ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 43 (2)
Volume: 43  Issue: 2 - March 2015
ORIGINAL ARTICLE
1.Increased level of red cell distribution width is associated with poor coronary collateral circulation in patients with stable coronary artery disease
İrfan Şahin, Ahmet Karabulut, Adnan Kaya, Barış Güngör, Ilhan Ilker Avcı, Ertugrul Okuyan, Mehmet Mustafa Can, Serhat Sığırcı, Burak Ayça, Mustafa Hakan Dinckal
PMID: 25782116  doi: 10.5543/tkda.2015.24819  Pages 123 - 130
Amaç: Hematolojik parametrelerin kardiyovasküler hastalıklarla ilişkisi ve prognostik önemleri gösterilmiştir. Bu çalışmada eritrosit dağılım genişliği (EDG), nötrofil lenfosit oranı (NLO) ve ortalama trombosit hacmi (OTH), yetersiz koroner kollateral dolaşımı (KKD) ve iyi gelişmiş KKD olan hastalarda karşılaştırılmıştır.
Çalışma planı: Kararlı koroner arter hastalığı (KAH) olan 326 kişi geriye dönük olarak incelendi. KKD değerlendirilmesi Rentrop sınıflandırılması kullanılarak yapıldı. Yetersiz KKD grubuna Rentrop 0-1 kollateral dolaşımı olan, iyi gelişmiş KKD grubuna Rentrop 2-3 kollateral dolaşımı olan hastalar alındı.
Bulgular: Yetersiz KKD grubunda 171 olgu (%84 erkek, ortalama yaş 56.6±10.4 yıl), iyi gelişmiş KKD grubunda 155 olgu (%89 erkek, ortalama yaş 57.6±9.7) bulunmaktaydı. Yetersiz KKD grubunda >%95’den fazla darlık bulunan toplam damar sayısı (1.1±0.5 ve 1.0±0.4, p=0.64) ve Gensini skoru (84.4±38.8 ve 83.3±37.4; p=0.83) iyi gelişmiş KKD grubundan yüksek değildi. Hematolojik parametrelere bakıldığında, sadece EDG düzeyinin, yetersiz KKD grubunda anlamlı olarak daha yüksek olduğu bulundu (14.19±1.36 ve %13.89±%1.19, p=0.04). Çoklu değişkenli lojistik regresyon analizinde artmış EDG ve LDL-kolesterol düzeylerinin yetersiz KKD’nin bağımsız belirleyicisi olduğu saptandı (sırasıyla, OR 1.73, %95 CI: 1.30-2.29, p=0.01 ve OR 1.01 %95 CI 1.002-1.02; p=0.02).
Sonuç: Çalışmamızda hematolojik parametrelerden sadece EDG ile yetersiz KKD arasında bağımsız bir korelasyon olduğu saptanmıştır.
Objectives: Previous studies have shown the association between various hematological parameters and cardiovascular diseases, and their prognostic value. In this study, we compared red cell distribution width (RDW), neutrophil lymphocyte ratio (NLR) and mean platelet volume (MPV) measurements among patients with poor coronary collateral circulation (CCC) and well-developed CCC.
Study design: 326 patients with stable coronary artery disease (CAD) were evaluated retrospectively. CCC was graded by using the Rentrop classification. The poor CCC group included patients with Rentrop 0-1 CCC, and the good CCC group included Rentrop 2-3 CCC.
Results: There were 171 subjects (84% male; mean age 56.6±10.4 years) in the poor CCC group, and 155 subjects (89% male; mean age 57.6±9.7 years) in the good CCC group. The total number of vessels with >95% stenosis (1.1±0.5 vs. 1.0±0.4; p=0.64) and Gensini scores (84.4±38.8 vs. 83.3±37.4; p=0.83) was not higher in the poor CCC group compared to the good CCC group. RDW was significantly higher in the poor CCC group compared to the good CCC group (14.19±1.36% vs. 13.89±1.19%; p=0.04). In multivariate logistic regression analysis, elevated levels of RDW and LDL were found to be independent predictors of poor CCC (OR 1.73, 95% CI: 1.30-2.29, p=0.01 and OR 1.01 95% CI 1.002-1.02; p=0.02, respectively).
Conclusion: In the present study, poor CCC was found to be independently correlated with RDW, but not with any other hematological parameters in patients with stable CAD.

2.Evaluation of malnutrition with blood ghrelin and fecal elastase levels in acute decompensated heart failure patients
Mustafa Özcan, Güzin Zeren Öztürk, Murat Köse, Samim Emet, Şengül Aydın, Kadem Arslan, Yücel Arman, Vakur Akkaya, Tufan Tükek
PMID: 25782117  doi: 10.5543/tkda.2015.06606  Pages 131 - 137
Amaç: Ekzokrin pankreas fonksiyon bozukluğu ileri kalp yetersizliği durumlarında malnütrisyon ve iştahsızlığa neden olabilir. Çalışmamızda beslenme değerlendirmesi hafif veya orta/şiddetli kalp yetersizliği tanısı bulunan hastalar üzerinde yapıldı. Pankreasın ekzokrin fonksiyonunun bir göstergesi olan fekal elastaz ve yine bir iştah hormonu olan ghrelin düzeylerinin kalp yetersizliğinde malnütrisyonla ilişkisi değerlendirildi.
Çalışma planı: Gözlemsel çalışmaya akut dekompanse kalp yetersizliği (ADKY) nedeniyle hastaneye yatırılan 18 yaş üstü 52 hasta (32 erkek, 20 kadın) dahil edildi. Aynı yaş grubunda 31 (16 erkek, 15 kadın) sağlıklı kişi de kontrol grubu olarak alındı. New York Kalp Derneği (New York Heart Association - NYHA) evre 1 ve evre 2 hastalar hafif ADKY, NYHA evre 3 ve evre 4 hastalar orta/şiddetli ADKY olarak gruplandırıldı. Dışkı ve kan örnekleri alındı. ADKY’li hastalarda ekzokrin pankreas fonksiyonları ve malnütrisyon ile ilişkisi değerlendirildi. İstatistiksel analiz Tukey testi, bağımsız örneklem t-testi, Kruskal- Wallis testi, Mann-Whitney U-testi, ki-kare testi ve Pearson çift değişkenli korelasyon analizi kullanılarak yapıldı.
Bulgular: Orta/şiddetli ADKY’li hastalarda kontrol grubu ile kıyaslandığında önemli ölçüde azalmış fekal elastaz düzeyleri bulundu (Kontrol 278.9±144.8, hafif ADKY: 336.6±181.7, orta/şiddetli ADKY: 168.7±153.6, p=0.002). Orta/şiddetli ADKY’li 10 hastada (%50) ağır, 4’ünde (%20) orta ve 6’sında (%30) hafif pankreas yetersizliği vardı. Ghrelin seviyeleri kontrol grubunda ve hafif ADKY’li hastalarda (69.7±34.6, 82.5±48.2) orta/şiddetli ADKY’li hastalardakine (105.0±78.1) kıyasla daha düşük idi ancak fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0.361).
Sonuç: Fekal elastaz ve ghrelin hormon düzeyleri ADKY’li hastalarda malnütrisyonun saptanmasına katkıda bulunabilir.
Objectives: Exocrine pancreatic dysfunction may contribute to malnutrition and lack of appetite in the advanced stages of heart failure. Nutritional assessment was carried out on patients diagnosed with mild or moderate/severe heart failure. Fecal elastase levels are an indicator of pancreatic exocrine function and ghrelin is an appetite hormone which is also investigated for its contribution to malnutrition.
Study design: This is an observational study. 52 patients (32 males, 20 females) aged over eighteen years and hospitalized for acute decompensated heart failure (ADHF) were included in the study. They were compared with 31 people (16 male, 15 female) of the same age as Control Group (C). Patients in New York Heart Association (NYHA) stages 1 and 2 were grouped as mild (miADHF), while those in NYHA stages 3 and 4 were grouped as moderate/severe ADHF (seADHF). Fecal and blood samples were taken at admission. In ADHF patients, exocrine pancreatic functions and their relationship with malnutrition were evaluated. Statistical analyses were performed using Tukey’s test, the independent-sample t-test, the Kruskal-Wallis test, the Mann-Whitney U-test, the chisquare test and Pearson’s bivariate correlation analysis.
Results: Significantly decreased fecal elastase levels were found when moderate/severe ADHF patients and the control group were compared. (C 278.9±144.8, miADHF 336.6±181.7, seADHF 168.7±153.6, p=0.002). 10 seADHF patients (50%) had severe, 4 (20%) moderate, and 6 (30%) mild pancreatic insufficiency. Ghrelin levels were higher in seADHF patients compared to C and miADHF patients (C 69.7±34.6, miCHF 82.5±48.2, SeADHF 105.0±78.1 p=0.361).
Conclusion: Fecal elastase and ghrelin hormone levels can contribute to the determination of malnutrition in ADHF patients.

3.Chronic inhibition of tumor necrosis factor-α with infliximab improves myocardial deformation in parallel with aortic elasticity in rheumatoid arthritis
Birgül Ay, Mustafa Gökhan Vural, Ahmet Göktuğ Ertem, Göksel Çağırcı, Ramazan Akdemir, Tolga Han Efe, Göksal Keskin, Ekrem Yeter
PMID: 25782118  doi: 10.5543/tkda.2015.07337  Pages 138 - 148
Amaç: Bu çalışmada, infliksimab’ın (TNFα’ya karşı monoklonal antikor) romatoid artritli (RA) hastalarda miyokart deformasyonu ve aort esnekliğine olan etkisini ve miyokart deformasyonu ile aort esnekliği arasındaki ilişkiyi araştırdık.
Çalışma planı: Çalışmaya romatoid artritli 38 kadın ve sağlıklı 30 kontrol olgusu alındı. RA’lı hastaların 20’sine infliksimab 18’ine prednizolon tedavisi uygulandı. Tedavi öncesi ve sonrasında speckle tracking ekokardiyografi ile sol ventrikül (SV) uzunlamasına, çevresel ve ışınsal strain, sistolik strain hızı ve erken diyastolik strain hızı; M-mod ekokardiyografi ile de aort esnekliği ölçüldü.
Bulgular: Romatoid artritli hastalarda kontrol grubuna göre SV sistolik uzunlamasına bazal-, mid-, ve apikal strain; sistolik mid- ve apikal strain hızı; bazal-, mid- ve apikal erken strain hızı; çevresel sistolik apikal strain ve sistolik strain hızı azalmış olarak bulundu. Bazale göre karşılaştırıldığında infliksimab tedavisi aortik strain ve aort gerginliğini artırırken, aortik β indeksini azalttı. Prednizolon tedavisi ile aort esnekliği parametrelerinde değişiklik olmadı. İnfliksimab tedavisi ile uzunlamasına bazal- ve apikal strain, bazal-, mid- ve apikal sistolik ve diyastolik strain hızları, çevresel bazal sistolik strain, ışınsal mid- ve apikal strain ve apikal strain hızı arttı. İnfliksimab tedavisi ile aort esnekliği miyokart deformasyonuna paralel olarak iyileşirken, prednizolon tedavisi ile böyle bir düzelme görülmedi.
Sonuç: Romatoid artritli hastalarda miyokart deformasyonu mevcut olup bu durum aort sertliği ile ilişkilidir. Uzun süreli TNFα inhibisyonu SV deformasyonu ile birlikte aort esnekliğini de düzeltir.
Objectives: This study investigated the effects of infliximab, a monoclonal antibody against TNFα, on myocardial deformation and aortic elasticity in patients with rheumatoid arthritis (RA), and the association of aortic elasticity with myocardial deformation.
Study design: 38 female rheumatoid arthritis (RA) patients and 30 healthy controls were included in the study. Twenty patients received infliximab and 18 patients received prednisolone. Left ventricular (LV) longitudinal, circumferential and radial strain, systolic strain rate and early diastolic strain rate using speckletracking echocardiography, and aortic elasticity using M-mode echocardiography were assessed at baseline and post-treatment.
Results: LV systolic longitudinal basal-, mid-, and apical strain, systolic mid- and apical strain rate, basal-, mid- and apical early strain rate, circumferential systolic apical strain and systolic strain rate were reduced in RA patients compared to controls. Compared to baseline, infliximab treatment increased aortic strain, aortic distensibility and decreased aortic β index. No significant aortic elastic changes were observed with prednisolone treatment. Longitudinal basal- and apical strain, basal-, mid- and apical systolic and diastolic strain rates, circumferential basal systolic strain, radial mid- and apical strain and apical strain rate were increased following infliximab treatment. Infliximab treatment improves aortic elasticity in parallel to myocardial deformation, but no significant association was observed following prednisolone treatment.
Conclusion: Myocardial deformation is impaired in RA patients and is related to aortic stiffness. Chronic inhibition of TNFα improves LV deformation in association with aortic elasticity.

4.Association of fragmented QRS complexes on ECG with left ventricular diastolic function in hypertensive patients
Hasan Kadı, Ayşe Kevser Demir, Köksal Ceyhan, İbrahim Halil Damar, Kayıhan Karaman, Çağrı Zorlu
PMID: 25782119  doi: 10.5543/tkda.2015.04495  Pages 149 - 156
Amaç: Hipertansiyonlu hastalarda diyastolik fonksiyon bozukluğu interstisiyel fibrozun bir sonucudur. EKG’de fragmente QRS (fQRS) farklı klinik durumlarda miyokart fibrozunu gösterir. Bu çalışmada, hipertensiyonlu hastalarda fQRS’nin ciddi diyastolik fonksiyon bozukluğuyla ilişkisi olup olmadığı araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya koroner anjiyografisi normal olan 72 hipertansiyonlu hasta alındı. Fragmente QRS, majör koroner arterin beslediği alanda en az iki ardışık derivasyonda ek bir R dalgasının varlığı (R’), R veya S dalgasının çentiklenmesi ya da fragmentasyonu olarak tarif edildi. Diyastolik fonksiyon bozukluğunu belirlemek için tüm hastalara ekokardiyografi yapıldı. Normal diyastolik işlevler veya evre 1 diyastolik işlev bozukluğu ağır olmayan, evre 2 veya üstü diyastolik işlev bozukluğu ise ağır diyastolik işlev bozukluğu olarak kabul edildi.
Bulgular: Hastaların 32’sinde EKG’de fQRS mevcut iken (fQRS [+] grup), 40 hastada yoktu (fQRS [–] grup). Her iki grup bazal özellikler bakımından benzerdi. fQRS (+) grupta ciddi diyastolik fonksiyon bozukluğu daha fazla bulundu (%59.4 ve %7.5, p<0.001). Hipertansiyonun süresi fQRS (+) grupta daha uzun idi (p<0.001). EKG’de fQRS’nin varlığının ciddi diyastolik fonksiyon bozukluğunun bir belirteci olduğu bulundu (B=1.954; odds oranı=7; %95 güven aralığı=1.4-35.4; p=0.018).
Sonuç: Hipertansiyonlu hastalarda EKG’de fQRS komplekslerinin varlığı ciddi diyastolik fonksiyon bozukluğu için bir belirteçtir.
Objectives: Diastolic dysfunction occurs as a result of interstitial fibrosis in hypertensive patients. Fragmented QRS (fQRS) on ECG signifies myocardial fibrosis in various clinical situations. We investigated whether fQRS on ECG is related to diastolic dysfunction in patients with hypertension.
Study design: The study population included 72 hypertensive patients with normal coronary angiogram. Fragmented QRS was defined as the presence of an additional R wave (R’), notching of the R or S wave or fragmentation in two contiguous leads corresponding to a major coronary artery. Echocardiography was performed to all patients to detect diastolic dysfunction. Diastolic dysfunction was regarded as non-severe if patients had normal diastolic function or grade 1 diastolic dysfunction or severe if they had grade ≥2 diastolic dysfunction.
Results: Thirty-two patients had fQRS on ECGs (fQRS [+] group) and there were 40 patients who did not have fQRS on their ECGs (fQRS [-] group). The two groups were similar in terms of baseline characteristics. In patients with fQRS on the ECG, severe diastolic dysfunction was more prevalent (59.4% vs. 7.5%, p<0.001). The duration of hypertension was longer in patients with fQRS on the ECG (p<0.001). The presence of fQRS on the ECG was an indicator for severe diastolic dysfunction (B=1.954; odds ratio=7; 95% confidence interval=1.4-35.4; p=0.018).
Conclusion: The presence of fQRS complexes on ECG predicts more severe diastolic dysfunction in patients with hypertension.

5.The importance of hematologic indices in the risk stratification of patients with acute decompensated systolic heart failure
Nihat Polat, Abdulkadir Yildiz, Mehmet Zihni Bilik, Mesut Aydın, Halit Acet, Hasan Kaya, Muhammet Demir, Mehmet Ali Isik, Sait Alan, Nizamettin Toprak
PMID: 25782120  doi: 10.5543/tkda.2015.76281  Pages 157 - 165
Amaç: Kalp yetersizliğinde bakılan çeşitli hemogram parametrelerinin prognostik önemi olduğu bilinmektedir. Bu çalışmada bu parametrelerden hangilerinin akut dekompanse kalp yetersizliği (ADKY) olan hastalarda 1 yıllık tüm nedenlere bağlı ölümü öngörmede yararlı olduğunu araştırmayı amaçladık.
Çalışma planı: Eylül 2012 ile Mart 2013 tarihleri arasında ADKY tanısıyla hastanemize yatırılan ve ejeksiyon fraksiyonu ≤%40, semptom ve konjesyon bulgusu olan ardışık hastalar geriye dönük olarak çalışmaya alındı. Bir yıl içinde ölüm gözlenen ve gözlenmeyen olarak hastalar iki gruba ayrıldı.
Bulgular: Çalışmaya 119 hasta (ortalama yaş 67±14 yıl; %55 erkek) dahil edildi. Bir yıl sonunda hastaların %29’unun öldüğü saptandı. Ölüm gözlenen grupta hemoglobin, hemotokrit değeri ile trombosit, bazofil ve lenfosit sayısının anlamlı olarak düşük, eritrosit dağılım genişliğinin (EDG) anlamlı olarak yüksek olduğu saptandı. Nötrofil, monosit ve eozinofil sayılarını iki grupta benzer bulduk. Bunun yanında hesaplanmış glomerül filtrasyon hızı (hGFH) düşüklüğü ve anjiyotensin-dünüştürücü enzim inhibitörü/anjiyootensin reseptör blokeri (ADEİ/ ARB) kullanmama 1 yıllık ölümle ilişkili bulundu. Tek değişkenli regresyon analizinde, yaş, hipertansiyon, sağ ventrikül çapı, hGFH, ADEİ/ARB tedavisi, hemoglobin, EDG değeri ile trombosit, lökosit, nötrofil, lenfosit, bazofil, eozinofil ve monosit sayısı anlamlı bulundu. Çok değişkenli regresyon modelinde, 1 yıllık mortalite ile ilişkili bağımsız risk faktörleri olarak lenfosit, trombosit sayısı ve hemoglobin değeri düşüklüğü ile çıkış tedavisinde ACEİ/ARB tedavisi kullanmama parametreleri saptandı (p<0.05).
Sonuç: Hemogram parametrelerinden lenfosit ve trombosit sayısı ile hemoglobin değeri ADKY olan hastalarda tüm nedenlere bağlı 1 yıllık mortaliteyi ön görmede basit, ucuz ve kolay ulaşılabilir bir parametre olarak kullanılabilir.
Objectives: In patients with heart failure, a variety of hemogram parameters are known to be of prognostic significance. This study aimed to investigate which of these parameters is/ are useful in predicting one-year all-cause mortality in patients with acute decompensated heart failure (ADHF).
Study design: Patients who were hospitalized between September 2012-March 2013 in our hospital with systolic-ADHF with ejection fraction ≤40%, symptoms, and findings of congestion were enrolled retrospectively in the study. The study population was divided into two groups based on one-year-mortality.
Results: 119 patients with ADHF (mean-age 67±14 years; 55% male) were enrolled in the study. One-year-mortality occurred in 29% of patients. Hemoglobin levels, platelet, basophil and lymphocyte counts were significantly lower, while red-cell distribution width (RDW) was found to be significantly higher in the one-year-mortality group. Neutrophil, monocyte, and eosinophil counts were similar in the two groups. Furthermore, lower estimated glomerular-filtration-rate (eGFR) and unused angiotensin-converting enzyme inhibitors/angiotensin receptor blockers (ACEI/ARB) were associated with mortality. Age, presence of hypertension, right-ventricular diameter, eGFR, ACE/ARB treatment, hemoglobin levels, RDW and platelet, leukocyte, lymphocyte, basophil, neutrophil, monocyte, and eosinophil-counts were found to have prognostic significance in univariate analysis. In multivariate analysis, decreased platelet, lymphocyte-counts and hemoglobin level on admission and unused ACE/ARB treatment at discharge (p<0.05) were found to be independent factors predicting one-year-mortality.
Conclusion: Among hematological indices; hemoglobin level, platelet and lymphocyte counts are readily available, useful and inexpensive markers for the prediction of one-year allcause mortality in ADHF patients.

LETTER TO EDITOR
6.Predictors of Survival in Heart Failure
Yüksel Çavuşoğlu
PMID: 25782121  doi: 10.5543/tkda.2015.03154  Pages 166 - 168
Heart failure (HF) is a common clinical syndrome associated with an increased risk of mortality. Although, in general, the 1-year mortality rate is reported as 17% in acute HF patients and 7% in chronic HF patients, it largely depends on the severity of the disease and the implementation of appropriate medical therapy.[1] Identifying those patients who have a poor prognosis and for whom intensive pharmacological or device therapy would be most beneficial is of special importance in HF management. Many clinical and laboratory parameters have been identified in predicting survival in patients with HF due to systolic dysfunction (Table 1). The most frequently used predictors of survival are direct or indirect measures of the severity of cardiac dysfunction. In addition to these cardiac parameters, comorbid conditions and the underlying cause of HF are known to be important determinants of poor prognosis.

ORIGINAL ARTICLE
7.An epidemiological study to evaluate the use of vitamin K antagonists and new oral anticoagulants among non-valvular atrial fibrillation patients in Turkey- AFTER*-2 study design
Faruk Ertas, Hasan Kaya, Abdulkadir Yildiz, Vedat Davutoglu, Abdulkadir Kiris, Lale Dinc, Habibe Kafes, Anil Avci, Bekir Calapkorur, Gokhan Ertas, Mehmet Gul, Nuray Kahraman Ay, Serkan Bulur, Mine Durukan
PMID: 25782122  doi: 10.5543/tkda.2015.35984  Pages 169 - 177
Amaç: Atriyum fibrilasyonu (AF) önlenebilir iskemik inmenin en sık nedenlerinden biri olup artmış kardiyovasküler morbidite ve mortaliteyle ilişkilidir. Ülkemizde yeni oral antikoagülan kullanım sıklığı, vitamin K antagonisti kullanan hastalarda Uluslararası Düzeltme Oranı’nın (INR) etkin düzeyde kalma oranı ve AF tedavi yönetimi ile ilgili büyük bir çalışma mevcut değildir. Bu çok merkezli çalışmada amacımız nonvalvüler AF hastalarında epidemiyolojik verilerin analizi, takibi ve değerlendirilmesidir.
Çalışma planı: Kırk iki merkezden elektrokardiyografisinde en az bir defa AF atağı tespit edilmiş ardışık 4100 erişkin hasta çalışmaya alınacaktır. Romatizmal mitral darlığı ve protez kapak hastalığı olan AF hastaları çalışmaya alınmayacaktır. Hastalar birinci yılın sonunda majör kardiyak sonlanım noktaları (ölüm, geçici iskemik atak, inme, sistemik tromboembolizm, majör kanama ve hastane yatışı) açısından değerlendirilecektir.
Bulgular: İlk sonuçlar Haziran 2015 yılında bekleniyor. Majör kardiyak sonlanım noktaları açısından veriler Ocak 2016’da elde edilecektir.
Sonuç: AFTER-2 çalışması ile ülkemizdeki non-valvüler AF hastalarının oral antikoagülan tedavi kullanım sıklığı ve çeşidi, varfarin alan hastalarda etkin INR düzeylerinde kalma oranı ve benimsenen tedavi yönetimi belirlenecektir. Ayrıca, ülkemizde AF’li hastalarda majör istenmeyen olay sıklığı ve bu olayların bağımsız belirteçleri de ortaya çıkarılacaktır (AFTER-2 Study ClinicalTrials.gov number, NCT02354456).
Objectives: Atrial fibrillation (AF) is one of the most common causes of preventable ischemic stroke and is related to increased cardiovascular morbidity and mortality. There is a lack of data in Turkey on the use of new oral anticoagulants (NOACs), and time in therapeutic INR range (TTR) in vitamin K antagonist users and AF management modality. In this multi-center trial, we aimed to analyze, follow and evaluate the epidemiological data in non-valvular AF patients.
Study design: Four thousand one hundred consecutive adult patients from 42 centers with at least one AF attack identified on electrocardiography will be included in the study. Patients with rheumatic mitral valve stenosis and prosthetic valve disease will be excluded from the study. At the end of one year, the patients will be evaluated in terms of major cardiac end points (death, transient ischemic attack, stroke, systemic thromboembolism, major bleeding and hospitalization).
Results: First results are expected in June 2015. Data about major cardiovascular end-points will be available in January 2016.
Conclusion: The rates and kind of oral anticoagulant use, TTR in vitamin K antagonist users and main management modality applied in non-valvular AF patients will be determined by AFTER-2 study. In addition, the rate of major adverse events (MACEs) and the independent predictors of these MACEs will be detected (AFTER-2 Study ClinicalTrials.gov number, NCT02354456.).

CASE REPORT
8.Acute inferior myocardial infarction after electrical weapon exposure: case report and review of the literature
Erdal Belen, Fatih Fahri Tipi, Akif Bayyiğit, Ayşen Helvacı
PMID: 25782123  doi: 10.5543/tkda.2015.79328  Pages 178 - 181
Elektrikli silah kullanımı hem kanun güçleri çalışanları hem de sivil toplumda hızla artmaktadır. Genel olarak güvenli cihazlar olarak bilinse de minimal komplikasyonlar görülebilmektedir. Fakat ölümcül komplikasyonlar çok nadirdir. Bu yazıda, elektrikli silaha maruz kalmasıyla birlikte göğüs ağrısı başlayan hastada akut alt duvar miyokart enfarktüsü saptandı. Bu gibi durumlarda, birden fazla faktör göz önüne alınmalıdır, tedavi seçimi ve takip şeklimizi de ona göre belirlemeliyiz.
The use of conducted electrical weapons (CEWs) by legal security forces and in civil society is rapidly increasing. While they are generally considered safe devices, and fatal complications are rare, it is possible to see a small number of complications. In the present case, we describe the detection of acute inferior myocardial infarction in a patient who experienced chest pain after being exposed to a CEW. In such cases, multiple factors should be considered, and the choice of treatment and follow-up should be decided accordingly.

9.Transjugular approach for radiofrequency ablation of permanent junctional reciprocal tachycardia in a newborn with bilateral femoral vein thrombosis
Mustafa Gülgün, Tevfik Karagöz, Hakan Hayrettin Aykan, İlker Ertuğrul
PMID: 25782124  doi: 10.5543/tkda.2015.76301  Pages 182 - 184
Radyofrekans kateter ablasyonu supraventriküler taşikardisi olan bazı çocuklarda ilk tercih edilen tedavi olmasına rağmen, küçük çocuklarda kullanımı sınırlıdır. Bu yazıda çoklu ilaç tedavisine yanıt vermeyen sürekli kavşak resiprokal taşikardisi olan ve her iki femoral vende tromboz olduğundan juguler ven yoluyla radyofrekans ablasyonu yapılan bir prematüre yenidoğan olgusu sunduk. Biz, damar yoluyla erişimi sınırlı olan tıbbi tedaviye yanıtsız supraventriküler taşikardili yenidoğanlarda, alternatif bir tedavi olarak transjuguler yaklaşım ile radyofrekans ablasyonun uygulanabileceğini düşünüyoruz.
Although radiofrequency ablation is the first line therapy in some children with supraventricular tachycardia, its application in small children is still limited. Herein, we presented a premature newborn diagnosed as multidrugresistant permanent junctional reciprocal tachycardia, and treated by radiofrequency ablation via the jugular vein approach because of bilateral femoral vein thrombosis. We think that when there is limited vascular access, the transjugular route for radiofrequency ablation might be considered as an alternative treatment in newborns with multidrugresistant supraventricular tachycardia.

10.Delayed right-ventricular perforation by pacemaker lead; a rare complication in a 12-year-old girl
Hayrettin Hakan Aykan, Alper Akın, İlker Ertuğrul, Tevfik Karagöz
PMID: 25782125  doi: 10.5543/tkda.2015.98372  Pages 185 - 187
Doğuştan kalp hastalıklarının tanı ve tedavi yöntemlerindeki gelişmeler kalıcı kalp pili ve kalp içi defibrilatörü yerleştirme gereksinimlerinde de artış ile sonuçlanmıştır. Girişimlere bağlı akut (pnömotoraks, perikart sıvısı, kalp delinmesi, vb) ve geç (enfeksiyon, subklaviya veni trombozu, sensing ve pacing problemleri, batarya erozyonu ve kalp delinmesi) dönemde olmak üzere değişik komplikasyonlar görülebilmektedir. Bu yazıda, kalp pili yerleştirilmesinden iki yıl sonra ortaya çıkan kalp delinmesi olgusu nadir görülmesi nedeniyle sunuldu.
Developments in the diagnosis and treatment of congenital heart diseases have led to an increase in the need for intracardiac pacemaker and implantable cardioverter defibrillator (ICD) implantation. Various complications related to these interventions can be seen in the short term (pneumothorax, pericardial effusion, cardiac perforation, etc…) and in the long term (infection, subclavian vein thrombosis, sensing and pacing problems, battery erosion and cardiac perforation). In this report, we present a rare case of cardiac perforation occurring 2 years after pacemaker implantation.

11.Ventriculer fibrillation due to Prinzmetal angina in a pregnant patient
Ahmet Gündeş, Ahmet Çelik, İsmail Türkay Özcan, Ahmet Çamsarı
PMID: 25782126  doi: 10.5543/tkda.2015.88555  Pages 188 - 191
Prinzmetal anjina ya da vazospastik anjina olarak da adlandırılan variyant anjina, anjina pektoris ataklarıyla ve elektrokardiyografide ST segment yüksekliği ile karakterize, genellikle istirahatte ve sıklıkla gece yarısı veya sabah erken saatlerde ortaya çıkan klinik bir durumdur. Anjina çoğunlukla büyük koroner arterlerde yüksek derecede darlıkla sonuçlanan fokal bir spazm nedeniyle oluşur ve bazı hastalarda miyokart enfarktüsü gelişebilir. Bu yazıda, 18 haftalık gebe bir hastada ventrikül fibrilasyonu ve kalp durmasına sebep olmuş Prinzmetal anjina olgusu sunuldu.
Variant angina, which is also referred to as prinzmetal or coronary vasospastic angina, is a clinical entity characterized by episodes of angina pectoris, usually at rest and often between midnight and early morning, in association with ST-segment elevation on the electrocardiogram. Angina is usually caused by focal spasm of a major coronary artery resulting in a high-grade obstruction, and myocardial infarction may develop in some cases. We report a prinzmetal angina which caused ventricular fibrillation and cardiac arrest in an 18-week pregnant woman.

12.Simultaneous transcatheter closure of intralobar pulmonary sequestration and patent ductus arteriosus in a patient with infantile Scimitar syndrome
Eyup Aslan, Ibrahim Cansaran Tanidir, Murat Saygi, Sertac Hanedan Onan, Alper Guzeltas
PMID: 25782127  doi: 10.5543/tkda.2015.56958  Pages 192 - 195
Scimitar sendromu, sağ akciğer sekestrasyonunun abdominal aortadan çıkan arterler tarafından kanlandırıldığı ve inferiyor vena kavaya anormal venöz drenaj ile ilişkili nadir bir hastalıktır. İnfantil formu genellikle ağır kalp yetersizliği, pulmoner hipertansiyon ve solunum güçlüğü ile karşımıza çıkar. Atriyal septal defekt, ventriküler septal defekt, patent duktus arteriyozus ya da karmaşık yapısal kalp hastalıkları gibi çeşitli kalp-içi patolojilerle birliktelik gösterebilmektedir. Bu yazıda, kateter yoluyla patent duktus arteriyozus kapatılması ve anormal sistemik arteryel kaynağın embolizasyonu ile pulmoner arter basıncında azalma görülen Scimitar sendromlu iki aylık bir kız hastayı sunduk.
Scimitar syndrome is a rare disease associated with a right lung sequestration vascularised by arteries arising from the abdominal aorta and abnormal venous drainage into the inferior vena cava. The infantile form is generally presented with severe heart failure, pulmonary hypertension and respiratory distress. It may be associated with various intracardiac defects, including atrial septal defects, ventricular septal defects, patent ductus arteriosus or more complicated structural congenital heart defects. Here, we present a 2-month-old girl with Scimitar syndrome whose pulmonary arterial pressure decreased after transcatheter patent ductus arteriosus closure and embolization of the anomalous systemic arterial supply.

13.Hypoglycemia detected during cardiac arrest of a non-diabetic patient with heart failure
İnci Tuğçe Çöllüoğlu, Hüseyin Dursun, Mete Yılmaz, Asım Oktay Ergene
PMID: 25782128  doi: 10.5543/tkda.2015.37808  Pages 196 - 198
Diyabetik olmayan kalp yetersizlikli hastalarda hipoglisemi nadiren saptanır. Kronik pasif konjesyona ikincil gelişen karaciğer fonksiyon bozukluğuna ve azalmış glukoneogeneze bağlı olarak geliştiği düşünülmektedir. Bu yazıda, Duchene musküler distrofisi olan ve dekompanse kalp yetersizliği ve implante edilebilen kardiyoverter defibrilatör şoklaması nedeniyle hastaneye yatırılmış 23 yaşında bir olgu sunuldu. Başvuru sırasında yapılan laboratuvar incelemesinde karaciğer enzimlerinde hafif derecede yükselme mevcuttu. Kalp yetersizliği tedavisine rağmen klinik durumu bozulan hastada sinüs bradikardisi ve ardından kalp durması gelişti. Beş dakika süren başarılı kardiyopulmoner canlandırma sonrasında bakılan arter kan gazında pH 7.04, bikarbonat 9.3 meq/L ve glukoz 22 mg/dl tespit edildi. Akut metabolik asidoz ve hipoglisemi tedavisi başarılı bir şekilde uygulandı. Bu olgudan yola çıkarak, diyabetik olmayan kalp yetersizliği hastalarında açıklanamayan hipogliseminin muhtemel nedenleri kısa bir literatür derlemesi ile özetlendi.
Hypoglycemia in non-diabetic patients with heart failure is a rare finding. It is thought to be caused by hepatic dysfunction secondary to chronic passive congestion, and reduced gluconeogenesis. In this report we present a 23-year-old man with a history of Duchenne muscular dystrophy hospitalized for decompensated heart failure and implantable cardioverter defibrillator shock. Laboratory examination on admission showed slightly elevated levels of hepatic enzymes. Despite the therapy for heart failure the patient’s clinical status deteriorated, and sinus bradycardia and then cardiac arrest occured. After successful 5-minute cardiopulmonary resuscitation, an arterial blood sample revealed metabolic acidosis with a level of pH 7.04, bicarbonate 9.3, and glucose of 22 mg/dl. Acute treatment of metabolic acidosis with hypoglycemia was successfully performed. Based on this case, possible causes of unexplained hypoglycemia in non-diabetic patients with heart failure were described in a short literature review.

REVIEW
14.The Mysterious Light of Dark Chocolate
Tunay Şentürk, Şeyda Günay
PMID: 25782129  doi: 10.5543/tkda.2015.70360  Pages 199 - 207
Kardiyovasküler hastalıkların önlenmesinde ve tedavi yaklaşımlarında diyet önemli yer tutmaktadır. Özellikle siyah çikolatanın endotel fonksiyonlarını, lipit profilini iyileştirdiği ve trombosit fonksiyonları üzerindeki inhibitör etkileri aracılığıyla kardiyovasküler koruyucu etkileri olduğu gösterilmiştir. Son zamanlarda giderek artan sayıdaki çalışma çikolatanın başta hipertansiyon, koroner arter hastalığı, hiperlipidemi gibi durumlarda yararlı etkilerini ortaya koymaktadır. Bu derleme çikolata/kakaonun içeriği, biyoyararlılığı, kardiyovasküler sistem üzerindeki koruyucu etkileri ve çeşitli kardiyovasküler hastalıklardaki bulguları özetlemektedir.
A healthy diet plays a key role in the prevention and management of cardiovascular diseases. Dark chocolate in particular has been shown to improve endothelial functions and lipid profile and to have cardiovascular protective effects via an inhibitory action on platelet functions. Recently, several studies have demonstrated the beneficial effects of chocolate, primarily on hypertension and other conditions such as coronary artery disease and hyperlipidemia. The present review provides a summary of the ingredients, bioavailability and cardiovascular protective effects of chocolate / cocoa and the published effects of chocolate on a number of cardiovascular diseases.

CASE IMAGE
15.A rare cause of severe aortic valve regurgitation: isolated aortic valve prolapse
Zeki Yüksel Günaydın, Osman Bektaş, Ahmet Karagöz, Ahmet Kaya
PMID: 25782130  doi: 10.5543/tkda.2015.71770  Page 208
Abstract |Full Text PDF | Video

16.A ring-shaped image in the right atrium
Kamil Gülşen, Burak Ayça, Cenk Conkbayır
PMID: 25782131  doi: 10.5543/tkda.2015.54006  Page 209
Abstract |Full Text PDF | Video

17.Multimodality diagnostic imaging of a giant coronary artery aneurysm
Yusuf Karavelioğlu, Macit Kalçık, Emrah Ereren, Mustafa Hakan Zor
PMID: 25782132  doi: 10.5543/tkda.2015.88036  Page 210
Abstract |Full Text PDF

18.Quantification of a left atrial myxoma by three-dimensional speckle-tracking echocardiography (From the MAGYAR-Path Study)
Attila Nemes, Péter Domsik, Anita Kalapos, Tamás Forster
PMID: 25782133  doi: 10.5543/tkda.2015.47817  Page 211
Abstract |Full Text PDF

19.Juxtarenal Leriche Syndrome
Zeki Yüksel Günaydın, Ali Bekir Kurt, Osman Bektaş, Hüsnü Atmaca
PMID: 25782134  doi: 10.5543/tkda.2015.97383  Page 212
Abstract |Full Text PDF

LETTER TO EDITOR
20.Letter to the Editor
Nauman Khalid, Lovely Chhabra, David H Spodick
PMID: 25782135  doi: 10.5543/tkda.2015.71509  Page 213
Abstract |Full Text PDF

OTHER ARTICLES
21.Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Page 214
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.