. Potassium balance may be disturbed by both the neurohormonal mechanisms in cardiovascular diseases and the drugs used in these diseases. In particular, complications such as malignant ventricular arrhythmias and sudden death are of great concern in potassium instability. This article reviews current knowledge on the drugs that affect potassium balance and the relationship between the potassium ion and cardiac diseases.

OLGU
9.
Koroner arteriyovenöz malformasyon ve koroner arter fistülü
Coronary arteriovenous malformation associated with a coronary artery fistula
Öykü Gülmez, Aylin Yıldırır, Haldun Müderrisoğlu, Ali Oto
Sayfa 186
Makale Özeti |Tam Metin PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama



Copyright © 2024 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi