1. | İngilizce Özetler Summaries of Articles Sayfalar 526 - 529 Makale Özeti | |
2. | Koroner Baypas Cerrahisi Sonrası Hipertansiyon Kontrolünde Diltiazem, Nitrogliserin ve Sodyum Nitroprussidin Karşılaştırılması Comparative Study of Diltiazem, Nitroglycerin, and Sodium Nitroprusside for Controlling Hypertension Following Coronary Artery Bypass Surgery Fevzi TORAMAN, Haluk ÖZTİRYAKİ, Hasan KARABULUT, Nazan AKSOY, Ümit ÇALIŞIRİŞÇİ, Nurgül YURTSEVEN, Ali ÖZYURT, Onur GÖKSEL, Serdar EVRENKAYA, Sevim CANİK, Sinan DAĞDELEN, Cem ALHANSayfalar 530 - 533 Hipertansiyon aorto-koroner baypas greftleme operasyonu sonrası yoğun bakımda sıkça karşılaşılan bir sorundur. Postoperatif miyokard infarktüsü ve kanama açısından son derece tehlikeli olan bu dönemin sorunsuz geçilebilmesi için günümüzde değişik farmakolojik ajanlar kullanılmaktadır. Biz bu çalışmamızda diltiazem, nitrogliserin ve sodyum nitroprussid gibi üç farklı antihipertansif ajan kullanımının hemodinami üzerine olan etkisini araştırmayı amaçladık. Bu amaçla 45 hasta randomize olarak 3 eşit gruba ayrıldı. Grup 1: 0.3mg/kg diltiazemin 5 dakikada bolus verilmesini takiben, 0.1-0.8mg/kg/saat doz aralığında infüzyon yapılan hastalardan, grup 2: 1-3µg/kg/dakika hızında nitrogliserin infüzyonu, grup 3: 1-3µg/kg/dakika hızında sodyum nitroprussid infüzyonu alan hastalardan oluşmakta idi. Tüm olguların postoperatif yoğun bakımda, antihipertansif ajan başlamadan önce bazal (T1), başladıktan 30 dakika (T2), 120 dakika (T3) ve 12 saat (T4) sonra hemodinamik ölçümleri yapıldı. Grupların kendi içlerinde ortalama arter basıncı (OAB) değişimi incelendiğinde, tüm gruplarda bazal değerlerle diğer tüm zaman dilimlerindeki giderek azalan OAB değerleri arasındaki farkın anlamlı olduğu görüldü (p<0.001). T3 döneminde kalp hızı grup 1'de 84±14 vuru/dakika, grup 2'de 98±13 vuru/dakika, grup 3'de ise 94±15 vuru/dakika bulunmuş, grup 1 ile 2 arasındaki farklılık anlamlı çıkmış (p<0.05), ayni dönemde ikili çarpan (RPP) ise grup 1'de 10975±1476, grup 2'de 13071±2476, grup 3'de 13788±2965 bulunmuş, grup 1 ile 3 arasındaki farklılık anlamlı çıkmıştır (p<0.001). T4 döneminde RPP grup 1'de 10079±1567, grup 2'de 12099±2674, grup 3'de 14416±4240 bulunmuş sadece grup 1 ile 3 arasındaki değişim anlamlı bulunmuştur (p<0.001). Çalışmamızdaki sonuçlar, her üç ajanın ilk 30 dakika içindeki hemodinamik etkinliğinin benzer olduğunu, daha sonraki dönemde ise diltiazemin nitrogliserin ve sodyum nitroprussid ile kıyaslandığında hem daha iyi bir miyokardiyal performans hem de daha etkin bir kan basıncı kontrolü sağladığı şeklindedir. |
ORIJINAL ARAŞTIRMA | |
3. | Diyabetik ve Diyabetik Olmayan Akut Miyokard İnfarktüsü Olgularında Primer Koroner Stent İmplantasyonu: Hastane İçi ve Klinik Takip Sonuçları Primary Coronary Stent Implantation for Acute Myocardial Infarction in Diabetic versus Nondiabetic Patients: In-hospital and Clinical Follow-up Results İbrahim DEMİR, Hüseyin YILMAZ, İbrahim BAŞARICI, Oktay SANCAKTAR, Necmi DEĞERSayfalar 534 - 543 Amaç: Trombolitik tedavi öncesi ve trombolitik tedavi döneminde de akut miyokard infarktüsü (AMİ) geçiren diyabetik olgularda klinik seyirin diyabetik olmayanlara göre daha kötü olduğu bilinmektedir. Primer koroner stent implante edilen AMİ olgularında diyabetin akut ve orta dönem klinik sonuçlara etkisini ve, diyabetik ve diyabetik olmayan AMİ olgularında hastane içi ve klinik takip sonuçlarını karşılaştırmak istedik. Materyel ve Metod: Kliniğimizde 1997-2001 yılları arasında primer koroner stent implante edilen 774 olgu çalışmaya alındı. Akut Mİ nedeniyle primer stent implante edilen diyabetik ( yaş 56.8 ± 11.7 yıl, %63.1'i erkek) ve diyabetik olmayan (yaş 55.9 ± 10.6 yıl, %82.6'sı erkek) hastaların anjiyografik ve klinik sonuçları karşılaştırıldı. Tüm olguların hastane içi ve klinik takip sonuçları retrospektif olarak analiz edildi. Bulgular: Diyabetik olmayan hasta (DOH) grubunda 633 (%81.8), diyabetik hasta (DH) grubunda 141 (%18.2) hasta vardı. Diyabetik hasta grubunda hipertansiyon, hiperlipidemi ve hemodinamik kararsızlık daha fazla iken DOH'da erkek cinsiyet ve sigara içiciliği daha fazla saptandı (sırasıyla p=0.001, 0.003, 0.001, 0.001, 0.001). Anjiyografik ve klinik başarı DH'de %96.4 ve %90.7 iken DOH'de %96.7 ve %95.1 bulundu (sırasıyla p=0.006, 0.04). İstenmeyen olay ve hastane içi ölüm DH'de daha yüksek bulundu (p=0.028). Bir aylık izlemde sorumlu lezyon revaskülarizasyonu DH'de %5.6 DOH'de %1.6 saptanırken major kardiyak olay sıklığı DH'de %20.6 DOH'de %7.4 saptandı (sırasıyla p=0.006, 0.003). Ortalama 7.2 ± 2.7 aylık izlemde DH'lerin %88'i DOH'lerin ise %92.9'unun yaşadığı saptandı (p=0.05). Ortalama 7.2 ± 2.7 aylık izlemde olaysız sağkalım ise DH'lerde %58.1 iken DOH'lerde %75.8 saptandı (p<0.001). Yapılan çok değişkenli regresyon analizinde yaş, diyabet, şok, hemodinamik kararsızlık ve kadın cinsiyeti major kardiyak olaylar için önemli belirleyiciler olarak saptandı. Sonuç: Primer stent implantasyonunun diyabetik ve diyabetik olmayan AMİ olgularında erken TİMİ 3 akım sağlanmasında etkili olduğu bulunmuştur. Akut Mİ'de primer stent implantasyonunun her iki grupta da mortalite üzerine olumlu etkileri vardır. Trombolitik tedavi çalışmalarının sonuçlarına bakıldığında özellikle DH'lerde primer stent implantasyonunun olumlu etkisi daha belirgindir. Bununla birlikte 1 aylık ve orta dönem takipte major kardiyak olay sıklığı diyabetik hasta grubunda daha fazladır. |
DERLEME | |
4. | Büyük Damarların Transpozisyonunda Arteryel Switch Sonrası Reoperasyonlar Reoperations After Arterial Switch for Transposition of the Great Arteries Ersin EREK, Yusuf Kenan YALÇINBAŞ, Ece SALİHOĞLU, Nilüfer ÖZTÜRK, Nerime SOYBİR, Ayşe SARIOĞLU, Tayyar SARIOĞLUSayfalar 544 - 548 Büyük damarların transpozisyonu (TGA) anomalisine anatomik düzeltme sağlayan arteryel switch operasyonundan (ASO) sonra hastaların çoğunda normal kardiyak fonksiyon ve normal gelişim görülür. Hastaların bir kısmı reoperasyona ihtiyaç gösterebilirler. Bu makalede, Ekim 1990 - Mart 2002 tarihleri arasında yapılmış toplam 153 ASO içerisinde, reoperasyon uygulanmış 6 hastayı inceledik. Reoperasyon nedeni 3 hastada pulmoner stenoz (PS), 3 hastada ise aort yetersizliği (AY) idi. AY nedeniyle reoperasyona alınan iki hastaya erken dönemde (1-23 gün), diğer hastalara geç dönemde (3-6 yıl) müdahale edildi. PS, koroner anomalisi olan 2 hastada ekstrakardiyak kondüit kullanılarak, bir hastada ise supraanuler perikard yama ile giderildi. AY olan hastalara mekanik protez kullanılarak aort kapak replasmanı (AVR) yapıldı. Erken dönemde reoperasyona alınan 2 hastada, neoaortik anulus yeterli genişlikte olmadığı için, Manouguian aortoplasti uygulandı. Mortalite olmadı. Acil olarak AY nedeniyle ameliyata alınan hastalardan birine 48 saat boyunca sol ventrikül asist cihazı desteği gerekti. İki hasta uzun süre solunum desteğine ihtiyaç gösterdi. Sonuç olarak, ASO sonrası PS gelişimi için, pulmoner sinüs rekonstrüksiyonun gluteraldehidle hazırlanmış perikard kullanılarak yapılması ve koroner anomali bulunması, AY gelişimi için, preoperatif pulmoner arter dilatasyonu bulunması ve iki aşamalı ASO uygulanmış olmasının birer faktör olabileceği kanısındayız. AVR gerektiren hastalarda, Manouguian aortoplastisi yardımı ile bunun başarı ile gerçekleştirilebileceğini söyleyebiliriz. Ayrıca, ASO sonrası geç dönemde gelişen PS'ların düşük bir morbidite ve mortalite ile giderilebileceği düşüncesindeyiz. |
5. | Kardiyoversiyon Öncesi Antikoagülan Kullanan Atriyal Fibrilasyonlu Hastalarda Eksternal Kardiyoversiyon Sonrası Mikroemboli Riskinin Transkraniyal Ultrasonografi ile Değerlendirilmesi Transcranial Ultrasonographpic Evoluation Microembolism Risk After Cardioversion for Atrial Fibrillation in Anticoagulated Patients Ömer GÖKTEKİN, Nevzat UZUNER, Necmi ATA, Gulmira KUDAİBERDİEVA, Demet GÜCÜYENER, Gazi ÖZDEMİR, Bilgin TİMURALPSayfalar 549 - 553 Amaç: Atriyal fibrilasyonu (AF) bulunan hastalara uygulanan eksternal kardioversiyon (EKV) öncesi, olası tromboemboliyi önlemek için en az 3 hafta süre oral antikoagülan (OAK) kullanımı önerilmektedir. Son yıllarda transözefajiyal ekokardiyografi (TÖE) incelemesi ile birlikte kısa dönem heparin kullanımının da tromboemboli riskini azalttığı bildirilmektedir. Yakın zamanlarda yapılan birkaç çalışmada transkraniyal Doppler (TKD) incelemesiyle EKV öncesi 3 haftalık OAK kullanan hastalarda EKV işlemine bağlı mikroemboli oluşmadığı ortaya konmuştur. Bununla beraber kısa dönem heparin tedavisi sonrası yapılan EKV'da mikroemboli oluşup oluşmadığı bilinmemektedir. Biz çalışmamızda EKV öncesi uzun süre OAK kullanan hastalarla, kısa süre heparinizasyon yapılan hastaları, TKD yaparak EKV sonrası mikroemboli riski açısından karşılaştırmayı amaçladık. Metod: Çalışmaya kronik AF'si için elektif EKV planlanan, TÖE ile intrakardiyak trombüsü olmadığı gösterilen ve transkraniyal Doppler için yeterli temporal penceresi olan 43 hasta (21 kadın, yaş ort 62±13) alındı. Hastalardan 19 tanesi AF nedeniyle INR 2-3 arası olacak şekilde efektif OAK alırken (Grup 1), 24 hastaya EKV öncesi aPTT zamanı 70-80 ms'ye uzayacak şekilde heparinizasyon yapıldı (Grup 2). Serebral mikroembolileri saptamak için kardiyoversiyonun 30 dakika öncesi ve 30 dakika sonrasına kadar 2 kanallı 2 Mhz'li bir probla temporal kemik üzerinden sağ ve sol orta serebral arterin M1 segmentinden TKD sonografisi alındı. Bulgular: EKV sonrası 33 hastada sinüs ritmi (%76) sağlanabildi. Sinüse dönenlerden 15 hasta grup 1, 18 hasta ise grup 2' ye aitti. Hiç bir hastada tromboembolik olay lehine klinik bulguya rastlanmadı Her iki gruptaki hastaların hiçbirinde EKV öncesi ve sonrası yapılan TKD' de mikroemboli saptanmadı. Sonuç: TEÖ ile trombüs varlığı dışlanan hastalarda, gerek uzun dönem OAK ile gerekse heparinle yapılan antikoagülasyon sonrası EKV, mikroemboliye neden olmamaktadır. Kısa dönem heparin tedavisiyle, EKV işlemi erkenden ve güvenle yapılarak, işlem başarısı artırılıp, sinüs ritminde kalım süresi uzatılabilir. |
ORIJINAL ARAŞTIRMA | |
6. | Eksternal Kardiyoversiyona Dirençli Atriyal Fibrilasyonlu Hastalarda Tek Kateterli İnternal Kardiyoversiyon Tekniğinin Etkinliği ve Güvenilirliği Efficacy and Safety of Single Lead Internal Cardioversion Technique in Patients with Atrial Fibrillation Resistance to External Cardioversion Ömer GÖKTEKİN, Bülent GÖRENEK, Mehmet MELEK, Alpaslan BİRDANE, Yüksel ÇAVUŞOĞLU, Gumira KUDAİBEDİEVA, Ahmet ÜNALIR, Necmi ATA, Bilgin TİMURALPSayfalar 554 - 557 Amaç: İnternal kardiyoversiyonun (İKV), atriyal fibrilasyonlu (AF) hastalarda sinüs ritmi sağlamak için etkili bir yöntem olduğu gösterilmiştir. Yakın zamanlarda balon uçlu kardiyoversiyon kateteri olan ve tek lead'le kardiyoversiyon yapılabilen bir sistem geliştirilmiştir. Bu çalışmanın amacı tek kateterli İKV tekniğinin permanent AF'lu hastalardaki kullanılabilirliğini ve etkinliğini değerlendirmektir. Metod: Onsekiz hasta başarısız eksternal kardiyoversiyon sonrası (11 kadın, yaş ort. 59±14) tek kateterli İKV'a alındı. İKV için ucunda balon olan distal ve proksimal ucunda şok elektrodları bulunan ve maksimum 15 J bifazik şok verebilen bir kateter kullanıldı (ALERT, EP MedSystems, Inc.). Floroskopi kılavuzluğunda distal uç sol pulmoner artere, proksimal ucu ise sağ atriyuma yerleştirildi. Bütün hastalar midazolam ile sedatize edildiler. İnternal şok impedans testi yapıldıktan sonra yeni eksternal defibrillator sistemi kullanılarak ventriküldeki elektrodla R senkronizasyonuyla distal ve proksimal uç arasında verildi. Bulgular: Ortalama 9.3±5.4 J enerji kullanılarak, 4.2±2.3 kez şok verilerek 14 hastada (%77) sinüs ritmi elde edildi. Ortalama floroskopi zamanı 4.6±2.2 dk., şok impedansı ise 61±13 W saptandı. İşlem sırasına herhangi bir komplikasyon olmadı. Sonuç: Tek lead'li balon uçlu kateterle yapılan İKV permanent AF'lu hastalarda uygulanabilir ve efektif bir tekniktir. Bu teknik İKV'nun klinik kullanımını ve yaygınlığını artırabilir. |
DERLEME | |
7. | Yüksek Dansiteli Lipoprotein Kolesterol Düşüklüğünü Nasıl Tedavi Edelim? How to Treat Patients With Low HDL-cholesterol Levels Neşe ÇAM, Ertan ÖKMENSayfalar 558 - 567 Yüksek düşük densiteli lipoprotein kolesterol (LDL-K) düzeylerinin düşürülmesinin uzun dönemdeki klinik yararı gösterilmiştir. Ancak statin çalışmalarında koroner olay sıklığında %30-35 oranında azalma sağlanmakla beraber tedavi ile LDL-K'si düşürülen hastaların büyük bir çoğunluğu yine de kardiyovasküler olay yaşamıştır. Dolayısı ile LDL-K'yi düşürücü tedavinin etkinliğini artırmak için tedavide farklı veya ilave hedeflerin gözden geçirilmesi gerekmektedir. Koroner kalp hastalığı (KKH) riskini azaltmak için yüksek LDL-K düzeylerini düşürmenin yanı sıra düşük yüksek densiteli lipoprotein kolesterol (HDL-K) düzeylerinin yükseltilmesi uygun bir yaklaşımdır. HDL-K düşüklüğü ile KKH morbidite ve mortalitesinde artış arasındaki ilişki bir çok epidemiyolojik çalışmada gösterilmiştir. VA-HIT , KKH ve normal LDL-K düzeyi olan hastalarda düşük HDL-K düzeylerinin yükseltilmesinin KKH olay oranında anlamlı azalma sağladığını gösteren ilk büyük çalışmadır. VA-HIT sonuçlarına göre HDL-K'deki her bir mg/dl artış KKH'ye bağlı ölüm ve miyokard infarktüsü oranında %2-3 azalma sağlamıştır. Çalışma kardiyovasküler olayları azaltmada düşük HDL-K düzeylerinin yükseltilmesinin en az LDL-K düzeylerinin düşürülmesi kadar etkili olduğunu göstermiştir. Hedef LDL-K düzeylerine ulaşılan ve HDL-K'si düşük olan veya izole HDL-K düşüklüğü bulunan hastalarda HDL-K'yi yükseltmeye yönelik tedavi yaklaşımı uygulanmalıdır. Fazla kiloların verilmesi, yağdan fakir diyet yerine doymamış yağ ağırlıklı, karbonhidratdan fakir bir diyet, düzenli egzersiz, sigaranın bırakılması HDL-K'yi etkili bir şekilde arttırabilir ve ilaç tedavisine gereksinimi azaltır. Niasin ,fibratlar ve östrojen HDL-K düzeylerini yükselten farmakolojik ajanlardır. Bu derlemede HDL-K'nin önemini gösteren epidemiyolojik ve klinik çalışmalar ve HDL-K'yi yükseltmede yaşam tarzı değişikliği ve mevcut ilaçların etkinliği gözden geçirilmiştir. |
DIĞER YAZILAR | |
8. | Prof. Dr. Cem'i Demiroğlu'nu, dev bir organizatörü kaybettik. We have lost a giang organizer Prof. Dr. Cem'i Demiroğlu Sayfa 595 Makale Özeti | |
Copyright © 2025 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi