ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 37 (2)
Volume: 37  Issue: 2 - March 2009
ORIGINAL ARTICLE
1.Moderate and heavy alcohol consumption among Turks: long-term impact on mortality and cardiometabolic risk
Altan Onat, Gülay Hergenç, Zekeriya Küçükdurmaz, Murat Uğur, Zekeriya Kaya, Günay Can, Hüsniye Yüksel
PMID: 19404028  Pages 83 - 90
Amaç: Alkol tüketiminin çeşitli sonuçlar üzerine uzun vadeli etkileri Türk Erişkinlerinde Kalp Hastalığı ve Risk Faktörleri Çalışması’nda ileriye dönük biçimde değerlendirildi.
Ça­lış­ma pla­nı: Çalışmaya alınan 3443 erkek ve kadın (ort. yaş 47.6±12) ortalama 7.4 yıl (dağılım 5-9 yıl) süreyle izlendi. Alkol içme durumu içmeyenler, ılımlı ve aşırı içenler şeklinde sınıflandırıldı. Katılımcıların sadece %19.5’i (erkeklerin %35’i, kadınların %4.2’si) alkol kullandığını bildirdi. Çokdeğişkenli analizlerde, incelenen sonucu başlangıçta taşıyan bireyler değerlendirmeye alınmadı ve alkol kullanımı durumu yaş, cinsiyet, sigara içiciliği ve fiziksel aktivite için ayarlandı.
Bul­gu­lar: Alkol tüketiminin genel mortaliteyi aşırı içen erkeklerde iki kat artırdığı görülürken, kadınlar ile ılımlı içici erkeklerde bu etki görülmedi. Aşırı alkol kullanımı koroner kalp hastalığı (KKH) gelişme riskini (RR 2.3; %95 GA 1.30; 4.05) öngördüğü halde, ılımlı kullanım koruyucu olma eğilimindeydi (RR 0.72; %95 GA 0.50; 1.035). Ilımlı alkol tüketimi diyabet veya metabolik sendrom (MetS) gelişmesiyle ilişkili değilken ve kadında düşük MetS riski (p=0.10) öngörürken, aşırı içicilik yeni diyabet riskini (RR 2.13) öngörmekteydi ve erkekte MetS gelişmesini öngörme eğilimi göstermekteydi (RR 1.71).
So­nuç: Alkol içiciliğinin gelecekte yüklediği risk kullanılan miktara bağlıdır: Aşırı içicilik diyabet ile KKH riskini ve erkeklerde ölüm oranını yükseltirken, ılımlı kullanım KKH riskini sınırda anlamlı, genel mortaliteyi marjinal biçimde düşürmektedir. Ilımlı içicilik MetS riskini yalnız kadınlarda düşürme eğilimindedir.
Objectives: The impact of alcohol consumption on various outcomes was prospectively evaluated in the participants of the Turkish Adult Risk Factor Study.
Study design: A total of 3,443 men and women (mean age 47.6±12 years) were included at baseline and followed-up for a mean of 7.4 years (range 5 to 9 years). Alcohol drinking status was assessed as abstention and brackets of moderate and heavy intake. Only 19.5% of adults (35% of men and 4.2% of women) reported consumption of alcohol. In each multivariate analysis, individuals with the examined endpoint at baseline were excluded, and alcohol drinking status was adjusted for age, sex, smoking status, and physical activity.
Results: Alcohol intake increased overall mortality (by 2-fold) in men drinking heavily, but not in men drinking moderately, nor in women. Heavy drinking in combined sexes predicted the risk for incident coronary heart disease (CHD) (RR 2.3; 95% CI 1.30; 4.05), while moderate drinking tended to be protective (RR 0.72; 95% CI 0.50; 1.035). Heavy intake predicted incident diabetes risk (RR 2.13) and tended to be so for new metabolic syndrome (MetS) in men (RR 1.71), whereas moderate alcohol intake was not significantly associated with subsequent development of diabetes or MetS and the risk for MetS was reduced in women (p=0.10).
Conclusion: Risk of alcohol intake depends on the amount used: heavy intake raising the risk for diabetes and CHD in combined sexes, and overall mortality in men, contrasted to moderate intake reducing (borderline) the CHD risk and marginally reducing all-cause mortality. Risk for MetS tends to be reduced in women alone.

2.The relationship of microalbuminuria with left ventricular functions and silent myocardial ischemia in asymptomatic patients with type 2 diabetes
Özlem Yıldırımtürk, Mehtap Kılıçgedik, Aylin Tuğcu, Vedat Aytekin, Saide Aytekin
PMID: 19404029  Pages 91 - 97
Amaç: Son yıllarda, ilerleyici böbrek yetersizliğinin bir belirteci olan mikroalbüminürinin (MA) özellikle diyabetik hastalarda kardiyovasküler hastalıkla da ilişkili olduğu gözlenmiştir. Bu çalışmada, tip 2 diyabetli asemptomatik hastalarda MA ile sol ventrikül fonksiyonları ve efor testinde saptanan sessiz miyokart iskemisi arasındaki ilişki araştırıldı.
Ça­lış­ma pla­nı: Çalışmaya, kardiyak açıdan yakınmasız, tip 2 diyabet tanısı konan 50 hasta (36 kadın, 14 erkek; ort. yaş 63±7) alındı. Her hastaya transtorasik ekokardiyografik değerlendirmeyi takiben biyokimyasal değerlendirme ve egzersiz testi yapıldı. Her hastada iki ayrı günde 24 saatlik idrarda MA düzeyi ölçüldü. Hastalar MA miktarının 30 mg’nin üzerinde ve altında olmasına göre sırasıyla MA(+) ve MA(–) olarak gruplandırıldı.
Bul­gu­lar: On iki hastada (%24) MA saptandı. Mikroalbüminüri olan ve olmayan (n=38; %76) hasta grupları arasında yaş, cinsiyet, kan basıncı, kardiyovasküler risk faktörleri, plazma glikoz, kolesterol ve trigliserit düzeyleri ve renal fonksiyon parametreleri açısından anlamlı farklılık bulunmadı (p>0.05). Mikroalbüminürili hastalarda diyabet süresi anlamlı derecede daha uzundu (p=0.03). Ekokardiyografik değerlendirmede, iki grup arasında sol ventrikül sistolik ve diyastolik fonksiyonları açısından anlamlı farklılık bulunmadı (p>0.05). Egzersiz testinde 21 hastada (%42) iskemik değişiklikler gözlendi. Sessiz miyokart iskemisi görülen hasta sayısı MA(+) grupta (9/12; %75), MA(–) gruba (12/38; %31.6) göre anlamlı derecede fazla idi (p<0.001).
So­nuç: Mikroalbüminürinin, diyabetik hastalarda koroner arter hastalığını öngörmede başvurulabilecek önemli bir belirteç olarak kullanılabileceği düşünüldü.
Objectives: Recently, microalbuminuria (MA), a marker of advanced renal failure, has been shown to be related with cardiovascular disease especially in diabetic patients. This study was designed to investigate the relationship between MA and left ventricular functions and silent myocardial ischemia documented by exercise test in patients with type 2 diabetes mellitus.
Study design: The study included 50 asymptomatic patients (36 women, 14 men; mean age 63±7 years) with type 2 diabetes. All the patients underwent treadmill test and biochemical tests following transthoracic echocardiography. Microalbuminuria was diagnosed from a 24-hour urine sample on two different days and the patients were evaluated in two groups based on the presence (≥30 mg/dl) or absence (<30 mg/dl) of MA.
Results: Twelve patients (24%) were found to have MA. There were no significant differences between patients with and without (n=38; 76%) MA with regard to age, sex, blood pressure, cardiovascular risk factors, plasma glucose, cholesterol, and triglyceride levels, and parameters of renal function (p>0.05). The duration of diabetes was significantly longer in patients with MA (p=0.03). Echocardiographic findings showed no significant differences in left ventricular systolic and diastolic functions between patients with and without MA (p>0.05). Exercise test revealed ischemic changes in 21 patients (42%). The incidence of silent myocardial ischemia was significantly higher among patients with MA (9/12 and 75% vs. 12/38 and 31.6%, p<0.001).
Conclusion: Our data suggest that MA can be used as an important marker for coronary artery disease in patients with diabetes mellitus.

3.Editorial Comment: Assessment of the relationship between silent myocardial ischemia, microalbuminuria, and left ventricular function in asymptomatic subjects with non-insulin dependent diabetes mellitus
Recep Demirbağ
PMID: 19404030  Pages 98 - 100

4.The influence of dipper and nondipper blood pressure patterns on left ventricular functions in hypertensive patients: a tissue Doppler study
Kürsat Tigen, Tansu Karaahmet, Hakan Fotbolcu, Emre Gürel, Cihan Cevik, Çetin Geçmen, Atilla Bitigen, Bülent Mutlu, Yelda Başaran
PMID: 19404031  Pages 101 - 106
Amaç: Hipertansif hastalarda dipper ve non-dipper kan basıncı tiplerinin sol ventrikül diyastolik doluş parametreleri üzerindeki etkisi araştırıldı.
Ça­lış­ma pla­nı: Hipertansif 55 hastada (37 kadın, 18 erkek; ort. yaş 55±10) ekokardiyografik inceleme ve 24 saatlik ambulatuvar kan basıncı izlemesi yapıldı. Değerlendirmelerden önce tüm hastalar en az üç ay süreli antihipertansif ilaç tedavisi görmekteydi. Doku Doppler ile elde edilen sistolik ve diyastolik parametreler karşılaştırıldı.
Bul­gu­lar: Yirmi iki hastada (%40) dipper, 33 hastada (%60) non-dipper kan basıncı saptandı. Sol ventrikül sistolik ve diyastolik çaplar iki grupta benzer bulundu. Dipper grubunda sol atriyum çapı (p<0.0001), interventriküler septum (p=0.001) ve posteriyor duvar (p=0.012) kalınlıkları, sol ventrikül kütlesi (p=0.017) ve kütle indeksi (p=0.021) anlamlı derecede düşük bulundu. İki grup arasında mitral E ve A dalgası, E/A oranı, E dalga yavaşlama zamanı, izovolümik gevşeme zamanı ve doku Doppler ile hesaplanan A’ dalgası açısından farklılık yoktu. Dipperli hastalarda E/E’ oranı (10.8±3.4 ve 14.1±3.6; p=0.002) daha düşük bulunurken, sistolik (S’) (p=0.05) ve erken diyastolik (E’) (p=0.027) doku hızları anlamlı derecede daha yüksek idi. E/E’ oranı <15 ve ≥15 olarak gruplandırıldığında, E/E’ <15 olan grupta dipperli hasta oranı anlamlı derecede yüksek idi (%48.8 ve %9.1; p=0.019). Benzer şekilde, E/E’ <8 olan hastalar arasında dipperli oranı, E/E’ ≥8 ve <15 olan hastalara göre belirgin derecede yüksek bulundu (%90 ve %35.3; p=0.019).
So­nuç: Hipertansif hastalarda non-dipper kan basıncının sol ventrikül kütlesinde artış, sol ventrikül sistolik ve diyastolik fonksiyonlarda bozulma ve sol ventrikül dolum basınçlarında artış ile ilişkili olduğu görülmektedir.
Objectives: We investigated the effect of dipper and non-dipper blood pressure patterns on left ventricular diastolic filling parameters in hypertensive patients.
Study design: Fifty-five hypertensive patients (37 women, 18 men; mean age 55±10 years) were evaluated with echocardiography and ambulatory 24-hour blood pressure monitoring. All the patients received antihypertensive drug therapy for at least three months prior to the evaluations. Tissue Doppler-derived systolic and diastolic parameters were compared.
Results: Dipper and nondipper blood pressure patterns were found in 22 patients (40%) and 33 patients (60%), respectively. Both groups had similar left ventricular systolic and diastolic diameters. Dipper patients had significantly lower values for left atrial diameter (p<0.0001), interventricular septum (p=0.001) and posterior wall (p=0.012) thickness, left ventricular mass (p=0.017) and mass index (p=0.021). Both groups had similar mitral E and A waves, E/A ratio, E-wave deceleration time, isovolumetric relaxation time, and tissue Doppler-derived A’ wave. Dipper patients had a significantly lower E/E’ ratio (10.8±3.4 vs. 14.1±3.6; p=0.002) and significantly higher systolic (S’) (p=0.05) and early diastolic (E’) (p=0.027) tissue velocities. Based on the E/E’ ratios being <15 or ≥15, the frequency of dipper hypertension was significantly higher in patients with E/E’ <15 (48.8% vs. 9.1%; p=0.019). The frequency of dippers was also higher among patients having an E/E’ ratio of <8, compared to those having an E/E’ ratio of ≥8 to <15 (90% vs. 35.3%; p=0.019).
Conclusion: Nondipper blood pressure pattern may be associated with increased left ventricular mass, impaired left ventricular systolic and diastolic dysfunction, and higher left ventricular filling pressures.

5.Compensatory hemodynamic variations for cardiovascular stabilization in complete atrioventricular block before and after pacemaker implantation
Nilüfer Ekşi Duran, Mehmet Ali Astarcıoğlu, Ahmet Çağrı Aykan, Hekim Karapınar, İbrahim Duran, Emre Ertürk, Tayyar Gökdeniz, Hasan Kaya, Mehmet Özkan
PMID: 19404032  Pages 107 - 111
Amaç: Atriyoventriküler (AV) tam blokta kardiyovasküler sistem stabilizasyonu birçok hemodinamik ve hormonal parametrenin kompansatuvar değişimi ile korunmaktadır. Bu çalışmada, AV tam blokta kalıcı kalp pili öncesi ve sonrası hemodinamik parametrelerdeki ve beyin natriüretik peptid (BNP) düzeyindeki değişimler araştırıldı.
Ça­lış­ma pla­nı: Çalışmaya senkop nedeniyle başvuran AV tam bloklu 25 hasta (14 erkek, 11 kadın; ort. yaş 72±10; dağılım 39-83) alındı. Tüm hastalar başvuru anında hemodinamik olarak stabil durumdaydı ve kalıcı kalp pili takılıncaya kadar yoğun bakımda gözlem altında tutuldu. Kardiyovasküler sistemdeki değişimi karşılaştırmak amacıyla, kalıcı pil öncesi ve pil takıldıktan iki hafta sonraki ortalama kan basıncı (OKB), atım hacmi (AH), kardiyak debi (KD), sistemik vasküler direnç (SVD), sistemik aortik kompliyans (SAK) değerleri ve BNP düzeyleri incelendi.
Bul­gu­lar: Ortalama kalp hızı, kalıcı pil öncesi ve sonrasında sırasıyla 36±6 vuru/dk ve 65±10 vuru/dk bulundu. Kalıcı pil yerleştirilmesi sonrasındaki değerlerle karşılaştırıldığında, pil öncesinde KD’nin anlamlı derecede düşük (p<0.001), SVD’nin anlamlı derecede yüksek (p=0.001) olduğu görüldü. Kardiyak debideki düşüşü SVD artışı kompanse etmekteydi. Pil uygulaması öncesi ve sonrasında OKB değerleri anlamlı farklılık göstermedi ve her iki dönemde de normal sınırlar içindeydi. Atım hacmi, SAK değerleri ve BNP düzeyi bakımından kalıcı pil öncesi ve sonrasında anlamlı farklılık gözlenmedi. Ayrıca, BNP düzeyinin her iki dönemde de yüksek olduğu izlendi.
So­nuç: Atriyoventriküler tam blokta kalıcı kalp pili öncesi ve sonrasında AH, SAK ve BNP değerlerinde kompansatuvar bir değişim gözlenmezken, KD’de görülen azalma SVD artışı ile kompanse edilerek OKB normal sınırlar içinde tutulmaya çalışılmaktadır.
Objectives: Stabilization of the cardiovascular system is maintained by variations in hemodynamic and hormonal parameters in complete atrioventricular (AV) block. We investigated the variations in hemodynamic parameters and brain natriuretic peptide (BNP) levels before and after permanent pacemaker implantation for complete AV block.
Study design: We evaluated 25 patients (14 men, 11 women; mean age 72±10 years; range 39 to 83 years) who presented with a complaint of syncope due to complete AV block. All the patients were hemodynamically stable on presentation and were monitored in the coronary care unit until permanent pacemaker implantation. Variations in the cardiovascular system were determined before and two weeks after pacemaker implantation, including mean arterial pressure (MAP), stroke volume (SV), cardiac output (CO), systemic vascular resistance (SVR), systemic aortic compliance (SAC), and BNP levels.
Results: The mean heart rates were 36±6 beat/min and 65±10 beat/min before and after pacing, respectively. Compared to the pacing period, CO was significantly lower (p<0.001) and SVR was significantly higher (p=0.001) before pacemaker implantation, suggesting a compensatory rise in SVR. The mean arterial pressure did not show a significant difference and remained within normal ranges before and after pacing. There were no significant differences in SV, SAC, and BNP levels before and after pacemaker implantation, with BNP exhibiting increased levels in both periods.
Conclusion: While no compensatory alterations occur in SV, SAC, and BNP before and after pacemaker implantation, decreased CO in complete AV block seems to be balanced by increased SVR, which results in maintenance of MAP within the normal range.

6.The diagnostic value of N-terminal B-type natriuretic peptide in diastolic heart failure: comparison with echocardiographic findings
Aylin Tuğcu, Özlem Yıldırımtürk, Saide Aytekin
PMID: 19404033  Pages 112 - 121
Amaç: N-terminal pro-B-tipi natriüretik peptidin (NT-proBNP) sol ventrikül (SV) hipertrofisi yokluğunda diyastolik kalp yetersizliği (DKY) tanısındaki öngördürücü değeri araştırıldı.
Ça­lış­ma pla­nı: Çalışmaya, akut pulmoner ödem ile başvuran, başvuru anında SV ejeksiyon fraksiyonu (EF) >%50 olan ve takiplerde en az altı ay stabil seyreden, DKY’li 33 hasta (17 erkek, 16 kadın) alındı. Kontrol grubunu, sol ventrikül kütle indeksleri (SVKİ) DKY grubuna eşit, EF >%50 olan ve kardiyak yakınması bulunmayan 18 hipertansif hasta (9 erkek, 9 kadın) oluşturdu. Tüm hastaların plazma NT-proBNP düzeyleri ölçüldü. Ekokardiyografide ölçülen mitral akım Doppler zirve erken diyastolik hızın, mitral anülüs seviyesindeki erken diyastolik miyokart hıza oranı (E/E’) ile NT-proBNP düzeyleri arasındaki ilişki incelendi.
Bul­gu­lar: NT-proBNP düzeyleri DKY grubunda kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek bulundu (293.4±52.1 pg/ml ve 123.1±23.5 pg/ml; p=0.043). Diyastolik fonksiyon bozukluğu (DFB) derecesi açısından, NT-proBNP düzeyi, gecikmiş gevşeme olan hastalarda (n=24) kontrollerden farklı değilken, psödonormal (n=5) ve restriktif DFB’li (n=4) hastalarda anlamlı derecede yüksekti (p=0.011). ROC analizinde, NT-proBNP’nin ≥490 pg/ml olmasının DKY’yi saptamadaki duyarlılığı %40, özgüllüğü %94 bulundu. Ortalama E/E’ oranı, gecikmiş gevşeme, psödonormal ve geri dönüşümsüz restriktif DFB’li hastalarda sırasıyla 5.4, 15.4 ve 17.6 bulundu (p=0.0001). Tüm hastalar (n=51) E/E’ değerlerine göre üç gruba ayrıldığında (E/E’<8; E/E’=8-15; E/E’>15) E/E’ >15 olan hastalarda NT-proBNP değerleri anlamlı derecede yüksek idi (p=0.0001). E/E’ ile NT-proBNP arasında ileri düzeyde anlamlı ilişki bulundu (r=0.761, p=0.001). ROC analizinde, NT-proBNP’nin 269.1 pg/ml’lik eşik değerinin E/E’ >15 saptamadaki duyarlılığı %90, özgüllüğü %73 idi. Lojistik regresyon analizinde, sol atriyum çapı (p=0.018) ve E/E’ (p=0.05) NT-proBNP değerini bağımsız olarak etkilemekteydi.
So­nuç: NT-proBNP düzeyleri DKY’li hastalarda, SVKİ’den bağımsız olarak, yüksektir. NT-proBNP, sistolik fonksiyonları korunmuş ve semptomatik hipertansif hastalarda SV diyastol sonu basıncı hakkında iyi bir tahmin sağlayabilir.
Objectives: We investigated the value of N-terminal pro-B-type natriuretic peptide (NT-proBNP) to diagnose diastolic heart failure (DHF) without left ventricular (LV) hypertrophy.
Study design: The study included 33 patients (17 males, 16 females) with DHF, who had acute pulmonary congestion and LV ejection fraction (EF) >50% on admission, and were stable for at least six months of follow-up. The control group consisted of 18 hypertensive patients (9 males, 9 females) without cardiac symptoms, whose LV mass indices matched the study group, and EF was >50%. Plasma NT-proBNP levels were measured and all patients were evaluated by echocardiography to examine the relationship between NT-proBNP levels and the ratio of peak early diastolic mitral velocity to peak early diastolic mitral annular velocity (E/E’).
Results: NT-proBNP levels were significantly increased in the DHF group (293.4±52.1 pg/ml vs. 123.1±23.5 pg/ml, p=0.043). Concerning the severity of diastolic dysfunction and NT-proBNP levels, patients with delayed relaxation (n=24) did not differ from the controls, whereas those with pseudonormal (n=5) and restrictive (n=4) forms had significantly elevated NT-proBNP levels (p=011). In ROC analysis, an NT-proBNP level of ≥490 pg/ml predicted DHF with 40% sensitivity and 94% specificity. The mean E/E’ values were 5.4, 15.4, and 17.6 in patients with delayed relaxation, pseudonormal, and restrictive forms, respectively. When all the patients were examined in three groups according to the E/E’ values (E/E’<8; E/E’=8-15; E/E’>15), those having E/E’ >15 had significantly higher NT-proBNP levels (p=0.0001). There was a highly significant relationship between E/E’ and NT-proBNP (r=0.761, p=0.001). In ROC analysis, a threshold of 269.1 pg/ml for NT-proBNP predicted E/E’ >15 with 90% sensitivity and 73% specificity. In logistic regression analysis, left atrial diameter (p=0.018) and E/E’ (p=0.05) were independent factors affecting the NT-proBNP level.
Conclusion: Plasma NT-proBNP levels are elevated in DHF independently from LV hypertrophy. NT-proBNP levels provide estimation of LV end-diastolic pressure in symptomatic hypertensive patients with preserved systolic LV function.

CASE REPORT
7.Aneurysm of the right atrial appendage in an elderly patient
Nilüfer Ekşi Duran, Emre Ertürk, Sabahattin Gündüz, Mehmet Özkan
PMID: 19404034  Pages 122 - 124
Yetmiş iki yaşındaki erkek hasta, her iki bacakta 50 metreden daha az yürümekle ortaya çıkan ağrı yakınmasıyla başvurdu. Fizik muayenede, her iki ekstremitede arteryel nabızların zayıflamış olduğu görüldü. Elektrokardiyografik ve telekardiyografik değerlendirmeler normal bulundu. Hastaya karın ağrısı nedeniyle daha önce batın ultrasonografisi yapılmış ve abdominal aortta anevrizma saptanmıştı. Koroner anjiyografi bulguları normal olan hastanın perifer anjiyografisinde, abdominal aort anevrizması ile birlikte iki taraflı yaygın ciddi perifer arter hastalığı saptandı. Transtorasik ekokardiyografide sağ atriyum ile komşuluğu olan anevrizmatik bir yapı izlendi. Transözofageal ekokardiyografide sağ atriyum apendiks anevrizmasını andıran, 30x18 mm boyutlarında bir boşluk saptandı. Kardiyovasküler manyetik rezonans incelemede, triküspit kapak üzerinde sağ atriyum apendiks anevrizması varlığı doğrulandı. Anevrizmanın boyutları 25x15 mm, boynu 11 mm ölçüldü. Cerrahi girişimde abdominal aorta greft uygulandı ve aortobifemoral baypas yapıldı. Ameliyat sonrası komplikasyon izlenmeyen hasta, oral antikoagülan tedavi ile taburcu edildi
A 72-year-old male patient presented with a complaint of pain in both legs during short walks of less than 50 meters. Physical examination showed weak arterial pulses in both lower extremities. Electrocardiographic and telecardiographic evaluations were normal. A previous abdominal ultrasonography examination performed for abdominal pain showed an abdominal aortic aneurysm. Coronary angiography findings were normal; however, peripheral angiography showed an abdominal aortic aneurysm and extensive critical bilateral peripheral artery disease. Transthoracic echocardiography disclosed an aneurysmal structure neighboring the right atrium. Transesophageal echocardiography demonstrated a 30x18-mm chamber suggestive of a right atrial appendage aneurysm. Cardiac magnetic resonance imaging confirmed the presence of the right atrial appendage aneurysm, 25x15 mm in size, over the tricuspid valve. The neck of the aneurysm was 11 mm. The patient underwent surgery which included grafting of the abdominal aorta and aortobifemoral bypass. He was discharged uneventfully on oral anticoagulant therapy.

8.Superior vena cava syndrome arising from subclavian vein port catheter implantation and paraneoplastic syndrome
Sinan Dagdelen
PMID: 19404035  Pages 125 - 127
Santral venöz tromboz venöz kateterizasyonun önemli bir komplikasyonudur. Bu yazıda, sağ subklavyan vene port kateteri yerleştirilmesinden sonra süperiyor vena kava (SVK) sendromuna yol açan yoğun santral venöz tromboz gelişen 49 yaşında bir erkek hasta sunuldu. Hasta inoperabl gastrik kanser nedeniyle iki yıldır kemoterapi görmekteydi ve sağ subklavyan vene altı ay önce port kateteri yerleştirilmişti. Kontrastlı göğüs bilgisayarlı tomografisinde (BT) SVK’yi tamamen tıkayan trombüs ve BT anjiyografide subklavyan venden SVK’ye kadar uzanan yaygın tromboz görüldü. Ayrıca, akciğer ve mediyastende yaygın metaztatik lezyonlar gözlendi. Hasta için cerrahi girişim düşünülmedi ve 75 mg doku plazminojen aktivatörü (tPA) ile 18 saatlik infüzyon uygulandı. Fibrinolitik tedavinin birkaç saati içinde hastanın semptomları ve SVK sendromu bulguları kayboldu ve klinik tablosu normale döndü. Fibrinolitik tedavinin bitiminden bir gün sonra tekrarlanan kontrastlı BT anjiyografide SVK trombozunun tamamen çözüldüğü görüldü. Yavaş ve uzun süreli tPA infüzyonu akut trombozun yol açtığı SVK sendromu tedavisinde etkili olabilir
Central venous thrombosis is an important complication of venous catheterization. We presented a 49-year-old male patient who developed massive central venous thrombosis causing superior vena cava (SVC) syndrome after placement of a right subclavian vein port catheter. The patient had inoperable gastric cancer for which he had been receiving chemotherapy for two years. He had a six-month history of fixed port catheter placement into the right subclavian vein. Contrast-enhanced computed tomography (CT) of the chest showed complete obstruction of the SVC and CT angiography showed extensive thrombosis from the subclavian vein to the end of the SVC. Extensive lung and mediastinal metastases were also observed. Surgical intervention was not considered. Fibrinolytic therapy was instituted with 75 mg tissue plasminogen activator (tPA) infusion for 18 hours. The patient’s symptoms and the signs of SVC syndrome disappeared and clinical parameters returned to normal within several hours. The day after completion of fibrinolytic therapy, repeat contrast CT angiography showed total resolution of SVC thrombosis. Slow infusion of tPA may be effective in the treatment of SVC syndrome caused by acute thrombosis.Key Words: vena cava superior syndrome, fibrinolysis

9.Exercise-induced ventricular tachycardia associated with asymptomatic Brugada syndrome in a patient with urinary bladder stone
Özcan Özeke, Kumral Ergün Çağlı, Dursun Aras, Erdoğan İlkay
PMID: 19404036  Pages 128 - 131
Brugada sendromlu hastalarda ventrikül taşikardisinin oluşumunda otonom sinir sisteminin önemli rol oynadığı iyi bilinmektedir. Elli dokuz yaşında bir erkek hasta, mesane taşı nedeniyle yapılacak ameliyat öncesinde kardiyolojik açıdan değerlendirildi. Daha önce kardiyak sorunları olmayan ve koroner risk faktörü olarak sadece sigara içme öyküsü olan hastanın elektrokardiyogramında V1-V2 derivasyonlarında semer sırtı şeklinde ST-segment yükselmesi ve sol eksen deviyasyonu izlendi. Egzersiz stres testinde, sol dal bloku ile birlikte ventrikül taşikardisi ortaya çıktı ve dinlenme fazında V2’deki semer sırtı şeklindeki ST-segment yükselmesi çukur (coved) tipe dönüştü. Ventrikül taşikardisi hemodinamik olarak stabildi ve ilaç tedavisi olmaksızın normale döndü. Ekokardiyografide sağ ve sol ventrikül fonksiyonları, anjiyografide koroner arterler normal bulundu. Bu bulgular ışığında, tanı asemptomatik Brugada sendromu şeklinde kondu. Sunulan olgu göz önüne alındığında, mesane-kardiyak refleksin vagus siniri aracılığıyla otonom sinir sistemini uyardığı ve Brugada sendromunu açığa çıkardığı ileri sürülebilir.
It is well-known that autonomic nerve modulation has an important role in the occurrence of ventricular tachyarrhythmias in Brugada syndrome. A 59-year-old man underwent cardiac evaluation before surgery for urinary bladder stone. He had no cardiac complaints and the only coronary risk factor was heavy smoking. The electrocardiogram showed a saddleback type ST-segment elevation in leads V1-V2, and left axis deviation. During exercise stress test, ventricular tachycardia with a left bundle branch block pattern appeared, and the saddleback type ST-segment elevation in V2 changed into a coved-type ECG at the recovery phase. The ventricular tachycardia was hemodynamically stable and normalized without medication. An echocardiogram showed normal left and right ventricular functions, and subsequent coronary angiography revealed normal coronary arteries. Based on these findings, a diagnosis of asymptomatic Brugada syndrome was made. Considering this particular case, it can be speculated that bladder-cardiac reflex may stimulate the autonomic nervous system via the vagus nerve and unmask Brugada syndrome.

10.An important cause of dyspnea after coronary artery bypass grafting: phrenic nerve paralysis
Enbiya Aksakal, Namık Kemal Erol, Fuat Gündoğdu, Özkan Çinici
PMID: 19404037  Pages 132 - 135
Frenik sinir felci sonucu oluşan diyafram felci kalp cerrahisi sonrası görülen nadir bir komplikasyondur. Kırk sekiz yaşında bir erkek hastada, koroner arter baypas cerrahisinin hemen sonrasında solunum sıkıntısı, hızlı solunum, sinüs taşikardisi, göğüs ağrısı, pnömoni ve ateş gelişti. Spontan ventilasyon sırasında epigastriyumun paradoksal hareketi ile birlikte göğüs grafisinde sol hemidiyaframın yükseldiği görüldü. Diyafram felci tanısı ultrasonografiyle doğrulandı. Antibiyoterapi ve burun maskesiyle aralıklı pozitif havayolu basınçlı ventilasyon uygulaması sonrasında hastanın durumunda önemli derecede düzelme görüldü. Solunum sorunları sadece hareketle ortaya çıkmaktaydı. Diyafram felcinin kendiliğinden düzeleceği düşünülerek, hasta cerrahiden 10 gün sonra derece 1 nefes darlığı ile taburcu edildi. Ancak, altı aylık izlem sonunda, göğüs grafisinde sol hemidiyaframda daha fazla yükselme ve istirahatte bile solunum sorunları gözlenmesi üzerine hastaya torakoskopik diyafram plikasyonu yapıldı. Ameliyat sonrasında hastanın solunum sıkıntısı kayboldu, pulmoner fonksiyon testleri düzeldi ve göğüs grafisinde sol hemidiyafram normal yerleşimde görüldü.
Diaphragmatic paralysis (DP) due to phrenic nerve paralysis is a rare complication after cardiac surgery. A 48-year-old male patient developed respiratory insufficiency, tachypnea, sinus tachycardia, chest pain, pneumonia, and fever immediately after coronary artery bypass grafting. Paradoxical movement of the epigastrium was noted during spontaneous ventilation and the chest X-ray showed elevation of the left hemidiaphragm. The diagnosis of DP was confirmed by ultrasonographic assessment. Antibiotherapy and intermittent positive airway pressure ventilation by a nasal mask resulted in significant improvement in the general condition of the patient. Respiratory problems were observed only on exertion. Spontaneous recovery of DP was considered and the patient was discharged 10 days after surgery with grade 1 dyspnea. However, after six months of follow-up, increased elevation of the left hemidiaphragm was noted on the chest X-ray with worsening respiratory discomfort even at rest. Thoracoscopic diaphragmatic plication was performed. After the operation, dyspnea disappeared, the chest X-ray showed the left hemidiaphragm in its normal position, and there was marked improvement in spirometric values.

11.Endomyocardial disease: a case report
Kumral Çağlı, Belma Uygur, Fatih Özlü, Zehra Gölbaşı
PMID: 19404038  Pages 136 - 140
Endomiyokardiyal hastalık, sıklıkla tropik ve subtropik bölgelerde görülen, etyolojisi bilinmeyen, bir veya her iki ventrikülün apikal ve subvalvüler bölgesinin endomiyokardiyal fibrozisi ile karakterize bir restriktif kardiyomiyopati türüdür. Yirmi dokuz yaşındaki erkek hasta restriktif kardiyomiyopati ve dekompanse kalp yetersizliği nedeniyle hastaneye yatırıldı. Telekardiyografide kardiyomegali ve sağ plevral efüzyon izlendi. Transtorasik ekokardiyografide korunmuş sol ventrikül sistolik fonksiyonları, biatriyal genişleme, sağ ve sol ventrikül apikalinde obliterasyon, artmış endokardiyal ekoreflektivite ve perikardiyal efüzyon izlendi. Sağ ventrikül çıkış yolunda genişleme vardı, endokardiyal kalınlaşma yoktu. Doppler incelemede üçüncü derece mitral ve triküspit yetersizliği saptandı. Ventrikülografide, her iki ventrikülde apikal obliterasyon, sağ ventrikül kavitesinde belirgin küçülme, sağ ventrikül çıkış yolunda, sağ ve sol atriyumda belirgin genişleme ve ciddi mitral ve triküspit yetersizliği izlendi. Laboratuvar incelemelerinde hipereozinofili yoktu. Abdominal ultrasonografide hepatik konjesyon, splenomegali ve assit saptandı. Hasta kardiyak kateterizasyon ile değerlendirildikten sonra kardiyak transplantasyon listesine alındı.
Endomyocardial disease is a form of restrictive cardiomyopathy, of unknown etiology, which occurs most commonly in tropical and subtropical areas. It is characterized by the formation of endomyocardial fibrosis of the apical and subvalvular regions of one or both ventricles. A 29-year-old male patient was admitted with restrictive cardiomyopathy and decompensated heart failure. Telecardiography showed cardiomegaly and right pleural effusion. Transthoracic echocardiography revealed preserved left ventricular systolic functions, biatrial dilatation, apical obliteration of both ventricles, increased endocardial echoreflectivity, and pericardial effusion. The right ventricular outflow tract was dilated. There was no endocardial thickening in this region. Doppler examination showed grade 3 mitral and tricuspid regurgitation. Ventriculograms showed apical obliteration of both ventricles, marked decrease in the size of the right ventricular cavity, significant dilatation of the right ventricular outflow tract and both atria, and severe mitral and tricuspid regurgitation. Laboratory findings showed no hypereosinophilia. Hepatic congestion, splenomegaly, and ascites were noted on abdominal ultrasonography. Following cardiac catheterization, the patient was placed on the waiting list for cardiac transplantation.

12.A case of aortic coarctation mimicking interrupted aorta
İbrahim Özdoğru, Özgür Günebakmaz, Mehmet Güngör Kaya, Ali Doğan
PMID: 19404039  Pages 141 - 144
On dokuz yaşında, asemptomatik, sağlıklı erkek hasta, rutin fizik muayenesinde kardiyak üfürüm ve hipertansiyon saptanması üzerine aort koarktasyonu düşünülerek araştırıldı. Transtorasik ekokardiyografide (TTE) Valsalva sinüsü yırtığı ve biküspit aort saptanan hastada, aortografi ve bilgisayarlı tomografi (BT) anjiyografi bulguları kesintili aort ile uyumlu bulundu. Tanıyı kesinleştirmek için transözofageal ekokardiyografi (TÖE) yapıldı ve inen aortta, daha önceki incelemelerde kesintili olarak saptanan bölgede renkli Doppler ile geçiş saptandı. Hasta aort koarktasyonu öntanısıyla ameliyat edildi. Ameliyatta ciddi aort koarktasyonu görülerek darlık bölgesi düzeltildi. Aort koarktasyonu tanısında sıklıkla TTE yeterli olmakla birlikte, sunulan olguda aortografi ve BT anjiyografi dahi tanıda yanıltıcı olmuş, kesintili aort ile aort koarktasyonu ayrımı TÖE ile yapılabilmiştir.
An asymptomatic, healthy, 19-year-old male patient was examined for aortic coarctation upon detection of a heart murmur and hypertension on routine physical examination. Transthoracic echocardiography (TTE) showed rupture of the sinus of Valsalva and bicuspid aortic valve. Findings of aortography and computed tomography (CT) angiography were compatible with an interrupted aorta. For further delineation, transesophageal echocardiography (TEE) was performed and color Doppler imaging showed passage at the site of the descending aorta, which was suggestive of interruption by other imaging methods. The patient underwent surgery for aortic coarctation. At surgery, severe aortic coarctation was noted and corrected. Although TTE is usually adequate for the diagnosis of aortic coarctation, even aortography and CT angiography were misleading in this particular case, and differentiation from interrupted aorta was only possible by TEE.

CASE IMAGE
13.Intrapericardial bullet
Tolga Aksu, Hatice Selçuk, Ayşegül Öz Aksu, Timur Selçuk
PMID: 19404040  Page 145
Abstract |Full Text PDF

14.Spontaneous coronary artery spasm during coronary angiography
Namık Ozmen, Ömer Uz, Bekir Sıtkı Cebeci
PMID: 19404041  Page 146
Koroner anjiografi esnasında ciddi koroner spasm nadiren gelişebilir. Operatörün tecrübesi, kullanılan katetere bağlı olarak veya bazen kontrast allerjisi sonucu olabilir. 67 yaşında, diabetik kadın hastada koroner anjiografi esnasında sol ön inen arter (LAD) ve sircumflex arterde (Cx) ciddi spasm ve hemodinamik bozukluk gelişti. İntrakoroner nitrogliserin ve Adenozin ile spasm çözüldü ve hastanın hemodinamisi tedricen düzeldi.
Sometimes, coronary artery spasm during coronary angiography can occurs. It may cause experince of phycian, catheter-induced, or because of contrast medium anaphylactoid reaction. In 67 years old diabetic women occurred spasm both in left anterior decsending artery (LAD) and circumflex artery spontanously, heamodinamic disturbance. Coronary vasospasm resolved nitrogliserin and adenozin intracoronary. Thus our patient’s condition recovered slowly.

15.Mitral valve mass: echocardiography and magnetic resonance imaging findings
Yelda Tayyareci, Özlem Yıldırımtürk, Aylin Tuğcu, Saide Aytekin
PMID: 19404042  Page 147
Abstract |Full Text PDF

LETTER TO EDITOR
16.Advanced Turkish Medical Cardiovascular Publication
Ahmet Akgul
PMID: 19404043  Pages 148 - 149
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.