ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 35 (1)
Volume: 35  Issue: 1 - January 2007
ORIGINAL ARTICLE
1.Initial experience with catheter ablation of tachycardias using a three-dimensional real-time position management and mapping system
Ata Kırılmaz, Fethi Kılıçaslan, Rifat Eralp Ulusoy, Bekir Sıtkı Cebeci, Mehmet Dinçtürk
Pages 1 - 8
Amaç: Üçboyutlu gerçek zamanlı pozisyon yönetim sistemi (RPM), kateterlerin gerçek zamanlı hareketini göstermek, kalp boşluklarının anatomisini çıkartmak ve aktivasyon/voltaj haritalama için ses dalgası yayılımını kullanan bir sistemdir. Bu çalışmada süpraventriküler veya ventriküler taşikardilerin ablasyonunda bu teknikle ilgili ilk deneyimlerimiz sunuldu.
Çalışma planı: Çalışmaya aritmi nedeniyle elektrofizyolojik çalışma ve RPM haritalama sistemiyle radyofrekans (RF) ablasyonu uygulanan 10 hasta (9 erkek, 1 kadın; ort. yaş 30; dağılım 20-75) alındı. Yedi hastada aksesuvar yol, bir hastada yavaş yol, iki hastada ventriküler aritmi vardı.
Bulgular: RPM sistemi kılavuzluğunda yapılan radyofrekans ablasyonu altı hastada (%60) başarılı oldu. Başarısız sonuç, iki hastada, sol lateral aksesuvar yol kateterinin sabit olmaması ve manipülasyonundaki zorluk nedeniyle RPM sistemine bağlandı; iki hastada ise başarısızlık aritminin kendi özelliğinden ve yerleşiminden kaynaklandı. Ameliyat süresi ortalaması 146±45 dk (dağılım 60-180 dk), ortalama skopi süresi 43±22 dk idi. İşlem sırasında veya sonrasında komplikasyon izlenmedi.
Sonuç: RPM sistemi kalp boşluklarının anatomisini çıkarabilmekte, anatomik ve elektrofizyolojik noktaları işaretleyebilmekte, kateterlerin üçboyutlu ve gerçek zamanlı olarak takibini ve aktivasyon/voltaj haritalama yapabilmektedir. Bu sistem aritmilerin radyofrekans ile ablasyonunda yol gösterici olarak kullanılabilir.
Objectives: Three-dimensional real-time position management system (RPM) uses an ultrasound technique to display real-time movements of catheters, to construct anatomy of heart chambers, and to obtain activation/voltage mapping. This study presented our initial experience with the RPM system used for the ablation of supraventricular or ventricular tachycardias.
Study design: Ten patients (9 males, 1 female; mean age 30 years; range 20 to 75 years) underwent electrophysiologic studies and radiofrequency ablation using the RPM mapping system for the treatment of arrhythmias. Seven patients had accessory pathways, one patient had a slow pathway, and two patients had ventricular arrhythmias.
Results: RPM-guided radiofrequency ablation was successful in six patients (60%). Failure of ablation was attributed to the RPM system in two patients, due to catheter instability and difficulties in steering to ablate the left lateral accessory pathways, and to the localization and characteristics of arrhythmias in two patients. The mean operation time was 146±45 min (range 60 to 180 min), with a mean fluoroscopy time of 43±22 min. No complications occurred during or after the procedure.
Conclusion: The RPM system provides satisfactory anatomical construction of heart chambers, marking of anatomic and electrophysiologic spots, three–dimensional real-time positioning of the catheters and activation/voltage mapping. It can be used to guide radiofrequency ablation of atrial and ventricular arrhythmias.

2.The effectiveness of oral N-acetylcysteine administered three hours before angiography in the prevention of contrast nephropathy in patients with mildly elevated creatinine levels
Gültekin Faik Hobikoğlu, Tuğrul Norgaz, Hüseyin Aksu, Orhan Özer, İbrahim Sarı, Ahmet Karabulut, Ebru Öntürk, Ahmet Narin
Pages 9 - 12
Amaç: Bu çalışmada, koroner anjiyografiden üç saat önce, parenteral sıvı tedavisine ek olarak uygulanan oral N-asetilsisteinin (NAS) kontrast nefropatisini önlemedeki etkisi incelendi.
Çalışma planı: Çift-kör planlanan çalışmada, işlemden bir gün önce kreatinin değerleri hafif yüksek (1.4-2 mg/dl) bulunan 81 hasta (58 erkek, 23 kadın; ort. yaş 62±10) rastgele iki gruba ayrıldı. Bir gruba (n=40) elektif koroner anjiyografiden üç saat önce 600 mg ve altı saat sonra 600 mg NAS, kontrol grubuna (n=41) ise plasebo verildi. Her iki gruba da toplam 1000 ml (%0.9 NaCl) sıvı tedavisi uygulandı. Kreatinin düzeyi ikinci ve yedinci günlerde tekrar ölçüldü ve işlem öncesine göre %25 veya >0.5 mg/dl artış olması kontrast nefropatisi olarak değerlendirildi.
Bulgular: İki grup arasında yaş, cinsiyet, risk faktörleri, işlem öncesi kreatinin değerleri ve kullanılan kontrast madde miktarı açısından anlamlı fark yoktu. Kreatinin düzeyi iki grupta da işlemden 48 saat sonra anlamlı derecede yükseldi (p<0.05); ancak, yedinci günde başlangıç değerlerine yakın bulundu. Son ölçümde NAS grubunda 20 hastada (%50), plasebo grubunda 17 hastada (%42) kreatinin değeri değişmemişti veya başlangıca göre daha düşüktü. İki grup arasında nefropati gelişimi açısından anlamlı farklılık görülmedi (p>0.05). Çalışma grubunda iki hastada (%5), plasebo grubunda dört hastada (%10) kontrast nefropatisi gelişti ve bu hastalar diyaliz ihtiyacı olmadan birinci haftada iyileşti.
Sonuç: Yeterli hidrasyon kontrast nefropatisini önlemede en önemli uygulamadır. Anjiyografi gününde uygulanan NAS’nin ek yararı olmadığı sonucuna varıldı.
Objectives: We evaluated the effectiveness of oral N-acetylcysteine (NAC) in the prevention of contrast nephropathy, when administered three hours before angiography in conjunction with parenteral hydration therapy.
Study design: This double-blind study included 81 patients (58 men, 23 women; mean age 62±10 years) with mildly elevated (1.4 mg/dl to 2 mg/dl) blood creatinine levels. Before elective coronary angiography, the patients were randomized to receive, in addition to hydration therapy (1000 ml 0.9% NaCl), 600 mg NAC before three hours and 600 mg NAC after six hours of the procedure (n=40) or placebo (n=41). Contrast nephropathy was defined as a 25% or 0.5 mg/dl increase in blood creatinine levels measured on Day 2 and Day 7 following the procedure.
Results: There were no significant differences between the two groups with respect to age, sex, risk factors, baseline creatinine levels, and the amount of contrast medium used. Creatinine levels significantly increased in both groups 48 hours after the procedure (p<0.05), but they returned to near-baseline levels on Day 7, at which time 20 patients (50%) in the NAC group, and 17 patients (42%) in the placebo group had the same or lower creatinine levels compared to the baseline. The incidence of nephropathy did not differ significantly (p>0.05); two patients (5%) in the NAC group, and four patients (10%) in the placebo group developed contrast nephropathy, all of which improved in the first week without the need for dialysis.
Conclusion: Hydration therapy is the most efficient way to prevent contrast nephropathy. Administration of NAC on the same day seems to provide no additional benefits.

3.Association of serum albumin levels with traditional risk factors and insulin resistance among Turkish adults
Mehmet Yazıcı, Altan Onat, Gülay Hergenç, Ali Metin Esen, Günay Can, Hüseyin Uyarel
Pages 13 - 20
Amaç: Türk yetişkinlerinde serum albümin düzeyleri ile insülin direnci, metabolik sendrom (MS), geleneksel koroner kalp hastalığı (KKH) ve risk faktörleri arasındaki ilişki araştırıldı.
Çalışma planı: Serum albumin konsantrasyonları, Marmara ve İç Anadolu bölgeleri nüfusunu temsil eden 1052 kişide kolorimetrik yöntemle ölçüldü ve kesitsel olarak değerlendirildi. Metabolik sendrom tanımı modifiye ATP III (Adult Treatment Panel III) ölçütlerine göre yapıldı.
Bulgular: Ortanca yaşı 53 olan örneklemde, MS tanısı erkeklerin %44.7'sinde, kadınların %49.4'ünde kondu. Serum albümin konsantrasyonu erkeklerde ortalama 4.39±0.38 mg/dl, kadınlarda 4.34±0.33 mg/dl bulundu (p=0.01). İkili korelasyonlarda serum albümin, her iki cinsiyette apolipoprotein B, HDL-kolesterol ve toplam bilirübin ile doğrusal; kadınlarda sistolik kan basıncı ile doğrusal; erkeklerde log CRP ile ters yönde anlamlı ilişki sergiledi. On bir değişkeni içeren bir lineer regresyon modelinde, albümin düzeyi için her iki cinsiyette yaş ters yönde, toplam kolesterol pozitif yönde bağımsız belirteç olarak saptandı. Kadınlarda albümin düzeyini bağımsız ve ters yönde etkiler görünen sigara içimi, erkeklerde anlamlılık sınırına yakın bir ilişki gösterdi. Kadınlarda kreatinin pozitif, erkeklerde diyastolik kan basıncı pozitif, log HOMA ters yönde bağımsız belirteç idi. Yaş ve cinsiyet ayarlı analizinde serum albümi ile MS ve KKH arasında anlamlı bağıntı saptanmadı.
Sonuç: Türk erkeklerinde serum albümin düzeyinde görülen azalmaya, böbrek disfonksiyonundan bağımsız olarak insülin direnci katkıda bulunuyor olabilir. İnsülin direnci bu bağlamda, oksidatif stres ve subklinik kronik inflamasyona aracılık ediyor olabilir.
Objectives: We investigated serum albumin levels and their association with insulin resistance (IR), metabolic syndrome (MS), coronary heart disease (CHD), and traditional risk factors among Turkish adults.
Study design: Serum albumin levels were measured colorimetrically in 1052 subjects representing the population of Western Turkey (Marmara and Central Anatolian regions), and were studied cross-sectionally. Metabolic syndrome was identified by modified criteria of the Adult Treatment Panel III.
Results: The median age was 53 years. Metabolic syndrome was identified in 44.7% of males and in 49.4% of females. The mean serum albumin level was 4.39±0.38 mg/dl in males and 4.34±0.33 mg/dl in females (p=0.01). In univariate analyses, serum albumin concentrations showed positive correlations with apolipoprotein B, HDL-cholesterol, and total bilirubin in both genders, a positive correlation with systolic blood pressure in females, and an inverse correlation with log CRP in males. In a linear regression analysis with 11 variables for serum albumin levels, age showed an inverse, and total cholesterol showed a positive independent effect in both genders. While smoking significantly affected serum albumin levels in females, this relationship was only of near significance in males. Other independent variables were serum creatinine in females (positive), and diastolic blood pressure (positive) and log HOMA (inverse) in males. In age- and sex-adjusted analyses, serum albumin showed no correlations with MS and CHD.
Conclusion: Independent of renal dysfunction, insulin resistance may contribute to low serum albumin levels in Turkish men and, in this context, may be playing a mediating role for oxidative stress and subclinical chronic inflammation.

4.The effect of coronary angioplasty on oxidative and antioxidative status
Mustafa Gür, Ali Yıldız, Recep Demirbağ, Remzi Yılmaz, Altan Koç, Ekrem Karakaya, Hakim Celik, Şahbettin Selek, Özcan Erel
Pages 21 - 27
Amaç: Koroner anjiyoplasti ve koroner anjiyografi işlemleri sırasında oksidatif ve antioksidatif durum değişikliklerinin araştırılması amaçlandı.
Çalışma planı: Çalışmaya, tek damarda koroner darlık nedeniyle elektif perkütan transluminal koroner anjiyoplasti (PTKA) uygulanan 28 ardışık hasta (20 erkek, 8 kadın; ort. yaş 58.4) alındı. Koroner anjiyografisi normal bulunan 19 hastadan kontrol grubu oluşturuldu. Koroner anjiyografi ve anjiyoplasti işlemleri standart protokole göre yapıldı. İşlemin hemen öncesinde ve sonraki 1-2 saat içinde kan örnekleri alınarak, serumda oksidatif durum için total oksidan durum (TOD), lipid hidroperoksit düzeyleri ve oksidatif stres indeksi (OSİ); antioksidatif durum için ise, total antioksidan kapasite (TAK) ve serbest sülfidril düzeyleri belirlendi.
Bulgular: Girişimler öncesinde, PTKA grubunda oksidatif stres ölçütleri (TOD, lipid hidroperoksit düzeyi, OSİ) kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksek (sırasıyla, p<0.001, p=0.029, p<0.001); antioksidatif durum ölçütleri (TAK, p=0.032; serbest sülfidril, p=0.01) ise daha düşük bulundu. Koroner anjiyoplasti sonrasında TOD (p=0.016), lipid hidroperoksit düzeyi (p=0.002) ve OSİ (p=0.003) tüm hastalarda anlamlı artış, TAK (p=0.039) ve serbest sülfidril (p=0.03) anlamlı düşüş gösterdi. Kontrol grubunda ise bu parametrelerin hiçbirinde anjiyografi sonrasında anlamlı değişiklik meydana gelmedi (p>0.05). Anjiyoplasti grubunda OSİ’deki değişim ile toplam balon şişirme süresi arasında anlamlı pozitif ilişki saptandı (r=0.554, p=0.002).
Sonuç: Bulgularımız, PTKA’nın, olasılıkla iskemi reperfüzyon etkisi yoluyla ve toplam balon şişirme süresiyle ilişkili olmak üzere oksidatif streste anlamlı artışa yol açtığını göstermektedir.
Objectives: We investigated the alterations in oxidative and antioxidative status during coronary angioplasty and coronary angiography interventions.
Study design: The study included 28 consecutive patients (20 males, 8 females; mean age 58.4 years) who underwent elective percutaneous transluminal coronary angioplasty (PTCA) for a single coronary stenosis. Nineteen patients with normal coronary angiography comprised the control group. Coronary angiography and PTCA were performed according to the standard protocols. Blood samples were taken just before and at 1 to 2 hours after coronary interventions to determine parameters of serum oxidative status including total oxidant status (TOS), lipid hydroperoxide levels, and oxidative stress index (OSI). For antioxidative status, total antioxidant capacity (TAC) and total free sulfhydryl groups were determined.
Results: Before coronary interventions, indicators of oxidative stress (TOS, lipid hydroperoxides, and OSI) were higher (p<0.001, p=0.029, p<0.001, respectively), and TAC (p=0.032) and free sulfhydryl levels (p=0.01) were lower in the PTCA group. After PTCA, TOS, lipid hydroperoxides, and OSI showed significant increases (p=0.016, p=0.002, p=0.003, respectively), whereas TAC (p=0.039) and free sulfhydryl levels (p=0.03) were significantly decreased. However, in the control group, none of the parameters changed significantly following angiography (p>0.05). In the PTCA group, a significant positive correlation was found between changes in OSI and total inflation time (r=0.554, p=0.002).
Conclusion: Our findings demonstrate that PTCA is associated with increased oxidative stress through ischemia-reperfusion effect, whose severity is related with total inflation time.

5.Serum bilirubin levels in Turkish adults show inverse relation with insulin resistance and overall obesity, without association with metabolic syndrome
Altan Onat, Altan Onat, Hakan Özhan, Ahmet Karabulut, Sinan Albayrak, Günay Can, Gülay Hergenç
Pages 28 - 36
Amaç: Bu çalışmada, halkımızda serum bilirübin düzeyleri ile insülin direnci (İD), metabolik sendrom (MS) veya bileşenleri ve koroner kalp hastalığı (KKH) arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlandı.
Çalışma planı: Serum bilirübin konsantrasyonları, Marmara ve İç Anadolu bölgeleri nüfusunu temsil eden 1052 erkek ve kadında ölçüldü ve kesitsel olarak değerlendirildi. Metabolik sendrom tanımı modifiye ATP III (Adult Treatment Panel III ) ölçütlerine göre yapıldı.
Bulgular: Ortanca yaşı 53 olan örneklemde erkeklerin %46’sında (n=235), kadınların %46.8’inde (n=253) MS tanısı kondu. Ortalama bilirübin konsantrasyonu erkeklerde 0.59±0.34 mg/dl, kadınlarda 0.53±0.34 mg/dl bulundu (p=0.004). Bilirübin düzeyleri, serum toplam protein, albümin, testosteron, yaş, diyastolik kan basıncı, kreatinin ve folik asit ile doğrusal; sigara içme durumu, İD (log HOMA) ve beden kütle indeksi ile ters yönde anlamlı korelasyon gösterdi. HDL-kolesterol açısından yalnız erkeklerde korelasyon görüldü. Bu etkenlerden obezite, İD (ters yönlü) ve diyastolik basınç bilirübin düzeyinin önde gelen bağımsız belirleyicileriydi. Lojistik regresyon analizinde, bilirübin alt çeyrek dilimi (≤0.34 mg/dl) İD ile ilişkili (odds oranı: 1.91; %95 GA: 1.14-3.18) bulundu; bu ilişki kadınlarda da anlamlıydı (odds oranı: 2.43; %95 GA: 1.21-4.88). Bilirübin düzey düşüklüğü KKH ve MS ile anlamlı ilişki göstermedi.
Sonuç: Yetişkinlerimizde, MS’nin santral obeziteyle ilişkili öğeleri değil, İD varlığı bilirübin düzeylerindeki azalmayla ilişkilidir. Kadınlarda daha belirgin olan bu ilişki, serum bilirübininin antioksidan işlevi bulunduğu yönündeki görüşü desteklemektedir.
Objectives: We investigated serum bilirubin levels and their association with insulin resistance (IR), metabolic syndrome (MS) or its components, and coronary heart disease (CHD) among Turkish adults.
Study design: Serum bilirubin concentrations were measured in 1,052 male and female participants of a representative cross-sectional Turkish cohort living in the Marmara and Middle Anatolia regions. Metabolic syndrome was defined by modified criteria of the Adult Treatment Panel III.
Results: The median age of the cohort was 53 years. Metabolic syndrome was identified in 235 males (46%) and 253 females (46.8%). The mean serum bilirubin concentration was 0.59±0.34 mg/dl in males, and 0.53±0.34 mg/dl in females (p=0.004). Serum bilirubin levels showed significant positive correlations with serum protein, albumin, testosterone, age, diastolic blood pressure, creatinine, and folic acid, and inverse correlations with smoking, body mass index, and IR. Serum bilirubin was correlated with HDL-cholesterol only in males. Of these factors, obesity, IR (inversely), and diastolic blood pressure were the main independent covariates of serum bilirubin. Logistic regression analysis showed that IR was significantly associated with the bottom quartile of bilirubin (≤0.34 mg/dl) (OR: 1.91; 95% CI: 1.14-3.18), with a stronger association only in females (OR: 2.43; 95% CI 1.21-4.88). Bilirubin levels were not in significant association with CHD and MS.
Conclusion: Insulin resistance, but not MS components related with central obesity, was associated with low levels of serum bilirubin in Turkish adults. This relation is more prominent among females and supports the hypothesis that serum bilirubin possesses antioxidant function.

CASE REPORT
6.The Osborn wave in a hypothermic patient with head trauma
İsa Kılıçaslan, Turgut Karabağ, Ahmet Hulusi Arslan
Pages 37 - 39
The Osborn (J) wave refers to a dome-shaped deflection on the electrocardiogram, that appears as a late delta wave following the QRS complex or as a small secondary R wave (R'). A 25-year-old man was found unconscious in the open in cold and snowy weather. Electrocardiogram obtained on admission showed atrial fibrillation with a normal ventricular rate, increased duration of the QRS complex and the QT interval, and the J wave in all derivations. Rectal temperature was measured as 27.1 °C. In addition, cranial tomography showed subdural hematoma in the left parietal region. Treatment for subdural hematoma and hypothermia resulted in normal sinus rhythm and disappearance of the J wave on the electrocardiogram obtained in the 24th hour. However, he developed brain death due to deterioration in the intracerebral pathology at 30 hours.
Osborn (J) dalgası, elektrokardiyogramda QRS kompleksini izleyen geç delta dalgası olarak veya küçük sekonder R dalgası (R') olarak izlenen kubbe görünümlü bir defleksiyondur. Soğuk ve karlı bir havada bilinci kapalı olarak bulunan 25 yaşında erkek hastanın elektrokardiyogramında normal ventrikül hızlı atriyal fibrilasyon, QRS kompleksi ve QT aralığında uzama ve tüm derivasyonlarda belirgin Osborn (J) dalgası görüldü. Hastanın rektal vücut ısısı 27.1 °C ölçüldü. Ayrıca, kraniyal tomografide sol parietal alanda subdural hematom saptandı. Subdural hematom ve hipotermiye yönelik tedaviler sonucunda 24. saatte çekilen EKG’de normal sinus ritmi sağlandı ve Osborn dalgaları kayboldu. Ancak, intraserebral patolojinin kötüleşmesi nedeniyle 30. saatte hastada beyin ölümü gelişti.

7.Spontaneous coronary artery dissection due to oral contraceptive use
Mehmet Ateş, Ahmet Ümit Güllü, Mehmet Kızılay, Murat Akçar
Pages 40 - 42
Akut miyokard infarktüsüne neden olan spontan koroner arter diseksiyonu nadir bir durumdur. Son 15 yıldır oral kontraseptif kulanımı dışında risk faktörü olmayan 37 yaşındaki kadın hastada ST yükselmesi olmadan gelişen miyokard infarktüsü nedeniyle yapılan koroner anjiyografide spontan koroner arter diseksiyonu saptandı. Sol ön inen arterin proksimalinden distaline kadar uzunlamasına seyreden diseksiyon segmenti 5 cm’nin üzerinde idi. Tıbbi tedaviye rağmen hemodinamik bozulma ve sol atriyal basıncın giderek artması nedeniyle intra-aortik balon pompası yerleştirilerek koroner arter baypas greft ameliyatı uygulandı. Hasta komplikasyon olmadan ameliyat sonrası yedinci günde taburcu edildi.
Spontaneous coronary artery dissection is a rare cause of acute myocardial infarction. A 37-year-old woman who did not have any cardiovascular risk factor other than oral contraceptive use for 15 years developed acute myocardial infarction without ST-segment elevation. Coronary angiography revealed spontaneous coronary artery dissection involving a long segment (>5 cm) of the left anterior descending coronary artery from proximal to distal. Despite treatment, hemodynamic parameters worsened and left atrial pressure continued to increase. An intra-aortic balloon pump was placed and emergency coronary artery bypass grafting was performed. She was discharged on the seventh day of surgery without any complications.

8.Late thrombosis following treatment of in-stent restenosis with sirolimus-eluting stents due to discontinuation of antiplatelet agents
Uğur Arslan, Sedat Türkoğlu, Timur Timurkaynak
Pages 43 - 47
Yeni lezyonlarda darlığın tekrarlamasını önlemek için ve stent içi darlığın tedavisinde ilaç kaplı stentler günümüzde yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak, ilaç kaplı stentlerin uzun dönem komplikasyonları hala tam olarak aydınlatılamamıştır. Bu yazıda, sağ koroner artere takılan metal stentte darlık gelişmesi sonucu iki adet sirolimus kaplı stent takılan ve bu işlemden 168 gün sonra geç stent trombozuna bağlı akut inferoposterior miyokard infarktüsü ile başvuran 46 yaşında bir kadın hasta sunuldu. Hastanın kullanmakta olduğu aspirin ve klopidogrel, kalp dışı bir cerrahi işlem için beş gün önce kesilmişti. Heparinli doku plazminojen aktivatörü ve tirofiban ile tedaviye başlanmasından 30 dakika sonra ST-segment gerilemesi sağlandı. İnfüzyon tedavisinin tamamlanmasından sonra yapılan koroner anjiyografide sağ koroner arterde TIMI III akım görüldü; stentler tamamen açıktı ve trombüs kaybolmuştu. Hastada aspirin ve klopidogrel tedavisine yeniden başlandı. Antitrombosit ilaçların uzun dönem kullanımı, yaşam boyu kullanım anlamına gelebilir.
Drug-eluting stents are widely used to prevent restenosis in de novo lesions, and for percutaneous treatment of in-stent restenosis. However, their long-term safety profile is still debatable. A 46-year-old female patient was admitted with acute inferoposterior myocardial infarction due to late stent thrombosis that developed after 168 days of implantation of two sirolimus-eluting stents for a restenotic bare metal stent to the right coronary artery. She had been receiving aspirin and clopidogrel, both of which were discontinued for five days for the preparation of a noncardiac operation. Tissue plasminogen activator with heparin and tirofiban was started immediately, which resulted in ST-segment resolution within 30 minutes. Coronary angiography after the completion of t-PA infusion showed TIMI III flow in the right coronary artery. The stents were fully patent and all the thrombus was lysed. Antiaggregant therapy with aspirin and clopidogrel was resumed. Long-term may imply life-time treatment with antiplatelet agents.

REVIEW
9.A new inotropic agent in the treatment of decompensated heart failure: Levosimendan
Dursun Aras, Serkan Topaloğlu, Şule Korkmaz
Pages 48 - 56
Akut dekompanse kalp yetersizliğinde beta-adrenerjik agonistler ve fosfodiesteraz III inhibitörleri gibi pozitif inotropik ajanlar kısa dönemde önemli hemodinamik yararlar sağlamasına rağmen, uzun dönemde sağkalımı olumsuz etkilemektedir. Kalsiyum duyarlılaştırıcı ajanlar, cAMP ve hücre içi kalsiyum konsantrasyonunu artırmaksızın kalbin kontraksiyonunu artıran, yeni ve farklı bir inotrop grubu olarak sunulmuştur. Bunlar arasında levosimendan inotropik ve vazodilatör etkileri olan en güçlü ilaçtır. İlk çalışmalar levosimendanın hem kronik kalp yetersizliğinin akut dekompansasyonunda hem de miyokard infarktüsü sonrası gelişen akut kalp yetersizliğinde semptomları iyileştirdiğini, mortaliteyi azalttığını ve iyi tolere edildiğini göstermiştir. Yakın zamanda sonuçları açıklanan daha geniş çaplı çalışmalarda, levosimendan ile semptomları iyileştirmede plasebodan daha iyi, mortalite açısından ise hem plasebo hem de dobutamine benzer sonuçlara ulaşılmış; ancak, levosimendana bağlı aritmi sıklığında artış bildirilmiştir. Bu sonuçlar levosimendan ile ilgili daha fazla çalışmaya ihtiyaç olduğunu düşündürmektedir.
Positive inotropic agents such as beta-adrenergic agonists or phosphodiesterase III inhibitors provide significant hemodynamic benefits in the short-term treatment of decompensated heart failure, but they have unfavorable effects on survival in the long-term. Calcium sensitizer agents represent a new and different class of inotropic agents that increase cardiac contractility without increasing cAMP and intracellular calcium concentrations. Among them, levosimendan is the most potent drug with inotropic and vasodilatory effects. Preliminary studies showed that levosimendan was associated with symptomatic improvement, decreased mortality, and better tolerance in the treatment of both acute decompansation of chronic heart failure and acute heart failure following myocardial infarction. However, the results of larger studies recently published show that levosimendan is superior to placebo only in symptomatic improvement and is not favored over placebo or dobutamine with regard to its effect on mortality. Moreover, an increased incidence of arrhythmias have been reported. These data suggest that further studies are needed regarding the use of levosimendan.

CASE IMAGE
10.Demonstration of a hypoplastic aortic arch by computed tomographic angiography
Onur Selçuk Göksel, Murat Uğurlucan, Emin Tireli, Enver Dayıoğlu
Page 57
Abstract |Full Text PDF

CASE REPORT
11.Left supravalvular and intra-antrial membrane mimicking vegetation
Cem Köz, Oben Baysan, Mehmet Uzun, Celal Genç
Page 58
Sol intra-atriyal supravalvuler yerleşimli membran ekokardiyografik olarak nadir rastlanan bir bulgudur. Olgumuzda sağlıklı ve asemptomatik bir erkekde vejetasyonu taklit eden intra-atriyal supravalvüler membran sunulmaktadır. tanımlanmamış bu bulgu transösepageal ekokradiyografi ile ortaya konulmuştur.
Left intra-atrial supravalvular membrane is an unusual finding on echocardiography. We describe a healthy an asymptomatic male with mitral supravalvular membrane mimics vegetation. Undefined echocardiographic finding was revealed by tranosephageal echocardiography.

CASE IMAGE
12.Giant myxoma in the right atrium
Hasan Kocatürk, Mustafa Yılmaz, Ednan Bayram, Cevdet Uğur Koçoğulları
Page 59
Abstract |Full Text PDF

OTHER ARTICLES
13.Answers of specialist
Dilek Ural, Atiye Çengel, Hasan Tüzün
Pages 60 - 62
Abstract |Full Text PDF

14.Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Pages 63 - 64
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.