ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 43 (5)
Volume: 43  Issue: 5 - July 2015
EDITORIAL COMMENT
1.Do pre-procedural laboratory parameters predict drug-eluting stent restenosis?
Murat Gençbay
PMID: 26148072  doi: 10.5543/tkda.2015.71340  Pages 417 - 419
Abstract |Full Text PDF

ORIGINAL ARTICLE
2.Corrected balloon occlusive diameter to determine device size during percutaneous atrial septal defect closure
Şakir Arslan, Göksel Çağırcı, Nermin Bayar, Erkan Köklü, İsa Öner Yüksel, Selçuk Küçükseymen, Zehra Erkal, Çağın Mustafa Üreyen, Fuat Gündoğdu, Yekta Gürlertop, Mustafa Kemal Erol, Naci Ceviz
PMID: 26148073  doi: 10.5543/tkda.2015.68217  Pages 420 - 426
AMAÇ: Bu çalışmada amacımız perkütan atriyal septal defekt (ASD) kapaması konusunda kliniğimizin deneyimlerini paylaşmak ve ayrıca ‘düzeltilmiş balon okluziv çap’ın işlem başarısına etkisini araştırmaktır.
YÖNTEMLER: Çalışmaya perkütan ASD kapaması yapılan 86 hasta (60 kadın, 26 erkek; ortalama yaş 36.5±14.3) alındı. Hastaların işlem öncesi transözofajiyal ekokardiyografi (TÖE) ile işleme uygunluğu, defektin komşu yapılarla ilişkisinin yanı sıra rimlerin boyutu ile floppy olup olmadığı değerlendirildi. Hastaların tamamına işlem esnasında balon sizing yöntemi uygulandı. Kullanılacak cihazın ölçüsünde, rimlerin sağlamlığına ve belirgin indentasyon oluşturup oluşturmamasına göre belirlenen düzeltilmiş balon okluziv çap dikkate alındı.
BULGULAR: Hastaların 84’ünde (%97.5) başarılı olarak ASD kapama cihazı yerleştirildi. TÖE incelemesinde en yüksek defekt çapı ortalaması 17.4±5.9 mm, renkli akım genişliği ortalaması 16.8±5.4 mm saptandı. Perkütan işlem esnasında TÖE’de şant akımının kaybolduğu andaki ortalama defekt çapı TÖE ile 18.4±5.9 mm, floroskopik olarak 18.8±6.1 mm ölçüldü. Kullanılan Amplatzer occluder cihaz boyutu ortalaması 20.0±6.5 mm idi. İki hastada cihaz embolizasyonu oldu. İşlem esnasında veya takipte ölüm olmadı.
SONUÇ: Sekundum tip ASD’lerin perkütan kapatılması tecrübeli merkezlerde güvenli ve etkili bir tedavi yöntemidir. Kapatma esnasında kullanılacak cihazın ölçüsünün belirlenmesinde düzeltilmiş BOD’nin kullanılması faydalı olacaktır.
OBJECTIVE: The aim of this trial was to investigate the impact of corrected balloon occlusive diameter (cBOD) on successful performance of percutaneous atrial septal defect (ASD) closure.
METHOD: The trial comprised 86 patients (60 female, 26 male; mean age 36.5±14.3) on whom percutaneous ASD closure was performed. Patients were evaluated using transesophageal echocardiography (TEE). Relation of the defect to surrounding tissues and size of rims was also investigated. Balloon sizing was performed intraoperatively on all patients. Size of device was ascertained according to both durability of rims and whether or not they formed significant indentation, both of which determine cBOD.
RESULTS: The ASD closure device was successfully implanted in 84 (97.5%) patients. Mean maximum defect size was 17.4±5.9 mm, and mean color flow diameter was 16.8±5.4 mm. Mean maximum defect size at the moment of loss of shunt flow was 18.4±5.9mm with TEE, and 18.8±6.1mm with fluoroscopy. Mean size of Amplatzer occluder device was 20.0±6.5mm. Device embolization was observed in 2 patients. However, no death occurred during or after the procedure.
CONCLUSION: Percutaneous secundum ASD closure is a safe and effective treatment modality in experienced centers. Utilizing corrected balloon occlusive diameter may be of benefit in deciding the size of ASD occluder device.

3.Lymphocytopenia is associated with poor NYHA functional class in chronic heart failure patients with reduced ejection fraction
Hasan Yucel, Meltem Refiker Ege, Ali Zorlu, Hakki Kaya, Osman Beton, Hasan Gungor, Gurkan Acar, Ahmet Temizhan, Yüksel Çavuşoğlu, Mehdi Zoghi, Mehmet Eren, Dilek Ural, Mehmet Birhan Yilmaz
PMID: 26148074  doi: 10.5543/tkda.2015.89439  Pages 427 - 433
AMAÇ.Kalp yetersizliği (KY) olan hastalarda fonksiyonel kapasite, sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonundan (EF) bağımsız şekilde kötü prognozu gösteren bir belirteçtir. Lenfosit sayısı günümüzde kronik KY için risk sınıflandırılması amacıyla kullanılmakta ve lenfositopeni şiddetli KY ile ilişkilendirilmektedir. Ancak, kararlı KY’li hastalarda lenfosit sayısı ve fonksiyonel kapasite arasındaki ilişki hakkında veri mevcut değildir. Bu çalışmada, ayaktan başvuran sistolik KY bulunan hastalarda lenfosit sayısı ve NYHA (New York Heart Association) fonksiyonel kapasitesi arasındaki ilişki araştırıldı.
YÖNTEMLER: Türk Araştırma Ekibi-KY (TREAT-HF), KY merkezleri arasında, KY’de çok merkezli gözlemsel çalışma yapan bir bilgi ağıdır. Burada sekiz KY merkezi, azalmış EF’si olan 392 hastanın bilgilerini topladı ve sundu. Hastalar iki gruba ayrıldı ve gruplar karşılaştırıldı. Grup 1: Azalmış EF’si olup hafif şikayetleri olan KY’li hastalar (NYHA I–II), Grup 2: NYHA III–IV semptomlara sahip olan hastalar.
BULGULAR: Hastaların yaşları ortalama 60±14 idi. Lenfosit sayısı NYHA III–IV olanlarda, NYHA I–II olanlara göre daha düşüktü (0.9 [0.6–1.5] x1000 karşı 1.5 [0.7–2.2] x1000, p <0.001). Çok değişkenli lojistik regresyon analizinde, lenfosit sayısı (OR: 0.602, %95 GA: 0.375–0.967, p=0.036), ileri yaş, erkek cinsiyet, hipertansiyon mevcudiyeti, ejeksiyon fraksiyonu, sol atriyum çapı, sistolik pulmoner arter basıncı, nötrofil ve bazofil düzeyleri, kreatinin seviyesi ve diüretik kullanımı ayaktan başvuran sistolik KY’li hastalarda, kötü NYHA fonksiyonel sınıf ile ilişkilidir.
SONUÇ: Yaptığımız bu çalışma lenfostipeninin, azalmış EF’si olan ayaktan başvuran kararlı KY’li hastalarda koroner arter hastalığından bağımsız olarak, kötü NYHA fonksiyonu ile ilişkili olduğunu göstermiştir.
OBJECTIVE: In heart failure (HF) patients, functional capacity has been demonstrated to be a marker of poor prognosis, independent of left ventricular ejection fraction (EF). Lymphocyte count is currently recognized in certain risk stratification scores for chronic HF, and severe HF is associated with lymphocytopenia. However, no data exists on the association between lymphocyte count and functional capacity in patients with stable HF. This study aimed to assess the relationship between lymphocyte count and New York Heart Association (NYHA) functional capacity in systolic HF outpatients.
METHODS: The Turkish Research Team-HF (TREAT-HF) is a network which undertakes multi-center observational studies in HF. Data on 392 HF reduced ejection fraction (HFREF) patients from 8 HF centers are presented here. The patients were divided into two groups and compared: Group 1 comprised stable HFREF patients with mild symptoms (NYHA Class I-II), while Group 2 consisted of patients with NYHA Class III-IV symptoms.
RESULTS: Patient mean age was 60±14 years. Lymphocyte count was lower in patients with NYHA functional classes III and IV than in patients with NYHA functional classes I and II, (0.9 [0.6–1.5] x1000 versus 1.5 [0.7–2.2] x1000, p<0.001). In multivariate logistic regression analysis, lymphocyte count (OR: 0.602, 95% CI: 0.375–0.967, p=0.036), advanced age, male gender, presence of hypertension, EF, left atrium size, systolic pulmonary artery pressure, neutrophil and basophil counts, creatinine level, and diuretic usage were associated with poor NYHA functional class in systolic HF outpatients.
CONCLUSION: The present study demonstrated that in stable HFREF outpatients, lymphocytopenia was strongly associated with poor NYHA function, independent of coronary heart disease risk factors.

4.Cardiac and respiratory changes in the medium term after lung resection
Tevfik Kaplan, Aslı Tanındı, Murat Uğurlu, Serdar Han, Hasan Fehmi Töre
PMID: 26148075  doi: 10.5543/tkda.2015.58566  Pages 434 - 442
AMAÇ

Bu çalışmada, akciğer kanseri nedeniyle segmentektomi/ lobektomi veya pnömonektomi ameliyatı yapılan hastaların altıncı ayda kalp ve solunum fonksiyonları değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Nisan 2012-Şubat 2014 tarihleri arasında akciğer kanseri nedeniyle segmentektomi/lobektomi planlanan 13 ve pnömonektomi planlanan 5 ardışık hasta çalışmaya alındı. Her iki grup ameliyat öncesinde ve ameliyat sonrası 6. ayda solunum fonksiyon testleri ve ekokardiyografi ile değerlendirildi.
BULGULAR: Ameliyat sonrası ölçümlerde sol ventrikül fonksiyonlarında değişim olmadı. Segmentektomi/lobektomi grubunda sağ ventrikül fraksiyonel alan değişimi (RVFAC) ve triküspit anüler düzlem sistolik hareketi (TAPSE) değerlerinde anlamlı bozulma saptanmazken, pnömonektomi grubunda TAPSE 19’dan (17–21) 15.5’e (14–16) geriledi (p=0.04). RVFAC değeri ameliyat öncesi ölçümlerde 59.5 (58–61) iken ameliyat sonrası dönemde 59 (58–61) olarak saptandı (p=0.049). Her iki grupta pulmoner hızlanma zamanı, diyastolik ve sistolik egzantrisite indeksleri yönünden ameliyat öncesi ve sonrası dönem arasında fark saptanmadı. Doku Doppler görüntülemesinde her iki ameliyat türünde sol ventrikül sistolik ve diyastolik fonksiyonlarında değişiklik olmadı. Sağ ventrikül triküspit E’/A’ her iki hasta grubunda anlamlı bozulma gösterdi. Sağ ventrikül sistolik S’ değeri pnömonektomi grubunda hafif azalma gösterirken, segmentektomi/ lobektomi grubunda anlamlı fark olmadı. Segmentektomi/ lobektomi grubundaki hastalarda izovolumik akselerasyon (IVA) değerinde anlamlı azalma saptandı (2.33 [1.79–3.14] – 2.17 [1.73–3.01] p=0.001). Pnömonektomi grubunda ise hem izovolumik velosite (IVV) hem de IVA belirgin olarak azaldı.
SONUÇ: Segmentektomi/lobektomi mümkün olduğunda pnömonektomiye tercih edilecek yöntem olarak ön plana çıkmaktadır. Takipte doku Doppler görüntüleme analizi rutin ekokardiyografinin parçası haline getirilirse sağ kalbin etkilenmesi açısından riskli olabilecek hastaların hızlı, kolay bir şekilde tespiti ve yakın kardiyolojik değerlendirilmeleri mümkün olacaktır.
OBJECTIVE: The aim of this study was to assess the cardiac and respiratory functions at the 6th postoperative month, in lung cancer patients undergoing segmentectomy/lobectomy or pneumonectomy.
METHODS: Thirteen segmentectomy/lobectomy and 5 pneu-monectomy patients with lung cancer were consecutively enrolled between April 2012 and February 2014. All patients underwent respiratory function tests and transthoracic echo-cardiography preoperatively and at 6 months postopera-tively.
RESULTS: Left ventricular functions were unchanged post-operatively. In the segmentectomy/lobectomy group, there were no changes in the right ventricular fractional area change (RVFAC) or tricuspid annular plane systolic excursion (TAPSE). However, TAPSE decreased from 19 (17–21) to 15.5 (14 –16) mm in pneumonectomy patients (p=0.04). RVFAC was 59.5 (58–61) % preoperatively and 59 (58–61)% at 6 months postoperatively (p=0.049). Neither group showed differences in pulmonary acceleration time or diastolic and systolic ec¬centricity indices after operation. Tissue Doppler imaging (TDI) revealed no deterioration in the left ventricular functions, but right ventricular diastolic functions (tricuspid E’/A’) were impaired in both groups. Right ventricular S’, showing the systolic function, was slightly decreased in the pneumonectomy group, in addition to a decrease in isovolumic velocity and isovolumic acceleration (IVA). Only IVA was decreased, from 2.33 (1.79–3.14) to 2.17 (1.73–3.01) (p=0.001), in seg-mentectomy/lobectomy group.
CONCLUSION: Segmentectomy/lobectomy should be preferred over pneumonectomy when possible. Tissue Doppler imaging may be routinely used as a part of echocardiographic evalu¬ation in patients with a higher risk of right ventricular dysfunc¬tion and these patients should be candidates for a closer cardiovascular follow-up.

5.Assessment of efficacy of single dose acetylsalicylic acid over a 24-hour period
Reşat Mehmet Baha, Çağdaş Özdöl, Sadi Güleç, Çetin Erol
PMID: 26148076  doi: 10.5543/tkda.2015.78380  Pages 443 - 449
AMAÇ: Vücuttaki yarılanma ömrü 30 dakikadan kısa olan asetilsalisilik asidin (ASA) etkinliğinin, her gün dolaşıma salıverilen yeni ve daha reaktif trombositler nedeniyle, gün boyunca devam edip etmediğini araştırma amacıyla çalışmamızı planladık.
YÖNTEMLER: Çalışmaya toplam 30 hasta (10 kadın, 20 erkek, ortalama yaş: 62.8±9.0) alındı. Tüm hastalara ağız yoluyla tek doz 300 mg enterik kaplı ASA verildi. ASA verilmeden hemen önce, 12 ve 24 saat sonra trombosit agregasyon düzeyleri VerifyNow® Aspirin kitleri ile değerlendirildi. ASA verilmeden önce alınan kan örneklerinden kreatinin, lipit profili, tam kan sayımı ve CRP gibi laboratuvar parametreleri de ölçüldü. Hastalar rutinde ASA kullanımı ve/veya klopidogrel kullanımına bakılmaksızın çalışmaya alındı.
BULGULAR: Hastaların 26’sında (%86.7) 24. saatte Aspirin reaksiyon birimi (ARU) değerleri 550’nin altında saptandı. ARU değerinin 550’nin altında olması ASA’nın etkin olduğu anlamına gelmektedir. İki (%6.7) hastada alım sonrası 12.saatte ASA’ya yanıt tespit edilmesine rağmen, 24. saatte yanıtın olmadığı gözlendi. İki (%6.7) hastada ise ASA direnci saptandı.
SONUÇ: Hastaların çoğunda ASA’nın antiagregan etkisi 24 saatlik periyotta devam etmesine rağmen azımsanmayacak oranda hastada ise ASA etki etmemekte veya ASA’nın gün içinde etkinliğinde azalma olabilmektedir. ASA direncinin klinik sonuçları nispeten daha iyi bilinmesine rağmen, gün içinde etkinliğinin azalmasının klinik öneminin araştırılması gerekmektedir.
OBJECTIVE: Acetylsalicylic acid (ASA) has a half-life of less than 30 minutes in the human body. This study aimed to test whether the effects of a single dose of ASA wane over a 24- hour period due to the daily release of new reactive blood platelets into the bloodstream.
METHODS: The study included 30 patients (10 female and 20 male, mean age: 62.8±9.0). Each took a single dose of 300 mg enteric coated ASA orally. Platelet aggregation was determined using VerifyNow® Aspirin kits immediately prior to intake, and at 12 and 24 hours following intake. Laboratory parameters such as serum CRP and CBC were also examined before ASA intake. Patients were included irrespective of routine ASA and/or clopidogrel use.
RESULTS: Aspirin reaction unit (ARU) values were lower than 550 at 24 hours after drug intake in 26 (86.7%) patients. Values lower than 550 indicate therapeutic range of ASA on platelet function. Two (6.7%) patients were found to be responsive to ASA at 12 hours after intake, but unresponsive at 24 hours. Aspirin resistance was found in another 2 (6.7%) patients.
CONCLUSION: Although ASA was found to be effective on platelet inhibition over a 24-hour period in most of the patients, there was a considerable number who were resistant to ASA, and who had developed unresponsiveness to ASA by the end of 24 hours. There is evidence in the literature regarding the clinical importance of ASA resistance, but the importance of loss ASA’s effectiveness during a day warrants further studies.

6.Prediction of radial artery diameter in candidates for transradial coronary angiography: is occupation a factor?
Ahmet Çağrı Aykan, Engin Hatem, Ezgi Kalaycıoğlu, Duygun Altıntaş Aykan, Tayyar Gökdeniz, Ahmet Oğuz Arslan, Şükrü Çelik
PMID: 26148077  doi: 10.5543/tkda.2015.75002  Pages 450 - 456
AMAÇ: Transradial yaklaşımla (TRY) koroner anjiyografi femoral yoldan anjiyografinin popüler bir alternatifidir. Kanama, hematom, psödoanevrizma oluşması gibi giriş yeri komplikasyonları TRY’da dahi nadirdir. Ancak bütün hastalar TRY’ya uygun değildir. Bu çalışmanın amacı TRY planlanan hastalarda radial arter çapının öngördürücülerinin belirlenmesidir.
YÖNTEMLER: Bu çalışmaya kararlı koroner arter hastalığı şüphesi nedeniyle TRY planlanan 222 hasta alındı. Radial arter çapları işlemden önce B-mod ultrasonografi ile ölçüldü.
BULGULAR: Radial arter çapı, el bileği çapı (r=0.539, p<0.001), boy (r=0.258, p<0.001), ağırlık (r=0.237, p<0.001), beden kütle indeksi (r=0.167, p=0.013), ayakkabı numarası (r=0.559, p<0.001) ve nabız basıncı (r=-0.161, p=0.016) ile ilişkili bulundu. Sağ radial arter çapı erkeklerde kadınlardan daha kalındı (2.73±0.39 mm ve 2.15±0.35 mm, p<0.001) ve sedanter ofis çalışanlarında aktif dışarıda çalışan işçilere göre daha inceydi (2.42±0.45 mm ve 2.81±0.37 mm, p<0.001). Regresyon analizinde el bileği çapı (b=0.044, p<0.001, Güven aralığı [GA] %95=0.025–0.062), ayakkabı numarası (b=0.075, p=<0.001, GA %95=0.039–0.112) ve meslek (b=0.228, p<0.001, GA %95=0.138–0.318) radial arter çapının bağımsız öngördürücüleri olarak bulundu.
SONUÇ: Ayakkabı numarası ve el bileği çapının yanında yapılan meslek de radial arter çapının önemli bir öngördürücüsü olabilir. Bu nedenle radial arter çapının tahmininde yapılan meslek de diğer parametrelerle beraber değerlendirilmelidir.
OBJECTIVE: Transradial approach (TRA) for coronary angiography is a popular alternative approach to transfemoral coronary angiography due to the infrequent occurrence of access site complications such as bleeding, hematoma and pseudoaneursym formation. However, not all patients are suitable for TRA. This study aimed to determine the predictors of radial artery diameter in patients who are candidates for TRA.
METHODS: The study included 222 consecutive patients who underwent TRA due to suspected stable coronary artery disease. Radial artery diameter was evaluated prior to the procedure using B-mode ultrasonography.
RESULTS: Radial artery diameter was correlated with wrist circumference (r=0.539, p<0.001), height (r=0.258, p<0.001), weight (r=0.237, p<0.001), body mass index (r=0.167, p=0.013), shoe size (r=0.559, p<0.001), and pulse pressure (r=-0.161, p=0.016). The right radial artery was larger in men than in women (2.73±0.39 mm vs. 2.15±0.35 mm, p<0.001), and smaller in patients with sedentary office work than in physically active outdoor workers (2.42±0.45 mm vs. 2.81±0.37 mm, p<0.001). Wrist circumference (b=0.044, p<0.001, confidence interval (CI) 95%= 0.025–0.062), shoe size (b=0.075, p=<0.001, CI 95%=0.039–0.112) and occupation (b=0.228, p<0.001, CI 95%=0.138–0.318) were the independent predictors of radial artery diameter in regression analysis.
CONCLUSION: In addition to shoe size and wrist circumference, occupation may be an important predictor of radial artery diameter, and it should be evaluated with other clinical parameters in the prediction of radial artery diameter.

7.Do pre-procedural laboratory parameters predict drug-eluting stent restenosis?
Aslı Tanındı, Berkay Ekici, Hasan Fehmi Töre
PMID: 26148078  doi: 10.5543/tkda.2015.48275  Pages 457 - 464
AMAÇ: İlaç kaplı stentler, stent içi yeniden daralma oranlarını önemli ölçüde azaltmıştır. Çeşitli çalışmalarda C-reaktif protein (CRP), nötrofil/lenfosit oranı (N/L), eritrosit dağılım genişliği (RDW), serum ürik asit (ÜA) düzeyleri, ortalama trombosit hacmi (MPV) gibi kanda ölçülen bazı parametreler çıplak metal stentlerde yeniden daralmanın öngördürücüleri olarak saptanmıştır. Bu çalışmada kararlı koroner arter hastalığında ilaç kaplı stent uygulamasında işlem öncesi kanda ölçülen herhangi bir parametre ile yeniden daralma arasında ilişki araştırıldı.
YÖNTEMLER: Ocak 2012 ve Nisan 2014 tarihleri arasında koroner stent yerleştirilen ve sonraki bir yıl içinde kontrol koroner anjiyografisi yapılan 285 hastadaki 315 stent geriye dönük olarak incelendi. İşlem öncesi tam kan sayımı, rutin biyokimyasal incelemeler ve CRP düzeyleri kaydedildi. Koroner anjiyografik değerlendirme kantitatif koroner anjiyografi ile yapıldı.
BULGULAR: Genel yeniden daralma oranı %10.2 idi. Stentler stent içi yeniden daralma varlığı bakımından analiz edildiğinde, yeniden daralma grubunda diyabetik ve sigara içenler daha fazlaydı; CRP düzeyleri daha yüksekken N/L, RDW, eozinofil, monosit, MPV, ÜA, total bilirubin düzeyleri bakımından fark yoktu. Tek yönlü regresyon analizinde, diyabet, CRP, stent uzunluğu ve çapı, işlem öncesi daralma yüzdesi, işlem öncesi en düşük lümen çapı, işlem sonrası rezidüel daralma yüzdesi, işlem sonrası referans damar çapı ve en düşük lümen çapı stent içi yeniden daralmanın öngördürücüleriydi. Çok değişkenli regresyon analizinde ise sadece diyabet ve işlem sonrası rezidüel daralma yüzdesi bağımsız öngördürücüler olarak saptandı.
SONUÇ: İlaç kaplı stentlerde yeniden daralmayı öngörmede işlem öncesi kanda bakılan hiçbir parametrenin yararı olmamıştır; ancak, diyabet ve işlem sonrası rezidüel darlık miktarı esas belirleyiciler olarak ön plana çıkmıştır.
OBJECTIVE: Drug-eluting stents (DES) have considerably reduced the rates of in-stent restenosis (ISR). Several studies reported pre-procedural C-reactive protein (CRP), neutrophil to lymphocyte (N/L) ratio, red cell distribution width (RDW), serum uric acid (UA), and mean platelet volume (MPV) as independent predictors of ISR using bare metal stents. This study investigates whether any laboratory parameter obtained before the coronary stenting procedure is associated with ISR using DES in stable coronary artery disease.
METHODS: Three hundred fifteen stents were retrospectively analysed in 285 patients who had undergone coronary stenting and a control coronary angiography within one year of stenting, between January 2012 and April 2014. Pre-procedural complete blood count, biochemistry, and CRP were recorded. Off-line quantitative coronary angiography analysis was performed.
RESULTS: Overall restenosis rate was 10.2%. When the stents were analysed with respect to the presence of ISR, the number of diabetics and smokers was higher in the ISR group. CRP levels were significantly higher in the ISR group, but there were no differences in N/L, monocytes, eosinophils, RDW, MPV, UA, and total bilirubin levels. In the univariate regression analysis, DM, CRP, stent length, stent diameter, pre-procedural diameter stenosis, pre-procedural minimal lumen diameter (MLD), post-procedural residual diameter stenosis, post-procedural reference vessel diameter, and postprocedural MLD were predictors of ISR. However, multivariate regression analysis identified only DM and post-procedural residual stenosis as independent predictors of ISR.
CONCLUSION: Pre-procedural blood parameters do not independently predict ISR in DES, which is mainly determined by the presence of diabetes and post-procedural residual stenosis.

CASE REPORT
8.Dunbar syndrome as an unusual cause of exercise-induced retrosternal pain
Yusuf Karavelioğlu, Macit Kalçık, Taner Sarak
PMID: 26148079  doi: 10.5543/tkda.2015.52563  Pages 465 - 467
Medyan arkuat ligaman T12/L1 vertebra seviyesinde aortik hiatusu çaprazlayan sağ ve sol diyafram kruslarını birbirine bağlayan fibröz bir bağdır. Az sayıda hastada bu ligamanın düşük seviyeli yerleşimi çölyak arterin proksimalinde ciddi darlığa neden olarak çölyak arter bası sendromu olarak bilinen iskemik semptomlara yol açar. Bu durum ayrıca medyan arkuat ligaman sendromu ya da Dunbar sendromu olarak da bilinir. Semptomlar arasında özellikle yemek sonrasında gelişen epigastrik ya da retrosternal ağrı, kilo kaybı, bulantı, kusma, ishal ve iştahsızlık sayılabilir. Ciddi olgularda egzersiz sırasında kan akımının cilde ve kaslara yönlenmesine bağlı olarak gelişen çalma fenomeni sonucunda egzersiz ile ilişkili karın ağrısı gözlenebilir. Bilgisayarlı tomografik anjiyografi mezenter anjiyografi ile birlikte çölyak arter bası sendromu tanısında altın standart tanı yöntemidir. Medyan arkuat ligamanın cerrahi tedavi ile gevşetilmesi genellikle ilk tercih edilen tedavi seçeneğidir. Burada yemeklerden sonra olan ve özellikle egzersiz ile şiddetlenen epigastrik bölgeye de yayılan retrosternal ağrı şikayeti ile başvuran 46 yaşında erkek hastada koroner semptomları ile de karışabilecek çölyak arter bası sendromu sunuldu.
The median arcuate ligament is a fibrous band connecting the left and right diaphragmatic crura across the aortic hiatus at the level of the T12/L1 vertebral bodies. The low insertion point of this ligament causes significant stenosis of the proximal portion of the coeliac artery in a small group of patients, and contributes to ischemic symptoms known as coeliac artery compression syndrome (CACS). It is also referred to as median arcuate ligament syndrome or Dunbar syndrome. Symptoms include especially postprandial epigastric or retrosternal pain, weight loss, nausea, vomiting, diarrhea and reduced appetite. In severe cases, exercise related abdominal pain may be caused by steal phenomenon, whereby blood is shunted to the skin and relevant muscles during exercise. Computed tomographic angiography and mesenteric angiography are the gold standard diagnostic modalities to confirm diagnosis of CACS. Surgical therapy with release of the median arcuate ligament usually is the primary treatment of choice. Here, we present a 46-year-old male CACS patient with postprandial and especially exercise- induced retrosternal pain radiating to the epigastric region, which may be misperceived as a coronary symptom.

9.An unusual complication after permanent pacemaker implantation: Methemoglobinemia
Cenk Sarı, Abdullah Nabi Aslan, Serdal Baştuğ, Nihal Akar Bayram
PMID: 26148080  doi: 10.5543/tkda.2015.74780  Pages 468 - 471
Kalıcı kalp pili yerleştirilmesi (KKPY) komplikasyonları az olan, çok güvenilir bir işlemdir. Lokal anestezi altında yapılır ve nispeten karmaşık olmayan bir süreçtir. Bu olguda, tam atriyoventriküler blok nedeniyle KKPY’ye ihtiyaç duyulan ve işlem sonrası lokal anestezi ajanı prilokaine bağlı olağan dışı bir komplikasyon olan methemoglobinemi gelişen 80 yaşında erkek bir hasta sunuldu. Bildiğimiz kadarıyla bu olgu KKPY sonrası gelişen methemoglobinemi ile ilgili literatürdeki ilk olgudur.
Permanent pacemaker implantation (PPI) is usually a very safe procedure with a low complication risk. It is a relatively straightforward process carried out under local anesthetic. This case report presents an 80-year-old male patient who required a permanent pacemaker due to complete atrioventricular (AV) block, and who developed cyanosis and was diagnosed with methemoglobinemia after the pacemaker insertion procedure, in which the local anesthetic prilocaine was administered. To our knowledge, this is the first case in the literature to describe methemoglobinemia developing after PPI.

10.Right ventricular outflow tract tachycardia after an initial dose of amantadine
Cüneyt Kocaş, Yusuf Türkmen, Gökhan Çetinkal, Sait Mesut Doğan
PMID: 26148081  doi: 10.5543/tkda.2015.32885  Pages 472 - 474
Amantadin hidroklorür bir antiviral madde olmasına karşın Parkinson hastalığının tedavisinde de çok etkilidir. Literatürde toksik dozlarda amantadin alımı sonrasında aritmiler bildirilmekle beraber bizim olgumuzda amantadinin ilk dozu sonrasında sağ ventrikül çıkış yolu taşikardisi ortaya çıkmıştır. Kırk yedi yaşında kadın hasta 200 mg amantadin alımı sonrasında çarpıntı ve baş dönmesi yakınmasıyla acil servise başvurdu. Kalp hızı 167/dk olan hastanın 12 derivasyonlu EKG’sinde geniş QRS’li taşikardi mevcuttu. EKG’deki sol dal bloğu ve inferiyor aks sağ ventrikül çıkış yolu taşikardisini düşündürdü. Taşikardi kendiliğinden sonlandı ve sinüs EKG tamamen normale döndü. Yapılan elektrofizyolojik incelemede aritmi uyarılamadı. Bildiğimiz kadarıyla, bu olgu literatürde amantadin kullanımı sonrası sağ ventrikül çıkış yolu taşikardisi geliştiği bildirilen ilk olgudur. Amantadinin diğer kardiyak aritmiler yanında sağ ventrikül çıkış yolu taşikardisine de neden olabilir.
Amantadine hydrochloride is an antiviral agent that is also effective in the treatment of Parkinson’s disease. In the literature, cardiac arrhythmia is reported in toxic doses of amantadine, but in this paper we report a patient with right ventricular outflow tract (RVOT) tachycardia after an initial dose of amantadine. A 47-year-old female patient was admitted to the emergency department with the complaint of palpitation and dizziness after taking 200 mg amantadine. A 12–lead standard ECG showed wide QRS complex tachycardia with a heart rate of 167/min. The wide QRS complex tachycardia had an inferior axis and left bundle branch block morphology, compatible with RVOT ventricular tachycardia (RVOT-VT). Tachycardia terminated spontaneously and sinus ECG was completely normal. No arrhythmia was inducible at the electrophysiological study. To the best of our knowledge, this is the first case in the literature to describe RVOT-VT after amantadine intake. Amantadine may cause RVOT-VT as well as other cardiac arrhythmias.

11.A challenging case of transvenous lead extraction
Tolga Aksu, Tumer Erdem Guler, Kazim Serhan Ozcan, Ismail Erden
PMID: 26148082  doi: 10.5543/tkda.2015.46080  Pages 475 - 477
Öyküsünden 7 yıl önce kalp-içi defibrilatör takıldığı öğrenilen 72 yaşında erkek hasta, cep enfeksiyonu nedeni ile merkezimize kabul edildi. Hasta bir yıl önce başka bir merkezde başarısız elektrot çıkartılması işlemine maruz kalmıştı. Eski sıyrılmış elektrot yerinde bırakılmıştı ve aynı cep üzerinden yeni bir elektrot yerleştirilmişti. Hastanın yeni ve eski elektrotları sırasıyla mekanik dilatör kılıf ve “needle eye snare” yardımı ile çıkartıldı.
A 72-year-old male patient with a 7-year history of cardioverter-defibrillator (ICD) implantation was admitted to our clinic with pocket infection. One year prior to this admission, he had undergone an unsuccessful extraction procedure at another clinic, during which the older broken ICD lead had been left in place and a newer ICD lead implanted via the same pocket. The newer and older leads were extracted by mechanical dilator sheath and needle eye snare respectively.

12.Retrograde recanalisation of popliteal artery occlusion
Mehmet Ali Astarcıoğlu, Taner Şen, Halil İbrahim Durmuş, Basri Amasyalı
PMID: 26148083  doi: 10.5543/tkda.2015.45380  Pages 478 - 480
Kritik alt ekstremite iskemisinin artan prevalansı sıklıkla kompleks tibioperoneal obstrüktif hastalık ve artan amputasyon oranları ile ilişkilidir. Bu yazıda, geleneksel yöntemlerin başarısız olduğu zor olgularda başarılı olan, az kullanılan ve değerli bir teknikle ilgili yakın zamandaki deneyimimizi aktardık.
The increasing prevalence of critical lower limb ischemia is frequently associated with complex tibioperoneal obstructive disease and a high rate of amputation. In this article, we report our recent experience in order to highlight this valuable and underutilised technique, which proved successful in a complicated case where a conventional approach failed.

13.Conservative management of a left ventricle cardiac fibroma in an asymptomatic child patient
Handan Ünsal, Enver Ekici
PMID: 26148084  doi: 10.5543/tkda.2015.25295  Pages 481 - 483
Çocuk ve infantlarda nadir görülen primer kalp tümörleri çoğunlukla iyi huyludur. Rabdomiyomdan sonra en sık görülen iyi huylu kalp tümörü fibromaların insidansı oldukça düşüktür. Fibromalar çıkım yolu obstrüksiyonu, ventrikül fonksiyon bozukluğu ve ciddi aritmi oluşturması durumunda cerrahi müdahale gerektirirler. Bu yazıda dokuz yaşında erkek çocukta saptanan sol ventrikülde yerleşik dev fibroma, nadir görülmesi yanında semptomsuz seyretmesi ve konservatif yaklaşımla izlenebilmesi nedeniyle sunuldu.
Primary cardiac tumors in infancy and childhood are rare and usually benign. Fibroma is the second most common bening cardiac tumor after rhabdomyoma. Surgery is required when fibromas cause ventricular outflow tract obstruction, ventricular dysfunction and life-threatening arrhythmia. This case report describes a 9-year-old asymptomatic male presenting with a giant left ventricular cardiac fibroma who was followed up using conservative treatment.

REVIEW
14.Almanac 2014: congenital heart disease
Peter C. Kahr, Gerhard-paul Diller
PMID: 26148085  Pages 484 - 493
This Almanac summarises important congenital heart disease articles published between 2012 and 2014 in Heart and other major cardiac journals. It highlights what the authors perceive to be highly relevant articles in the field. While the aim was to provide a comprehensive overview of the area, a focus on certain areas of interest was required.
The selection is, therefore, by necessity a subjective one.

CASE IMAGE
15.Right atrial myxoma causing distortion of interventricular septum in diastole
Rezvaniyeh Salehi, Leili Pourafkari, Behrouz Shokouhi, Nader D Nader
PMID: 26148086  doi: 10.5543/tkda.2015.48202  Page 494
Abstract |Full Text PDF | Video

16.A case of Klippel-Feil syndrome with congenital cardiovascular anomalies
Emrah Bayam, Macit Kalçık, Mahmut Yesin, Mehmet Özkan
PMID: 26148087  doi: 10.5543/tkda.2015.99389  Page 495
Abstract |Full Text PDF

17.Giant left ventricular metastasis of uterine leiomyosarcoma mimicking acute coronary syndrome
Veysel Özgür Barış, Özgür Ulaş Özcan, Demet Menekşe Gerede, Veysel Kutay Vurgun
PMID: 26148088  doi: 10.5543/tkda.2015.68623  Page 496
Abstract |Full Text PDF | Video

18.An elderly patient with atresia of the left main stem
Mustafa Topuz, Yücel Çölkesen, Mehmet Çoşgun, Murat Çaylı
PMID: 26148089  doi: 10.5543/tkda.2015.40072  Page 497
Abstract |Full Text PDF | Video

19.Right arcus aorta and Kommerell diverticulum: A rare challenge encountered as a consequence of increaesed left radial artery interventions
Ekrem Güler, Gamze Babur Güler, Türkay Sarıtaş, Bilal Boztosun
PMID: 26148090  doi: 10.5543/tkda.2015.23934  Page 498
Abstract |Full Text PDF

OTHER ARTICLES
20.Answers of specialist
Gülten Taçoy
Pages 499 - 501
Abstract |Full Text PDF

21.Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Page 502
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.