ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 39 (5)
Volume: 39  Issue: 5 - July 2011
ORIGINAL ARTICLE
1.Impact of a mass media campaign to increase public awareness of hypertension
M. Ali Oto, Oktay Ergene, Lale Tokgozoglu, Zeki Ongen, Omer Kozan, Mahmut Sahin, M. Kemal Erol, Tuna Tezel, Mehmet Ozkan
PMID: 21743258  doi: 10.5543/tkda.2011.01570  Pages 355 - 364
Amaç: Optimal kan basıncı düzeylerine yönelik ana mesajları yaymak ve kan basıncı ölçümünü teşvik etmek amacıyla ülke çapında yürütülen bir medya kampanyasının toplumdaki hipertansiyon farkındalığına olan etkisi değerlendirildi.
Çalışma planı: Ekim 2005 ile Ocak 2006 tarihleri arasında “12/8 Farkındalık Kampanyası” adı altında, normal kan basıncı düzeylerine yönelik bilgi düzeyinin artırılması ve düzenli kan basıncı ölçümünün teşviki amacıyla tüm kitle iletişim araçlarının kullanıldığı bir kampanya yürütüldü. Optimal kan basıncı düzeyleri, hipertansiyon ve hipertansyonla ilişkili hastalık durumlarına yönelik dört araştırma sorusunu içeren anket formları, genel Türk toplumunu temsil eden iki ayrı örnekleme, kampanya öncesinde (n=1716) ve sonrasında (n=1725) yüz yüze görüşme yöntemiyle uygulandı. Katılımcıların kampanya öncesi ve sonrası yanıtları karşılaştırıldı.
Bulgular: Kampanya öncesiyle karşılaştırıldığında, kampanya sonrasında kendi kan basıncı düzeyi hakkında bilgi sahibi olmayan kişilerin oranı %54.8’den %47.8’e belirgin azalma gösterirken, son iki ay içinde kan basıncı ölçümü yaptıranların oranı %34.3’ten %39.6’ya, optimal kan basıncı düzeyini bilenlerin oranı ise %51.8’den %58.6’ya yükseldi (p<0.001).
Sonuç: Yürütülen kampanya, toplumda hipertansiyona yönelik farkındalığın artırılmasına belirgin şekilde katkıda bulunmuştur. Bu başarı, hipertansiyonun erken tanısı ve ilişkili morbidite ve mortalitenin önlenmesi bakımından gelecekteki girişimler adına oldukça yüreklendiricidir.
Objectives: We evaluated the effect of a nationwide media campaign on hypertension awareness in the population, which was implemented with the aim of spreading key messages related to optimal blood pressure levels and encouraging blood pressure measurements.
Study design: A nationwide project called “12/8 Awareness Campaign” was implemented between October 2005 and January 2006 using all available mass and outdoor media aiming to improve the knowledge of people on normal blood pressure values and to encourage regular blood pressure measurements. Four survey questions to inquire the level of awareness related to optimal blood pressure levels, hypertension, and hypertension-related disease conditions were directed via face-to-face interviews to two separate samples representing the general Turkish population before (n=1716) and after (n=1725) the campaign, respectively. The answers of the pre- and post-campaign individuals were compared.
Results: After the campaign, the percentage of participants who did not know their blood pressure levels decreased from 54.8% to 47.8%, the percentage of those who checked their blood pressure within the past two months increased from 34.3% to 39.6%, and the percentage of those who were aware of the optimal blood pressure levels rose from 51.8% to 58.6% (p<0.001).
Conclusion: The campaign contributed significantly to the awareness of hypertension in general population, which is highly encouraging for future efforts for early detection of hypertension and prevention of related morbidity and mortality.

2.Inappropriate use of digoxin in elderly patients presenting to an outpatient cardiology clinic of a tertiary hospital in Turkey
Murat Biteker, Dursun Duman, Akın Dayan, Mehmet Mustafa Can, Ahmet İlker Tekkeşin
PMID: 21743259  doi: 10.5543/tkda.2011.01530  Pages 365 - 370
Amaç: Üçüncü basamak bir hastanenin kardiyoloji polikliniğine başvuran yaşlı hastalarda digoksin kullanım sıklığı ve endikasyonları araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya, ileriye dönük bir tasarımla, kardiyoloji polikliniğine başvuran, 70 yaş ve üzerinde (ort. yaş 77±6) 800 ardışık hasta alındı. Bu hastaların 124’ü (%15.5) digoksin kullanmaktaydı. Tüm hastalara transtorasik ekokardiyografi yapıldı. Sol ventrikül sistolik fonksiyonu normal olan ya da atriyal fibrilasyonu (AF) olmayan hastalarda digoksin endikasyonunun yanlış olduğu kabul edildi.
Bulgular: Hastalara uzun dönemli digoksin verilmesinin nedenleri kalıcı AF (n=55, %44.4), kalp yetersizliği (n=51, %41.1) ve paroksismal AF (n=8, %6.5) idi. On hastada (%8.1) ise digoksin kullanımının kesin nedeni belirlenemedi. Digoksin tedavisinin 76 hastada (%61.3) doğru endikasyonla verildiği görülürken, 48 hastada (%38.7) yanlış endikasyonla digoksin verilmişti. Digoksin tedavisi için tek nedenin kalp yetersizliği olduğu 51 hastanın 30’unda (%24.2) kalp yetersizliği tanısı yanlış tanı olarak kabul edildi. Yanlış endikasyonun diğer nedenleri paroksismal AF ve endikasyonun belirsizliği idi. Digoksin dozları, 24 hastada (%19.4) günlük bir tablet (0.25 mgr), 30 hastada (%24.2) günlük yarım tablet (0.125 mgr), 10 hastada (%8.1) bir gün ilaçsız haftada altı tablet (0.214 mgr/gün) ve 60 hastada (%48.4) iki gün ilaçsız haftada beş tablet (0.179 mgr/gün) şeklindeydi. Ortanca digoksin dozu 0.182 mgr/gün bulunurken, hastaların %75.8’inde digoksin dozu bu yaş grubu için önerilen dozdan yüksekti.
Sonuç: Bulgularımız, yaşlı hastaların yaklaşık %40’ının digoksini yanlış endikasyonla kullandığını ve bu hastaların %75’inde kullanılan dozun yaşlı hastalar için önerilen dozdan yüksek olduğunu göstermektedir.
Objectives: We investigated the prevalence and indications of digoxin use in elderly patients presenting to a cardiology outpatient clinic of a tertiary hospital in Turkey.
Study design: On a prospective basis, the study included 800 consecutive patients aged 70 or over (mean age 77±6 years) who presented to our cardiology outpatient clinic. There were 124 patients (15.5%) receiving digoxin. All the patients underwent transthoracic echocardiography. Digoxin use was considered inappropriate if the patient had normal left ventricle systolic function or if there was no atrial fibrillation (AF).
Results: The reasons for use of long-term digoxin were persistent AF (n=55, 44.4%), heart failure (HF) (n=51, 41.1%), and paroxysmal AF (n=8, 6.5%). The exact reason could not be determined in 10 patients (8.1%). Digoxin use was based on appropriate indications in 76 patients (61.3%), whereas 48 patients (38.7%) were taking digoxin with inappropriate indications. Of 51 patients for whom HF was the only reason for digoxin therapy, diagnosis of HF was incorrect in 30 patients (24.2%). Other inappropriate indications were paroxysmal AF and undetermined indication for digoxin prescription. Concerning digoxin dose, 24 patients (19.4%) received one tablet (0.25 mg) and 30 patients (24.2%) received a half tablet (0.125 mg) on a daily basis, while 10 patients (8.1%) used six tablets per week with one day off (0.214 mg/day) and 60 patients (48.4%) took five tablets per week with two days off (0.179 mg/day). The median daily dose was 0.182 mg/day. Digoxin dose was higher than the recommended doses for elderly patients in 75.8% of the patients.
Conclusion: Our findings show that nearly 40% of elderly patients receive digoxin with inappropriate indications and 75% of these patients take digoxin at higher doses than the recommended doses for this age group.

3.The relationship between paraoxonase-1 activity and coronary artery disease in patients with metabolic syndrome
Adnan Burak Akçay, Ahmet Çamsarı, Türkay Özcan, Dilek Çiçek, Necdet Akkuş, Sabri Seyis, Burak Çimen, Barış Çelebi, Oben Döven, Gökhan Cin
PMID: 21743260  doi: 10.5543/tkda.2011.01382  Pages 371 - 377
Amaç: Bu çalışmada, metabolik sendrom (MetS) olan hastalarda serum paraoksonaz-1 (PON-1) aktivitesinin koroner arter hastalığı (KAH) ile ilişkisi araştırıldı.
Çalışma planı: Ç alışmaya, M etS, k ararlı a ngina p ektoris ve anjiyografik olarak KAH bulunan 21 hasta (ort. yaş 55±9), anjiyografide koroner arterleri normal bulunan MetS’li 24 hasta (ort. yaş 51±10) ve 28 sağlıklı birey (ort. yaş 49±12) alındı. Hasta ve kontrol gruplarında demografik ve klinik özellikler, insülin düzeyi, homeostaz modeliyle değerlendirilen insülin direnci indeksi ve PON-1 aktivitesi değerlendirildi. Koroner arter hastalığının ciddiyeti Gensini skoruyla değerlendirildi.
Bulgular: Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında, MetS’li hastalarda PON-1 aktivitesi anlamlı derecede daha düşük bulundu (p=0.02). Buna karşın, KAH’li ve KAH’siz MetS gruplarında PON-1 aktivitesi de dahil, incelenen hiçbir parametrede anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Koroner arter hastalığı olan grupta yapılan tekdeğişkenli korelasyon analizinde, Gensini skoru ile PON-1 aktivite düzeyi arasında anlamlı negatif ilişki gözlendi (r=-0.48, p=0.02). Tüm olguların alındığı analizde ise, PON-1 aktivitesi incelenen hiçbir parametre ile anlamlı ilişki göstermedi.
Sonuç: Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında, MetS’li hastalarda PON-1 aktivitesindeki azalma oksidatif stres artışını düşündürmektedir. İki MetS grubunda (KAH’li ve KAH’siz) PON-1 aktivitesinin benzer bulunması, oksidatif-antioksidatif dengenin KAH oluşumu öncesinde bozulduğunu düşündürmektedir. Gensini skoru ile PON-1 aktivitesi arasındaki negatif ilişki ise, düşük PON-1 aktivitesinin MetS’li hastalarda ateroskleroz gelişmesinden sorumlu olan nedenlerden biri olduğunu akla getirmektedir.
Objectives: We investigated the correlation of serum paraoxonase-1 (PON-1) activity with coronary artery disease (CAD) in patients with metabolic syndrome (MetS).
Study design: The study included 21 patients (mean age 55±9 years) with MetS, stable angina pectoris, and angiographically shown CAD, 24 patients (mean age 51±10 years) with MetS and angiographically normal coroner arteries, and 28 healthy controls (mean age 49±12 years). Demographic and clinical characteristics, insulin levels, homeostasis model assessment of insulin resistance index, and PON-1 activity were assessed in all the groups. Severity of CAD was assessed using the Gensini score.
Results: Paraoxonase-1 activity was significantly lower in patients with MetS compared to the control group (p=0.02). The two MetS groups with and without CAD exhibited similar characteristics in all the parameters including PON-1 activity (p>0.05). Univariate correlation analysis performed in MetS-CAD patients showed a significant negative correlation between the Gensini score and PON-1 activity (r=-0.48, p=0.02). The overall PON-1 activity of all the subjects showed no correlation with the parameters examined.
Conclusion: Decreased PON-1 activity in patients with MetS compared to the control group suggests increased oxidative stress in MetS. Detection of similar PON-1 activity levels in MetS groups with and without CAD suggests that disturbance of oxidative-antioxidative balance occurs before the development of CAD. The negative correlation between the Gensini score and PON-1 activity implies that decreased PON-1 activity may be one of the etiologic causes of atherosclerotic progress in MetS.

4.Assessment of regional left ventricular functions by strain and strain rate echocardiography in type II diabetes mellitus patients without microvascular complications
M. Sertaç Alpaydın, Enbiya Aksakal, Mustafa Kemal Erol, Ziya Şimşek, Mahmut Açıkel, Şakir Arslan, Fuat Gündoğdu, Serdar Sevimli, Şule Karakelleoğlu
PMID: 21743261  doi: 10.5543/tkda.2011.01490  Pages 378 - 384
Amaç: Bu çalışmada mikrovasküler komplikasyonu olmayan tip II diabetes mellituslu (DM) hastalarda bölgesel sol ventrikül miyokart fonksiyonları gerilim (S) ve gerilim hızı (Sr) ekokardiyografi ile değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmaya mikrovasküler komplikasyon bulgusu olmayan DM’li 40 hasta (20 kadın, 20 erkek; ort. yaş 52.4±7.9) ve 40 sağlıklı kontrol (20 kadın, 20 erkek; ort. yaş 52.8±10.1) alındı. Sol ventrikül fonksiyonları konvansiyonel Doppler, doku Doppler teknikleri ve S-Sr ekokardiyografi ile değerlendirildi. Longitudinal zirve sistolik S ve Sr verileri sol ventrikül duvarlarının bazal, orta ve apikal segmentlerinden ölçüldü. Değerlendirmeler, DM süresi >3 yıl olan (n=24) ve DM için medikal tedavi gören (n=30) hastalar için de yapıldı.
Bulgular: Konvansiyonel Doppler bulguları hasta ve kontrol grubunda benzer bulundu. Doku Doppler verilerinde ise, DM’li hastalarda sadece erken diyastolik mitral halka hızı (Em) anlamlı derecede düşük (10±2.9 ve 11.4±3.2 cm/sn, p<0.05) ve buna paralel olarak, mitral akım E/Em oranı anlamlı derecede yüksek (7.3±2.5 ve 6.3±2, p<0.05) bulundu. Hasta ve kontrol grubu arasında sistolik S ve Sr değerlerinde apikal-lateral S, orta-anteriyor S, bazal-anteroseptal S, apikal-anteriyor Sr ve orta-anteroseptal Sr (hepsi için p<0.05) dışında anlamlı fark yoktu. Hastalık süresi >3 yıl olan ve medikal tedavi gören DM altgruplarında da benzer veri dağılımı gözlendi.
Sonuç: Sol ventrikül diyastolik disfonksiyon sıklığı DM’li hastalarda yüksekti. Sol ventrikül segmentlerinde sistolik S ve Sr değerlerinin düzensiz dağılımı, DM’nin erken dönemde de heterojen miyokart tutuluma yol açtığını göstermektedir.
Objectives: We evaluated regional left ventricular myocardial functions by strain (S) and strain rate (Sr) echocardiography in patients with type II diabetes mellitus (DM) without microvascular complications.
Study design: The study included 40 DM patients (20 women, 20 men; mean age 52.4±7.9 years) without microvascular complications, and 40 healthy controls (20 women, 20 men; mean age 52.8±10.1 years). Left ventricular functions were evaluated by conventional Doppler, tissue Doppler, and S-Sr echocardiography. Longitudinal peak systolic S and Sr were measured from the basal, mid and apical segments of the left ventricle walls. Patients with DM duration of >3 years (n=24) and receiving medical therapy for DM (n=30) were also evaluated.
Results: Conventional Doppler findings were similar in the patient and control groups. Among tissue Doppler variables, only early diastolic mitral annular velocity (Em) was significantly decreased (10±2.9 vs. 11.4±3.2 cm/sec, p<0.05), and accordingly, mitral inflow E/Em ratio was significantly increased (7.3±2.5 vs. 6.3±2, p<0.05) in patients with DM. The two groups were similar with respect to systolic S and Sr values, except for apical-lateral S, mid-anterior S, basal-anteroseptal S, apical-anterior Sr, and mid-anteroseptal Sr (p<0.05, for all). Patients with DM duration of >3 years and receiving medical therapy showed similar changes as the overall patient group.
Conclusion: The frequency of left ventricular diastolic dysfunction was higher in patients with DM. Irregular distribution of systolic S and Sr indices in the left ventricular segments may indicate that DM leads to heterogeneous myocardial involvement also in the early period.

5.Percutaneous closure of interatrial septal defects: mid-term follow-up results
Ali Oto, Kudret Aytemir, Süheyla Özkutlu, Ergün Barış Kaya, Giray Kabakçı, Ahmet Hakan Ateş, Hikmet Yorgun, Uğur Canpolat
PMID: 21743262  doi: 10.5543/tkda.2011.01474  Pages 385 - 395
Amaç: Perkütan yolla çeşitli cihazlar kullanılarak atriyal septal defekt (ASD) ve foramen ovale açıklığı (FOA) kapatılan hastalarda kısa ve orta dönem sonuçlar değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmaya, sekundum tip ASD (n=134) veya FOA (n=144) nedeniyle perkütan kapatma işlemi uygulanan 278 hasta (128 erkek, 150 kadın; ort. yaş 39±12; dağılım 17-66) alındı. Tüm hastalar işlem öncesinde transtorasik (TTE) ve transözofageal (TÖE) ekokardiyografi ile değerlendirildi. Perkütan kapatma için 180 hastada Amplatzer, 92 hastada Occlutech Figulla, altı hastada BioSTAR cihazları kullanıldı. Atriyal septal defektler genel anestezi altında ve TÖE kılavuzluğunda, FOA’lar lokal anestezi altında ve TTE kılavuzluğunda kapatıldı. Hastalar 1, 6, 12. aylarda ve sonrasında yıllık olarak takip edildi. Ortalama takip süresi ASD’li olgularda 35.1±24.6 ay, FOA’lı olgularda 24.9±15.5 ay idi.
Bulgular: Ortalama cihaz çapı ASD’li hastalarda 20.2±5.6 mm, FOA’lı hastalarda 24±2.9 mm (dağılım 18-28 mm) idi. Ortalama işlem süresi ASD ve FOA kapatılmasında sırasıyla 28.4±6.1 dk ve 18.2±5.3 dk, ortalama floroskopi süresi sırasıyla 4.9±2.1 dk ve 3.6±1.2 dk idi. Cihaz embolizasyonu sadece bir hastada gözlendi. Perkütan FOA kapatma uygulanan hiçbir hastada embolik olay, ASD kapatma uygulanan hastalarda tekrarlayan şant görülmedi. İki hastada işlem sırasında, bir hastada ise birinci yıl kontrolünde cihaz üzerinde trombüs görüldü.
Sonuç: Amplatzer, Occlutech Figulla ve BioSTAR cihazları kullanılarak sekundum tip ASD ve FOA’lar perkütan yolla etkin ve güvenilir bir şekilde kapatılabilmektedir.
Objectives: We evaluated short- and mid-term results of percutaneous closure of atrial septal defects (ASD) and patent foramen ovale (PFO) using various closure devices.
Study design: The study included 278 patients (128 men, 150 women; mean age 39±12 years; range 17 to 66 years) who underwent percutaneous closure of secundum ASD (n=134) or PFO (n=144). All the patients were assessed by transthoracic (TTE) and transesophageal (TEE) echocardiography before the procedure. Percutaneous closure was performed with the Amplatzer (n=180), Occlutech Figulla (n=92) or BioSTAR (n=6) devices. Closure of ASDs was performed under general anesthesia with TEE guidance, and closure of PFOs was performed under local anesthesia with TTE guidance. Follow-up controls were at 1, 6, and 12 months, and annually thereafter. The mean follow-up period was 35.1±24.6 months for ASD cases, and 24.9±15.5 months for PFO cases.
Results: The mean device size was 20.2±5.6 mm for ASD cases and 24±2.9 mm for PFO cases. The mean procedural and fluoroscopy times were 28.4±6.1 min and 4.9±2.1 min for ASD closure, and 18.2±5.3 min and 3.6±1.2 min for PFO closure, respectively. Procedural device embolization occurred in only one patient. No recurrent embolic events occurred after PFO closure, and no residual shunts were seen after ASD closure. Device thrombosis developed in two patients during the procedure and in one patient at one-year follow-up.
Conclusion: Percutaneous closure of secundum ASDs and PFOs using the Amplatzer, Occlutech Figulla, and BioSTAR devices is an effective and safe treatment option.

6.Comparison of psychosocial risk factors between patients who experience acute myocardial infarction before and after 40 years of age
Cihan Şengül, Olcay Özveren, Cihan Çevik, Cemil İzgi, Yusuf Karavelioğlu, Vecih Oduncu, Taylan Akgün, Mehmet Mustafa Can, Nihal Özdemir, Mehmet Özkan
PMID: 21743263  doi: 10.5543/tkda.2011.01412  Pages 396 - 402
Amaç: Birçok çalışma stres ve depresyon gibi psikososyal faktörlerin koroner arter hastalığı patogenezine önemli katkılar yaptığını ortaya koymuştur. Bu çalışmada, akut miyokart enfarktüsü (AME) tanısı konan 40 yaş ve altı genç hastalarda enfarktüs öncesi akut stres etkenleri ve subakut dönemdeki stres, depresyon ve anksiyete düzeyleri 40 yaş üstü hastalarla karşılaştırmalı olarak incelendi.
Çalışma planı: Çalışmaya ilk kez AME tanısı konan 40 yaş ve altı 100 hasta (ort. yaş 35±4) ile 40 yaş üstü 100 hasta (ort. yaş 54±9) alındı. Hastalara enfarktüs sonrası erken dönemde yüz yüze görüşme ile DASS 21 ölçeği (Depresyon, Anksiyete, Stres Ölçeği) uygulandı; göğüs ağrısı öncesi iki saatlik dönem içinde duygusal veya fiziksel yönden yoğun bir stres yaratan bir durum yaşayıp yaşamadıkları sorgulanarak akut stres faktörleri araştırıldı. Ayrıca, koroner anjiyografi sonuçları yaş gruplarına göre değerlendirildi.
Bulgular: İki yaş grubu karşılaştırıldığında, genç yaş grubunda sigara kullanımı ve aile öyküsü pozitifliği, 40 yaş üzeri hastalarda ise hipertansiyon, diyabet ve dislipidemi görülme oranları anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0.05). Akut stres faktörü öyküsüne genç grupta anlamlı derecede daha sık rastlandı (%52 ve %20, p<0.01). DASS 21 ölçeğinin stres, depresyon ve anksiyete puanları da genç grupta anlamlı derecede yüksek idi (p<0.01). Genç grupta koroner arterleri normal bulunanlar ve tekdamar hastalığı olanlar çoğunlukta iken, daha yaşlı grupta çokdamar hastaları çoğunlukta idi (p<0.01).
Sonuç: Akut stresi tetikleyici durumlar ve psikososyal risk faktörleri 40 yaş altı genç kişilerde AME gelişiminde etkili olabilir.
Objectives: Several studies have shown that psychosocial risk factors such as stress and depression make substantial contribution to the pathogenesis of coronary artery disease. This study aimed to investigate acute stress factors prior to acute myocardial infarction (AMI), and stress, depression, and anxiety levels during the subacute period in AMI patients aged ≤40 years, in comparison with AMI patients aged >40 years.
Study design: The study included 200 first-time AMI patients aged ≤40 years (n=100; mean age 35±4 years) and >40 years (n=100; mean age 54±9 years). The DASS 21 scale (Depression Anxiety Stress Scales) was administered via face-to-face interviews in the early recovery period of AMI. The patients were also questioned whether they had experienced acute stress factors such as severe emotional or physical stressful events within two hours before the onset of chest pain. In addition, coronary angiography results were assessed based on the two age groups.
Results: Comparison of the two age groups showed significantly higher frequencies of family history of CAD and smoking in the younger group, and significantly higher frequencies of hypertension, diabetes mellitus, and dyslipidemia in the older group (p<0.05). History of acute stress factors was significantly more common (52% vs. 20%, p<0.01) and stress, depression, and anxiety scores of the DASS 21 scale were all significantly higher in the younger group (p<0.01). On coronary angiography, younger patients predominantly had normal coronary arteries and single-vessel disease, whereas multi-vessel disease was more prevalent in the older age group (p<0.01).
Conclusion: Triggers of acute stress and psychosocial risk factors may contribute to the occurrence of AMI in individuals younger than 40 years.

CASE REPORT
7.Extraction of a large vegetation and ICD lead using the Evolution Mechanical Dilator Sheath
Tolga Aksu, Mine Durukan, Umit Guray, Ayse Colak
PMID: 21743264  doi: 10.5543/tkda.2011.01356  Pages 403 - 406
Yetmiş dört yaşında erkek hasta, halsizlik, ateş ve genel durum bozukluğu yakınmalarıyla başvurdu. Hastaya 34 ay önce, iskemik kardiyomiyopati nedeniyle kalp pili ve kalpiçi defibrilatör (ICD) takıldığı öğrenildi. Transtorasik ve transözofageal ekokardiyografide, sağ ventrikül ICD elektrodu üzerinde 24x11 mm büyüklüğünde, vejetasyon ile uyumlu, hareketli bir kitle izlendi. Elektrodun cerrahi yoldan çıkartılması hasta için yüksek riskli bulundu ve işlemin perkütan yolla yapılmasına karar verildi. Yapışıklıklar nedeniyle standart sonda ile elle çekme işleminin başarısız olması üzerine, elektrot, ucunda paslanmaz çelik bıçaklar takılı yeni bir mekanik kılıf olan Evolution mekanik dilatör kılıf ile başarıyla çıkarıldı. İşlem sırasında ve sonrasında herhangi bir komplikasyon izlenmedi. Patolojik inceleme sonucu vejetasyon ile uyumlu bulunması üzerine, altı haftalık antibiyotik tedavisi sonrasında hastaya karşı taraftan yeni bir ICD yerleştirildi. Bildiğimiz kadarıyla, sunulan olgu bu yeni cihaz ile çıkartılan en büyük elektrot vejetasyonudur. Bu yöntemin güvenirliği halen araştırılması gerekmekle birlikte, kullanım kolaylığı nedeniyle bu cihaz, elektrot çıkartılması için kullanılabilecek yeni ve ilginç bir araç olacak gibi gözükmektedir.
A 74-year-old male patient presented with complaints of fatigue, fever, and worsening health status. He had a 34-month history of cardioverter-defibrillator (ICD) implantation due to ischemic cardiomyopathy. Transthoracic and transesophageal echocardiography showed a mobile mass, 24x11 mm in size, consistent with a vegetation attached to the right ventricular ICD lead. Surgical removal of the electrode was considered to be highly risky for the patient, thus percutaneous removal was decided. Due to adhesions, manual traction of the lead with a standard stylet was ineffective. Complete lead extraction was accomplished using the Evolution Mechanical Dilator Sheath, which is a new mechanical sheath with a stainless steel bladed tip. No complications occurred during or after the procedure. Following a histopathologic diagnosis of vegetation, the patient received a six-week antibiotic therapy, after which a new ICD was implanted on the contralateral side. To our knowledge, this case represents the largest lead vegetation extracted by this new device. Although its safety should be validated by increasing number of cases, it seems that its simple use would make this device a new interesting tool among the instruments available for lead extraction.

8.Pericardial tamponade associated with Epstein-Barr virus in an immunocompetent young patient
Mahmut Akpek, Mikail Yarlioglues, Suleyman Durmaz, Mehmet G Kaya
PMID: 21743265  doi: 10.5543/tkda.2011.01312  Pages 407 - 409
Akut perikardit birçok nedene bağlı gelişebilir; Epstein-Barr virüsü (EBV) enfeksiyonuna bağlı görülmesi oldukça nadir bir durumdur ve immün yetersizlik bulunmadığında sıklıkla kendini sınırlayan bir hastalıktır; EBV enfeksiyonunun perikart tamponadına yol açması ise sadece bir olguda bildirilmiştir. On sekiz yaşında kadın hasta göğüs ağrısı ve nefes darlığı yakınmalarıyla başvurdu. Pulmoner emboli şüphesiyle bilgisayarlı tomografi ile incelenen hastada pulmoner emboliye rastlanmadı; ancak, kalbi çepeçevre saran ciddi perikart sıvısı görüldü. Transtorasik ekokardiyografide, posterolateral duvarda 3.5 cm, sağ ventrikülde 2 cm ve sağ atriyumda 1.4 cm perikart sıvısı saptandı. Sağ ventrikül apikal duvarında diyastolde çökme görüldü. Hastaya acil perikardiyosentez yapıldı ve toplam 750 ml sıvı boşaltıldı. Hastanın hemodinamik durumunda düzelmeyle birlikte, kontrol ekokardiyografide diyastolik çökme de kayboldu. Serumda EBV VCA IgM ve perikart sıvısında EBV-PCR incelemelerinin pozitif bulunmasıyla EBV perikarditi tanısı konarak hastanın medikal tedavisine başlandı. Hasta tamamen iyileşerek taburcu edildi. Bir ay sonraki kontrolünde hastanın herhangi bir yakınması yoktu ve ekokardiyografisi normal bulundu.
Acute pericarditis may result from many etiologies. Pericarditis as a complication of Epstein-Barr virus (EBV) infection is quite rare and is usually self-limited in immunocompetent patients. In particular, pericardial tamponade associated with EBV infection has been reported in only one case. An 18-year-old woman presented with chest pain and shortness of breath. Upon suspicion of pulmonary embolism, the patient was examined with computed tomography, which showed no pulmonary embolism, but massive pericardial fluid surrounding the whole pericardium. Transthoracic echocardiography revealed pericardial fluid collections in the posterolateral wall (3.5 cm), right ventricle (2 cm), and right atrium (1.4 cm), and a diastolic collapse of the right ventricular apical wall. Emergency pericardiocentesis was performed and a total of 750 ml fluid was removed, which resulted in hemodynamic improvement and disappearance of the diastolic collapse on echocardiography. Serum EBV VCA IgM and EBV PCR assays were found positive and medical therapy was instituted with the diagnosis of EBV-associated pericarditis. The patient showed complete improvement and was discharged. At one-month control, she was free of symptoms and her echocardiogram was normal.

9.Massive pulmonary thromboembolism after abdominoplasty and liposuction
Cenk Conkbayir, Said Kenan, Ozan Emiroğlu
PMID: 21743266  doi: 10.5543/tkda.2011.01306  Pages 410 - 413
Pulmoner emboli, abdominoplasti ve yağ aldırma ameliyatından sonra nadir görülen ve ölüme yol açabilen bir komplikasyondur. Altmış beş yaşında obez bir kadın hasta, geçirdiği abdominoplasti ve yağ aldırma ameliyatından yedi gün sonra, nefes darlığı, çarpıntı, kan basıncı düşüklüğü (90/60 mmHg) nedeniyle başvurdu. Elektrokardiyografide sinüs taşikardisi, sağ eksen sapması ve sağ dal bloku görüldü. Akciğer filminde, atelektazik ve fokal infiltratif alanlar ve az miktarda iki taraflı plevral efüzyon saptandı. Tam kan sayımı ve biyokimyasal değerler normal bulunurken, D-dimer düzeyi 3500 ng/ml idi. Ekokardiyografide sağ kalp boşluklarında büyüme ve sağ ventrikül içerisinde trombüs izlendi. Ejeksiyon fraksiyonu normal, pulmoner arter basıncı 50 mmHg ölçüldü. Doppler ultrasonografide trombüs izlenmedi. Hastaya pulmoner tromboemboli tanısıyla önce oksijen tedavisi ve heparin infüzyonu verildi. Hastanın kliniğinin düzelmemesi, ekokardiyografide trombüs görüntüsünün devam etmesi ve hemodinaminin giderek bozulması üzerine doku plazminojen aktivatörü ile trombolitik tedaviye başlandı; ancak yanıt alınamadı. Sonuçta, pulmoner embolektomi ameliyatı ile pulmoner arterdeki trombüs materyali çıkarıldı. Ameliyat sonrası dönemde herhangi bir sorun yaşamayan hasta yedinci günde taburcu edildi.
Pulmonary embolism is a rare complication of abdominoplasty and liposuction that may result in a fatal consequence. A 65-year-old obese woman presented with complaints of shortness of breath, palpitation, and hypotension (90/60 mmHg) seven weeks after abdominoplasty and liposuction. The electrocardiogram showed sinus tachycardia, right axis deviation, and right bundle branch block. The chest X-ray showed atelectatic and focally infiltrated areas, and minimal bilateral pleural effusion. Laboratory findings were normal except for D-dimer level (3500 ng/ml). Echocardiography revealed dilated right heart chambers and a thrombus in the right ventricle. Ejection fraction was normal and pulmonary artery pressure was 50 mmHg. Doppler ultrasound showed no signs of thrombosis. Following the diagnosis of pulmonary thromboembolism, the patient received oxygen therapy and heparin infusion. However, the clinical course did not improve, hemodynamic deterioration continued, and the echocardiographic appearance of the thrombus persisted, so thrombolytic therapy with tissue plasminogen activator was administered, which also resulted in no response. In the end, pulmonary embolectomy was performed and the thrombus was successfully extracted. The patient had an uneventful postoperative course and was discharged on the seventh postoperative day.

10.Primary coronary intervention for acute ST-elevation myocardial infarction in a patient with immune thrombocytopenic purpura
Zekeriya Nurkalem, Turgay Işık, Tufan Cınar, Mehmet Ergelen
PMID: 21743267  doi: 10.5543/tkda.2011.00950  Pages 414 - 417
İmmün trombositopenik purpura (İTP) hastalarında gelişen akut miyokart enfarktüsünün ideal tedavisi iyi bilinmemektedir. Kronik ve dirençli İTP tanısı ile takip edilen 42 yaşında bir erkek hasta, dört saat önce başlayan göğüs ağrısı ile başvurdu. Elektrokardiyografi bulguları akut anteroseptal miyokart enfarktüsü ile uyumluydu. Hastada koroner kalp hastalığı için herhangi bir risk faktörü yoktu. Başvuru öncesi dönemde, herhangi bir patolojik kanama olmaksızın trombosit sayısı 11000-40000/µl arasında seyreden hasta, başvuru sırasında İTP için herhangi bir tedavi görmemekteydi. Transtorasik ekokardiyografide anteriyor, orta ve apikal segmentler hipokinetik bulundu. Serum kardiyak enzim düzeyleri yüksekti. Trombosit sayısı 41000/µl idi. Koroner anjiyografide sol ön inen arterde tam tıkanıklık saptandı. Primer perkütan koroner girişimle, lezyona balonla genişletme uygulandıktan sonra stent yerleştirildi. Girişim sırasında ve sonrasında kanama veya iskemik durum gözlenmedi ve hasta işlemden sonra beşinci günde semptomsuz olarak taburcu edildi. Hastaya iki hafta süreyle günde bir kez 75 mgr klopidogrel verildi. İki hafta sonraki kontrolde hastanın herhangi bir semptomu yoktu, ekokardiyografide sol ventrikül duvar hareketleri normal idi.
The ideal treatment for acute myocardial infarction in patients with idiopathic thrombocytopenic purpura (ITP) is not well-known. A 42-year-old male patient with a previous diagnosis of chronic and refractory ITP was admitted with chest pain of four-hour onset. Findings of electrocardiography was consistent with acute anteroseptal myocardial infarction. He had no risk factors for coronary heart disease and was not receiving treatment for ITP, and his platelet count varied between 11,000 and 40,000/µl before presentation, without any event of bleeding. Transthoracic echocardiography showed hypokinesia of the anterior, middle, and apical segments. Cardiac enzyme levels were elevated and platelet count was 41,000/µl. Coronary angiography revealed total occlusion of the left anterior descending artery. Primary percutaneous coronary intervention (PCI) was performed, which included predilation and stenting of the lesion. There were no bleeding or ischemic complications during or after PCI and the patient was discharged on the fifth day without any symptoms. He was instructed to take 75 mg clopidogrel daily for two weeks. He was symptom-free at a control visit after this period, with normal left ventricular wall motion on echocardiography.

11.Dislodgement of a sirolimus-eluting stent in the circumflex artery and its successful deployment with a small-balloon technique
Tunay Şentürk, Bülent Özdemir, Dilek Yeşilbursa, Osman Akın Serdar
PMID: 21743268  doi: 10.5543/tkda.2011.01248  Pages 418 - 421
Girişimsel kardiyolojide, koroner stentin yerleştirilmesi sırasında yer değiştirmesi veya embolizasyonu nadir ama ciddi bir komplikasyondur. Altmış yaşındaki erkek hasta, geçirdiği koroner arter baypas greft ameliyatından beş yıl sonra kararsız angina pektoris ile başvurdu. Sirkumfleks arterin obtus marginal dalında %70’lik darlık saptandı. Perkütan koroner girişim sırasında gönderilen sirolimus kaplı bir stent, arterdeki ileri derecede açılanma yüzünden balonundan sıyrılarak sirkumfleks arterin proksimalinde kaldı. Daha küçük bir balon kateter gönderilerek stentin içerisine itildi. Bu teknikle, stentin lezyona yönlendirilmesi ve yerleştirilmesi başarıyla gerçekleştirildi. Bilgilerimize göre, sunulan olgu, sirolimus kaplı bir stentte sıyrılma ve yer değiştirme yaşanan ilk olgudur.
Coronary stent dislodgement or embolization before deployment is a rare but serious complication in interventional cardiology. A 60-year-old male presented with unstable angina five years after coronary artery bypass surgery. There was a stenosis (70%) in the obtuse marginal branch of the circumflex artery. During percutaneous coronary intervention, a sirolimus-eluting stent was stripped from its balloon mainly because of significant proximal angulation and incarcerated within the proximal circumflex artery. A smaller balloon dilatation catheter was advanced and pushed through the inside of the slipped stent. Using this technique, the stent could be advanced into the lesion and was successfully deployed. To our knowledge, this is the first case report on sirolimus-eluting stent dislodgement.

12.Atrial septal stenting to increase interatrial shunting in cyanotic congenital heart diseases: a report of two cases
Yalim Yalcin, Cenap Zeybek, Ibrahim Ozgur Onsel, Mehmet Salih Bilal
PMID: 21743269  doi: 10.5543/tkda.2011.01368  Pages 422 - 426
Siyanotik doğuştan kalp hastalığı tanısıyla izlenen iki bebekte, atriyal düzeyde karışımı artırmak amacıyla atriyal septuma stent yerleştirme işlemi uygulandı. Birinci olgu, büyük arterlerin transpozisyonu tanısıyla izlenen üç aylık bir erkek bebekti. Diğer olgu, ameliyat sonrası dönemde sağ ventrikül çıkım yolu tıkanıklığına bağlı olarak santral venöz basınç yüksekliği gelişen 18 aylık bir erkek bebekti. Her iki olguda da 8 mm çapında, balona monte edilmiş çıplak stent kullanıldı. Stent uzunluğu ilk olguda 20 mm, ikinci olguda 30 mm idi. İşlem herhangi bir komplikasyon olmadan gerçekleştirildi. İlk olguda oksijen satürasyonu işlem sonrasında yaklaşık %20-25 yükseldi ve interatrial gradiyent kalmadı. İkinci olguda, santral venöz basınç işlemden hemen sonra 16 mmHg’den 8 mmHg’ye düştü. Hasta işlemin ikinci gününde ventilatörden ayrıldı ve beşinci günde yoğun bakım ünitesinden taburcu edildi. Kontrol ekokardiyografik incelemelerde, her iki olguda da stentin açık ve atriyal septumda iyi pozisyonda olduğu görüldü. Atriyal septuma stent yerleştirilmesi, güvenilir ve açık bir interatriyal bağlantı yaratmada güvenli ve etkili bir işlem olarak görünmektedir.
Aiming to increase mixing at the atrial level, atrial septal stenting was performed in two pediatric cases with cyanotic congenital cardiac diseases. The first case was a 3-month-old male infant with transposition of the great arteries. The second case was an 18-month-old male infant with increased central venous pressure due to postoperative right ventricular outflow tract obstruction. Premounted bare stents of 8 mm in diameter were used in both cases. The length of the stent was 20 mm in the first case and 30 mm in the latter. The procedure was accomplished without any complications. In the first case, oxygen saturation increased approximately 20-25% with no significant interatrial gradient. In the latter, central venous pressure decreased from 16 to 8 mmHg immediately after the procedure. The patient was weaned from the ventilator on the second day and discharged from intensive care unit on the fifth day. Follow-up echocardiograms of both patients showed patent stents with good position relative to the atrial septum. Stenting of the atrial septum seems to be a safe and effective method to create a reliable, nonrestrictive interatrial communication.

REVIEW
13.Very early management of acute heart failure syndromes
Mehmet Birhan Yilmaz, Alain Cohen-solal, Alexandre Mebazaa
PMID: 21743270  doi: 10.5543/tkda.2011.01599  Pages 427 - 432
Akut kalp yetersizliği sendromlarının tanı ve tedavisi en güncel şekilde ESC/ESICM kılavuzlarında yer almıştır. Bununla birlikte, günlük pratikte bu hastalarla ilgilenen hekimler, dispneli bir hasta acil bölümüne ulaşır ulaşmaz tedavi seçeneklerini seçmede bir yol göstericiye gereksinim duyarlar. Bu yazıda, akut kalp yetersizliği sendromlarıyla başvuran hastaların en erken tedavisi konusunda pratik önerilerde bulunulmuştur. Kan basıncı ve semptomların yönlendirdiği strateji ve hedefe yönelik tedavilerin erken başlatılması özel olarak dikkate alınacak noktalardır. Başlangıç tedavisindeki düzenlemelerin zamanında yapılabilmesi için, erken ve sık aralıklarla değerlendirme yapmak da tedavinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Diagnosis and management of acute heart failure syndromes are described in the most recent ESC/ESICM guidelines. However, physicians dealing with these patients in their daily practice may need guidance in choosing therapeutic alternatives as soon as the dyspneic patient arrives to the emergency department. Herein, practical recommendations for the very early management of patients with acute heart failure syndromes are presented. Blood pressure- and symptom-driven strategy along with early initiation of goal-directed therapies are key take-home messages. Furthermore, early and frequent reassessment is also an imperative part of management so that adjustments in the initial therapeutic plan can be achieved in a timely fashion.

HOW TO?
14.Suggestions on how to do / Interventional Cardiology / Practical tips for the measurement of fractional flow reserve (FFR)
Aylin Yıldırır
PMID: 21743271  doi: 10.5543/tkda.2011.01686  Pages 433 - 435
Bu formatta özet koymayacağız
Bu formatta özet koymayacağız

CASE IMAGE
15.A rare complication of thromboembolism: entrapped thrombus in a patent foramen ovale
Mehmet Ali Elbey, Halit Acet, Yahya İslamoğlu, Habib Çil
PMID: 21743272  doi: 10.5543/tkda.2011.01506  Page 436
Abstract |Full Text PDF

16.Iatrogenic huge renal arteriovenous fistula
Cihan Dündar, Gamze Babür Güler, Kürşat Tigen, Cevat Kırma
PMID: 21743273  doi: 10.5543/tkda.2011.01499  Page 437
Abstract |Full Text PDF

17.Coronary artery fistula presenting as a left atrial mass
Zeydin Acar, Korhan Soylu, Özcan Yılmaz, Mustafa Tarık Ağaç
PMID: 21743274  doi: 10.5543/tkda.2011.01518  Page 438
Abstract |Full Text PDF

18.Coil embolization of a primary aortobronchial fistula
Kürşat Tigen, Cihan Dündar, Tansu Karaahmet, Cevat Kırma
PMID: 21743275  doi: 10.5543/tkda.2011.01521  Page 439
Abstract |Full Text PDF

19.Electrocardiographic artifact during exercise
Farid Aliyev, Cengizhan Türkoğlu, Cengiz Çeliker
PMID: 21743276  doi: 10.5543/tkda.2011.01505  Page 440
Abstract |Full Text PDF

OTHER ARTICLES
20.Answers of specialist
Erdem Diker, Giray Kabakcı, Mehmet Sıddık Ülgen
Pages 441 - 443
İstirahat EKGsinde preeksitasyon olan herkese ablasyon- Erdem Diker
İstirahat EKGsinde preeksitasyon olan herkese ablasyon- Erdem Diker

21.Erratum

Page 443
Abstract |Full Text PDF

22.Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Page 444
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search

Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.