ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 29 (5)
Cilt: 29  Sayı: 5 - Mayıs 2001
1. 
İngilizce Özetler
Summaries of Articles

Sayfalar 264 - 267
Makale Özeti |Tam Metin PDF

2. 
Halkımızda Diyabet ve Glukoz Intoleransı: Koroner Mortalite ve Morbiditeye Prospektif Etkisi, Prevalansında Artma
Diabetes and Glucose Intolerance in Turkey: Rise in Prevalence and Prospective Evaluation of Impact on Coronary Mortality and Morbidity
Altan ONAT, Beytullah YILDIRIM, Köksal CEYHAN, İbrahim KELEŞ, Ömer BAŞAR, Vedat SANSOY, Ali ÇETİNKAYA, Burak ERER, Ömer UYSAL
Sayfalar 268 - 273
Bu ça lışma diyabet ve glukoz tolerans bozukluğunun eriş kin/ erimizdeki prevalansını ve bu prevalanstaki değişimi belirlemek, koroner mortalite ve morbiditeye bağımsız etkisini prospekıif biçimde değerlendirmek anıaciyle ele almdı. TEKHARF çalışması 2000 yıh taramosmda muayene edilen ve ~30 yaşındaki 2455 kişi Dünya Sağlık Örgütü diyabet kriterlerine göre değerlendirildi. Koroner kalp hastalığı ( KKH) ta msı ve koroner kökenli ölüm/ere ilişkiiı ölçütler önceki TEKHARF yaym/arda açıklanmışti. Diyabetin toplam kohorıtaki prevalansı erkeklerde %8.1, kodm/arda %8.9, glukoz intolera nsımn prevalansı, sırasiyle %2.2 ve %2.7 olarak bulundu. Bu oranlar halkı mııda erişkin diyabetinin 1.92 milyon, glukoz intoleransınm 620 bin kişide varolduğunu tahmine elverişliydi. Elli yaşmdan genç kesimde diyabet kodm/arda erkeklerden daha sık görüldü. Diyabet prevalansımn son 10 yılda her yı/ ortalama %6.7 o ranında, yani yılcia /30 bin kadar aruığı anlaşıldı. 1990 taranıasmdaki ya/mı "sağlıklı" bireyler 10 yıl süreyle izlendiğinde, başlangıçtaki diyabet tanısı varlığımn müteakip 10 y ıl içerisindeki koroner mortalite ve nıo rbiditeclen oluşan bileşik hedef noktası için mulıipl lojistik regresyon analiziyle kadınlarda 1 .52'/ik nisbi risk, tüm erişkinlerde 1 .43'/ük nisbi risk taşıdığ ı görüldü. Yalnız yeni gelişen KKH konusunda diyabet için gerek erkek, gerekse kadınlarda 1.6 dolaymda nisbi risk elde edildi. Erkeklerde diyabet ve glisenıinin koroner risk için bağımsı z etkisinin kaclmlardaki kadar anlamlı çıkmanıası il·delendi. Diyabetiiierde p/azmada C-reaktij proteinin her iki cinsiyette, apo B'nin kadınlarda anlamlı derecede yüksek olduğu görüldii ve bunların aıerojen dislipidenıinin birer unsuru olarak KKH riskini art/ırdığı düşünüldü. Sonuç olarak, diyabeıin sistolik kan basmcı, sal/Iral obezite ve dislipidenı iden bağımsız olarak kareliyak olayları özellikle kaclmlarım ı zda önemli ölçüde yüksellliği prospektif olarak gösterildi. Diyabet prevalan sında erişkin/erimizele saptanan hızlı artışm kardiyovasküler sağfığmuz için çok kaygı verici olduğu, sağlıklı yaşanı tarımı toplumun geniş kesimlerine benimsetmek için çok daha iyi örgütlenmenin gerekliliği vurgulandı.

3. 
Erişkinlerimizin Yarısında Bulunan Dislipidemi ve Metabolik Sendromun Özellikleri ve Kombine Hiperlipidemi ile İlişkisi: Aynı Zamanda Plazma Trigliserid Düzeyi Üst Sınırı Konusunda Bir Katkı
Classification of Turkish Adults Based on Dyslipidemia and on Lipoprotein Phenotype
Altan ONAT, Köksal CEYHAN, Vedat SANSOY, İbrahim KELEŞ, Burak ERER, Ömer UYSAL
Sayfalar 274 - 285
Halkımızda koroner hastalığı ve koroner kökenli ölümleri en iyi öngördüren iki riskfaktöründen biri olan total/HDL kolesterol (TK/HDL-K) oranınlll yüksekliğini ifade eden dislipidenıi ile metabolik sendromun (MS) Siklığıni, niteliklerini ve etkilerini araştirmak ve de /ipoprotein bozukluğu türleri açlSindan toplumumuzun yap1s1n.ı öğrenmek amaciyle, TEKHARF çalişmasının 2000 yılmda muayene edilen kohortu incelendi. MS için TKIHDL-K oranımn erkeklerde >5.0, kadmlarda >4.5, bel çevresinin erkeklerde ?.94, kadmlarda ?.80 cm, sisto/ik kan basınctnln ?.130 mmHg olmas1 ve diyabet ya da glukoz intolerans varlığı önkoşuldu. Dislipidemi sadece TKIHDL-K oranının erkeklerde >5.0, kadınlarda >4.5 olmas1 ve MS'un tüm kriterlerinin birarada bulunmaması olarak tammlandı. Normo/ ipidemi için TKIHDL-K oranımn erkeklerde -:0 .0, kadınlarda 54.5 olma kriteri alındı. HDL-K düşüklüğünün ( <35 mg/d/) izole olarak nitelenmesi, trigliseridlerin (<140 mgldl veya) <100 mg/di olması koşulunu içerdi. Kombine hiperlipidemi serumda >130 mgldl LDL-K ile birlikte trigliseridlerin > 100 mg ldl oluşu şeklinde tanım/ andı. Otuz yaş ve üzerindeki 2414 kişilik kohOJ·tta MS ve dislipidemi gruplan, toplamm, erkeklerde sırasiyle %1.8 ve %53, kadınlarda %4.6 ve o/o38'ini oluşturdu. Normo/ipidemili yetişkinler toplanı kohortun sadece yarısı kadardı. Tek başına dislipidenıi tamsuun belirgin bir metabolik kusuni temsil ettiği, normallerden birçok önemli risk faktör kümelennıesi açlSindan hemen ayrı bir kategoriye soktuğu anlaşıld1: bu grupta ortalama olarak obezitenin 2 kgfm2 , eliyasto/ik basıncın 3 mmHg, trigliseridlerin de 89 mg/d/ yükseldiği, apo Allapo B oranının tersine dönüp apo B'nin apo Al değerini 35 mg/di kadar daha aşt1ğ1, erkeklerde fibrinojenin de artt1ğı görüldü. MS basit dislipidenıiden trigliseridlerin, beden kitle indeksi ve diyastolik basıncın daha da yükselmesiyle farklılaşu, ama TKIHDL-Koram benw·di. Izole HDL-K düşüklüğü erkeklerin o/o10'unda, kadınların o/o2,4'ünde saptandı; buna karşılık HDL-K düşüklüğünün bunu sergileyen her 10 kişiden 8'inde trigliseridlerde yükselmeyle birlikte gittiği, sekonder bir olgu olduğu gözlem/endi. HDL-K değerlerinin 100 nıg!dl'l1k plazma trigliserid sınırından itibaren değiştiği gösterilerek, bu değerin halkımız için bundan böyle normal üst sımr olarak alınması öneri/di. Çalışmada halkımızın en önemli lipoprotein bozukluğu olarak saptanan kombine hiper/ipideminin 30 yaş ve üzeri nüfusla 5,5 milyon kişide bulunduğu, 700 bin koroner hastasında altta yatan neden olup KKH riskini normo/ipidemili/ ere k1yasla yaştan bağ1 ms1z biçimde 1.56 kat yükselttiği anlaş1ldı. Dislipidenıili bireylerin, metabolik sendromun inkomplet bir formunu temsil eden bir metabolik kusuru yansıtt1ğ 1 , ama KKH riskini metabolik sendromun 2 kat arttırmasına karşılık, dislipideminin yü kse/tmediğ i sonucuna varıldı. Dislipidemili Baliltiarın genelde yüksek LDL-K düzeyi bamıdırdık/an bilinmekteyse de, halkımizda aterojen dislipideminin hakim o lduğu yarglSI/W vanldı.

4. 
İntrakoroner Wiktor Stent İmplantasyonundan Sonra İlk Altı Ayda Restenoz Saptanmayan Olguların Geç Dönem (4-5 Yıl) Takip Sonuçları
Four years Follow-up Results of Patients Who Had Wiktor Stents and No Restenosis in the First Six Months
Kenan SÖNMEZ, Muzaffer DEĞERTEKİN, Murat GENÇBAY, Ahmet YILMAZ, Nilüfer Ekşi DURAN, Fikret TURAN
Sayfalar 286 - 291
Koroner aterosklerotik lezyonlann tedavisinde konvansiyonel perkütan translumina/ koroner anjiyop/asti (PTKA)'den sonra gözlenen restenozlaruı biiyük oranda ilk altı ayda ortaya çı ktığı bilinmektedir. Buna karşm intrakoroner Wiktor stent implantasyonundan sonra restenoz gelişiminin PTKA ile benzer zaman periyodunu takip edip etmediği bilinmemektedir. Ayrıca Wiktor stentlerde restenozun ilk 6 aydan sonra 4-5 yıllık takipte ne oranda artlığı da in celenm emiştir. Çalışmam ızlll anıacı kliniğimizde Wiktor stent yerleştirilmiş olgularınmda ilk 6 ayda anjiyografik restenoz gözlennıemiş olgulanmıztn uzwı dönem (4-5 yıl) klinik ve anjiyografik sonuçlanmn incelenmesi ve bu olgularda ilk 6 ayda gözlenen stent restenozunun uzun dönem restenozu yanstltp yanstlnıadtğım araşt ırmaktı r. Kurumumuzcia Haziran 1995-Aralık 1996 tarihleri arasmda Wiktor stent yerleşt iri len ve altmcı ay anjiyografilerinde restenoz gözlenmeyen. 66 (59 erkek, 7 kadm, yaş ort. 54±11 yı l) olgu çalışmaya alındı. Bu olgu/ara ortalama 44±14 ay sonra ikinci bir koroner anjiyografi yapıldı ve geç dönem restenoz varlığı' araştırıldı. Bu olgularda geç restenoz oram %6.1 ve hedef tezyon revaskülarizasyonu %4.5 olarak saptandı. Tüm olgu/ann %25.8'inde stent aç ık olmasma rağmen başka bir bölgede %50 veya üzerinde darlı ğa yol açan yeni koroner tezyonlar gözlendi. Olgu/ann % 13.6'sına PTCA uygulamrken %7 . 6'sıııa CABG uygulandı. Bu verilere göre hedef tezyon diŞllldaki lezyona revaskiilarizasyon oram %21.2 olarak saptandı. Restenoz gözlenen dört olguda başka tezyon saptanmadı . Çalışma verilerimiz Wiktor stent olgularmmda restenozun esas olarak ilk a/11 ayda ortaya çıkt1 ğım , ilk affi ayda restenoz gözlemııeye n olguların geç dönemde (4-5 yıl) izlenmesi nde yeni restenoz orammn çok diişük olduğunu göstermektedir. Bu veriler srentlerde restenoz ge lişiminin PTCA ile benzer zaman periyodunda ortaya Çikfiği görüşünü desteklemektedir. Buna karşm hedef /ez yon d1şı revaskülarizasyon oram bu siirede %2J'e ulaşmaktadır. Çalı şmamızda Wiktor stent olgulan nda 6. aydan sonra 4- 5 yıllı k takipte resrenoz oram %6.1 olarak sap tannnş tır. Bunun dışmda uzun dönem takiple, aterosk/eroz1m i/er/e- mesine bağlı olarak hedef tezyon dışmda yeni at·raya çıkmiŞ bir lezyona revaskülarizasyon oram %21.2 olarak saptannuşrır.

5. 
Küçük Çocuklarda Transkateter "Coil" Oklüzyonla Duktus Arteriosus Açıklığının Kapatılması: Erken Sonuçlar ve Orta Dönem İzlem
Transcatheter Patent Ductus Arteriosus Occlusion with Release Control Coils: Application in the Small Child
Ümrah AYDOĞAN
Sayfalar 292 - 297
Bu çalışmada tartisı 4.5 ile 10.0 kg (ortanca: 7.6), duktus çapı 1.5 ile 4.5 mm (ortanca: 4.0) olan 16 hastada Jackson serbest/erne kontrollü "coil"lerle gerçekleştirilen duktus arteriosus açıklığı (PDA) oklüzyonunun erken ve orta dönem sonuçlan değerlendirildi. Oklüzyon için 10 olguda (%62 .5) tek "coi/", diğerle rinde ikişer "co il" kullanıldı. İşlem sırasmda embolizasyon gözlenmedi. 3 hastada (%18.75) işleme bağlı konıplikasyon gelişti: Bir olguda insizyon yerinden tedavi gerektirmeyen abandan kanama oldu. Diğer ikisinde fenıoral arter tronıbow g elişti ve streptokinaz pelfiizyonu ile düzeldi. Ancak bu olgulardan birinde PDA 'da tam oklüzyon sağlannı ı şken streptokinaz sonrası duktus rekanalize oldu ve mekanik hemo/iz gelişti. Çalışmada ikinci oklüzyon işlemi gerek duyulan tek hasta bu oldu. 7 olguda (%43.75) anjiografik olarak tanı oklüzyon sağlandı. Ertesi gün, renkli Doppler ekokardiografi ile tanı oklüzyon orammn %81.25'e ( 13 olgu); altı aylık izlem süresini tamamlayanlarda %1 OO'e (15 olgu) çıktığı görüldü. Hastalarm son kontrollerinde sol pulmoner arter (LPA) ile ana pulmoner arter (APA) ve çıkanaort (AAo) ile inen aort (DAo) akını hızlan karşılaştın/dı ve aralannda istatistiksel anlamda farklılık görülmedi. Ancak izlem boyunca akını hızı LPA'da iiç, DAo'da bir hastada > 2 nı/sn bulundu. İki boyutlu ekokardiografi ile bu hastalardan üçünde "coil"in damar içine fıllklaşllğı göriildii. Son hastada ise APA akım hiZI da yüksekti. Çalışmamız düşük tarll/ı çocuklarda PDA 'n m "co il" oklüzyonunun güvenilir bir yöntem olduğu nu ancak bazı teknik ayrıntılara dikkat edilmesi gerektiğini ve APA ya da DAo akım hı z ımn yüksek bulunmasımn her zaman obstrüksiyon aniamma gelmediğini göstermektedir.

6. 
GLOBAL VE BÖLGESEL SOL VENTRiKÜL FONKSİYONUNUN DEGERLENDİRİLMESİNDE GATED TEKNESYUM-99m SPECT GÖRÜNTÜLEME: KANTİTATİF EKOKARDiYOGRAFİ İLE KARŞILAŞTIRILMASI
Technetium-99m Gated SPECT Imaging for Evaluation of Global and Regional Left Ventricular Function: Comparison to Quantitative Echocardiography
Metin GÜRSÜRER, Ayşe EMRE, Mehmet AKSOY, Hakan GERÇEKOĞLU, Selçuk GÖRMEZ, Kemal YEŞİLÇİMEN, Birsen ERSEK
Sayfalar 298 - 301
Gated SPECT görüntülemeyle, sol ventrikü/ global ve bölgesel fonksiyonlarının değerlendirilm esindeki güvenilirliğini ekokardiyografi ile karşılaştırmak ama cıyla, 35 hasta ça ltşnıaya alındı. Hastalara aym günde olacak şekilde gated Tc-99m sestamibi SPECT görüntüleme ve ekokardiyografi uygulandı. 14 hasta daha önce miyokard infarktüsü (Ml) geçirmişti. Ekokardiyografik duvar hareketi değe rlendirmesi 16 segment/i modelde 4 puan/ı sisteme göre yaptldı. Bu 16 segmente uyan gated SPECT görüntü/erde, duvar hareketi ve sisto/ik kalm-laşma da 4 puan/ı sistemlere göre (sı rasıyla ]=normal, O=akinezildiskinezi ; ve ] =normal, O = kalmlaşma yok) değerlen dirilerek ekokardiyografi ile karşılaşun/dı. Gated SPECT lıorizonta/ uzun eksen görüntüler video kamera ile görüntü/enerek kayıt aym ekokardiyografi cihazında izlendi. Tüm hastalarda planimetrik olarak Simpson metodu ile EF ölçüldü. Gated SPECT ve ekokardiyografi arasında duvar hareketi (%74, kappa=0.43, p<0.001) ve sisto/ik kaluıla şm a (%73, kappa=0.43, p<0.001) açısmdan oldukça iyi bir segmenter skor uyumlu/uğu saptandt. Yine, duvar hareketi ve sisto/ik katınlaşma yönünden iki yöntem arasmda belirlenen korelasyon oldukça iyi idi (r=0.93 ve r=0.97). Gatec/ SPECT görüntülerele EF ölçümünün tekrarlam/abi/irliği oldukça yüksekti (ay m gözlemcide r=0.97, farklı gözlemciler arasında r=0.93). Sonuçta; Gatec/ SPECT görüntülerneyle ku llandığımız teknik, bölgesel sol ventrikül fonksiyonunun değerlendirilm esi ve EF ölçümünde ekokardiyografi ile iyi bir uyum göstermektedir.

7. 
Sol Ventrikül Anevrizmalarının Cerrahi Tedavisinin Kısa ve Uzun Dönem Sonuçları
Short and Long-Term Results of Surgical Treatment of Left Ventricular Aneurysm
Y.Ertan URAL, Hüsniye YÜKSEL, Seçkin PEHLİVANOĞLU, Cihat BAKAY, Rüstem OLGA
Sayfalar 302 - 307
Sol ventrikül a n evriznıalarının cerrahi tedavisi uzun süreden beri uygulanmakla birlikte hala tartı şma konusu olmaya devam etmekı edir. Bu çalışmada on yıllık süre içerisinde klin iğim izde sol ventrikül an evriznıası nedeniyle cerrahi ıedavi görmüş 159 hasta perioperaıuvar ve geç mortalite açısından incelendi. Morıaliteye etki eden paramell ·eler araşımldı. Seksenbeş hasıada üç (%53.5), 50 hasıada iki (%31.4), 20 hastada tek (%12.6) damar lıasıaltğı nıevcu/lu. Dörı haslada anlamlt koroner arıer hasıalrğr ıespiı edilmedi. l l l lıasıada klasik lineer anevrizma /amiri, 46 hastada plikasyon, 2 hastada Oor plasıy uygulandı. 140 (%88) hastaya ilave revaskiilarizasyon yapt ldı. Konulan orıa lanıa by-pass sayıst 2.6 idi. Hasıanede perioperaıuvar dönemde 20 lıasıa (%12.6) kaybedildi. Erken martaliteyi eıkileyen en önemli parametre, posıopera/llvar dönemde intraaorıik balon pompası ihtiyact göriilmesiydi (p=O.OOOJ ). Hastalara ortalama 47 aylık ıakip yaptldı. Bu dönem ımfmda 42 hasıanın daha öldüğü tespiı edildi. 5 y tllı k survi %71 olarak saptandı. Geç morıalite üzerine preoperatu var dönemde kalp yete rsiz l iği bulunmasi (p=0.02) ve fonksiyonel kapasilenin kötü olmasıntil (p=0.036) etkili olduğu tespit edildi. Uygulanan cerrahi tipinin (lineer tamir ya da plikasyon) erken ve geç morralile üzerine farkit etkisi gözlenmedi. Takiplerde genel olarak lıastaların fonksiyonel kapasitelerinin düzeldiği gözlendi. Sonuç olarak iyi seçilecek hasralarda klasik lineer anevriznıa tamiri ve plikasyon sol ventrikiil anevrizmalanmn cerrahi tedavisinde erken ve uzun dönem takiplerin de kabul edilebilir bir survi ve fonksiyonel kapasitede diizelme sağlamakıadtr. Gerek erken dönem, gerekse liZilll dönem takipte sağ kaltnım en önemli belirleyicisi operasyon öncesi sol venırikiil fonksiyon/arıdtr.

EDITORYAL YORUM
8. 
Plazma Trigliseridleri İçin İdeal Sınır Hangisidir?
Upper Normal Limit for Plasma Triglycerides
İnan SOYDAN
Sayfalar 308 - 312
Makale Özeti |Tam Metin PDF

9. 
Hipertrigliseridemi Koroner Kalp Hastalığı İçin Bağımsız Risk Faktörü Müdür?
Is Hypertriglyceridemia an Independent Risk Factor for Coronary Heart Disease?
Hüsniye YÜKSEL, Ayşe ÖZDER
Sayfalar 313 - 320
Düşük dansiteli lipoprotein kolesterol (LDL-k) düzeyinde artış veya yüksek dansiteli lipoprotein kolesterol (LDL-k) düzeyinde azalma olmaksızın izole lıipertrigliserideminin koroner kalp hastalığı ( KKH) risk faktörii olup o lmadığı lıalen tartışma/ıdır. Tek değişkenli analizlerde riskfaktörü olarak görünmesi ne rağmen, tüm risk faktörlerinin dalı il edildiğ i çok değişkenli analizlerde risk faktörü olma özelliğinin zayıftadığı ileri siiriilmekte, ancak epidemiyolojik ve anjiyografik çalışmalarda bağımsız risk faktörü olduğwıa dair kamtlar giderek artmaktadır. 2000 yı lmda ülkemizde yapılan bir epidemiyolojik çalışmada da kadmlarımızda KKH için bağımsız major bir risk faktörii olduğ u gösterilmiştir. Hipertrigliseridemide trigliseridden zengin (TC-zengin) lipoproteinlerin direkt aterojenik etki ile, tıpkı akside LDL-k gibi, monosit ve makrofajlarda köpiik lıiicre/eri oluşturarak ve enelotele bağınılı tranıbolizi bozarak aterotrombozu başlattıkları ve bımun yanısıra diğer lipoproteinlerin aterojenik etkilerini kuvvetlendirerek KKH riskini artırdıkları ileri sürülnıektedir. KKH için bir risk faktörü olarak diişünüldiiğiinde, izole lıipertrigliserideminin tanımı da önem taşımaktadır. Bu der/enıede lıipertrigliserideminin aterosklerozdaki patofizyolojik ro/ii, risk faktör ii olup olmadtğmı araştıran klinik ve epidemiyolojik çalı şmalar ile alnıası gereken trigliserid (TC) eşik değeri üzerinde durıılacaktır.

10. 
Miyokardiyal "Noncompaction": Nadir Görülen Bir Kardiyomiyopati Olgusu
Noncompaction of the Myocardium, A Rare Cardiomyopathy: A case report
Yüksel ÇAVUŞOĞLU, Necmi ATA, Bilgin TİMURALP, Bülent GÖRENEK, Ömer GÖKTEKİN, Gulmira KUDAİBERDİEVA, Ahmet ÜNALIR
Sayfalar 321 - 324
Miyokardiyal "noncompaction" (MN), miyokardın intrauterin gelişim sürecinde duraklama sonucu ortaya çıkan ve daha çok sol ventrikiilü twan nadir bir kardiyomiyopati tipidir. Mu/tipi, belirgin miyokardiyal trabekülasyon ile belirgin intertrabeküler boşluklar karekteristik eko bulgularını oluşturur. Klinik tabloda; kalp yete rsizliği, aritmiler ve emboli k olaylar yer alır . Konjenital kalp anomalileriyle birlikte olabilir. Ondokuz yaşmda bir olguda MN'nin tipik klinik ve ekokardiyografi/.: özellikleri ile beraber bikiispit aort onomalisi saptandı. Klinik olarak ilerleyici konjestif kalp yetersizliği, EKG'de sol anteriyor hemibi ok, teleradyografide kardiyomegali mevcuttıı. Ekoda; ciddi sol ventrikiil disfonksiyonu ve dilatasyonu ( ejeksiyon fraksiyonu 0.27), sol ventrikiil apeksinde mu/tipi belirgin trabekiilasyon, biküspit aorta, orta-şiddetli aort yetmezliği gözlendi. Optimal medikal tedaviye rağmen yatı şınm 14. giinünde hasta kaybedildi. Nadir görülen bir konjenital kardiyomiyopati tipine dikkat çekmesi ve ülkemizde ilk olgu bildirimi olması açısmdan özellik arzetmektedir.

11. 
Çocuklarda Radyonüklid Yöntemler İçin Etik Kurul Onayı
Vedat ŞANSOY
Sayfa 325
Makale Özeti |Tam Metin PDF

12. 
Önümüzdeki Toplantılardan Seçmeler
Selected Forthcoming Meetings

Sayfa 326
Makale Özeti |Tam Metin PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama



Copyright © 2025 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi