ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 22 (5)
Cilt: 22  Sayı: 5 - Eylül 1994
1.
Makale Özetleri
Summaries of Articles

Sayfalar 284 - 287
Makale Özeti

DERLEME
2.
Perkütan Translüminal Koroner Anjioplasti Sırasında Gelişen Akut Koroner Arter Oklüzyonu
Investigations Abrupt Coronary Closure After Percutaneous Transluminal Coronary Angioplasty
Yalçın SÖZÜTEK, Şule KORKMAZ
Sayfalar 288 - 293
Ocak 1984 ile Mart 1993 tarihleri arasında Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi (TYİH) Kardiyoloji Kliniği'nde PTCA uygulanan 1175 olgunun 51'inde akut oklüzyon (AO) gelişmiş olup bu olgular retrospektif olarak incelendi. 47'si erkek, 4'ü kadın olan bu olgularda koroner kan akımında azalma TIMI kriterlerine göre tanımlandı. Anjiyografik olarak AO tesbit edildiğinde, işleme ilaveten intrakoroner (İK) nitrat ve heparin yapılarak aynı balon ile 120 sn den uzun süreyle dilatasyon yapıldı. Yetersiz kalındığında autoperfüzyon balonu ile uzun süreli redilatasyon denendi. Bir olguda streptokinaz, bir olguda intimal flep nedeniyle direksiyonel koroner aterektomi ve bir olguda da Palmaz-Schatz stenti kullanıldı. İskemik bulguları kontrol altına alınamayan 12 olgu (% 23.5) acil koroner arter bypass greftleme (KABG)'ye verildi. 51 olgunun 18'inde (% 35) başarılı geri dönüş sağlandı. 33 olguda (% 65) başarı sağlanamadı. En çok başarı Cx lezyonlarında (% 56), en az başarı ise LAD lezyonlarında (% 22) elde edildi. Başarılı olunan 18 olgunun 14'ünde hiçbir komplikasyon gelişmezken 4'ünde ise non-QMI gelişti. Eski teknolojinin kullanıldığı Ekim 1984 ile Ekim 1990 arasında 333 olguda AO oranı % 6.6 ve başarılı geri dönüş % 18.2 iken Ekim-1990 ile Mart-1993 arasında 842 olguda ise AO % 3.4 ve başarılı geri dönüş oranı % 48.3 olarak bulunmuştur. Bu durum sonuçta yeni teknolojik ürünlerin invaziv kardiyolojide kullanılmaya başlanması ile AO oranında azalma ve başarı oranlarında artma olmakla birlikte, morbidite ve mortalitede tam bir iyileşme için daha yoğun araştırmalara gereksinim olduğunu göstermektedir.
51 cases of abrupt occlusion who had undergone PTCA at the Invasive Cardiology Laboratory of the TYIH between January 1984 and March 1993 were retrospectively studied. Decrease of coronary flow was graded in accordance with TIMI classification. Once an abrupt closure was noted during PTCA, intracoronary nitrate and heparin infusion was started immediately in addition to the main procedure, and long-term dilation (>120 sec) was carried out using the same balloon. If insufficient, a long-term autoperfusion balloon catheter was utilized. Streptokinase was used in only one case. Directional coronary atherectomy was performed in a patient because of intimal flap. In one further case we used Palmaz-Schatz stent. Twelve patients (23 percent) in whom ischaemic findings could not be relieved were treated with coronary artery bypass grafting. In 18 of the 51 cases (35 per cent), successful backflow was realized. No successful result was obtained in 33 patients. Best results were seen in Cx lesions in 5 of nine patients. LAD lesions, in contrast, displayed the least success rate: in 5 of 23 patients. Non-Q MI developed later in four of the 18 patients who were categorized initially as successful cases. While the acute occlusion rate was 6.6 per cent and successful backflow was 18.2 per cent between October 1984 and October 1990 in 333 patients in whom old technologic instruments were used; with subjected to PTCA developed technologies, these were 3.4 per cent and 48.3 per cent, respectively in 842 patients between October 1990 and March 1993. Though new technologic instruments are increasingly used in invasive cardiology with high success rates, further work is clearly necessary to reduce morbidity and mortality in abrupt coronary occlusion.

3.
90 Yaş ve Üzerindekilerde Ekokardiyografik Bulgular
Echocardiographic Findings in Persons Aged 90 Years of Older
Atila EMRE, Kadir GÜRKAN, Tanju ULUFER, Ahmet NARİN, Sami ÜNAL
Sayfalar 294 - 297
İleri yaşlarda kalp görünümü, yapısı ve fonksiyonlarındaki değişiklikleri değerlendirmek üzere 90 yaş ve daha üzerinde olan 42 olguda (90.98, ortalama 92 yaşlarında, 14'ü erkek) ekokardiyografi ve Doppler bulguları incelenmiştir. Olguların 19'unda (%45) hipertansiyon, 9'unda (%29) koroner kalp hastalığı, 5'inde (% 14) geçirilmiş miyokard infarktüsü, 10'unda (% 23) önemli valvüler kalp hastalığı ve 4'ünde (%7) hipertrofik kardiyomiyopati mevcut idi. Sol ventrikül (LV) kitle indeksi (mass index) 34 kişide (%81) normalin üstünde bulundu. Septum ve aorta arasındaki ortalama açılar diyastol sonunda 87±17, sistol sonunda 108±14 derece bulundu. 21 olguda (%50) LV outflow bölgesine yönelen proksimal septal bulging (protrüzyon) saptanırken, 2 olguda bu bölgede obstrüksiyon gözlendi. 25 olguda (%60) aort yetersizliği (11 olguda 3+), 19 olguda (%45) mitral yetersizliği (6 olguda 3+ veya 4+), 17 olguda (%49) triküspid yetersizliği (3 olguda 3+ veya 4+), 18 olguda aort darlığı (7 olguda sistolik gradyent 50 mmHg üzerinde) tespit edildi. Darlık veya yetersizlik bulguları 12 olguda sadece 1 kapakta gözlenirken, 15 olguda 2 kapak, 11 olguda 3 kapak hastalığı saptanmıştır. Dört olguda ise valvüler lezyona rastlanmamıştır. Bulgularımız ışığında yaşlanmanın, kalp görünümünde ve valvül yapılarında değişikliğe yol açtığı düşünülmüştür. Bununla birlikte bu değişiklikler yaşlıların çoğunda önemli fonksiyonel gerilemeye yol açmamaktadır.
In order to evaluate changes in the cardiac shape, structure, and function (remodeling) caused by aging, we analyzed the echocardiographic and Doppler findings of 42 patients, aged 90 years or older (mean 92 years, range 90-98; 14 men). Of the 42 patients, 19 (45 %) had hypertension, 9 (20 %) had coronary artery disease, 5 (14 %) had a history of myocardial infarction, 10 (23 %) had clinically significant valvular heart disease, and 3 (7 %) had hypertrophic cardiomyopathy. Left ventricular (LV) mass index was above normal in 34 (81 %) patients. The angle between the septum and the aorta was 87±17 degrees and 108±14 degrees in end-diastole and end-systole, respectively. In 21 (50 %) patients It was seen that a proximal septal bulge protruded into the left ventricular outflow tract. There was LV outflow tract obstruction in two patients. Aortic regurgitation was detected in 25 patients (60 %). It was 3+ in one patient. Mitral regurgitation was detected in 19 patients (45 %). It was 3 or 4+ in six patients. Tricuspid regurgitation was noted in 17 patients (40 %). It was 3 or 4+ in three patients. Aortic stenosis was detected in 18 patients (43 %), in seven patients the instantaneous gradient was >50 mmHg. Stenotic or regurgitant lesion was present in one valve in 12 patients, two valves in 15 patients, and three valves in 11 patients. There was no valvular lesion in four patients. Our data suggest that advancing age causes structural changes in the cardiac valves and alterations in the cardiac shape. However, these changes are not functionally significant in most of these elderly cases.

4.
Mitral Kapak Hastalığında Pulmoner Arterdeki Yapısal Değişikliklerin Klinik ve Hemodinami Üzerindeki Rolü
The Role of Structural Changes in Pulmonary Arteries on Clinical Findings and Hemodynamies in Mitral Valve Disease
B.Hayrettin ŞİRİN, Ragıp ORTAÇ, Rahmi ZEYBEK, Ayhan AKÇAY, Mansur ŞAĞBAN, Murat YEŞİL
Sayfalar 298 - 304
Bu çalışmada mitral kapak hastalığında görülen pulmoner hipertansiyonun organik komponenti olarak pulmoner arterde ortaya çıkan tıkayıcı değişiklikler değerlendirildi. Bu değişikliklerin olgunun preoperatif durumuyla ilişkisi ve pulmoner hipertansiyonun geriye dönebilirliği üzerine olan etkisi araştırıldı. Yirmi mitral kapak hastalığı olgusunda akciğer biyopsileri ile pulmoner arterdeki hipertansif histopatolojik değişiklikler Heath-Edwards sınıflaması çerçevesinde değerlendirildi ve olgular derece-1, derece 2, derece-3 ve derece-4 gruplarına ayrıldı. Her grupta preoperatif ve postoperatif dönemlerde yapılan hemodinamik ölçümlerle pulmoner hipertansiyondaki gerileme düzeyleri araştırıldı. Operasyon ertesinde tüm olgularda kardiyak debi (CO) ve kardiyak indekste (CI) anlamlı artışlar izlendi (p<0.01). Pulmoner arter histopatolojisi derece-2 veya altında olan olgularda operasyon ertesi sol atrium basıncı (LAP) (p<0.001), pulmoner arter orta basıncı (PAP) (p<0.001), pulmonary capillary wedge pressure (PCWR) (p<0.001) ve pulmoner vasküler rezistansta (PVR) (p<0.05) anlamlı düşmeler izlendi. Derece-3 grubu olgularda ise pulmoner hemodinamide aynı düzeyde düzelme izlenmedi. Pulmoner arterlerinde derece-3 tipi histopatolojik değişiklikler saptanan olgularda pulmoner arter basıncı ve pulmoner kapiller wedge basıncı operasyon ertesinde de yüksek kalmaya devam etti.
In this study, occlusive changes in pulmonary arteries in mitral valve disease were evaluated as an organic component of pulmonary hypertension, and effect of these changes on preoperative clinical findings and on reversibility of pulmonary hypertension was investigated. In 20 patients with mitral valve disease, hypertensive histopathologic changes in the pulmonary arteries were assessed with lung biopsies according to Heath and Edwards' classification, and the patients were divided to grade-0, grade-1, grade-2 and grade-3 groups. Hemodynamic measurements were performed in the preoperative and postoperative periods and postoperative regressions in pulmonary vascular changes were investigated in each group. A significant increase in cardiac output and cardiac index (p<0.01) was observed in all cases postoperatively. Significant decreases were observed in left atrial pressure (p<0.001), pulmonary artery mean pressure (0.001), pulmonary capillary wedge pressure (p<0.001), pulmonary vascular resistance (p<0.05) in the patients whose pulmonary arterial changes were grade-2 or less. No similar improvement occurred in pulmonary hemodynamic parameters in grade-3 group. Pulmonary hypertension and high pulmonary capillary wedge pressure persisted postoperatively in the 2 patients with grade-3 pulmonary artery pathologies.

5.
Koroner Arter Hastalığında Egzersiz Sonucu Gelişen Miyokard Stunning'i
Myocardial Stunning After Exercise Testing in Coronary Artery Disease
Şule KARAKELLEOĞLU, Mahmut ŞAHİN, Necip ALP, Sebahattin ATEŞAL, Hüseyin ŞENOCAK
Sayfalar 305 - 311
"Miyokardiyal stunning" fenomenini ortaya koymak ve bunun koroner arter hastalığının (KH) tanısındaki değerini araştırmak için, tipik angina pektoris (AP), atipik AP, infarktüs sonrası angina ve nonanginal göğüs ağrısı tanılarıyla yatırılan 44'ü erkek 47 olguda (Yaş ortalaması 56±8 yıl) istirahat elektrokardiyogramı ve ekokardiyogramı alındı. Sonra bisiklet egzersiz testi uygulanarak testin hemen ardından, 15. ve 30. dakikalarda tekrar ekokardiyografileri yapıldı ve egzersiz öncesi döneme göre kalıcı sol ventrikül duvar hareket bozuklukları gelişip gelişmediği araştırıldı. Duvar hareketleri; 1: normal, 2: hipokinetik, 3: akinetik, 4: diskinetik olarak puanlandı. Bilahare yapılan koroner anjiografi ile koroner arter hastalığı saptanan 35 hastanın 30'unda (% 85.7), egzersizden hemen sonra sol ventrikül segmenter duvarlarının tümünün hareketlerinde anlamlı puan artışları tesbitedildi (p<0.01-p<0.0005). puan artışlarının 15 ve 30 dakika sonra da önemli derecede devam ettiği görüldü (p<0.0005, p<0.0005). Anjiografiyle saptanan lezyonların lokalizasyonlarının da duvar hareket bozuklukları ile ilişkili olduğu gözlendi. Bu çalışmayla egzersiz ekokardiyografinin KAH'ın ve miyokardiyal stunning'in varlığı, genişlik ve şiddeti hakkında değerli bilgiler sağlayan kolay, invaziv yöntemlere göre ucuz, güvenilir, noninvaziv bir test olduğu sonucuna varıldı.
To determine the presence of "myocardial stunning" and to identify its relative value in the diagnosis of coronary artery disease (CAD), resting electrocardiographic and echocardiographic examinations were performed in 47 cases (with 44 males, mean age 56±8 years) admitted with typical and atypical angina pectoris, postinfarction angina and nonanginal chest pain. This was followed by recording of echocardiographic images immediately after the bicycle exercise testing and at the 15th and 30th minutes to determine whether persistent left ventricular wall motion abnormalities had developed as compared to the pre-exercise period. Wall motions were scored as 1: normal, 2: hypokinetic, 3: akinetic, 4: dyskinetic. Coronary angiograms were then performed in all patients. In 30 of 35 patients (85,7%) in whom CAD was found by coronary angiography, significant increases in the wall motion scores of all left ventricular regional walls were found immediately after exercise compared with resting values (p<0,01 -p<0.0005). The score rise continued significantly 15 and 30 minutes after exercise (p<0,0005 and p<0,0005, respectively). Localisation of the narrowings found by coronary angiography was related with the wall motion changes. We concluded that exercise echocardiography is a reliable noninvasive test (cheaper than invasive techniques) which provides valuable information on the existence, extent and intensity of CAD and myocardial stunning.

OLGU
6.
Tanısı İki Boyutlu Ekokardiyografi ile Konmuş Beş Çeşitli Kardiyak Kitle Olgusu
Five Different Intra-and Paracardiac Masses Diagnosed by Two-dimensional Echocardiography
Ayşe ÖZERGİN, Kadir GÜRKAN, Turgut SİBER, Atilla KANCA, Ilgaz DOĞUSOY, Tuna TEZEL
Sayfalar 312 - 316
Radyografi ve bilgisayarlı toraks tomografisi (BTT) ile kesin tanı konamayan ama ekokardiyografinin tanıya yardım ettiği, 5 olgu sunuldu. Bunlardan 3'ü cerrahi tedaviye tabi tutuldu. İlk olguda telegrafi ve BBT'de 2, 4. ve 5. olgularda radyografide tanı için yeterli bulgu yoktu. Birinci olguda ekokardiyografiye dayanarak kalsifiye perikard olduğu düşünülen kitle cerrahide doğrulandı. İkinci olguda, kalp tamponadına neden olan kitle ekokardiyografiyle görüntülenerek acilen cerrahiye verildi. Patolojik teşhis endodermal sinüs tümörüydü. Üçüncü olguda, ekokardiyografi ve BBT'de birbiriyle uyumlu, kist hidatik lehine bulgular vardı. Olgu 4'de, BBT'de sadece akciğerde malignite lehine bulgular vardı, plevral maliny mezotelyoma ekokardiyografiyle görüntülendi. Beşinci olguda, perikardiyal malin mezotelyoma ekokardiyografiyle gösterilerek acilen cerrahiye verildi. Beşinci olguya ayrıca transözofajiyal ekokardiyografi, 3 hastaya BBT yapıldı. Sonuç olarak, TTE'nin intrakardiyak ve parakardiyak kitlelerin tanısında, kitlenin lokalizasyonu ve ameliyat öncesi değerlendirmede birçok defa katkıda bulunan bir metod olduğu vurgulanmaktadır.
We present 5 cases that could not be diagnosed by chest X-ray and computerized thorax tomography (CTT), but which were diagnosed by echocardiography. Three patients underwend surgery. Sufficient findings were absent in the chest X-ray and CTT in the first patient, as well as in the chest X-ray in the second, fourth and fifth patients for diagnosis. The mass, considered to be calcified periardium by echocardiography in the first patient, was confirmed by surgery. The endodermal sinus tumor causing pericardial tamponade was visualized by echocardiography in the second patient, and the patient underwent emergency surgery. Consistent findings suggesting a cardiac hydatid cyst existed in echocardiography and CTT in the third patient. A paracardiac mass with pleural effusion in the fourth patient, which proved to be pleural malignant mesothelioma was visualized by echocardiography. Pericardial malignant mesothelioma was visualized by means of echocardiography in the fifth patient who was subjected to surgery urgently. Transesophageal echocardiography (TOE) was performed in one and CTT in 3 of these patients. In conclusion, transthoracic echocardiography (TTE) is a method which assists in the diagnosis of intracardiac and paracardiac masses to other methods. It plays an important role not only in the diagnosis but also in the localization of the mass and its preoperative assessment.

DERLEME
7.
1993 Yılında Türk Tıp Dış Yayınları ve Kurumların Son Üç Yıllık Performansı
Turkish Medical Publications 1993 Comprised in Science Citation Index and the Recent Performance of Medical Institutions
Altan ONAT
Sayfalar 317 - 326
Türkiye'den kaynaklanan tıp araştırmalarından Science Citation Index'in (SCI) 1993'te taradığı dergilerde yayınlananlar saptanıp sayısal olarak tahlil edildi. CD-ROM SCI kompakt diskinde Türkiye faslındaki referanslardan 627'si tıp alanına giriyordu. Bu bir önceki yıla kıyasla % 14'lük artış ifade etti. Yazıların 366'sı tam metinli makale türündendi. Bunların tümünün kaynakları eldeki makalenin sonunda verilmektedir. Anılan yayınların tıbbın alanlarına dağılımı değerlendirildiğinde, önceki yıllara göre anlamlı fark görülmedi. Kardiyovasküler tıp yayınları toplam 22 tam metinli makalenin üretilmesi suretiyle, ortalamanın az üstünde bir düzey sergiledi. Tıp kurumları, son üç yılın performansı bakımından ele alınınca, önde giden Hacettepe üniversitesini büyük farklı İstanbul ve Ankara tıp fakültelerinin izlediği, Gazi, Marmara ve 9 Eylül Ü. Tıp Fakültelerinin aşama yaptıkları anlaşıldı. Üniversite-dışı kurumlar yayınlardan %13 pay aldı.
Medical publications originating from Turkey in 1993 and included in the Science Citation Index (SCI) database were evaluated quantitatively. Of all 1492 Turkish scientific publications listed in the CD-ROM SCI compact disk, 627 were identified as medical which represented a rise by 14% over the preceding year. Among them 366 were articles in full text; references to these articles are appended. Significant shifts were not noted in the distribution of the various medical fields. Cardiovascular medicine exhibited a level slightly above the mean with a total of 22 full-text articles. The relative performance of medical institutions in the three-year period 1991-93 showed that Hacettepe University led by far the universities of Istanbul and Ankara. Medical faculties of the universities of Gazi, Marmara and September 9th were the notable emerging institutions. Hospitals not affiliated with universities held a share of 13% in the publications.

OLGU
8.
Cerrahi Yolla Düzeltilmiş Bulunan Tek Atriyum ve Kesintiye Uğramış Vena Kava İnferiyor Olgusu
The Case of Surgically-Corrected Single Atrium with Interrupted Vena Cava Inferior
Adnan UYSALEL, Refik TAŞÖZ, Semra ATALAY, Halil GÜMÜŞ, Hakkı AKALIN
Sayfalar 327 - 329
Hiç bir yakınması olmayıp, kızamık geçirmesi nedeniyle başvurduğu doktor tarafından doğumsal kalp hastalığı tanısı konularak sevk edildiği Pediatrik Kardiyoloji Bilim Dalı'nca incelenen 8 yaşındaki hastaya, Doppler ekokardiyografi ve kalp kateterizasyonu yapılarak tek atriyum, mitral yarık ve kesintiye uğramış inferiyor vena kava (İVK) tanıları konuldu. Cerrahi tedavi uygulanarak mitral anteriyor yaprakçıkdaki yarık tamir edilen, sentetik yama ile atriyal septum oluşturulan olgu ilave olarak kesintiye uğramış İVK olması ve bunun operasyon sırasındaki önemi açısından sunulmaktadır.
An asymptomatic 8-year-old girl with measles was referred to the pediatric cardiology department with the suspicion of congenital heart disease. Doppler echocardiography revealed single atrium, mitral cleft and interrupted vena cava inferior. These were confirmed by cardiac catheterization. The cleft in the anterior mitral leaflet was repaired and an atrial septum was constructed with synthetic graft (PTFE). The case is reported because of the concomitant interrupted vena cava inferior and its relevance during operation.

9.
WPW Sendromlu Hastalarda Aksesuvar Yolun Radyofrekans Kateter Ablasyonu
Radiofrequency Catheter Ablation of Accessory Pahyways in Patients with WPW Syndrome
Kâmil ADALET, Işık ADALET, Fehmi MERCANOĞLU, Ercüment YILMAZ, Aytaç ÖNCÜL, Ahmet VURAL, Okan ÜNLÜER, Kemalettin BÜYÜKÖZTÜRK, Güngör ERTEM
Sayfalar 330 - 337
Bu makalede, radyofrekans kateter ablasyonu (RFA) ile tedavi edilen WPW sendromlu 2 olgu sunulmuştur. Elektrofizyolojik inceleme (EFT) ve atrial haritalama için bilgisayarlı "BARD 24-lab" cihazı kullanılmıştır. RFA, ablasyon kateterinin distal ucu ile göğüs duvarına konulan büyük cild elektrodu arasında devamlı ve "unmodüle" formda, 350 kHz'de uygulanan radyofrekans enerjisi kullanılarak (Radionics, Model 3D) yapılmıştır. Olgu 1: Kırküç yaşındaki erkek hasta medikal tedaviye dirençli supraventriküler taşikardi (SVT) atakları nedeni ile kliniğimize yatırıldı. EKG ile WPW sendromu belirlendi. EFT sonucunda, sol serbest duvardaki aksesuvar yolu kullanan ortodromik atrioventriküler reentrant taşikardi (AVRT) tanısı konuldu. Ablasyon kateteri "steerable, quadripolar, 4 mm tip, 7F, Mansfield) kullanılarak ortodromik AVRT ve ventriküler "pacing" esnasında en erken retrograd atriyal aktivitenin sol atriyum serbest duvarında husule geldiği belirlendi. Ayrıca lokal ventriküler delta dalgası intervali kullanılarak da ablasyon yapılacak hedef alanın belirlenilmesine çalışıldı. On saniyelik süreler ile 25 W güçte uygulanan ilk 14 radyofrekans enerjisi etkili olmadı. Ancak 15. enerji uygulaması esnasında (25 Watt, 20 san), yüzeyel EKG'de delta dalgasının kaybolduğu, PR ve QRS intervallerinin normale döndüğü görüldü. Aksesuar yolun ablasyonundan 30 dakika sonra tekrar edilen EFT ile aksesuvar yoldan ileti olmadığı teyid edildi. İşleme son verildi. İşlem sonrası yapılan ekokardiyogram normaldi. Olgu 2: Otuz altı yaşındaki erkek hasta medikal tedaviye dirençli SVT atakları nedeni ile kliniğimize yatırıldı. EKG ile WPW sendromu belirlendi. EFT sonucunda, sağ serbest duvardaki aksesuvar yolu kullanan ortodromik (AVRT) tanısı konuldu. Ablasyon kateteri ("steerable, quadripolar, 4 mm tip, 7F, Mansfield) kullanılarak ortodromik AVRT ve ventriküler "pacing" esnasında en erken retrograd atriyal aktivitenin sağ atriyum serbest duvarında husule geldiği belirlendi. Ayrıca lokal ventriküler-delta dalgası intervali değerlendirilerek de ablasyon yapılacak hedef alanın belirlenilmesine çalışıldı. On saniyelik süreler ile 25 W güçte uygulanan ilk dört radyofrekans enerjisi etkli olmadı. Ancak 5. enerji uygulaması esnasında, yüzeyel EKG'de delta dalgası kayboldu. PR ve QRS intervalleri normale döndü. Bu alanda 60 san süre ile 40 watt akım tekrar verildi. Aksesuar yolun ablasyonundan 30 dakika sonra tekrar edilen EFT ile aksesuvar yoldan ileti olmadığı teyid edildi. İşleme son verildi. İşlem sonrası yapılan ekokardiyogram normaldi. Her iki hastada da komplikasyon olmadı ve vakaların 6 aylık takipleri esnasında, taşikardi semptomları tekrar etmedi ve 12 derivasyonlu EKG normal olarak saptandı. Sonuç olarak, WPW sendromlu hastaların tedavisinde aksesuvar yolun radyofrekans kateter ile ablasyonunun etkili ve güvenilir bir metod olabileceği kanısına varıldı.
In this article, we reported two patients with WPW syndrome treated by radiofrequency catheter ablation (RFA). The computerized BARD 24-lab system was used for electrophysiologic study (EPS) and atrial mapping. The catheter ablation was performed using radiofrequency energy delivered as a continuous, unmodulated sine wave at 350 kHz (Model RFG 3D, Radionics) between the distal electrode of the ablation catheter and a large skin electrode position on the chest. Case 1: A 43-year old male patient was admitted due to attacks of supraventricular tachycardia (SVT) resistant to medical treatment. The ECG showed WPW syndrome. The EPS revealed that the patient had orthodromic atrioventricular reentrant tachycardia (AVRT) using the left free wall accessory pathway. Utilizing a steerable quadripolar 4 mm tip electrode ablation catheter (7F, Mansfield), endocardial mapping localized earliest point of retrograde atrial activation to be in the mitral annulus during the orthodromic AVRT and right ventricular pacing. The local ventricular electrogram to delta wave interval was also used to determine the target area of the ablation. Fourteen 10-second 25 W applications of RF energies were unsuccessful. However, during the 15th energy application, the AVRT suddenly returned to sinus rythym and the delta wave disappeared, PR and QRS intervals returned to normal. Thirty minutes after ablation of the accessory pathway, the EPS findings confirmed the absence of conduction through the accessory AV connection. The echocardiogram was normal after the procedure. Case 2: A 36 year old male patient was admitted due to attacks of SVT resistant to medical treatment. The ECG showed WPW syndrome. The EPS revealed that the patient had orthodromic AVRT using the right free wall accessory pathway. Utilizing a streerable quadripolar 4 mm tip electrode ablation catheter (7F, Mansfield), endocardial mapping localized earliest point of retrograde atrial activation to be in the free wall of the right atrium during the orthodromic AVRT and right ventricular pacing. The local ventricular electrogram to delta wave interval was also used to determine the target area of the ablation. Five 10-second 25 W applications of RF energies were unsuccessful. However, during the 6th energy application, the delta wave disappeared, PR and QRS intervals returned to normal. Thirty minutes after ablation of the accessory pathway, the EPS findings confirmed the absence of conduction through the accessory AV connection. The echocardiogram was normal after the procedure. No complication occured in both patients. During the 6 months of follow-up, the patient has not had symptoms of tachycardia, and the 12-lead ECG was normal. We confirmed that the radiofrequency catheter ablation of the accessory pathway may be an effective and safe method in the treatment of patients with WPW syndrome.

DERLEME
10.
Tromboze Triküspid Kapaklı Gebe Bir Hastada rt-PA İle Tromboliz Sağlanması
Thrombolytic Therapy of Prosthetic Tricuspid Valve Thrombosis in a Pregnant Woman
Rasim ENAR, Murat ERSANLI, Serdar KÜÇÜKOĞLU, Aida BAVÇİÇ, Haşim MUTLU, Nuran YAZICIOĞLU
Sayfalar 338 - 342
Protez kapak trombozu vakalarında ilerleyici kapak obstrüksiyonunun rutin tedavisi yakın zamana kadar reoperasyonla kapak debridmanı veya kapak replasmanı idi. Son zamanlarda özellikle triküspid kapak trombozlarında trombolitik ajanlarla da olumlu sonuçlar alınmaktadır. Kliniğimizde, Kasım 1993'te tromboze tek diskli triküspid kapağı olan 4 aylık gebe kadın hastaya, gebeliği dolayısı ile fibrine spesifik ikinci jenerasyon fibrinolitik ajan olan rt-PA, 100 mgr'lık toplam dozda ve iki saatlik infüzyonla verildi. İnfüzyon bitiminden itibaren hastanın semptomları geriledi, triküspid kapak gradienti ortalama 7-12 mm Hg'den 2 mm Hg'ye düştü. 14. günde asemptomatik olarak taburcu edildi. Tedaviden 85 gün sonra plasenta dekolmanını takiben sectio ile alınan 6 aylık prematüre çocuk 24 saat sonra kaybedildi. Otopsi sonucunda ölüm, yapılan fibrinolitik tedaviden bağımsız, plasenta dekolmanı ve erken dönem prematürelik ile bağlantılı olarak yorumlandı. Nadir olarak rastlanan bu olgu ile tromboze triküspid protez kapaklarda trombolitik tedavinin cerrahi tedaviye göre daha ajantajlı bir tedavi yöntemi olduğu sonucuna varıldı.
A 21-year-od woman who was pregnant for 4 months and had thrombosed single-disk tricuspid valve was treated with rtPA with a total dose of 100 mg infused over two hours in November 1993 in our department. Upon completion of the infusion clinical symptoms improved, and the tricuspid valve gradient diminished to a mean of 2 mmHg from 7-12 mmHg. The patient, discharged 14 days later asymptomatically, delivered on the 85th day of therapy a premature infant of 6-month gestational age with sectio who died 24 hours later. Necropsy confirmed ablatio placenta and prematurity without evidence suggesting an effect of fibrinolytic therapy. Thrombolytic therapy may materialise favorable results (as an alternative to surgery) in patients with thrombosed tricuspid prostethic valve.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama



Copyright © 2024 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi