ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 41 (4)
Volume: 41  Issue: 4 - June 2013
EDITORIAL COMMENT
1.What is new in European Society of Cardiology ST elevation myocardial infarction guideline?
Aylin Yıldırır
PMID: 23760111  doi: 10.5543/tkda.2013.23434  Pages 271 - 274
Gerekli değil
Gerekli değil

ORIGINAL ARTICLE
2.Serum gamma-glutamyltransferase and the burden of atherosclerosis in patients with acute coronary syndrome
Mustafa Duran, Onur Kadir Uysal, Yücel Yılmaz, Özgür Günebakmaz, Hüseyin Arınç, Ramazan Topsakal, Namık Kemal Eryol, Ali Ergin, Abdurrahman Oğuzhan, Mehmet Güngör Kaya
PMID: 23760112  doi: 10.5543/tkda.2013.99896  Pages 275 - 281
Amaç: Bu çalışmada, akut koroner sendromlu (AKS) hastalarda serum gama-glutamiltransferaz (GGT) düzeyi ile ateroskleroz yükü arasındaki ilişki araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya AKS (ST yükselmesi olmayan miyokart enfarktüsü veya kararsız anjina pektoris) tanısı ile kliniğe başvuran ve kabul edildikten sonraki ilk gün içinde koroner anjiyografi yapılan 180 hasta (139 erkek, 41 kadın; ort. yaş 63±11 yıl) alındı. Ateroskleroz yükü tutulan damar sayısı, Gensini skoru ve Syntax skoru ile değerlendirildi. Serum GGT düzeyi enzimatik kalorimetrik test ile ölçüldü.
Bulgular: Yüksek Syntax skoru olan hastalarda (≥33), düşük Syntax skoru (≤22) olan grup ile karşılaştırıldığında diyabetli ve hipertansiyonlu hasta oranı, serum GGT ve kreatinin düzeyleri daha yüksek bulundu. Benzer şekilde, ≥3 damar hastalığı olanlarda diyabetli, hipertansiyonlu ve sigara içen hasta oranı ile yaş, serum glukoz, üre ve GGT düzeyleri daha yüksekti. Korelasyon analizinde serum GGT düzeyleri, Gensini ve Syntax skorları ile, hasta damar sayısı ve kritik lezyon sayısı ile anlamlı ilişkili bulundu (sırasıyla, r=0.378 p<0.001, r=0.301 p<0.001, r=0.159 p=0.036, r=0.355 p<0.001). Çok değişkenli linear regresyon analizi, yüksek GGT düzeyinin yaş (sırasıyla, p=0.001 ve p=0.002) ve glukoz (sırasıyla, p=0.017 ve p=0.012) düzeyi ile birlikte Gensini ve Syntax skorları için (sırasıyla, p=0.029 ve p=0.035) bağımsız bir risk faktörü olduğunu gösterdi.
Sonuç: Akut koroner sendromlu hastalarda hastaneye yatış sırasında ölçülen serum GGT düzeyleri, aterosklerozun yaygınlığı ile ilişkilidir ve GGT yüksekliği ile birlikte görülen kardiyovasküler sonuçları açıklayabilir.
Objectives: We evaluated the relationship between serum gamma-glutamyltransferase (GGT) levels and the burden of atherosclerosis in patients with acute coronary syndrome (ACS).
Study design: This study involved 180 patients (139 male, 41 female; mean age 63±11 years) with the diagnosis of ACS (non- ST elevation myocardial infarction and unstable angina) who underwent coronary angiography on the first day after hospital admission. The burden of atherosclerosis was assessed by the number of involved vessels, and the Gensini and Syntax scores. Serum GGT levels were measured by enzymatic caloric test.
Results: Patients with high Syntax scores (≥33) were more frequently diabetic, hypertensive, and had higher GGT and creatinine levels compared to the patients with low Syntax scores (≤23). Similarly, patients with ≥3 diseased vessels were more frequently diabetic, hypertensive, and smokers. In addition, these patients were older and had higher serum glucose, urea and GGT levels. Correlation analysis revealed that the level of GGT was significantly associated with Gensini and Syntax scores, number of diseased vessels, and the number of critical lesions (r=0.378 p<0.001, r=0.301 p<0.001, r=0.159 p=0.036, r=0.355 p<0.001, respectively). Multivariate linear regression analysis demonstrated that increased GGT level was an independent risk factor for high Gensini and Syntax scores (p=0.029 and p=0.035, respectively), together with age (p=0.001 and p=0.002, respectively) and serum glucose levels (p=0.017 and p=0.012, respectively).
Conclusion: Serum GGT levels on admission are associated with increased burden of atherosclerosis in patients with ACS. This may account for the cardiovascular outcomes associated with increased GGT levels.

3.Editorial: Serum gamma-glutamyltransferase activity and acute coronary syndromes
Hüseyin Bozbaş
PMID: 23760113  doi: 10.5543/tkda.2013.73930  Pages 282 - 283
Abstract |Full Text PDF

4.Serum gamma-glutamyltransferase and the burden of atherosclerosis in patients with acute coronary syndrome
Serkan Öztürk, Alim Erdem, Mehmet Fatih Özlü, Selim Ayhan, Kemalettin Erdem, Mehmet Özyaşar, Yusuf Aslantaş, Mehmet Yazıcı
PMID: 23760114  doi: 10.5543/tkda.2013.00344  Pages 284 - 289
Amaç: Enflamasyonun akut koroner sendrom (AKS) oluşumunda ve ilerlemesinde önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Beyaz kan hücresi ve alt tipleri AKS’li hastalarda enflamasyonun bir göstergesidir. Bu çalışmada, beyaz kan hücresi ve alt tiplerinin <45 yaş genç hastalarda AKS ile ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlandı.
Çalışma planı: Göğüs ağrısı şikâyetiyle acil servise başvuran ST yükselmesi olmayan AKS’li (STYz-AKS) 84 genç (<45 yıl) hastanın (40 ST yükselmesiz miyokart enfarktüslü [STYzME], 44 kararsız anjina pektoris) ve 40 kişilik kontrol grubunun beyaz kan hücresi ve alt tipleri olan nötrofil ve lenfosit oranları geriye dönük olarak incelendi.
Bulgular: STYz-AKS’li hastalarda hipertansiyon, diabetes mellitus, sigara kullanımı ve aile öyküsü anlamlı olarak daha yüksekti. Bu grupta ayrıca LDL seviyeleri anlamlı olarak yüksek ve HDL seviyeleri anlamlı olarak düşük bulundu (p=0.041 ve p=0.009). Gruplar arasında lenfosit oranları anlamlı olarak farklıydı (p=0.048). Tüm gruplar arasında ve STYzME’li ile kararsız anjina pektorisli gruplar arasında N/L oranı anlamlı olarak farklı bulundu (p<0.001 ve p=0.041). Ayrıca, çok değişkenli doğrusal regresyon analizinde hipertansiyonun, nötrofil yüzdesinin ve N/L oranının STYz-AKS için bağımsız öngördürücüler olduğu gösterildi (sırasıyla, beta=0.251, %95 GA=0.002- 0.523, p=0.048; beta=0.561, %95 GA=0.008-0.137, p=0.028 ve beta=0.260, %95 GA=0.042-0.438, p=0.018).
Sonuç: N/L oranı, STYz-AKS’li genç hastalarda kontrol grubundan daha yüksek bulunmuştur. Genç STYz-AKS’li hastalarda enflamasyonun beyaz kan hücreleri ve alt tipleri ile değerlendirilmesi daha da önemli rol oynayabilir.
Objectives: It is well known that inflammation plays a key role in both initiation and propagation of acute coronary syndrome (ACS). White blood cell (WBC) and its subtypes are an indicator of inflammation in patients with ACS. We aimed to evaluate the WBC and its subtypes in patients aged <45 year with acute coronary syndromes.
Study design: We retrospectively analyzed WBC and its subtypes (including neutrophil and lymphocyte) in 84 patients (<45 year) who were admitted to the emergency department for chest pain suggestive of ACS (44 unstable angina pectoris, 40 non-ST-segment elevation myocardial infarction [NSTEMI]), and 40 healthy controls.
Results: Hypertension, diabetes mellitus, smoking, and family history were significantly higher in NSTE-ACS patients. Also, LDL levels was significantly higher and HDL levels was significantly lower in NSTE-ACS patients (p=0.041 and p=0.009). The difference in percent of lymphocytes between the groups was significant (p=0.048). N/L ratio was significantly different between all groups and between the NSTEMI and USAP (p<0.001 and p=0.041). Our results demonstrated that hypertension, percent of neutrophils, and N/L ratio was a significant independent predictor of NSTE-ACS (Beta=0.251, 95% CI=0.002-0.523, p=0.048; beta=0.561, 95% CI=0.008-0.137, p=0.028 and beta=0.260, 95% CI=0.042-0.438, p=0.018, respectively).
Conclusion: N/L was found to be elevated in young patients with NSTE-ACS compared with control group. The inflammation assessed using WBC and its subtypes may be more important in young NSTE-ACS patients.

5.The serum pentraxin-3 is elevated in patients with cardiac syndrome X
Eyüp Büyükkaya, Mehmet Fatih Karakaş, Mustafa Kurt, Sedat Motor, Adnan Burak Akcay, Şule Büyükkaya, Esra Karakaş, Nihat Şen
PMID: 23760115  doi: 10.5543/tkda.2013.20025  Pages 290 - 295
Amaç: Kardiyak sendrom X (KSX), anjina pektoris ve objektif iskemi bulgularına rağmen normal koroner arterlerin saptandığı bir tablodur. KSX ile enflamatuvar belirteçler özellikle de yüksek duyarlıklı C-reaktif protein (hs-CRP) arasındaki ilişki iyi bilinmekte olup pentraksin-3 (PTX-3) ile ilişkisi gösterilmemiştir. Bu çalışmada, PTX-3 ile KSX arasındaki ilişki araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya koroner arter hastalığı (KAH) şüphesi olan toplam 122 hasta (58 kadın, 64 erkek, ortalama yaş 49.6±5.8 yıl) alındı. İskemi bulgusu (efor testi pozitif 50 hasta, miyokart perfüzyon sintigrafisi pozitif 32 hasta) olan hastalara (toplam 82) koroner anjiyografi yapıldı. Normal koroner anjiyografisi olan hastalar (n=41) KSX grubu ve koroner lezyonu olan hastalar (n=41) KAH grubu olarak kabul edildi. İskemi bulgusu olmayan hastalar kontrol grubuna alındı. Her üç grupta PTX-3 ve hs-CRP düzeyleri araştırıldı.
Bulgular: Kardiyak sendrom X grubunda PTX-3 değerleri kontrol grubuna göre yüksek bulundu (0.46±0.16 ve 0.23±0.09 ng/ml, p<0.001). Ancak KSX grubu ile KAH grubu arasında serum PTX-3 ile hs-CRP düzeyleri yönünden anlamlı fark bulunmadı (PTX-3: 0.46±0.16 ve 0.51±0.13 ng/ml, p=0.21; hs-CRP: 1.04±0.45 ve 1.16±0.64 mg/dl, p=0.62). Kontrol grubunda hs-CRP düzeyi (0.73±0.51 mg/dl), KSX (1.04±0.45 mg/dl) ve KAH (1.16±0.64) grubuna göre anlamlı bir şekilde düşük bulundu (sırasıyla, p=0.03 ve p=0.002). PTX-3 ile hs-CRP arasında pozitif bağıntı olduğu gözlendi (r=0.30, p=0.001).
Sonuç: Pentraksin-3 yeni bir enflamatuvar belirteç olup, KSX’li hastalarda iyi bilinen enflamatuvar belirteçlerden olan hs-CRP gibi yükselmektedir. PTX-3, KSX’li hastalarda enflamatuvar durumu yansıtan bir biyobelirteç olabilir.
Objectives: Cardiac syndrome X (CSX) is a clinical entity that is defined as normal coronary arteries with angina pectoris and objective sins of ischemia. The correlation between CSX and inflammatory markers such as high-sensitivity C-reactive protein (hs-CRP) is well established, however an association with pentraxin- 3 (PTX-3) has not been examined. The aim of this study was to investigate the association between PTX-3 and CSX.
Study design: A total of 122 patients (58 female, 64 male, mean age 49.6±5.8 years) with suspected of coronary artery disease (CAD) were included in the study. Those with evidence of ischemia (50 patients with positive treadmill tests, 32 patients with positive myocardial perfusion scintography) underwent coronary angiography (82 patients). Patients with a normal angiogram were considered the CSX group (n=41) and patients with coronary lesions were referred to as the CAD group (n=41). Patients without signs of ischemia served as the control group. Serum PTX-3 and hs-CRP levels were measured in all patients.
Results: The CSX group had significantly increased PTX-3 levels relative to the control group (0.46±0.16 vs. 0.23±0.09 ng/ml, p<0.001). However there were no differences in levels of PTX-3 and hs-CRP between the CSX and the CAD groups (PTX-3: 0.46±0.16 vs. 0.51±0.13 ng/ml, p=0.21; hs- CRP: 1.04±0.45 vs. 1.16±0.64 mg/dl, p=0.62). The control group had significantly lower hs-CRP levels (0.73±0.51 mg/ dl) when compared to the both CSX and CAD groups (p=0.03 and p=0.002, respectively). Serum PTX-3 levels were weakly correlated with hs-CRP levels (r=0.30, p=0.001).
Conclusion: PTX-3, a novel inflammatory marker, is elevated in patients with CSX, similar to the well known inflammatory marker hs-CRP, and may be a promising biomarker reflecting inflammatory status in these patients.

6.Editorial: Increased serum pentraxin-3 levels; a novel cardiovascular marker
Ercan Varol
PMID: 23760116  doi: 10.5543/tkda.2013.59422  Pages 296 - 298
Abstract |Full Text PDF

7.Pulmonary vein isolation with the cryoballoon technique in atrial fibrillation treatment: single centre experience
Ali Oto, Kudret Aytemir, Uğur Canpolat, Uğur Karakulak, Banu Evranos, Levent Şahiner, Sercan Okutucu, Ergün Barış Kaya, Lale Tokgözoğlu, Giray Kabakcı
PMID: 23760117  doi: 10.5543/tkda.2013.37096  Pages 299 - 309
Amaç: Kriyotermal enerji kullanılarak uygulanan pulmoner ven (PV) izolasyonu tekniği atriyum fibrilasyonu (AF) olan hastaların tedavisinde yakın zamanda kullanıma giren bir yöntemdir. Radyofrekans (RF) ablasyonuna göre işlem süresinde ve ciddi komplikasyon oranında azalma sağladığı düşünülmektedir. Bu çalışmada, kriyobalon tekniği ile AF ablasyonu uyguladığımız hastaların özellikleri ve izlem sonuçları sunuldu.
Çalışma planı: Toplam 236 hastaya (126 erkek, 110 kadıın; yaş ort. 54.6±10.45; dağılım 16-78 yıl) semptomlu AF nedeniyle 28 mm kriyobalon ile PV izolasyonu yapıldı. Hastalarda en az bir antiaritmik ilaç kullanımına karşın başarısız olundu. İşlem sonrası ilk 3 ay kör dönem kabul edildi. Hastalar ortanca 14 (3-24) ay izlendi. İşlem başarısı, komplikasyonlar ve izlem sonuçları güncel Kalp Ritmi Birliği kılavuzundaki tanımlara göre belirlendi.
Bulgular: Akut işlem başarısı (≥3 PV izolasyonu) %99.5 olarak saptandı. Ortalama işlem ve floroskopi süreleri 72.5±5.3 (50-90) dk ve 14±3.5 (12-24) dk idi. Majör komplikasyon 3 hastada (%1.2) gözlendi. Ortanca 14 aylık izlemde AF’siz yaşam paroksismal AF grubunda %80.6, persistan AF grubunda ise %49.2 idi. AF’si tekrarlayan 10 hastaya RF ile AF ablasyonu yapıldı. Çok değişkenli regresyon analizinde sigara kullanımı, beden kütle indeksi, paroksismal olmayan AF tipi, AF süresi (yıl), sol atriyum boyutu ve erken yineleme 3. aydan sonraki yinelemenin öngördürücüleri olarak saptandı.
Sonuç: Bu çalışma Türkiye’de kriyobalon tekniği ile AF ablasyonu deneyimini yansıtan ilk seridir. Tek işlem başarısının özellikle paroksismal AF’li hastalarda istenilen düzeyde olması, komplikasyon oranının oldukça düşük olması, kribalon ile AF ablasyon tedavisinin etkin ve güvenilir olduğunu göstermektedir. Özellikle erken yineleme gelişen hastalar kör dönem sonrası yineleme açısından yakından izlenmelidir.
Objectives: Pulmonary vein (PV) isolation with cryothermal energy is a recently introduced technique in patients with atrial fibrillation (AF). It may reduce procedural times and serious complications associated with radiofrequency (RF) ablation. We aimed to present the baseline characteristics and followup data of our study population undergoing cryoballoon AF ablation.
Study design: A total of 236 patients (126 male, 110 female; mean age 54.6±10.45; range 16 to 78 years) underwent PV isolation with 28 mm cryoballoon due to symptomatic AF. These patients failed with at least one previous antiarrhythmic drug. The postprocedure in the first 3 months was defined as blanking period. Median follow-up time was 14 (3-24) months. Procedural success, complicaitons, and follow-up results were defined according to Heart Rhythm Society guidelines.
Results: Acute procedural success rate (≥3 PV isolation) was 99.5%. Mean procedural and fluoroscopy times were 72.5±5.3 (50-90) min and 14±3.5 (12-24) min. Major complications were observed in 3 patients (1.2%). At the median 14 month follow-up, 80.6% of paroxysmal AF patients and 49.2% of persistant AF patients were free from AF recurrence. RF ablation was performed in 10 patients with recurrence. Smoking, body mass index, non-paroxysmal AF type, AF duration (years), left atrial size, and early recurrence were the predictors of recurrence in multivariate regression analysis.
Conclusion: This study represents the first experience with cryoballoon ablation for AF in Turkey. The efficacy and safety of cryoballoon AF ablation technique was shown due to the acceptable success and low complication rates in paroxysmal AF patients. Particularly, patients with early recurrence should be closely followed-up.

8.Percutaneous closure of patent ductus arteriosus: short term results
Yüksel Kaya, Mustafa Orhan Bulut, Mustafa Yurtdaş, Ahmet Karakurt, Tolga Sinan Güvenç, Nihat Söylemez, Ahmet Güler, Edip Gönüllü, Yemlihan Ceylan, Ramazan Akdemir
PMID: 23760118  doi: 10.5543/tkda.2013.72693  Pages 310 - 318
Amaç: Amplatzer Duct Occluder (ADO-1 ve ADO-2) ve Amplatzer septal tıkayıcı (AST) cihazı kullanarak perkütan yolla kapatma işlemi uygulanan çocuk ve erişkin yaş grubundaki duktus arteriyozus açıklığı (DAA) olgularının kısa dönem sonuçları değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmaya 48 hasta (17 erkek, 31 kadın; dağılım 3-39 yıl) alındı. DAA’nın kapatılması öncesinde tüm hastalar transtorasik ekokardiyografi (TTE) ile değerlendirildi. İşlem floroskopi altında, öne doğru veya geriye doğru yaklaşımla yapıldı. Aortografi sonrası duktus arteriyozun çapı ve sınıflandırması yapıldı. İşlemden sonra duktusta kalan şant 10. dakikada aortografi ile, işlemden 24 saat ve üç ay sonra da TTE ile değerlendirildi.
Bulgular: Hastaların 25’inde ADO-1 (%52.1), 22’sinde ADO-2 (%45.8) ve birinde AST (%2.1) cihazı kullanıldı. Ortalama takip süresi 13.2 ay idi. İşlem 48 hastanın 47’sinde (%97.9) başarı ile uygulandı. İşlemin başarısız kabul edildiği bir hastada cihaz serbestleştirilirken emboli gelişti. Cihaz serbestleştirildikten sonra 10. dakikada yapılan aortografide 47 hastanın 38’inde DAA’nın tamamen kapandığı ve 24 saat sonra yapılan TTE’de iki hastada cihaz içinden eser miktarda, iki hastada da cihazın kenarında hafif derecede şantın devam ettiği gözlendi. Bu hastaların üç ay sonraki kontrollerinde cihaz içerisinden kaçak olan DAA’ların tamamen kapandığı, cihaz kenarından şantı olan iki olgudan birinde şantın devam ettiği tespit edildi.
Sonuç: Duktus arteriyoz açıklığının transkateter yolla kapatılmasında ADO-1 ve ADO-2 cihazlarının seçilmiş olgularda düşük morbidite ve mortalite ile yüksek bir başarı oranı ile uygulanabildiğini gözledik.
Objectives: To evaluate short term results of percutaneous patent ductus arteriosus (PDA) closure in a cohort of pediatric and adult patients following closure with the Amplatzer Ductal Occluder (ADO-1 and ADO-2) and Amplatzer Septal Occluder (ASO) devices.
Study design: A total of 48 patients (17 male and 31 female; range 3 to 39 years) were included in this study. All patients were evaluated with transthoracic echocardiography (TTE) before intervention. Percutaneous closure was performed under fluoroscopy through anterograde or retrograde route. Aortagraphy was performed to measure and classify the ductus arteriosus. Residual shunt through ductus was controlled by aortography at the tenth minute and by TTE 24 hours and three months after the procedure.
Results: The released device was ADO-1 in 25 patients (51.2%), ADO-2 in 22 patients (45.8%), and ASO in one patient. Mean follow-up was 13.2 months. In 97.9% of patients, the occluder was placed into the ductus without any complication. In one patient, the device embolized to the left pulmonary artery during implantation. Aortography performed ten minutes after the procedure showed complete closure in 38 patients without residual defect. TTE revealed trace amounts of residual shunt within the device in two patients, flow around the device in two patients 24 hours after implantation, and residual shunt in only one patient three month after intervention.
Conclusion: Transcatheter closure of PDA with ADO-1 and ADO-2 devices has low morbidity and mortality with high rates of success in selected patients.

9.Comparison of early and late clinical outcomes in patients ≥80 versus <80 years of age after successful primary angioplasty for ST segment elevation myocardial infarction
Vecih Oduncu, Ayhan Erkol, Ali Cevat Tanalp, Cevat Kırma, Mustafa Bulut, Atila Bitigen, Selçuk Pala, Kürşat Tigen, Ali M. Esen
PMID: 23760119  doi: 10.5543/tkda.2013.76059  Pages 319 - 328
Amaç: Birincil (primer) perkütan koroner girişimin (p-PKG), ≥80 yaş ve <80 yaş ST yükselmeli miyokart enfarktüslü (STYME) hastalarda etkinliğini karşılaştırmayı amaçladık.
Çalışma planı: Akut STYME nedeniyle p-PKG uygulanan 2213 hasta geriye dönük olarak çalışmaya alındı. Hastalar ileriye dönük olarak (median süre 42 ay) takip edildi. Erken ve geç dönem klinik sonlanımlar yaşa göre karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastaların 179’u 80 yaş ve üzerinde idi. İşlem sonrası TIMI 3 akım 80 yaş ve üzeri hastalarda anlamlı olarak daha nadirdi (%82.1 ve %91.1, p<0.001). Hastane içi erken dönemde mortalite (%14.5 ve %3.4, p<0.001), kalp yetersizliği (%20.7 ve %10.5, p<0.001), majör kanama (%9.5 ve %3.3, p<0.001), ikincil VT/VF (%10.1 ve %4.2, p=0.002) ve atriyum fibrilasyonu (%12.8 ve %4.3, p<0.001) oranları, 80 yaş ve üzeri grubu hastalarda anlamlı olarak daha yüksek idi. Toplam mortalite (%40 ve %9.7, p<0.001) ve inme (%5.6 ve %1.1, p=0.005) oranları uzun dönem takipte 80 yaş ve üzeri grubu hastalarda daha yüksek idi. Ancak, iki grup arasında tekrarlayan enfarktüs/revaskülarizasyon oranları açısından fark yoktu. Cox orantısal risk modeli ile yapılan analiz, 80 ve üzeri yaşın uzun dönem mortalite için bağımsız öngördürücü olduğunu gösterdi (risk oranı 2.17, %95 güven aralığı 1.23-4.17, p=0.02).
Sonuç: Yaş, STYME nedeniyle p-PKG yapılan hastalarda mortalitenin bağımsız öngördürücüsüdür. Erken dönem klinik sonuçları olumlu gözükse de, p-PKG’nin uzun dönem klinik etkinliği çok yaşlı hastalarda kısıtlı gözükmektedir.
Objectives: We aimed to compare the efficacy of primary percutaneous coronary intervention (p-PCI) in patients ≥80 versus <80 years of age with ST-segment elevation myocardial infarction (STEMI).
Study design: We retrospectively enrolled 2213 patients with acute STEMI. The patients were prospectively followed up for a median of 42 months. Early and late clinical outcomes were compared according to age.
Results: One-hundred and seventy-nine (8.1%) of the 2213 patients were aged ≥80 years. Post-procedural TIMI grade 3 flow was significantly less frequent in the age ≥80 years patients (82.1% vs. 91.1%, p<0.001). Rates of mortality (14.5% vs. 3.4%, p<0.001), heart failure (20.7% vs. 10.5%, p<0.001), major hemorrhage (9.5% vs. 3.3%, p<0.001), secondary VT/VF (10.1% vs. 4.2%, p=0.002) and atrial fibrillation (12.8% vs. 4.3%, p<0.001) during the early hospitalization period were significantly higher in the age ≥80 years patient group. Overall rates of mortality (40% vs. 9.7%, p<0.001) and total stroke (5.6% vs. 1.1%, p=0.005) at long-term follow-up were also higher in the age ≥80 years patient group. However, there was no difference between the two groups with respect to the reinfarction/revascularization rates. Analysis, using the Cox proportional hazards model, revealed that age ≥80 to was an independent predictor of longterm mortality (hazard ratio 2.17, 95% CI 1.23-4.17, p=0.02).
Conclusion: Age is an independent predictor of mortality after p-PCI for STEMI. Although it seems to improve early outcomes, the efficacy of p-PCI at long-term follow-up is limited in elderly patients.

10.Editorial: Primary percutaneous coronary intervention in octogenarians
Ertan Ökmen
PMID: 23760120  doi: 10.5543/tkda.2013.82504  Pages 329 - 331
Abstract |Full Text PDF

CASE REPORT
11.Management of an iatrogenic radial artery perforation: a case report
Ali Buturak, Yasemin Demirci, Sinan Dağdelen
PMID: 23760121  doi: 10.5543/tkda.2013.56957  Pages 332 - 335
Kararlı anjina pektorisi ve egzersiz stres testi ile ortaya çıkarılan ciddi miyokart iskemisi bulguları olan 73 yaşındaki kadın hastaya radiyal arter yoluyla koroner anjiyografi yapıldı. Sağ radiyal artere, 6F radiyal kılıf yerleştirilip heparin+verapamil intraarteriyel olarak verildikten sonra, hidrofilik kılavuz tel floroskopi altında ilerletilemedi. Hemen sonra yapılan radiyal anjiyografi ile damar dışına ciddi kontrast sızıntısı gösteren radiyal arter perforasyonu saptandı. İlave damar genişletici (vazodilatör) ilaç verilmesinin ardından aynı hidrofilik kılavuz tel özenle kullanılarak delinmiş segment geçildi. Ardından, 5F TIG kateter, aksiller artere kadar ilerletildi ve 20 dakika süreyle sistolik kan basıncı düzeyinde basıncı sabitlenmiş sfigmomanometre manşonu ile ön kola dış bası uygulandı. Manşon söndürülüp, 5F TIG kateter ile koroner anjiyografi tamamlandıktan sonra aynı manevra tekrar uygulandı. Son anjiyografi ile heparin nötralizasyonuna gerek kalmaksızın perforasyonun tamamen kapanmış olduğu görüldü. Dış kompresyona iki saat daha devam edildi, Doppler ultrasonografi (DUS) ile normal trifazik radiyal arter akımı gösterildikten sonra radiyal kılıf çıkarıldı. Hasta, ertesi gün elinde iskemi bulgusu olmadan ve elle muayenede çok iyi hissedilen radiyal arter nabzı ile taburcu edildi. Birinci ay kontrolünde yapılan DUS ile normal radiyal arter akımı izlendi. Bu nadir görülen komplikasyon, benzer olgularda da kolay uygulanabilecek basit bir teknik ile başarılı olarak tedavi edildi.
A 73-year-old female patient underwent transradial coronary angiography with stable angina and signs of significant myocardial ischemia revealed by exercise stress test. After insertion of a 6F radial sheath into the right radial artery and intra-arterial administration of heparin plus verapamil, the hydrophilic guidewire could not be advanced under fluoroscopic guidance. Immediately afterwards, radial angiography was performed, which displayed a radial artery perforation with significant contrast extravasation. The perforated segment was crossed meticulously with the same guidewire after additional vasodilator drug administration. Afterwards, a 5F TIG catheter was advanced to the axillary artery and held in place for 20 minutes with application of external compression with a sphygmomanometer cuff at the level of systolic blood pressure. The same maneuver was again performed following cuff deflation and completion of coronary angiography with the 5F catheter. Final angiography displayed complete sealing of the perforation without a need for neutralization of heparin. External compression was continued for two hours, and after documentation of normal triphasic radial artery flow by Doppler ultrasound (DUS), the radial sheath was removed. The patient was discharged the following day with no evidence of hand ischemia and wellpalpable radial artery pulse. DUS demonstrated normal radial artery flow one month later. This unusual complication was managed successfully with a simple and easily applicable technique that can be performed in such cases.

12.Isolated right ventricular myocardial infarction misdiagnosed as anteroseptal myocardial infarction on ECG: a case report
Çağlar Özmen, Ali Deniz, Mehmet Kanadaşı
PMID: 23760122  doi: 10.5543/tkda.2013.65990  Pages 336 - 339
Bu yazıda, EKG’de akut anteroseptal miyokart enfarktüsü (ME) şüphesi ile koroner anjiyografi yapılan, buna karşın sağ koroner arterin (RCA) proksimal bölümünde tıkanma saptanan tek başına sağ ventrikül ME’li bir olgu sunuldu. Altmış beş yaşındaki kadın hasta bir saat önce gelişen bilinç kaybı ile acil servise getirildi. Hastanın öyküsünden beş gün önce RCA proksimaline stent takıldığı öğrenildi. EKG’de V1’den V4’e yüksekliği gittikçe azalan tarzda ST segment yüksekliği, DIII ve aVF’de patolojik Q dalgaları vardı. EKG’deki ritmi AV tam blok ile uyumluydu. Yapılan koroner anjiyografide RCA proksimalindeki stentin trombüs ile tıkandığı görüldü. Sol ön inen koroner arterin orta kısmında %50, distal kısımda %60 darlık saptandı. Sirkumfleks koroner arter ise normal olarak bulundu. RCA proksimalindeki stent içi trombotik %95 lezyona perkütan koroner balon anjiyoplasti uygulandı ve tam açıklık sağlandı. Sunulan olguda V1’den V4’e yüksekliği giderek azalan ST segment yükselmesi vardı. Sağ ventrikül ME’si genellikle baskın olmayan ve kollateral almayan RCA’nın proksimal segmentinin ani tıkanmasıyla oluşur. Sunulan olguda ise RCA baskın değildi ve RCA proksimalindeki stentin trombüs ile ani tıkanması mevcuttu. Baskın olmayan RCA’nın tam tıkanıklığı, sol ventrikülün kanlanmasını bozmadığı için sol ventrikül enfarktına neden olmaksızın izole sağ ventrikül ME ile karşımıza çıkabilir.
In this article, we present a case with isolated right ventricular myocardial infarction (MI) who underwent coronary angiography on suspicion of acute anteroseptal MI detected on ECG; however, occlusion of the proximal right coronary artery (RCA) was detected. A female patient aged 65 years was brought to the emergency room due to loss of consciousness 1 hour before. From the patient’s history, it was understood that she had undergone stent placement to her proximal RCA 5 days before. On ECG, a decreasing elevation in ST segment elevation from V1 to V4 was seen, and pathologic Q waves were present at DIII and AVF. A complete AV block was detected on ECG. In the coronary angiography, thrombosis of the stent in the proximal RCA was seen. Stenosis detected in the mid-left anterior descending artery was 50% and at the distal part was 60%. The circumflex coronary artery was found normal. Percutaneous transluminal coronary angioplasty was performed to the 95% thrombotic lesion in the stent of the proximal RCA, and full patency was established. In our case, a decreasing elevation in the ST segment elevation from V1 to V4 was seen. Right ventricular MI usually occurs by an acute stenosis of the non-dominant proximal RCA branch that does not receive collateral flow. In our case, RCA was codominant and an acute stenosis of the stent in the proximal RCA was present. The occlusion of the non-dominant RCA can appear as isolated right ventricular MI without causing a left ventricular infarct, since it does not feed the left ventricle.

13.Bilateral pulmonary thromboendarterectomy for chronic thromboembolic pulmonary hypertension: the youngest case in our region
Rana Olguntürk, Ayhan Çevik, Serdar Kula, Bedrettin Yıldızeli
PMID: 23760123  doi: 10.5543/tkda.2013.34682  Pages 340 - 342
Hidrosefali tedavisi için ventriküloatriyal (VA) şantların kullanılması kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyon (KTEPH) gelişimi ile birliktedir. Kronik tromboembolik pulmoner hipertansiyon kronik veya tekrarlayan emboliler sonrası gelişir. Çocuklarda nadir görülmekle birlikte tahrip edici potansiyeli yüksektir. Pulmoner tromboendarterektomi (PTE) KTEPH’li hastalarda önemli ve iyileştici bir tedavi yöntemidir. Bu yazıda, VA şant işlemi sonrası KTEPH gelişen 14 yaşında bir erkek olgu sunuldu. Hastada başarılı PTE sonrasında sistolik pulmoner arter basıncı 75 mmHg’den 30 mmHg’ye geriledi. Çocukluk çağı KTEPH’de PTE’yi öneriyoruz.
The insertion of ventriculoatrial (VA) shunts for the treatment of hydrocephalus is associated with the development of chronic thromboembolic pulmonary hypertension (CTEPH). Chronic thromboembolic pulmonary hypertension occurs in patients with recurrent or chronic pulmonary embolism, and is a rare but, potentially devastating disease in children. Pulmonary thromboendarterectomy (PTE) is an important curative therapy for patients with CTEPH. Herein, we present a case of a 14 year-old male patient with CTEPH that developed after a VA shunt procedure. After successful PTE, systolic pulmonary artery pressure was decreased from 75 mmHg to 30 mmHg. PTE is recommended in the pediatric CTEPH population.

14.İskemik semptomları olan hastada sağ koroner arter agenezisinin eşlik ettiği sağ ventriküle fistül yapmış sol koroner arter
Berhan Genç, Aynur Solak, Önder Doksöz, Vedide Tavlı
PMID: 23760124  doi: 10.5543/tkda.2013.28813  Pages 343 - 346
Koroner arter fistülleri kalbin dört boşluğu veya büyük damarları ile koroner arterler arasında kapiller sistemi olmayan anormal bağlantı ile kendini gösteren nadir görülen damar anomalileridir. Bu yazıda, iskemik semptomları bulunan, sağ koroner arter agenezisinin eşlik ettiği sağ ventriküle fistül yapmış sol koroner arteri olan 14 yaşında bir hasta sunuldu. Koroner arteriyovenöz fistülün anatomisi çift kaynaklı bilgisayarlı tomografi ile ayrıntılı olarak gösterildi. Hastaya iskemik semptomları nedeniyle açık kalp cerrahisi uygulandı. Cerrahi sonrası fistülün tam kapanmadığı görüldü.
Coronary artery fistulas are rare vascular anomalies characterized by abnormal communication, devoid of a capillary system between the coronary artery and the major vessels or cardiac chambers. In this report, we present a 14-year-old male patient with ischemic symptoms, a left coronary artery to right ventricle fistula and agenesis of the right coronary artery. The anatomy of the coronary arteriovenous fistula was determined in detail through a dual source CT coronary angiography. The patient underwent open cardiac surgery because of ischemic symptoms and a residual fistula was detected after the surgery.

15.Successful recanalization of a left common iliac artery chronic total occlusion adjacent to an ectopic renal artery at the aortoiliac bifurcation
Mehmet Çilingiroğlu, Kostas Marmagkiolis, Mark Wholey
PMID: 23760125  doi: 10.5543/tkda.2013.38387  Pages 347 - 350
Ektopik böbrekler nadir görülmekle birlikte, genellikle invaziv veya ivaziv olmayan anjiyografide rastlantısal bulgulardan birisidir. Parenkimin kendisi hastalıklara meyilli olmamakla birlikte, anatomideki değişiklikten dolayı semptomlar gelişebilmektedir. Ektopik böbreklerin arteri genellikle aortadan dal alırlar. Ancak aksesuvar böbrek arterleri ektopik böbreğin yanındaki herhangi bir arterden beslenebilir. Normal anatomiden değişik olan varyasyonların bilinmesi, kompleks periferik arter girişimleri açısından önem taşımaktadır. Burada sol ana iliyak arter tıkanıklığına bağlı ileri derecede klodikasyon semptomu olan ve periferik anjiyografi ile tespit edilen aorta-iliyak bifurkasyonundaki ve ektopik renal artere yakın sol iliyak arter tıkanıklığı perkütan yolla başarılı olarak tedavi edilen 46 yaşındaki bir erkek hastayı sunuyoruz. Bu perkütan girişim sonucunda hastanın klodikasyon semptomları iyileştiği gibi, aynı zamanda ektopik böbrek arteri de korunabildi. Böyle olgularda ektopik böbrek arteri ve diğer aberan arterlerin varlığının gösterilmesi damar ve böbrek komplikasyonlarından kaçınılması açısından önem taşımaktadır.
Ectopic kidneys are rare and usually present incidental findings during invasive or non-invasive angiography. Their parenchyma is not more susceptible to disease and symptoms occur mainly due to alteration of the anatomic relations. The main renal artery of the ectopic kidney derives invariably from the aorta; however, accessory renal arteries may originate from almost any arterial branch adjacent to the ectopic kidney. Knowledge of the common anatomic variations is important during complex peripheral interventions. We present the case of a 46-year-old male with symptoms of claudication secondary to left common iliac artery occlusion. He was diagnosed as occlusion of the left common iliac artery at the aortoiliac bifurcation in close proximity to the ectopic renal artery by peripheral angiography, and percutaneous intervention of the left common iliac artery was successful. Percutaneous intervention led to resolution of the patient’s symptoms of claudication as well as preservation of the ectopic renal artery. In such cases, renal ectopy and aberrant arteries should be promptly recognized in order to avoid vascular or renal complications.

16.Acute massive pulmonary embolism in a patient using clavis panax
İsa Öner Yüksel, Şakir Arslan, Göksel Çağırcı, Akar Yılmaz
PMID: 23760126  doi: 10.5543/tkda.2013.48154  Pages 351 - 353
Son yıllarda tüm dünyada ve ülkemizde, bitkisel ilaçların, bitki ekstreleri veya gıda takviyelerinin kullanımı ciddi oranda artmıştır. Bununla birlikte bu bitkisel karışımların bileşimindeki maddelerin etkin dozları, metabolizmaları ve ilaç etkileşimleri konusunda elimizde yeterli veri yoktur. Bu tür karışımların kullanılmasının yaygınlaşması ile birlikte, bunlardan kaynaklanan yan etkiler ve hayatı tehdit edici klinik tablolar bildirilmeye başlanmıştır. Bu yazıda, piyasada Clavis Panax adıyla satılan ve içeriğinde Tribulus terrestris, Avena sativa ve Panax ginseng kombinasyonu bulunan bitkisel karışıma bağlı olarak gelişen akut yaygın pulmoner embolili bir olgu sunuldu. Panax kullanan 41 yaşında erkek hasta ani gelişen nefes darlığı ve senkop şikayeti ile acil servise başvurdu. Yapılan tetkikler sonucu (kan gazları, ekokardiyografi, ventilasyon-perfüzyon sintigrafisi) akut yaygın pulmoner emboli tanısı konuldu. Hastanın panax kullanımı dışında bilinen bir hastalığı ve pulmoner emboli için herhangi bir risk faktörü yoktu. Hastaya trombolitik tedavi uygulandı. Tedavi sonrası nefes darlığı düzeldi. Hastaneden çıkış öncesi kullandığı panax adlı bitkisel karışım hakkında hasta bilgilendirildi. Varfarin başlandı ve INR kontrollerine gelmek üzere taburcu edildi.
In recent years, the use of herbal combinations, plant extracts or food supplements has increased in our country and all over the world. However, there is not enough data to determine the effective doses of these substances in the composition of herbal preparations, or their effects on metabolism and drug interactions. With the widespread use of herbal combinations, life-threatening side effects and clinical manifestations that arise from them have been reported. Herein we present a case with acute massive pulmonary embolism while using an herbal combination in the context of Tribulus terrestris, Avena sativa and Panax ginseng. A 41-year-old man was admitted to the emergency department with the complaint of sudden onset of dyspnea and syncope. As a result of investigations (blood gases, echocardiography, ventilation-perfusion scintigraphy) he was diagnosed with an acute massive pulmonary embolism. The patient’s use of panax did not pose as a risk factor for the pulmonary embolism. He was given thrombolytic therapy and shortness of breath improved. At the pre-discharge the patient was informed of the risks associated with the herbal combination, especially panax. Coumadin was started and he was discharged for the INR checks to come.

REVIEW
17.Current approach for the prosthesis patient mismatch
Asuman Biçer Yeşilay, Zekeriya Kaya, Recep Demirbağ
PMID: 23760127  doi: 10.5543/tkda.2013.35219  Pages 354 - 363
Tüm protez kapaklar az da olsa hafif stenotiktirler. Bazen kapakların fonksiyonları normal olmasına rağmen nispeten yüksek basınç farkları görülebilmektedir. Bu yüksek basınç farkları protezin etkin orifis alanı (EOA) ile hastanın vücut büyüklüğü arasındaki bir uyuşmazlıktan kaynaklanıyor olabilir. Mevcut protezin beklenen hemodinamik performansı ve hastanın kardiyak debi gereksinimi (istirahatte büyük ölçüde vücut büyüklüğü tarafından belirlenen) gibi parametrelerdeki uyumsuzluk nedeniyle hasta protez uyumsuzluğu (HPU) gelişebilir. Başka bir ifadeyle, vücut yüzey alanı (VYA) küçük bir hasta için yeterli olabilecek bir protez, VYA büyük bir hasta için obstrüktif hale gelebilir. HPU’yu öngörmede ve tanımlamada geçerli ve tutarlı olarak faydası kanıtlanmış tek parametre etkin orifis alanı endeksidir (EOAE). Tahmini (öngörülen) EOAE ise, operasyon sonrası gelişebilecek HPU’yu tahmin etmede kullanılabilecek en iyi parametre olarak tespit edilmiştir. HPU’nun klinik olaylarla da anlamlı ve bağımsız olarak ilişkili olduğu bilinmektedir. Ciddi HPU, erken ve geç mortalite üzerinde önemli bir etkiye sahipken, orta HPU özellikle azalmış sol ventrikül (SV) sistolik fonksiyonu olanlarda olmak üzere, sadece duyarlı bireylerde mortaliteyi etkilemektedir. Ameliyat öncesi cerrahın uyumsuzluğu öngörebilmesi ve önleyici stratejilerin başarıyla uygulanmasıyla HPU insidansı azaltılabilir. HPU’yu önleyici yaklaşımlar, beklenen uyumsuzluk şiddetine ve hastanın bazal risk profiline göre bireyselleştirilmelidir.
All prosthetic valves are at least mildly stenotic and have relatively high transvalvular pressure gradients that can be observed despite normal prosthesis function. Such gradients may be due to a mismatch between prosthesis effective orifice area (EOA) and patient’s body size. Valve prosthesispatient mismatch (VP-PM) may occur due to mismatches of both parameters, the expected hemodynamic performance of the prosthesis and the cardiac output requirements of the patient, which are largely related to the body size at rest. In other words, a prosthesis may be adequate for patients with a small body surface area (BSA) but might become obstructive for patients with a large BSA. The only parameter that has proven to be consistently and realistically useful to predict and describe VP-PM is the effective orifice area index (EOAI). The projected EOAI was identified as the best parameter to predict the VP-PM occurrence after surgery. VP-PM has been known to be independently and significantly associated with clinical outcomes. Severe VP-PM has a significant impact on early and late mortality, whereas moderate VP-PM may have a significant effect on mortality only in vulnerable subsets of patients, and particularly in those with depressed LV systolic function. The surgeon’s anticipation of VP-PM prior to surgery, and successfully implented preventive strategies can reduce the incidence of VP-PM. Preventive strategies to avoid VPPM should be individualized according to the anticipated severity of VP-PM and of the patient’s baseline risk profile.

CASE IMAGE
18.Laying heart: calcified left ventricular aneurysm
Zekeriya Küçükdurmaz, Hekim Karapınar, Emrah Şeker, İsmail Şalk
PMID: 23760128  doi: 10.5543/tkda.2013.69158  Page 364
Abstract |Full Text PDF

19.Unusual triad; interrupted aortic arch, left atrial myxoma and calcific aortic stenosis
Mehmet Ali Elbey, Fethullah Kayan, Murat Turfan, Mustafa Oylumlu
PMID: 23760129  doi: 10.5543/tkda.2013.56649  Page 365
Abstract |Full Text PDF

20.Intercoranary communication between the right and circumflex coronary artery with bidirectional flow: without obstructive coronary artery disease
Murat Gençaslan, Elnur Alizade, Tolgahan Efe, Gökesel Açar
PMID: 23760130  doi: 10.5543/tkda.2013.59296  Page 366
Abstract |Full Text PDF

21.Circumflex artery originating from right pulmonary artery leading to myocardial ischemia association with ventricular septal aneurysm
Cenk Sarı, Hüseyin Ayhan, Bekir Erol, Engin Bozkurt
PMID: 23760131  doi: 10.5543/tkda.2013.34834  Page 367
Abstract |Full Text PDF | Video

22.A giant right atrium
Doğu İsmail Kılıç, Yusuf İzzettin Alihanoğlu, Onur Aslan, Nevzat Karabulut
PMID: 23760132  doi: 10.5543/tkda.2013.41524  Page 368
Abstract |Full Text PDF

LETTER TO EDITOR
23.Letter to Editor
Murat Biteker, Kadir Kayataş, Onur Omaygenç, Muhsin Türkmen
PMID: 23936945  Pages 369 - 370
We congratulate the authors of the paper titled ‘’Epidemiology of atrial fibrillation in Turkey: preliminary results of the multicenter AFTER study’’ which has evaluated 2242 consecutive patients with at least one atrial fibrillation (AF) in17 different tertiary health care centers (1).
However, we have a few concerns about the study:

24.Author Reply - Epidemiology of atrial fibrillation in Turkey: preliminary results in the multicenter AFTER study.
Faruk Ertaş, Hasan Kaya, Hakan Özhan
PMID: 23936946  Page 370
Abstract |Full Text PDF

OTHER ARTICLES
25.Answers of Specialist
Ömer Göktekin
Page 371
Abstract |Full Text PDF

26.Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Page 372
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.