ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 50 (6)
Volume: 50  Issue: 6 - September 2022
EDITORIAL COMMENT
1.How to Generate Unbiased Data in Molecular Genetic Studies in Patients with Early Onset Coronary Artery Disease or Premature Myocardial Infarction?
Meral Kayıkçıoğlu, Aslı Tetik Vardarlı
PMID: 36068978  doi: 10.5543/tkda.2022.22586  Pages 404 - 406
Abstract |Full Text PDF

ORIGINAL ARTICLE
2.Does MicroRNA Profile Differ in Early Onset Coronary Artery Disease?
Nihan Kahya Eren, Emin Karaca, Fevziye Burcu Şirin, Fatih Levent, Cumhur Gündüz, Emre Özdemir, Cem Nazlı, Muhsin Özgür Çoğulu, Asim Oktay Ergene
PMID: 36068979  doi: 10.5543/tkda.2022.22408  Pages 407 - 414
Amaç: MikroRNA’lar (MiRNA), koroner arter hastalığını (KAH) da içeren pek çok patolojik süreçte potansiyel biyobelirteçler olarak araştırılmaktadır. Bu çalışmada, erken başlangıçlı KAH öyküsü olan hastalarda, aterosklerozla ilişkili seçilmiş MiRNA’ların plasma düzeylerini, bu hasta grubuna yaş ve cinsiyet olarak eşleştirilmiş sağlıklı kontrol grubu ve geç başlangıçlı KAH’ı olan daha yaşlı hastalar ile karşılaştırmayı amaçladık.

Yöntemler: Çalışmaya erken başlangıçlı KAH’ı olan 30 hasta, bu hasta grubuna yaş ve cinsiyet açısından eşleştirilmiş 31 sağlıklı kontrol ve geç başlangıçlı KAH’ı olan 30 hasta dahil edildi. On üç MiRNA’nın (endotel hücre ilişkili miR-126, -92a/b; vasküler düz kas hücre ilişkili miR-145; enflamasyonla ilişkili miR-16, -21, -125b, -146a/b, -147b, -150, -155; lipo-metabolizma ile ilişkili miR-27b, -122, -370) dolaşımdaki düzeyleri real-time PCR yöntemi ile değerlendirildi.

Bulgular: Erken başlangıçlı KAH’ı olan hastalarda, yaş ve cinsiyet açısından eşleştirilmiş sağlıklı kontrol grubuna göre lipo-metabolizma ile ilişkili miR-27b, -122, enflamasyonla ilişkili miR-125b, miR-146a/b, miR-147b, miR-150, miR-155 ve vasküler düz kas hücre ilişkili miR-145’in plasma düzeyleri anlamlı olarak daha düşük, endotel hücre ilişkili miR-126’nın plasma düzeyi ise anlamlı olarak daha yüksekti. Erken başlangıçlı KAH’ı olan hastalarda, dolaşımdaki MiRNA profili geç başlangıçlı KAH’ı olan daha yaşlı hastalara göre de daha farklıydı. Erken başlangıçlı KAH’ı olan hastalarda, geç başlangıçlı KAH’ı olan daha yaşlı hastalara göre miR-21, miR-27b, miR-122, miR-125b, miR-146b, miR-147b ve miR-155’in plasma düzeyleri daha düşük, miR-16 and miR-92a’nın plasma düzeyleri ise daha yüksekti.

Sonuç: MikroRNA’lar erken başlangıçlı KAH için ümit vaat eden biyobelirteçlerdir.
Objective: MicroRNAs have been explored as potential biomarkers for many pathological pro-cesses including coronary artery disease. In this study, we aimed to compare the circulating levels of selected atherosclerosis-associated miRNAs in patients with a history of early-onset coronary artery disease with that of age- and sex-matched healthy controls and older patients with late-onset coronary artery disease.

Methods: Study population consisted of 30 patients with early onset coronary artery disease, 31 age- and sex-matched healthy controls, and 30 patients with late-onset coronary artery disease. Plasma levels of 13 microRNAs (endothelial cell-related miR-126, -92a/b; vascular smooth muscle cell-related miR-145; inflammation-related miR-16, -21, -125b, -146a/b, -147b, -150, -155; lipom etabo lism-r elat ed miR-27b, -122, -370) were evaluated by using real-time polymerase chain reaction.

Results: In patients with early onset coronary artery disease, plasma expressions of the lipometabolism-related miR-27b, miR-122; inflammation-related miR-125b, miR-146a/b, miR-147b, miR-150, miR-155; and VSMC-related miR-145 were significantly downregulated and endothelial cell-related miR-126 was significantly upregulated compared to age- and sex-matched healthy controls. Circulating microRNA profile of patients with early onset coronary artery disease was also different from that of older patients with late-onset coronary artery disease. Plasma levels of miR-21, miR-27b, miR-122, miR-125b, miR-146b, miR-147b, and miR-155 were lower and plasma levels of miR-16 and miR-92a were higher in patients with early onset coronary artery disease compared to older patients with late-onset coronary artery disease.

Conclusion: MicroRNAs are promising biomarkers for early onset coronary artery disease.

3.Impact of Sodium-Glucose Cotransporter-2 Inhibitors on Sympathetic Nervous System Activity Detected by Sympathetic Activity Index and LF/HF Ratio in Patients with Type 2 Diabetes Mellitus
Akif Serhat Balcıoğlu, Enes Çelik, Ekrem Aksu, Ahmet Çağrı Aykan
PMID: 35976237  doi: 10.5543/tkda.2022.22403  Pages 415 - 421
Amaç: Kardiyak otonom nöropati, tip 2 diyabet hastalarının önemli bir kısmını etkileyen ciddi bir mikrovasküler komplikasyondur. Parasempatik sinir sistemi aktivitesinin azalması sonucunda sempatik sinir sinir sistemi (SSS) baskın hale gelerek kardiyovasküler morbidite ve mortalite artışına yol açan çeşitli sorunlara neden olur. Sodyum-glukoz kotransporter-2 (SGLT2) inhibitörlerinin SSS aktivitesini azalttığı önceki çalışmalarda gösterilmiştir. Bu bulgu, kardiyak otonomik nöropatide bozulmuş olan sempatovagal dengenin düzeltilmesi için ümit vericidir. Bu çalışmanın amacı, tip 2 diyabetik hastalarda, en az 6 aylık SGLT2 inhibitörü tedavisinin SSS aktivitesi üzerine olan etkisini sempatik aktivite indeksi (SAI) ve kalp hızı değişkenliği parametreleri ile değerlendirmektir.

Yöntemler: En az 6 aydır bir SGLT2 inhibitörü (empagliflozin ya da dapagliflozin) kullanan 50 hasta ile oral antidiyabetik tedavilerinde bir SGLT2 inhibitörü bulunmayan 50 hastanın, 24-saatlik Holter-EKG kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Yaş, cinsiyet, hemoglobin A1c ve diyabet süreleri açısından benzer olan bu 2 grubun SAI ve kalp hızı değişkenliği parametreleri karşılaştırıldı.

Bulgular: Sempatovagal dengeyi yansıtan LF/HF oranı [1,44 (1,06/2,76)’e karşı 2,47 (1,42/3,68), P =,009] ve SAI [−1,495 (−2,165/−1,196)’e karşı −1,224 (−1,619/−0,863), P =,008], SGLT2 inhibitörü grubunda kontrol grubundan daha düşüktü. Ayrıca SAI’nin LF/HF oranı değerleri ile korele olduğu görüldü (r = 0,418, P <,001).

Sonuç: Bu çalışmada, tip 2 diyabet hastalarında en az 6 aylık SGLT2 inhibitörü tedavisinin daha düşük SAI ve LF/HF oranı değerleri ile sonuçlandığı görülmüştür. Bu bulgular daha düşük SSS aktivitesine işaret etmekte olup SGLT2 inhibitörlerinin sempatoinhibitör etkileri olduğunu desteklemektedir.
Objective: Cardiac autonomic neuropathy is a serious microvascular complication of type 2 diabetes mellitus that affects a significant portion of patients. Due to decreased parasympathetic activity, the sympathetic nervous system becomes dominant, causing several problems that lead to increased cardiovascular morbidity and mortality. Sodium-glucose cotransporter-2 inhibitors have been shown to reduce sympathetic nervous system activity previously. This is a promising finding for restoring the impaired sympathovagal balance in cardiac autonomic neuropathy. The aim of this study is to evaluate the effect of at least 6 months of sodium-glucose cotransporter-2 inhibitor treatment on sympathetic nervous system activity with sympathetic activity index and heart rate variability parameters in patients with type 2 diabetes mellitus.

Methods: Holter-electrocardiogram recordings of 50 patients who were using a sodium-glucose cotransporter-2 inhibitor (empagliflozin or dapagliflozin) for at least 6 months and 50 patients who did not were analyzed retrospectively. The sympathetic activity index and heart rate variability parameters of these 2 groups, which were similar in terms of age, gender, hemoglobin A1c, and duration of diabetes, were compared.

Results: The ratio of low-frequency to high-frequency power reflecting the sympathovagal balance [−1.495 (−2.165/−1.196) vs. −1.224 (−1.619/−0.863), P =.008] and sympathetic activity index [1.44 (1.06/2.76) vs. 2.47 (1.42/3.68), P =.009] was lower in the sodium-glucose cotransporter-2 inhibitor group than in the control group. In addition, the sympathetic activity index was correlated with the ratio of low-frequency to high-frequency power (r = 0.418, P <.001).

Conclusion: Sodium-glucose cotransporter-2 inhibitor treatment for at least 6 months was found to result in lower values of sympathetic activity index and the ratio of low-frequency to high-frequency power in patients with type 2 diabetes mellitus. These findings indicate lower sympathetic nervous system activity, which supports the sympathoinhibitor effects of sodium-glucose cotransporter-2 inhibitors.

4.Metformin and CI-AKI Risk in STEMI: Evaluation Using Propensity Score Weighting Method
Sedat Kalkan, Ali Karagöz, Süleyman Çağan Efe, Mustafa Azmi Sungur, Barış Şimşek, Mehmet Fatih Yılmaz, Ulaankhuu Batgerel, Fatih Yılmaz, Ibrahim Halil Tanboğa, Vecih Oduncu, Can Yücel Karabay, Cevat Kırma
PMID: 35983653  doi: 10.5543/tkda.2022.22430  Pages 422 - 430
Giriş: Metformin kullanan diyabetik STEMI hastalarında kontrasta bağlı akut böbrek hasarı (CI-AKI) riskini azaltmak için metformin tedavisinin kesilmesi klinik pratikte sıklıkla kullanılan bir yaklaşımdır. Literatürde bu yaklaşımı destekleyecek yeterli kanıt yoktur. Bu çalışmanın amacı,
metformin kullanan diyabetik STEMI hastalarında metformin kullanmayanlara göre CI-AKI riskinin farklı olup olmadığını belirlemektir.

Yöntemler: Araştırmanın evrenini 2014-2019 yılları arasında bu çalışmaya dahil olan merkezlerimize STEMI tanısı ile başvuran ve pPCI uygulanan hastalar oluşturmuştur. Dahil edilme kriterlerini karşılayan 343 diabetik hasta, metformin alanlar ve almayanlar olarak iki gruba ayrılmıştır. CI-AKI geliştirip geliştirmediklerini belirlemek için hastaların başvurudaki kreatinin değerleri ile pik kreatinin değerleri karşılaştırıldı. İki grup, ‘inverse probability weighting’ yöntemiyle yürütülen koşullu lojistik regresyon analizi kullanılarak karşılaştırıldı.,

Bulgular: Ağırlıksız klasik çok değişkenli lojistik regresyon analizi, metformin kullanımının AKI ile ilişkili olmadığını ortaya koydu. Ağırlıklı koşullu çok değişkenli lojistik regresyon, AKI riskindeki artışın başlangıç kreatinin seviyeleriyle ilişkili olduğunu (OR: 1,49 [1,06-2,0 GA; %95]; P =,02)
ve CI-AKI riskindeki artışın metformin kullanımı ile ilişkili olmadığını gösterdi (OR: 0,92 [0,57-1,50, GA: %95; P =,74]).

Sonuç: pPCI yapılan diyabetik STEMI hastalarında CI-AKI riskinde metformin kullanan ve kullanmayanlar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı.
Objective: Discontinuation of metformin therapy is a frequent clinical practice to reduce the risk of contrast-induced acute kidney injury (CI-AKI) in diabetic ST-segment elevation myocardial
infarction patients using metformin. There is insufficient evidence in the literature to support this approach. The aim of this study is to determine whether the risk of contrastinduced
acute kidney injury is different in diabetic ST-segment elevation myocardial infarction patients using metformin compared to those not taking metformin.

Methods: The study population consisted of patients with ST-segment elevation myocardial infarction admitted to the centers that participated in this study between 2014 and 2019 and
underwent primary percutaneous intervention. Diabetic patients (n = 343) that met the study inclusion criteria were divided into 2 groups as who have been receiving metformin and who
have not. Patients’ creatinine values on admission and peak creatinine values were compared in order to determine whether they have developed contrast-induced acute kidney injury. The
2 groups were compared using conditional logistic regression analysis conducted with the inverse probability weighting method.

Results: Non-weighted classic multivariable logistic regression analysis revealed that metformin use was not associated with acute kidney injury. Weighted conditional multivariable logistic
regression revealed that the increase in the risk of acute kidney injury was associated with baseline creatinine levels [odds ratio: 1.49 (1.06-2.10; 95% CI) P =.02] and that the increase
in the risk of contrast-induced acute kidney injury was not associated with metformin usage [odds ratio: 0.92 (0.57-1.50, 95% CI) P =.74].

Conclusion: No statistically significant difference was found between the metformin and nonmetformin users among the diabetic ST-segment elevation myocardial infarction patients who underwent primary percutaneous intervention in the risk of contrast-induced acute kidney injury.

5.Characteristics and Gender-Related Differences of Patients Admitted to a Large Intensive Cardiac Care Unit: A Single-Center Experience with over 55 000 Patients
Şeyhmus Külahçıoğlu, Rezzan Deniz Acar, Servet İzci, Durmuş Demir, Sibel Doğan Kaya, Mustafa Emre Gürcü, Murat Gu&776;cu&776;n, Mehmet Kaan Kırali
PMCID: PMC3597623  doi: 10.5543/tkda.2022.22417  Pages 431 - 437
Amaç: Dünya nüfusunun yaşlanmasına paralel olarak kalp hastalıklarının karmaşıklığı artmış ve özellikle kardiyoloji yoğun bakım ünitelerinde multidisipliner bakımın önemi daha da belirgin hale gelmiştir. Bu çalışmanın amacı, büyük bir kardiyoloji yoğun bakım ünitesine yatırılan hastaların klinik özelliklerini ve cinsiyete bağlı farklılıklarını analiz etmektir.

Yöntemler: Bu tek merkezli, geriye dönük, kesitsel çalışma, Ocak 2016 ile Mart 2021 tarihleri arasında merkezimizin kardiyoloji yoğun bakım ünitesine yapılan tüm yatışları içermektedir. Tüm veriler veri toplama yazılımı kullanılarak elde edilmiş ve Türkiye’nin genel veri tabanı sistemi olan MEDULLA’ya aktarılmıştır.

Bulgular: Yaklaşık 5 yıllık bir süre boyunca toplam 55 737 hasta analiz edildi. Bu hastaların 39 395’i erkek ve 16 342’si (%29) kadındı. Erkek hastaların yaş ortalaması 59,71 ± 12 yıl, kadın hastaların yaş ortalaması 63,3 ± 14 yıldı (P <,001). Yoğun bakım ünitesine en sık yatırılma sebebi akut koroner sendrom olarak tespit edildi ve koroner anjiyografi yapılan hasta sayısı 12 878 tanesi erkek hasta olmak üzere toplam 17 478 (%31) olarak bulundu. Kardiyoloji yoğun bakım ünitesine yatırılan hastaların ikinci sıklıkta 5654 hasta ile aritmi hastaları olduğu gözlendi. Kardiyoloji yoğun bakım ünitesinde takip esnasında çoklu organ yetersizliği gelişme yüzdesi yaklaşık %18 olarak saptandı. Erkek hastalarda ölüm oranı %4 iken, kadın hastalarda ölüm oranı daha yüksekti (%7). En fazla ölüm sebebi akut koroner sendrom olarak karşımıza çıkarken, en yüksek ölüm sıklığı akut kalp yetersizliği hastalarında saptandı. Ölen hastalar arasında kadın bireylerin yaş ortalaması erkek hastalara göre daha yüksek ve hastanede yatış süreleri daha uzun olarak bulundu.

Sonuç: Yoğun bakım ünitemizde en fazla ölüm akut koroner sendrom ile başvuran erkek hastalarda olmasına rağmen, en yüksek ölüm oranı ileri kalp yetersizliği mevcut olan hastalarda saptanmıştır. Ayrıca yaşlı nüfus ve buna paralel multidisipliner tedavi gereken hasta sayısındaki artış sebebiyle, kardiyoloji yoğun bakım ünitesinde çoklu organ yetersizliği gelişimi en önemli ölüm nedenlerinden biri olarak görünmektedir. Kardiyoloji yoğun bakım ünitesinde yatan kadın hasta sayısı erkek bireylere göre daha düşük olmasına rağmen yaş ortalaması ve ölüm oranı erkeklere göre daha yüksek bulunmuştur.
Objective: Parallel to the aging of the world population, the complexity of patients with cardiac problems has increased, especially in intensive cardiology care units, and the importance of multidisciplinary care has become more evident. The aim of this study was to analyze the clinical characteristics and gender-related differences of patients hospitalized in a large intensive cardiology care unit.

Methods: This single-center, retrospective, cross-sectional study includes all hospitalizations in a large intensive cardiology care unit between January 2016 and March 2021. All data were obtained using data collection software and transferred to MEDULLA, Turkey’s general database system.

Results: Of the 55 737 consecutive patients included in the analysis, 16 342 (29%) were women. The mean age of males was 59.71 ± 12 years, and the mean age of females was 63.3 ± 14 years (P <.001). Over a period of 5 years, the most common reason for hospitalization in the intensive cardiac care unit was acute coronary syndrome. The number of acute coronary syndrome patients who underwent coronary angiography was found to be 17 478 (31%), of which 12 878 were males and 26.3% were female. The number of patients who underwent at least 1 stent implantation was 13 952 (80% of coronary angiography procedures), and 2960 (21%) were women. The second cause of hospitalization in the intensive cardiology care unit was arrhythmias (5654 patients [10%]) followed by advanced heart failure (932 patients [1.7%]). During follow-up in the intensive cardiology care unit, the percentage of development of multiorgan failure was found to be approximately 18%. The mortality rate was 7% in women, which was higher than in men (4%). While the most common cause of death was acute coronary syndrome, the highest rate of death was found in patients with advanced heart failure. Among the patients who died, the mean age of females was higher than that of males, and the length of hospital stay was longer.

Conclusion: Although numerically the highest death rate was observed in male acute coronary syndrome patients, the highest mortality rate was found in patients with advanced heart failure. Due to the elderly population and the increase in the number of patients requiring multidisciplinary treatment, the development of multiorgan failure in intensive cardiology care units seems to be one of the most important causes of death. Although the number of females hospitalized in the intensive cardiology care unit is lower than that of males, the mean age and mortality rate were found to be higher than males.

6.Impact of the Pandemic on Gender Differences in Scientific Publication Authorship Among Turkish Adult Cardiologists
Duygu Koçyiğit, Lale Tokgözoğlu, Meral Kayıkçıoğlu
PMID: 36068980  doi: 10.5543/tkda.2022.22322  Pages 438 - 444
Amaç: Akademide toplumsal cinsiyet eşitliğinin teşvik edilmesine yönelik çaba sarf edil-mesine rağmen koronavirüs hastalığı 2019 pandemisinin ardından eşitsizliğin artmasından endişe edilmektedir. Bu çalışmada, PubMed’de taranmakta olan dergilerde kadın Türk erişkin kardiyolog yazar dağılımının pandemi öncesi ve sonrası dönemler arasında kıyaslanması amaçlanmıştır.

Yöntemler: Bu kesitsel çalışmada, PubMed üzerinde (https: //pu bmed. ncbi. nlm.n ih.go v/) “entrez date” ile “Turkey” ve “cardiology” anahtar kelimelerine dayalı bir gelişmiş arama gerçekleştirilerek veri tabanına Nisan-Eylül 2019 ve Nisan-Eylül 2020 tarihleri arasında giren makaleler saptandı. Çalışma örneklemi belirlendikten sonra, makalenin tipi ve yazar listesine ilişkin detaylar kaydedildi.

Bulgular: Taranan 1318 makaleden 708’i dahil edilme kriterlerini karşıladı. İlk yazarların 85’i (%12,0), kıdemli yazarların 67’si (%10,0) kadındı. Kadınların araştırma makalesi, editöryel, olgu sunumu/serisi ve uluslararası katılımlı makalelerde ilk yazar olma sıklığı daha düşüktü (sırasıyla %9,5, P =,012; %33,3, P =,045; %18,3, P =,033; %4,8, P =,032). Araştırma makalelerinde ilk ve ilgili yazar konumunda kadınların yer alma sıklığının pandeminin ortaya çıkışı sonrası daha fazla olduğu görüldü (sırasıyla %73,2, P =,032; %76,5, P =,019); ancak diğer makale tiplerinde bu bakımdan herhangi bir farklılık izlenmedi (tüm P >,05).

Sonuç: Bu bulgular Türk erişkin kardiyologlar tarafından yayımlanmış bilimsel makalelerde yazarlıkta anlamlı cinsiyet farklılıkları olduğunu düşündürmektedir. Gelecekte yapılacak çalışmalarda, durumun daha geniş zaman aralığında incelenmesi ve bilimsel çıktının uzun vadede daha kapsamlı değerlendirilmesi göz önünde bulundurulabilir.
Objective: Despite efforts spent on promotion of gender equity in the academia, the gender gap is feared to have widened after the coronavirus disease 2019 pandemic. Herein, we aimed to compare the distribution of female authorship by Turkish adult cardiologists in journals indexed at PubMed before and after the pandemic.

Methods: In this cross-sectional study, an advanced search on PubMed (https: //pu bmed. ncbi. nlm.n ih.go v/) was carried out based on the following criteria: “entrez date” and keywords “Turkey” and “cardiology” to identify papers that entered the online database in April-September 2019 and April-September 2020. After the study sample was determined, type of the article and details of the author list were recorded.

Results: Of 1318 articles screened, 708 met the inclusion criteria. Overall, 85 (12.0%) of first authors and 67 (10.0%) of senior authors were female. Females were less likely to first author original articles, editorials, case reports/series, and papers with international participation (9.5%, P =.012; 33.3%, P =.045; 18.3%, P =.033; 4.8%, P =.032, respectively). A higher proportion of females were in first and corresponding author positions in original articles (73.2%,
P =.032; 76.5%, P =.019, respectively) but not in other article types (all P >.05), after emergence of the pandemic.

Conclusion: These suggest that significant gender differences exist with regard to authorships of scientific publications that were submitted by Turkish adult cardiologists. Future studies may aim to evaluate the trends across a wider time span and based on a more extensive scientific output follow-up.

7.Return to Work and Associated Factors After the First Hospitalization for Heart Failure
Mahin Hosseininejad, Hedieh Bikdeli, Shokoufeh Hajsadeghi, Saber Mohammadi
PMID: 36068981  doi: 10.5543/tkda.2022.22345  Pages 445 - 451
Amaç: Kalp yetersizliği dünya çapında bir halk sağlığı sorunudur. İstihdam, kronik hastalığı olan hastalar için kişisel, sosyal ve ekonomik açılardan hayati önem taşımaktadır. Bu çalışmanın amacı, çalışan hastalarda kalp yetersizliği nedeniyle ilk yatıştan sonra işe dönüş ve ilişkili faktörleri araştırmaktır.

Yöntemler: Bu retrospektif kohort çalışmaya, 2017-2020 yılları arasında ilk kez kalp yetersizliği nedeniyle yatışı olan ve yatıştan önce çalışan hastalar dahil edildi. İşe dönen ve dönmeyen katılımcılarda demografik, mesleki ve hastalıkla ilgili değişkenler karşılaştırıldı. Daha sonra işe dönen katılımcılarda değişkenler ile izinli gün sayısı arasındaki ilişki incelendi.

Bulgular: 204 katılımcının verileri analiz edildi. Katılımcıların yaklaşık %90’ı 1 yıl sonra işe döndü. İşe dönmeme ile ileri yaş, kadın cinsiyet, yüksek New York Heart Association sınıflaması, ejeksiyon fraksiyonu ≤%40 ve kronik böbrek hastalığı öyküsü arasında anlamlı bir ilişki vardı. İşe dönen katılımcılar arasında gelir düzeyi, işten ayrılma nedeni, işveren desteği ve rehabilitasyon seans sayısı ile izinli gün sayısı arasında anlamlı bir ilişki bulundu.

Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları cinsiyet, yaş, ejeksiyon fraksiyon düzeyi, kronik böbrek hastalığı öyküsü ve New York Heart Association sınıfının ilk kalp yetersizliği yatışı sonrası işe dönüşte en etkili faktörler olduğunu göstermiştir. Ayrıca gelir düzeyi, işten ayrılma nedeni, işveren desteği ve rehabilitasyon seanslarının sayısı, izinli gün sayısını etkileyen en önemli faktörlerdi.
Objective: Heart failure is a public health problem worldwide. Employment is vital in terms of personal, social, and economic aspects for patients with chronic diseases. The aim of this study is to investigate returning to work and the associated factors after first hospitalization for heart failure in working-age patients.

Methods: In this retrospective cohort study, patients with the first hospitalization for heart failure in 2017-2020 who were employed before hospitalization were included. The demographic, occupational, and disease-related variables were compared in subjects with and without returning to work. Next, the relationship between the variables and the number of days off work was examined in participants who had returned to work.

Results: The data of 204 participants were analyzed. About 90% of the participants returned to work after 1 year. There was a significant relationship between not returning to work and
higher age, female sex, higher New York Heart Association class, ejection fraction ≤40%, and history of chronic kidney disease. Among the participants who had returned to work, income level, cause of work exit, employer support, and the number of rehabilitation sessions had a significant relationship with the number of days off work.

Conclusion: The results of this study showed that gender, age, ejection fraction level, history of chronic kidney disease, and New York Heart Association class were the most influential factors in returning to work after first heart failure hospitalization. Furthermore, income, cause of work exit, employer support, and the number of rehabilitation sessions were the most important factors contributing to the number of days off work.

8.Brugada Syndrome: 30 Years of Scientific Adventure
Pedro Brugada
PMID: 36068982  doi: 10.5543/tkda.2022.22444  Pages 452 - 458
Otuz yıl önce, şimdi Brugada sendromu olarak bilinen yeni bir klinik-elektrokardiyografik sendrom tanımlandı. Bu sendromun tipik özelliği, sağ prekordiyal derivasyonlarda ST yükselmesi olan EKG’dir. Hastalığın klinik görünümü oldukça değişkendir: Hastalar tamamen asemptomatik kalabilir, ancak aynı zamanda senkop, atriyal fibrilasyon, hasta sinüs sendromu, iletim bozuklukları, asistol ve ventriküler fibrilasyon atakları da geliştirebilirler. Hastalığa, kalp hücrelerinin aksiyon potansiyelinden sorumlu genlerdeki mutasyonlar neden olur. En sık dahil olan gen, kardiyak sodyum kanalının yapısını ve işlevini kontrol eden SCN5A’dır. Bu yeni sendromun tanımlanma-sının tıbbın tüm alanlarında çok olumlu etkileri olmuştur.
Thirty years ago, a distinct new clinical-electrocardiographic syndrome was described, now known as Brugada syndrome. Typical for this syndrome is EKG with ST elevation in the right precordial leads. The clinical presentation of the disease is highly variable: Patients may remain completely asymptomatic but may also develop episodes of syncope, atrial fibrillation, sick sinus syndrome, conduction disturbances, asystole, and ventricular fibrillation. The disease is caused by mutations in the genes responsible for the action potential of the heart cells. The most frequently involved gene is the SCN5A which controls the structure and function of the cardiac sodium channel. Describing this new syndrome has had very positive implications in all fields of medicine.

CASE REPORT
9.Successful Bronchial Artery Embolization after Stabilization with Nitric Oxide for the Treatment of Haemoptysis in a Patient with Eisenmenger Syndrome
Zeynep Ulutaş, Hu&776;seyin Emre Kuloğlu, Ramazan Kutlu, Necip Ermiş
PMID: 35983652  doi: 10.5543/tkda.2022.21304  Pages 459 - 462
Çeşitli kronik akciğer hastalıklarına, bazı sistemik hastalıklara, enfeksiyonlara, yapısal kalp hastalıklarına veya sendromlara eşlik eden hemoptizi, masif olduğunda oldukça ölümcül olan bir klinik durumdur. Hemoptizi, Eisenmenger sendromunun sık görülen bir komplikasyonudur. Yaşla birlikte sıklığı artar. Eisenmenger sendromlu hastalarda önemli bir mortalite nedenidir. Sistemik-pulmoner kollateral arterlerin embolizasyonu, Eisenmenger sendromlu uygun hastalarda hemoptizi tedavisinde etkili bir yöntemdir. Bu olgu sunumunda, geniş patent duktus arteriyozusa bağlı gelişen ve ikili pulmoner arteriyel hipertansiyona spesifik tedavi alan, Eisenmenger sendromlu bir hastada, hemoptizi gelişmesinden sonra, ilk olarak inhale nitrik oksit tedavisi ile medikal stabilizasyon sağlandıktan sonra komplikasyonsuz şekilde bronşiyal arter embolizasyonu ile tedavi ettiğimiz olgu sunulmaktadır.
Hemoptysis, accompanying various chronic lung diseases, some systemic diseases, infections, structural heart diseases, or syndromes is a clinical condition that is quite mortal when it is massive. Hemoptysis is a common complication of Eisenmenger syndrome. Its frequency increases with age. It is an important cause of mortality in patients with Eisenmenger syndrome. Embolization of systemic–pulmonary collateral arteries is an effective method in the treatment of hemoptysis in eligible patients with Eisenmenger syndrome. In this case report, a patient with Eisenmenger syndrome, developed due to large patent ductus arteriosus, received dual pulmonary arterial hyper tension-specific treatment, after the development of hemoptysis, medical stabilization was provided with initial inhaled nitric oxide therapy and then treated with bronchial artery embolization without complications is presented.

10.Acute Coronary Syndrome After Whole-Body Electrical Myostimulation
Suleyman Kalayci, Ahmet Avcı, Belma Kalaycı, Selda Sarıkaya
PMID: 36068983  doi: 10.5543/tkda.2022.21302  Pages 463 - 465
Tüm vücut elektriksel kas uyarımı alternatif bir egzersiz eğitim yöntemidir. Bu egzersiz programının hemodinamik ve koroner dolaşıma etkileri yakın zamanda araştırılmaya başlanmıştır. Ancak elektriksel kas uyarımı ile ilişkili akut koroner sendrom vakası daha önce bildirilmemiştir. Biz bu vaka sunumunda kilo kontrolü için bir spor merkezinde tüm vücut elektriksel kas uyarımı yapılan ve ikinci seansta başlayan göğüs ağrısı ile acile giden bir hastayı tartıştık. Elektrokardiyogramda inferiyor derivasyonlarda iskemik değişiklikler mevcuttu. Troponin T seviyesi yüksek saptanan hastaya ST segment yükselmesiz miyokart enfarktüsü tanısıyla koroner anjiyografi yapıldı. Koroner anjiyografide sağ koroner arterde nitrogliserin ile gerileyen ciddi vazospazm izlendi. Hasta medikal tedavi ile olaysız taburcu edildi. Bu vaka takdimi tüm vücut elektriksel kas uyarımı ilişkili literatürdeki ilk akut koroner sendrom hastasıdır.
Whole-body electrical myostimulation is an alternative exercise training method. The effects of this exercise program on hemodynamics and coronary circulation have recently been investigated. However, an acute coronary syndrome associated with whole-body electrical myostimulation has not been reported before. In this case report, we present a patient who underwent whole-body electrical myostimulation in a sports center for weight control and was admitted to the emergency department with chest pain started in the second session of the training. Her electrocardiogram showed ischemic T-wave changes in the inferior leads. Additionally, troponin levels were elevated. A coronary angiogram was performed with the diagnosis of non-ST- segment elevation myocardial infarction. The coronary angiogram revealed severe vasospasm in the right coronary artery, which resolved with intracoronary nitroglycerin. She was uneventfully discharged with medical treatment. This case report is the first patient with acute coronary syndrome associated with whole-body electrical myostimulation in the literature.

11.A Rare Case of Multiple Thrombosis Associated with COVID-19 Pneumonia
İbrahim Yıldız, Şerif Hamideyin, Zeynel Duman, Fahrettin Güngördü, Mehmet Korkmaz
PMID: 36068984  doi: 10.5543/tkda.2022.22379  Pages 466 - 469
Koronavirus hastalığı 2019 (COVID-19), şiddetli akut solunum sendromu koronavirüs 2 (SARS-CoV-2) virüsünün neden olduğu bulaşıcı bir hastalıktır. Hipoksik solunum yetmezliği, çoklu organ disfonksiyonu, septik şok, tromboz ve tromboembolik komplikasyonlar SARS-CoV-2 enfeksiyonu ile ilişkilendirilmiştir. SARS-CoV-2 enfeksiyonunun akut üst ekstremite iskemisi ve mezenterik iskemi kliniği ile prezentasyonunu bildiriyoruz. Ayrıca bu hastada olası bir tromboemboli kaynağı olarak aort ark mural trombüsü olduğunu bildiriyor ve COVID-19 hastalarında aortanın da tromboemboli kaynağı olarak dikkatlice değerlendirilmesi gerektiğini vurguluyoruz.
Coronavirus disease 2019 is an infectious disease caused by the severe acute respiratory syndrome coronavirus 2 virus. Hypoxic respiratory failure, multiorgan dysfunction, septic shock, thrombosis, and thromboembolic complications have been associated with the severe acute respiratory syndrome coronavirus 2 infection. We report the presentation of the severe acute respiratory syndrome coronavirus 2 infection with acute upper extremity ischemia and mesenteric ischemia clinic. We also report that this patient had an aortic arch mural thrombus as a possible source of thromboembolism, and we emphasize that the aorta should also be carefully evaluated in thromboembolic patients with coronavirus disease 2019.

CASE IMAGE
12.A Complication Developing After Palliative Esophagus Stent Implantation: Pneumopericardium
Ömer Faruk Yılmaz, İbrahim Etem Dural, Ersel Onrat
PMID: 35976245  doi: 10.5543/tkda.2022.22458  Pages 470 - 471
Abstract |Full Text PDF

LETTER TO EDITOR
13.Too Late Allergic Reaction in Patient with Permanent Pacemaker: Searching the Causality and Pathophysiology
Nicholas G. Kounis, Virginia Mplani, Ioanna Koniari, Panagiotis Plotas
PMID: 35450847  doi: 10.5543/tkda.2022.22453  Pages 472 - 473
Abstract |Full Text PDF

OTHER ARTICLES
14.Comments on Cardiology
Ertan Ural
Pages 474 - 475
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search

Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.