ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 32 (3)
Cilt: 32  Sayı: 3 - Nisan 2004
DERLEME
1.
Menopozal Türk Kadınlarında Serum Testosteron Düzeyleri ve Koroner Risk
Serum Total Testosterone Levels and Coronary Disease Risk in Postmenopausal Turkish Women
Altan ONAT, Hüseyin UYAREL, Serdar TÜRKMEN, Gülay HERGENÇ, Bülent UZUNLAR, İbrahim SARI, Mehmet YAZICI, Günay CAN, Vedat SANSOY
Sayfalar 137 - 144
TEKHARF Çalışmasının Marmara ve İç Anadolu bölgelerinde oturan eski ve yeni kohortundan 234 postmenopozal kadında, başka muayene ve tahliller arasında, serum testosteron düzeyi belirlendi. Çalışma amacı, halkımızda testosteron'un kardiyovasküler risk faktörleri, metabolik sendrom (MS) ve koroner kalp hastalığı (KKH) ile ilişkisini incelemekti. MS tanısı ATP-III kriterlerine, KKH tanısı anamnezde angina varlığı ve 12-derivasyonlu istirahat EKG'ının Minnesota kodlamasına dayanılarak kondu. Örneklemin %56'sında MS, %23'ünde KKH mevcuttu. Serumda testosteron immunokemilüminesan yöntemle (Elecsys) ölçüldü; değerler normal dağılım sergilemediğinden analizler log-transformasyonla yapıldı. Yaş ortalaması 61.5±8.4 olan 234 kadında ortanca değer 0.28, dörttebirler aralığı 0.05-0.6 nmol/L bulundu. Konsantrasyonların yaşla anlamlı ilişkisi yoktu. Kadında testedilen 27 risk parametresinden testosteron en yüksek korelasyonları fibrinojen (r =0.26), beden kitle indeksi (r =0.26) ve bel çevresi (r =0.20) ile, ayrıca, kompleman C3 (r =0.15) ve (ters olarak) apo A-I (r = -0.21) ile anlamlı korelasyonlar sergiledi. MS tanısı (r =0.18) ve bireyin risk skoru (r =0.13) ile de anlamlı korelasyon kaydedildi. Yedi değişkeni içeren lineer regresyonda testosteron ile yalnız log açlık insülini arasında anlamlı ilişki kaydedildi: insülinin ikiye katlanması testosteron düzeyinin 1.3 nmol/L yükselmesine eşlik ediyordu. Lojistik regresyon analiziyle KKH olasılığı için testosteron araştırıldığında, yaştan bağımsız bir faktör olarak görünmedi (odds oranı 1.17 ile anlamlı çıkmadı, p<0.2). Testosteron'un bu çalışmada, insülin düzeyi ve abdominal obeziteyle yakın ilişki içinde olduğu, kanda fibrinojen, kompleman C3 gibi akut faz proteinleri ve apo A-I ile anlamlı korelasyon gösterdiği doğrulandı. Menopozal kadınlarda metabolik sendromda testosteron düzeyinde anlamlı ölçüde yükseklik eşlik ettiği anlaşıldı. Koroner kalp hastalığı olasılığının ne ölçüde etkilendiği konusunun, ileride daha geniş örneklemler üzerinde araştırılması yararlı olur. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 137-144)
The aim of the study was to investigate cross-sectionally the value of serum testosterone levels as a cardiovascular risk factor in a population sample of postmenopausal women recruited from the cohort of the Turkish Adult Risk Factor Study, surveyed in 2003. Metabolic syndrome (MS) was diagnosed based on criteria of the ATP-III, and coronary heart disease (CHD) on the presence of angina and Minnesota coding of the resting ECGs. MS was observed in 57%, CHD in 23% of the study sample. Testosterone concentrations were measured by the immunochemiluminescent method (Elecsys), and values were log-transformed due to the skewed distribution. In 234 women (mean age 61.5±8.4 years), the median total testosterone value was 0.28 and the interquartile range 0.05 to 0.6 nmol/L, without being significantly correlated to age. Among 27 risk parameters tested, the hormone exhibited highest univariate correlations with fibrinogen (r=0.26), body mass index (r=0.26) and waist circumference (r =0.20), furthermore with complement C3 (r=0.15) and (inversely) with apo A-I (r= -0.21). Diagnosis of MS (r=0.18) and individual global risk score (r=0.13) showed also significant correlations with testosterone. In a linear regression analysis for determinants comprising 7 variables, significant independent association was recorded with log fasting insulin alone: a doubling of insulin was associated with a rise of 1.3 nmol/L in total testosterone. Logistic regression failed to reveal the latter to be significantly associated with prevalent CHD, independent of age. It was confirmed that testosterone was closely associated with insulin levels and abdominal obesity as well as with acute phase proteins such as fibrinogen, complement C3, and with apo A-I. Testosterone levels are furthermore correlated in postmenopausal women with MS. Its association with CHD needs to be explored in future on women with a larger sample size. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 137-144)

2.
Amiodaron'a Bağlı QT Uzaması ve "Torsade de Pointes"
Evaluation of Cases with QT Prolongation and "Torsade de Pointes"
Ömer ALYAN, Özcan ÖZDEMİR, Mustafa SOYLU, Ramazan ATAK, Fehmi KAÇMAZ, Fatma METİN, Ahmet Duran DEMİR, Erdal DURU
Sayfalar 145 - 151
Amiodaron erişkin ve pediatrik populasyonda çeşitli supraventriküler ve hayatı tehdit eden ventriküler aritmilerin tedavisinde kullanılan sınıf 3 antiaritmik bir ajandır. Uzun dönem amiodaron kullanımı sonucu QT uzaması sık görülmesine rağmen polimorfik ventriküler taşikardi (PVT) olarak bilinen "Torsade de pointes" (TdP) epizodlarına çok nadir olarak neden olabilir. Bu çalışmada da ventriküler taşikardi (VT) nedeniyle amiodaron kullanılmasına bağlı belirgin QT uzaması gelişen toplam 13 (6 kadın, 7 erkek, yaş ort: 57±17.2 yıl) hasta sunulmuştur. Altta yatan neden; 8 hastada iskemik kardiyomiyopati, 3'ünde dilate kardiyomiyopati iken, 2 hastada herhangi bir etyolojik neden bulunamamıştır. QT uzaması en erken 30. saatte (olgu:6) olurken en geç 7. günde (olgu:10) ortaya çıkmıştır. En kısa QT aralığı 480 msn, en uzunu 720 msn ve ortalama 589.2±60.3 msn olarak hesaplanırken en kısa QTc aralığı 519 msn, en uzunu 682 msn ve ortalama 590.2±45.3 msn olarak hesaplanmıştır. İki hastada aynı zamanda hipopotasemi de mevcuttu. Hipopotasemili bir hastada tedavinin 4. gününde belirgin QT uzaması sonrası spontan olarak TdP epizodu gelişmiş ve bu vaka kaybedilmiştir. Sonuç olarak, amiodaron nadir de olsa uzamış QT intervali ile birlikte TdP epizotlarına neden olabilir. Özellikle de hipopotasemi, hipomagnezemi ve hipokalsemi gibi elektrolit bozukluklarında risk artar. Bu nedenle gerek oral, gerekse İV yüksek dozda amiodaron başlanacak hastalarda sıkı bir EKG monitorizasyonu ve elektrolit takibi yapılmalıdır. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 145-151)
Amiodarone is a clas III antiarrhythmic agent that is used in treatment of both supraventricular and life-threatening ventricular arrhythmias in adult and pediatric population. Although lengthening of QT interval is seen frequently during the long term use of amiodarone, it rarely causes polymorphic ventricular tachycardia (PVT) called "torsade de pointes" (TdP) episodes. In this study, 13 patients (6 female, 7 male, mean age:57±17.2 yrs) with significant QT prolongation after amiodarone due to ventricular tachycardia in our clinics were presented. Underlying disease was ischemic cardiomyopathy in 8 patients, dilated cardiomyopathy in 3 patients, however, in 2 patients no etiologic cause could be found. The earliest QT prolongation occurred in 30th and the latest in 7th day. While the shortest QT interval was 480 msec, the longest was 720 msec and the mean QT interval was calculated as 589.2±60.3 msec, the shortest QTc was 519 msec, the longest 682 msec and mean QTc was 590.2±45.3 msec. Meanwhile, there was hypokalemia in two of the patients. A spontaneous TdP episode occurred in the patient with hypokalemia due to significant QT prolongation in the 4th day of treatment and this patient died. As a result, although rare, amiodarone can cause QT prolongation and associated TdP episodes. This risk increases especially with electrolyte imbalances like hypokalemia, hypomagnesemia and hypocalcemia. For this reason, close ECG monitorization and follow for electrolyte imbalances should be done in the patients who will be treated with high dose amiodarone either orally or intravenously. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 145-151)

DERLEME
3.
Kalıcı Kalp Pili Takılanlarda Sağ Ventrikül Çıkış Yolu ve Apikal Elektrod Yerleşimlerinin Elektrokardiyografik Parametrelere Etkileri
The Effect of Right Ventricular Outflow Tract and Apical Pacing Sites on Electrocardiographic Parameters in Patients with Permanent Pacemakers
Okan ERDOĞAN, Armağan ALTUN, Gültaç ÖZBAY
Sayfalar 152 - 157
Right ventricular outflow tract (RVOT) pacing is an alternative pacing site to apical pacing. RVOT pacing seems to be superior to apical pacing in terms of hemodynamic support while providing synchronous activation similar to native conduction pattern. In order to increase the cardiac output and synchronize ventricular activation pattern the paced QRS complex duration should be as narrow as possible according to previous biventricular pacing applications. However, it is not well established how much RVOT pacing will change the paced QRS time and other various electrocardiographic intervals in comparison to apical pacing. To investigate this, we undertook a prospective clinical study consisting of 16 patients in whom the ventricular leads were positioned and fixed in the RVOT. In 11 of these patients, time intervals of various electrocardiographic parameters including QRS, QTc, JTc, TTc, QTd, JTd, and TTd were measured from ECG recordings taken on RVOT and apical pacing sites during pacemaker implantation. Mean QRS time in RVOT position was significantly decreased in contrast to apical position (127 ± 26 vs 155 ± 21, p=0.004). Although QTc, JTc and TTc intervals increased in duration when paced from RVOT, only JTc reached statistical significance (p=0.01). We did not detect any significant change in other parameters. We did not observe any complication during and after the procedure in all 16 patients. In conclusion, RVOT pacing significantly diminishes the mean QRS duration as compared to apical pacing. It is a safe and easy applicable technique while providing synchronous activation pattern similar to native conduction and can be considered as an alternative site of permanent pacing. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 152-157)
Kalıcı kalp pili uygulamalarında apikal pacinge alternatif olarak seçilebilecek bir diğer elektrod yerleşim bölgesi sağ ventrikül çıkış yoludur (SVÇY). SVÇY pacingi apikal pacinge göre ventriküllerin doğal uyarısına benzer senkron aktivasyon sağlamakta ve potansiyel olarak avantajlı gözükmektedir. Son yıllarda biventrikül kalp pili uygulamalarının da esasını oluşturan ve hemodinamik katkıyla ilintili olduğu düşünülen pacing ile uyarılmış QRS süresinin mümkün olduğunca azaltılması fikri, SVÇY yerleşiminin apikale göre QRS ve diğer elektrokardiyografik parametreleri nasıl etkileyeceği sorusunu akla getirmiştir. Bu amaç ışığında planladığımız prospektif araştırmamızda kliniğimizde SVÇY' na kalıcı kalp pili uygulaması yaptığımız 16 hastayı değerlendirdik. Bu 16 hastanın onbirinde işlem esnasında apikal ve SVÇY pacing ile elde edilen EKG kayıtlarından bu iki uygulama yerinden ölçülen QRS, QTc, JTc, TTc, QTd, JTd ve TTd süreleri ortalamaları karşılaştırıldı. Ortalama uyarılmış QRS süresi SVÇY pozisyonunda apikale oranla anlamlı düzeyde azaldı (127 ± 26 vs 155 ± 21, p=0.004 ). Buna karşın QTc, JTc ve TTc süreleri SVÇY pozisyonunda apikale göre uzarken, bunlardan yalnız JTc süresindeki uzama istatistiksel anlamlığa ulaştı (p=0.01). Diğer parametrelerde anlamlı değişiklik gözlenmedi. SVÇY uygulaması yaptığımız 16 hastada işlem esnasında ve sonrasında herhangi bir komplikasyon gelişmedi. Sonuçta, SVÇY pacing uygulaması kolay uygulanabilen ve emin bir yöntemdir. Septal ileti yollarına yakınlığı nedeniyle senkronize aktivasyon oluşturarak, potansiyel avantajlar sağlayabilir. Apikal pacinge oranla QRS süresini anlamlı olarak azaltmaktadır. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 152-157)

4.
Mitral Yetersizliği Derecelendirilmesinde Yeni Bir Yöntem: Renkli M-mod Yetersizlik Akımı Yayılım Hızı
Color M-mode Regurgitant Flow Propagation Velocity: A New Echocardiographic Method for Grading of Mitral Regurgitation
Ramazan AKDEMİR MD, Hakan ÖZHAN MD, Hüseyin GÜNDÜZ MD, Mehmet YAZICI MD, Enver ERBİLEN MD, Sinan ALBAYRAK MD, Hakan ÜNLÜ MD, Serkan BULUR MD, Cihangir UYAN MD, Hüseyin ARINÇ MD
Sayfalar 158 - 167
The aim of this study was to evaluate the reliability of mitral regurgitation color M-mode regurgitant flow propagation velocity (RFPV) in grading mitral regurgitation (MR). This new transthoracic Doppler echocardiographic technique is easier and equally or more practical than qualitative and quantitative methods used to grade MR in patients both with normal and low left ventricular ejection fraction (LVEF). Color M-mode echocardiography allows resolution of regurgitant flow propagation along the echocardiography beam inside the left atrium. The characteristics of the velocity of this jet have not been studied in detail before. The present study compares the different qualitative and quantitative methods of MR grading with the RFPV. We prospectively examined 52 consecutive patients with grades of MR mild in 10 patients, moderate in 19 patients and severe in 23 patients with quantitative pulse Doppler echocardiography. MR was evaluated by vena contracta diameter (VCD), regurgitant jet area (RJA) and RFPV. These qualitative and quantitative methods were compared with the pulsed Doppler quantitative flow measurements and concordance of these 3 methods was determined. The mean RFPV for mild, moderate and severe MR were 26.4±7 cm/s, 43.3±7 cm/s and 60.3±7.3, respectively (p<0.001). RFPV is highly sensitive and moderately specific in differentiating mild and severe MR from other subgroups. Sensitivity and specificity were 92.1-64.3% for mild and 100-68.5% for severe MR, respectively. Significant correlation was observed between pulse Doppler quantitative grades, RFPV, VC and RJA (p<0.0001, r=.87; p<0.0001, r=-.84; p<0.0001, r=.76, respectively). This results show that RFPV is a reliable and simple semi-quantitative new method that can be used for determining severity of MR. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 158-167)
Bu çalışmanın amacı mitral yetersizliği derecelendirmesinde yeni bir yöntem olan renkli M-mod yetersizlik akımı yayılım hızı (YAYH) nın güvenilirliğini saptamaktır. Bu yeni yöntem düşük ejeksiyon fraksiyonlu hastalar dahil tüm hastalarda en az geleneksel kantitatif ve kalitatif yöntemler kadar güvenilir, hatta onlardan daha kolay uygulanabilir ve pratik bir yöntemdir. Renkli M-Mod Doppler ile sol atriyuma doğru yönlenen YAYH rezolüsyonu mümkün olmaktadır. Bu çalışmada, daha önce hakkında bilimsel bir veri bulunmayan bu yeni tekniğin tanısal duyarlılığı özgüllüğü incelenmekte ve geleneksel yöntemlerle karşılaştırılması yapılmaktadır. Kantitatif yöntemlerle derecelendirilmiş 10 hafif, 19 orta ve 23 ileri derecede mitral yetersizlikli toplam 52 ardışık hasta çalışmaya alındı. Mitral yetersizliği derecelendirilmesinde YAYH yöntemi; vena kontrakta çapı, regürjitan jet alanı ve kantitatif Doppler yöntemi ile karşılaştırıldı. Hafif, orta ve ileri derecede mitral yetersizliği için ortalama YAYH değerlerinin 26.4 ± 7 cm/s, 43.3 ± 7 cm/s ve 60.3 ± 7.3 cm/s olduğu saptandı. Hafif ve ileri derecede mitral yetersizliğinin diğer gruplardan ayrılmasında yeni yöntemin ileri derecede duyarlı ve orta derecede özgül olduğu görüldü. YAYH, hafif mitral yetersizliği için %92.1 duyarlı, %64.3 özgül; ileri derecede mitral yetersizliği için %100 duyarlı ve %68.5 özgüllüğe sahipti. Kantitatif Doppler, vena kontrakta ve regürjitan jet alanı yöntemleri ile anlamlı korelasyona sahipti (p<0.0001, r=.87; p<0.0001, r=-.84; p<0.0001, r=.76). Bu bulgular, YAYH yönteminin mitral yetersizliği derecelendirmesinde basitçe uygulanabilen güvenilir ve yarı-kantitatif bir yöntem olduğunu göstermektedir. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 158-167)

5.
Türk Yetişkinlerde Kesitsel bir İncelemede, Serum Total Fosfolipidlerin Metabolik Sendrom ve Koroner Risk ile ilişkileri
Serum Total Phospholipid Levels in Turkish Adults: A Cross Sectional Study on Associations With Risk of Metabolic Syndrome and Coronary Disease
Altan ONAT, Gülay HERGENÇ, Bülent UZUNLAR, İbrahim SARI, Serdar TÜRKMEN, Hüseyin UYAREL, Mehmet YAZICI, İbrahim KELEŞ, Vedat SANSOY
Sayfalar 168 - 177
Phospholipids, constituents of the outer layer of all lipoproteins and cell membranes, have not been measured in epidemiological studies, due to their heterogeneity. Rather, the specific phospholipid subgroups have lately been investigated. Phosholipids and oxidized phospholipids are biologically active molecules and are involved in atherogenesis as well as inflammatory processes and immune responses. In the 2003 screening of the Turkish Adult Risk Factor Study, phospholipids were measured firstly in 452 men and women in the Marmara and Central Anatolian regions. A method that measures the total phosphatidylcholine, sphingomyelin and lyso-phosphatidylcholine was used. Coronary heart disease (CHD) and metabolic syndrome (MS) were encountered in 11.3% and 45.4% of the cohort, respectively. Serum phospholipid levels were found to be significantly different between men (192.2±32.0 mg/dl) and women (204.9±41.2 mg/d). Significant correlations existed between serum phospholipid levels and total cholesterol, apo AII, triglycerides, LDL-C, complement C3, apo B, apo AI and coronary risk score (r>0. 30), HDL-C, diastolic BP, body mass index, metabolic syndrome, waist circumference, fibrinogen, log CRP, log GGT, glucose (r =0. 10 to. 25), uric acid, log fasting insulin and, inversely, with smoking and physical activity (r =-0. 10), and (at borderline significance) with age. Multiple linear regression analysis among 13 risk parameters revealed triglycerides, LDL-C, HDL-C, and complement C3 as independent significant determinants of phospholipid levels. Sex- and age-adjusted OR of phospholipid levels were not found to be significant for prevalant coronary heart disease. Age-adjusted OR of phospholipid levels for metabolic syndrome were found to be significant only in men with 1. 013 (%95 1.002;1.023). We conclude that high total phospholipid levels reflect high risk for metabolic syndrome, particularly in men, though these are not independent of the standard components. The age-adjusted risk of these levels in association with CHD which exhibited a trend among women, requires further investigation in the future. Studying their content in the HDL fraction or the specific phospholipids and their oxidized forms in different lipoprotein frac-tions seem more promising in this regard. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 168-177)
Tüm lipoproteinlerin dış katmanını ve hücre zarlarını oluşturan fosfolipidler, gösterdikleri heterojenite ve ölçüm zorlukları nedeniyle, epidemiyolojik çalışmalarda ölçülmemekteydi. Son yıllarda fosfolipidlerin altgruplarının ayrı ayrı ölçüldüğü çalışmalar yayınlanmaya başlamıştır. Okside fosfolipidlerin biyolojik aktif moleküller olduğu ve, aterogenezin yanı sıra, inflamasyon ve bağışıklık cevabında rolleri bulunduğu bilinmektedir. TEKHARF Çalışmasının 2003 yılı takibinde 452 Türk yetişkinlerinde ilk defa serum fosfolipid düzeyleri ölçülmüş ve koroner kalp hastalığı (KKH), metabolik sendrom (MS) ve diğer risk parametreleriyle ilişkisi araştırılmıştır. Çalışmamızda lipoproteinlerde bulunan başlıca fosfolipidler olan fosfatidilkolin, sfingomiyelin ve lizofosfatidilkolinin tümünü ölçen bir yöntem kullanılmıştır. Çalışma grubumuzda MS %45.4, KKH %11.3, DM %10.8 ve bozulmuş açlık glukozu %4.4 oranında görülmekteydi. Erkek (192.2±32. 0 mg/dl) ve kadın (204.9±41.2 mg/dl) fosfolipid düzeyleri arasında anlamlı fark (p<0. 001) bulundu. Korelasyon analizinde serum fosfolipid düzeyleri ile total kolesterol, apo AII, trigliseridler, LDL-K, kompleman C3, apo B, apo AI ve koroner risk puanı ile ileri derecede (r>0.30) olmak üzere, HDL-K, DKB, BKI, metabolik sendrom, SKB, bel çevresi, fibrinojen, log CRP, log GGT, glukoz (r =0. 10 ila 0. 25), ürik asid, log açlık insülini ve, ters olarak sigara içimi ile fizik aktivite (r =-0. 10 dolayında) anlamlı, yaş ile de sınırda anlamlı ilişkiler saptandı. Fosfolipidlerin anlamlı ve bağımsız belirteçleri olarak, 13 risk parametresinin dahil olduğu lineer regresyonda, trigliseridler, LDL-K, HDL-K ve kompleman C3 belirlendi. Lojistik regresyon analizlerinde metabolik sendrom için yaş-ayarlı fosfolipid odds oranı erkekler için 1.013 (%95 1.002;1.023), kadınlar için ise 1. 06 (%95 0.999;1. 012; p<0. 08) olarak bulundu. Buna göre, fosfolipid düzeyinde 1 standart sapma (36 mg/dl) artış, MS riskinin 1/3 yükselmesine denk gelmekteydi. Prevalan KKH için yaş-ayarlı fosfolipid erkekte anlamlı çıkmazken, kadında 1. 008 odds oranı ile sınırda anlamlı (p<0. 12) bir eğilim sergiledi. Sonuç olarak, total fosfolipid ölçümlerinin, metabolik sendrom riskine katkıda bulunduğu konusunda, erkeklerde belirgin olmak üzere, erişkinlerimizde anlamlı veri üretilmiştir. Prevalan KKH için, kadında yaş-ayarlı olarak sınırda anlamlı bir eğilim sergileyen fosfolipid düzeylerinin daha geniş bir kohortta incelenmesi uygundur. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 168-177)

EDITÖRDEN
6.
"Filler Dört Ayakları Üzerinde Zıplayamaz" Bilgisi
Cem ALHAN
Sayfalar 178 - 179
Makale Özeti |Tam Metin PDF

DERLEME
7.
Yüzyıl Dönümünde Kardiyovasküler Tıp Alanında Türkiye Kaynaklı Araştırmaların On Yıllık Yankı Değeri: Kötümserlik Yersiz
Evaluation of 10-year Citations to Cardiovascular Publications Originating from Turkey at the Turn of the Century: Pessimism Unjustified
Altan ONAT
Sayfalar 180 - 187
Erişkin ve çocuk kardiyolojisi ile kalp cerrahisi dallarını içeren kardiyovasküler tıp alanında 1994 ile 2003 arasındaki 10 yıllık dönemde Türkiye kurumlarından kaynaklanan araştırmaların yankı değeri incelendi. Bu amaçla, İnternet'te yayınlanan Web of Science servisinin sitasyon araması bölümünde site edilmesi muhtemel Türk yazarlarına ait sayfalar tek tek yazdırılarak toplam 310 bilim adamına ilişkin sitasyon verileri araştırıldı. İlgili kişinin tüm atıflarını içermesi, eski döneme ait atıfları ve başka kişilerin atıflarını içermemesini sağlayan bir yöntem uygulandı. Atıf ilkyazara maledildi, ama ilkyazarı bu alan dışında olan kardiyovasküler makalelerde sitasyon paylaştırıldı. Kardiyolojide 1880, kalp cerrahisinde 1220, pediatrik kardiyolojide de 550 olmak üzere, on-yıllık dönemin bütününde 3650 atıf elde edildi. Bu miktar, dünyada binde 1.2'lik bir paya karşılık gelmekte ve 20 yıl öncesinin 5 katını temsil etmekteydi. SCI CD baskısınca taranan dergilerde yalnız son on yılda yeni yer alan yayınlarımızın her birine yılda ortalama 0.80 atıf düştüğü hesaplandı. Atıf almağa 5 yıl fırsat bulan makalelerimizin ortalama %80'i, atıf alma başarısına ulaşıyordu. Zaman içerisinde potansiyel atıf sayısının 3-4 kat arttığı yargısına varıldı. On yılda ?10 atıf kazanan yaklaşık 100 araştırmacının adı ve ?14 atıf kazanan 29 çalışmanın referansı liste halinde bildirildi. Sonuç olarak, kardiyovasküler tıp alanında 1994-2003 yıllarını kapsayan 10-yıllık dönemde Türkiye kaynaklı yayınlara toplam 3650 atıf yapıldığı ve bunun dünyada binde 1.2'lik bir pay oluşturduğu anlaşıldı. SCI CD baskısınca taranan dergilerdeki yayınlarımızın ortalama 0.80 impakt faktörüne sahip olduğu saptandı. Performansı iyileştirmek üzere, çalışma kalitesini yükseltmek ve çalışmalarımızı etki faktörü daha yüksek dergilere göndermek gerekir. Çalışmanın sağladığı bilgiler, akademik jürilerin yararlanması için elverişlidir. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 180-187)
Citations to publications in adult and pediatric cardiology and cardiac surgery that originated from Turkey's medical institutions in the 10-year period comprising 1994 through 2003 were assessed. The Cited reference search service of the Web of Science was evaluated in regard to 310 Turkish authors as candidates for citations. Care was taken that all citations of the searched author were included though none of the preceding period, nor of a potentially different author with similar name and initials. The citation was credited to the primary author, but equal credit was given for papers from more than one field or more than one country. A total of 3650 citations were received in the 10-year period including 1880 in adult cardiology, 1220 in cardiac surgery and 550 in pediatric cardiology - which was estimated to constitute a world share of 1.2 per mille. The latter share was 5 fold that of two decades ago. Articles published in journals covered only by the CD edition of the SCI during 1994-2001 received an annual average of 0.88 citation per article (not per cited article). Eighty % of articles succeeded in receiving one or more citations during the subsequent 5-year period. Potential citations rose 3-4 fold in the course of the studied period. The names of 100 primary authors who obtained ?10 citations and the references of 29 articles with ?14 citations were herein listed. It was concluded that the impact of publications in cardiovascular medicine originating from Turkey continued to grow at a fast pace and the suspicion held in some circles that the impact of scientific research was poor was unfounded. Still, it was considered that manuscripts be submitted to periodicals with a higher impact factor with the purpose of further augmenting the impact. Elicited findings might be useful in decisions for promotion by academic committees. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 180-187)

8.
Kardiyovasküler Hastalıkların Tedavisinde Anjiyotensin Dönüştürücü Enzim İnhibitörleri
Angiotensin Converting Enzyme Inhibitors in the Treatment of Cardiovascular Disease
Hüsniye YÜKSEL
Sayfalar 188 - 196
Anjiyotensin dönüştürücü enzim (ACE) inhibitörlerinin kardiyovasküler hastalıkların tedavisinde kullanılma gerekçeleri etki mekanizmalarının zaman geçtikçe daha iyi anlaşılmasına bağlı olarak değişmiştir. Başlangıçta ACE inhibitörlerinin tedavi hedefi hipertansiyon ve kronik kalp yetersizliği (KKY) olmuştur. ACE inhibitörlerinin KKY tedavisinde ilk kullanılma nedeni kalbin ön ve ard yükünü azaltarak sol ventrikülün sistolik fonksiyonunu düzeltmektir. Ancak yapılan çalışmalarda hemodinamik ölçümler ile egzersiz toleransı, ejeksiyon fraksiyonu, kalp büyüklüğü ve klinik sınıfta değişme arasında zayıf bir korelasyon olması ACE inhibitörlerinin sistemik vasküler direnci düşürmekten öte başka mekanizmalarla klinik yarar sağladığını düşündürmüştür. Ayrıca hayvanlarda oluşturulan deneysel miyokard infarktüslerinde (Mİ) enfarktüsün erken döneminde ACE inhibitörü verildiğinde enfarkt sahasının sınırlandığı ve ilerleyici sol ventrikül dilatasyonunun geciktiği gözlenmiştir. Bu gözlemler üzerine ACE inhibitörlerinin KKY tedavisinde kullanılma gerekçesi değişmiş ve 1980'li yıllarda sol ventrikülün yeniden şekillenmesini hafifletmek olmuştur. Kalp yetersizliğinde ACE inhibitörlerinin uzun süreli kullanımda mortaliteye etkisini araştıran çalışmalarda ACE inhibitörü alan kişilerde beklenmedik bir şekilde infarktüs ve herhangi bir kardiyovasküler olay nedeniyle hastaneye yatırılma sıklığının ve koroner anjiyoplasti veya baypas tedavisine duyulan ihtiyacının azaldığı saptanmıştır. Bunun üzerine ACE inhibitörlerinin yararlı etkilerinin damar koruyucu etki ile açıklanabileceğine dair bir hipotez geliştirilmiş ve bu hipotez çok merkezli randomize çift-kör çalışmalarla başarılı bir şekilde test edilmiştir. Kardiyovasküler hastalıklarda halen ACE inhibitörlerinin kullanılma nedeni vasküler koruyucu (antiaterojenik, antiinflamatuar, antiproliferatif ve antitrombotik) etki nedeniyledir. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 188-196)
The rationale for the use of angiotensin converting enzyme (ACE) inhibitors in the treatment of cardiovascular disease has changed with the course of time due to improved understanding of their mechanisms of action. Initially, hypertension and chronic heart failure (CHF) became major therapeutic targets for ACE inhibitors. The first rationale behind the use of ACE inhibitors in the treatment of heart failure was to improve left ventricular systolic function by reducing cardiac preload and afterload. But the poor correlations, found in studies, between the hemodynamic measurements and the changes in clinical class, exercise tolerance, heart size and ejection fraction suggested that ACE inhibitors can provide clinical benefit for some mechanisms other than to reduce systemic vascular resistance. Studies on experimental model myocardial infarction (MI) have shown that early administration of ACE inhibitors may limit infarct expansion and attenuate progressive left ventricular dilata-tion following acute MI. Subsequently experimental observations have also been obtained with recent MI and significantly depressed left ventricular ejection fraction. Accordingly, in the 1980s, the rationale use of ACE inhibitors for CHF changed to attenuation of left ventricular remodelling. Interestingly, unexpected data from trials on heart failure have shown that patients receiving ACE inhibitors have a reduced incidence of MI, hospitalisation for cardiovascular events and need for coronary angioplasty or bypass surgery. These data gave way to the hypothesis that the beneficial effects of ACE inhibitors can be ex-plained with vasculoprotective effects. This hypothesis was tested successfully with the multicenter, double blind and randomised studies. The current rationale for using ACE inhibitors in patients with cardiovascular disease is the vasculoprotective (antiatherogenic, antiproliferative, antiinflammatory and antithrombotic) effect. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 188-196)

9.
Perkütan Koroner Girişim Sırasında İatrojenik Sol Ana Koroner Trombozu
Iatrogenic Left Main Coronary Artery Thrombosis During Percutaneous Coronary Intervention
Hüseyin GÜNDÜZ, Ramazan AKDEMİR, Hakan ÖZHAN, Hüseyin ARINÇ, Cihangir UYAN
Sayfalar 197 - 200
Kliniğimize kararsız angina pektoris tanısıyla yatırılan hastanın yapılan koroner anjiyografisinde sirkumfleks arterin (CX) proksimalinde %90, distalinde %60 lezyon tespit edildi ve sol ön inen arter (LAD) ile sağ koroner arter (RCA) normaldi. Ayrı bir seansta CX'deki lezyonlara anjiyoplasti uygulandı. PTCA sonrası rezidü-darlık kalması nedeniyle stent takılmasına karar verildi. Ancak 3.0x18 mm stent ile proksimaldeki lezyon geçilemedi. Stentin geri çekilmesinden hemen sonra şiddetli göğüs ağrısı başladı. Anjiyografide sol ana koronerin (LMCA) trombüsle totale yakın tıkandığı görüldü. LMCA lezyonuna stent takılmasına karar verildi. İşlem sırasında muhtemelen guide-wire'ın ilerletilmesine bağlı olarak LMCA'daki trombüsün tamamen ayrılarak CX'e yöneldiği görüldü. Hastanın göğüs ağrısı azaldı ve EKG'deki ST elvasyonları en az %80 oranında geriledi. CX'deki proksimal lezyona stent takıldı, distal lezyona anjiyoplasti uygulandı ve sonrasında TIMI III akım elde edildi. Hastanın takibinde semptomsuz olduğu, bir ay sonraki kontrol anjiyografisinde CX'deki stentin açık, LMCA, LAD ve RCA'nın normal olduğu görüldü. Bu olgu sunumunda CX artere anjiyoplasti-stent uygulaması sonrası gelişen oldukça nadir görülen, sol ana koronerin iyatrojenik, totale yakın trombotik tıkanması literatür bilgileri ışığında tartışıldı. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 197-200)
The patient was admitted to our clinic with the diagnosis of unstable angina pectoris. In the coronary angiography, two stenoses (proxismal 90%, distol 60%) in the circumflex artery (CX) were seen. Left anterior descending (LAD) and right coronary arteries were normal. In another session, coronary balloon angioplasty was performed for the CX lesions after which a residual stenosis was detected and stent implantation was decided. Unfortunately, it was not possible to cross the proximal lesion with the 3,0X18 mm stent. Immediately, after pulling back the stent, the patient had severe chest pain. Angiography revealed a thrombotic sub-total occlusion of left main coronary artery (LMCA). During the stent implantation to the LMCA lesion , the thrombus moved distally into the circumflex artery possibly by the movement of the guide wire, leaving the LMCA totally free of thrombus. Accompanied by immediate relief of chest pain, ECG demonstrated at least 80% resolving in the ST segment elevations. The proximal lesion in CX artery was stented and successful angioplasty was performed for distal lesion afterwards, resulting a TIMI III flow. The patient was completely symptomfree in the follow-up period, and control angiography 1 month later revealed a patent stent in CX beside normal LAD, LMCA and right coronary artery. An extremely rare, iatrogenic, subtotal left main coronary artery thrombotic stenosis in a patient who had undergone prior PTCA-stenting of the left circumflex artery was discussed in the light of the literature. (Türk Kardiyol Dern Arş 2004; 32: 197-200)

DIĞER YAZILAR
10.
Önümüzdeki Toplantılardan Seçmeler
Selected Forthcoming Meetings

Sayfa 201
Makale Özeti |Tam Metin PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama



Copyright © 2024 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi