ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 31 (5)
Volume: 31  Issue: 5 - May 2003
1.Assessment of the Effect of Left Ventricular Hypertrophy on Right Ventricular Functions Using Pulsed Wave Tissue Doppler Imaging in Patients with Essential Hypertension
Hüseyin Sürücü, Osman Akdemir, Sedat Üstündağ, Ersan Tatlı, İbrahim Köker, Gültaç Özbay
Pages 249 - 261
Literatürde esansiyel hipertansiyonlu hastalarda sağ ventrikül fonksiyonlarını inceleyen çalışmalar kısıtlı sayıdadır. Bu çalışmaların hepsinde standart ekokardiyografi (eko) parametreleri kullanıldığı gibi, sol ventrikül hipertrofisinin (SVH) sağ ventrikül fonksiyonları üzerine olan etkisi de incelenmemiştir. Çalışmamızda esansiyel hipertansiyonlu 114 olguda gelişen SVH'nin sağ ventrikül işlevleri üzerine olan etkisi standart eko ve doku Doppler görüntüleme (DDG) yöntemleri kullanılarak incelenmiştir. Sonuçlar sistemik bir hastalığı olmayan, Bruce protokolüne göre maksimal efor testi negatif sonuçlanan 34 sağlıklı bireyle (grup-1) karşılaştırılmıştır. Olgular elektrokardiyografi (EKG) ve eko'da SVH olmayan (grup-2), eko'da SVH saptanmasına rağmen EKG'de olmayanlar (grup-3) ve EKG ve eko'da SVH saptananlar olarak (grup-4) sınıflandırılmıştır. Standart eko parametrelerinden hiç biri SVH'nin sağ ventrikül işlevlerini bozduğunu tespit edememiştir. Oysa DDG parametrelerinden İVRa hızı ve Ea yavaşlama süresi (Ea - DT) SVH gelişen gurupta daha büyük bulunmuştur. Sağ ventrikül miyokardından elde edilen İVRa hızı grup-4'de diğer guruplara göre daha yüksek saptanmıştır (sırasıyla p değerleri 0.010, 0.002 ve 0.001). Ea-DT süresi de grup-4'de sağlıklı bireyler ve SVH?sı olmayan esansiyel hipertansiyonlu olgulara göre anlamlı olarak uzun bulunmuştur (sırasıyla p:0.020 ve p:0.037). Bu değişikliklerin sağ ventrikül diyastolik işlev bozukluklarını yansıttığı kabul edildiğinde sağ ventrikül işlevlerinin gelişen SVH?den etkilendiği ve bu değişikliklerin de standart eko parametreleri ile tespit edilemediği, ayrıca EKG'de saptanan SVH'nin sağ ventrikül diyastolik işlev bozukluğuna işaret ettiği sonucuna varılabilir.
There are limited number of studies evaluating right ventricular functions in patients with essential hypertension. Standard echocardiographic parameters have been used in all those studies, and data on effects of left ventricular hypertrophy (LVH) on right ventricular functions are lacking. This paper seeks the effect of LVH on the right ventricular functions with standard echocardiography (echo) and pulsed wave tissue Doppler imaging (TDI) in 114 patients with essential hypertension. Findings were compared to 34 healthy subjects who had no systemic disease and negative exercise test, according to the Bruce protocol (group 1). Patients were classified as no LVH in electrocardiography (ECG) and echo (group-2), LVH by echo but not by ECG (group-3) and those who had LVH both by ECG and echo (group-4). None of the standard echocardiographic parameters could detect an abnormality in right vetricular functions due to LVH. However; right ventricular TDI parameters of IVRa speed and Ea deceleration time were higher than in patients with LVH. IVRa speed data collected in right ventricular myocardium (group 4) were greater than in other groups (p 0.01, 0.02 and <0,001, respectively). The Ea deceleration time in group 4 was also prolonged compared to the healthy group and essential hypertensie group which had no LVH (P:0.020 and p:0.037). Assuming these changes reflect right ventricular diastolic disfunction, following results can be concluded: right ventricular functions were influenced by left ventricular hypertrophy and these changes could not be detected by standard echo parameters, and thus it is concluded that LVH in ECG indicates right ventricular diastolic dysfunction.

2.Tıssue Doppler Myocardial Performance Index
Tarkan Tekten, Alper O.Onbaşılı, Ceyhun Ceyhan, Selim Ünal, Pınar Ağaoğlu
Pages 262 - 269
Miyokard performans indeksi (MPİ) basit, kullanılabilir ve girişimsel olmayan bir yöntem olarak kardiyak fonksiyonları değerlendirmek amacıyla daha önce tanımlanmıştır. Bu çalışmanın amacı sağlıklı bireylerde pulse Doppler metodu ile elde edilen MPİ'ni doku Doppler (DD) metodu ile elde edilen MPİ ile karşılaştırmaktır. Çalışmaya 28 sağlıklı birey alındı. DD ile elde edilen MPİ?ni hesaplamak amacıyla izovolumetrik kontraksiyon (İVKZ), izovolumetrik relaksasyon (İVRZ) ve ejeksiyon zamanı (EZ) mitral anulusun iki farklı bölgesinden (septum ve lateral) alındı. MPİ her bir bölgeden ölçülen İVRZ ve İVKZ toplamının EZ'na bölünmesi ile hesaplandı. Ortalama MPİ değeri hesaplanan MPİ değerlerinin ikiye bölünmesi ile elde edildi. Aynı parametreler mitral giriş ve sol ventrikül çıkış yolu hız zaman intervalleri kullanılarak pulsed Doppler metodu ile ölçüldü. Ölçülen tüm bölgelerde, DD ile elde edilen MPİ pulsed Doppler metodu ile hesaplanan MPİ ile iyi derecede korelasyon göstermekte idi (septal bölge r=0.82, p<0.0001; lateral bölge r=0.86, p<0.0001). En yüksek korelasyon ortalama MPİ değeri ile gözlendi; r=0.94, p<0.0001. Sonuç olarak, bu çalışma normal bireylerde MPİ?nin DD yöntemi ile hesaplanabildiğini ve geleneksel MPİ ile iyi korele olduğunu gösterdi. Mitral anulusun iki farklı bölgesinden hesaplanan ortalama DD MPİ değerleri, global kardiyak fonksiyonların değerlendirilmesinde daha güvenilir bir yol olabilir.
A simple, reproducible, noninvasive myocardial performance index (MPI) for the assessment of overall cardiac function has been described previously. The purpose of this study was to compare the MPI obtained by pulsed Doppler method with the MPI obtained by tissue Doppler echocardiography (TDE) in normal subjects. Twenty-eight healthy subjects were included. In order to calculate MPI by TDE, isovolumetric contraction (IVCT), relaxation time (IVRT) and ejection time (ET) were measured at two different sites of mitral annulus: septum and lateral. MPI was calculated by dividing the sum of IVCT and IVRT by ET at each site of measurement. The mean MPI value was found by dividing the sum of these MPI values into two. The same parameters were measured using the mitral inflow and left ventricular outflow velocity time intervals in pulsed Doppler method. At all sites measured, MPI by TDE correlated well with conventional MPI (at septal site r=0.82, p<0.0001; at lateral site r=0.86, p<0.0001). The highest correlation was observed in mean value of MPI by TDE; r=0.94, p<0.0001. This study demonstrated that MPI may be measured by TDE and correlated well with conventional MPI in normal subjects. The mean of MPI by TDE values measured at two different mitral annular sites may be a more reliable way of assessing global LV function.

ORIGINAL ARTICLE
3.Slow Coronary Flow May be a Sign of Diffuse Atherosclerosis: Contribution of FFR and IVUS
Hasan Pakdemir, Ahmet Çamsarı, Tuncay Parmaksız, Dilek Çiçek, Tuna Katırcıbaşı, Necdet Akkuş, Gökhan Cin, Oben Döven, Türkay Özcan
Pages 270 - 278
Yavaş koroner akım, epikardiyal koroner arterlerin tıkayıcı hastalığının yokluğunda koroner arterlerin opak madde ile geç dolması ile karakterize bir fenomendir. Bu fenomen etiyolojikli küçük damar hastalığı ve endotelyal disfonksiyon gibi bir çok etiyolojik faktörler suçlanmıştır. Bizim çalışmamızın amacı, fraksiyonel akım rezervi (FFR) ve intravasküler ultrason (IVUS) kullanarak, yavaş koroner akım ile epikardiyal rezistans arasındaki ilişkiyi araştırmaktı. Çalışmaya toplam 19 yavaş koroner akım saptanan hasta alındı (8 erkek %42.1 ve 11 kadın %57.9). Yaş ortalamaları 55.9±9.4 yıl idi. Bu hastaların FFR değerleri (0.83±0.13) beklenen normal değerlerle (1.0) karşılaştırıldığı zaman oldukça düşük olduğu tespit edildi (p= 0,0001) Yavaş koroner akımlı hastalarda TIMI frame count ve FFR arasında güçlü negatif korelasyon bulundu. (r=-0.551. p<0,05). IVUS incelemesinde epikardiyal arterler boyunca longutidinal uzanan masif kalsifikasyon ve intimal kalınlıkta artma tespit edildi. (0.59±0.18mm). İntimal kalınlık ile FFR arasında negatif korelasyon bulundu. (r=-0.467. p<0,05) Sonuç olarak, bu çalışma yavaş koroner akımlı hastalarada FFR daki azalmayı göstermiştir. Yavas koroner akımlı hastalarda azalmış FFR seviyeleri IVUS ile gösterilen diffüz aterosklerozun neden olduğu epikardiyal koroner arterlerin rezistansındaki artışa bağlı olabilir.
Slow coronary flow (SCF) is a phenomenon characterized by delayed opacification of coronary arteries in the absence of epicardial occlusive disease, in which many etiological factors such as microvascular and endothelial dysfunction, and small vessel disease have been implicated. We aimed to investigate the epicardial resistance in relation to SCF by using fractional flow reserve (FFR) and intravascular ultrasound (IVUS). Both have been combined to disclose the related epicardial flow resistance and the arterial anatomy. The study population consisted of 19 [8 (42.1%) male, 11 (57.9%) female; age=55.9±9.4 years] patients with SCF. As compared to expected normal values (1.0), FFR values (0.83±0.13) were significantly lower (p=0.0001). In patients with SCF, a strong negative correlation was seen between TIMI frame count and FFR (r=0.551, p<0.05). On IVUS investigation, the common finding was longitudinally extended massive calcification throughout the epicardial arteries and increased intimal thickness (0.59±0.18mm). A negative correlation between intimal thickness and FFR was determined (r=0.467, p<0.05). In conclusion, we demonstrated decreased FFR in patients with SCF. Decreased FFR levels have been attributed to increased resistance in epicardial coronary arteries due to diffuse atherosclerotic disease which has been demonstrated by IVUS.

4.The Impact of Obesity on Cardiovascular Diseases in Turkey
Altan Onat
Pages 279 - 289
Bu gözden geçiride obezitenin Türk halkında kardiyovasküler hastalıklara etkisi, koroner kalp hastalığına (KKH) odaklanarak, yetişkinlerimizi temsil eden prospektif TEKHARF çalışmasına dayandırılarak irdelenmektedir. Obezite ve abdominal obeziteye ilişkin genel bilgiler ve adiposit metabolizması özetlendikten sonra, halkımızdaki prevalansları açıklanmıştır (2.8 milyon erkek ile 7.7 milyon kadında abdominal obezite). Bel çevresi kan basıncı ve C-reaktif protein başta olmak üzere, dislipidemi, açlık glukozu ve fiziksel aktiviteyle anlamlı korelasyon göstermektedir. Yetişkinlerimizde bilgisayarlı tomografi aracılığıyla belirlenen viseral adipozitenin en iyi iki yansıtıcısı bel çevresi ile beden kitle indeksi (BKİ) iken, bel/kalça oranının işlevi daha az uygundu. Erkeklerde, viseral yağ dokusu alanıyla daha yakın bir ilişki içinde bulunan bel çevresi, seçilecek gösterge idi; kadınlarda BKİ ona yaklaştı. Bel çevresi için en uygun sınır değerleri erkeklerde 96 cm, kadınlarda >88 cm olup, erkeklerde şimdiye kadar tavsiye edilenden daha dar bir bel çevresi eylem düzeyine işaret etmekteydi. Dört-yıllık prospektif analiz, erkeklerde KKH için yaş-ayarlı nisbi risk belin 96 cm olması durumunda, bu değerden daha dar olmasına göre 1.65-kat daha fazla idi. Bel çevresi gelecekteki KKH olaylarını, diğer risk faktörlerinden bağımsız olarak öngördürdü: ?hazard? oranı olarak 1 standart sapma (12 cm) artış, riskte %34'lük bir artışa karşılık geldi. Abdominal obezite sıklığı erkeklerimizde Batılı toplumlardakine benzerken, peri- ve postmenopozal Türk kadınında bu, ne yazık ki, standarttır. Abdominal obezite gerçi halkımızda dislipidemiyi belirliyorsa da, özellikle kadınlarımızda Batılı'dan daha fazla etkilenen (sistolik) kan basıncı, koroner riskin başlıca belirleyicisi konumunda görünmektedir. Halkımızda her yıl gelişen yeni KKH olgularının neredeyse 25,000?i abdominal obeziteye bağlanabilir. Bel çevresinde ortalama 1 cm artışın, yetişkinlerimizdeki KKH sayısında 6 ila 7,000 artışa yol açtığı tahmin edilebilir. Popülasyona atfedilebilecek risk bakımından abdominal obezitenin, yetişkinlerimizdeki risk faktörleri arasında, hipertansiyon ve sigara içiminden sonra, HDL-kolesterol düşüklüğü ile birlikte 3'üncü sırada bulunduğu, LDL-kolesterol ve diyabete öncelik ettiği öne sürülebilir.
Focusing on coronary heart disease (CHD), this article reviews the impact of obesity on cardiovascular disease among Turks, based primarily on the data obtained in the Turkish Adult Risk Factor Study, a prospective study ongoing since 1990 on a representative sample of Turkish adults. After summarizing basic knowledge on obesity and abdominal obesity and adipocyte metabolism, the prevalences in this population were estimated (2.8 milllion men and 7.7 milllion women with abdominal obesity). Waist circumference revealed significant correlations with dyslipidemia, fasting glucose and physical activity and, above all, with blood pressure and C-reactive protein. The two good surrogates of visceral adiposity among Turkish adults, examined by computed tomography, were waist girth and body mass index (BMI), while waist-to-hip ratio was clearly inferior. In men, waist girth is the parameter of choice due to a closer relationship with visceral adipose tissue area, whereas in women BMI approached it. Best cutoff values for waist circumference were 96 cm in men and >88 cm in women, thus pointing to a lower action level of waist circumference in men than hitherto recommended. A 4-year prospective analysis disclosed that the age-adjusted relative CHD risk in men with a waist 96 cm was 1.65-fold the risk in men having a waist less than 96 cm. Waist girth significantly predicted nonfatal and/or fatal CHD risk, independent of salient risk factors, imparting a 34% excess risk for each increment of 12 cm (=1 SD). In contrast to the prevalence of abdominal obesity in men being similar to Western populations, it is a standard in peri- and postmenopausal Turkish women. Though abdominal obesity in Turkish adults is a main determinant of dyslipidemia as well, compared to Western adults (in particular among women), it affects to a greater extent (systolic) blood pressure, which appears the main determinant of coronary risk among Turks. It is concluded that the attributable risk for the population - estimated as 25,000 of the new cases of CHD that develop each year - highlights abdominal obesity in 3rd rank among the risk factors in Turkish adults, after hypertension and smoking, jointly with low HDL-cholesterol, namely, before elevated LDL-cholesterol and diabetes.

5.Primary Angioplasty for Acute Isolated Right Ventricular Myocardial Infarction
Erhan Babalık, Özlem Batukan Esen, Barış Ökçün, Tevfik Gürmen
Pages 290 - 293
Sağ ventrikül miyokard infarktüsü akut inferiyor miyokard infarktüslerin %30-50'sine eşlik etmektedir. Ancak, izole sağ ventrikül miyokard infarktüsü tanısı nadir olarak konmaktadır ve tüm akut miyokard infarktüslü hastaların %3'ünden azını oluşturmaktadır. Sağ ventrikül miyokard infarktüsünde morbidite ve mortalite yüksek olduğundan başarılı bir reperfüzyon tedavisi önemlidir. Biz bu yazıda primer anjiyoplasti ile tedavi edilen 2 ayrı izole sağ ventrikül miyokard infarktüsü olgusunu sunuyoruz.
Right ventricular myocardial infarction accompanies inferior myocardial infarction in 30 to 50 percent of cases. However isolated right ventricular myocardial infarction has rarely been diagnosed, and is seen in fewer than 3 percent of all cases of acute miyocardial infarction. Because right ventricular infarction is associated with increased rates of morbidity and mortality, successful reperfusion has gained importance in treatment. Herein we present two separate cases of isolated right ventricular myocardial infarction successfully treated by primary angioplasty. (Arch Turk Soc Cardiol 2003;31:290-3)

6.Bilateral Coronary Artery-Left Ventricle Fistulas Presenting with Stable Angina Pectoris Resistant to Pharmacological Therapy: A Case Report
Erhan Babalık, Murat Mert, Alev AratÖzkan, Tevfik Gürmen
Pages 294 - 297
Özellikle yüksek basınçlı arteryel sisteme açılan bilateral koroner arter fistülleri nadir görülen anorlalilerdir. Sempomlu hastalarda, fistülün anatomik yapısına ve eşlik eden bir kalp hastalığı varlığına göre cerrahi veya perkütan girişim yöntemleri genellikle kabul görmektedir. Bu yazıda farmakolojik tedaviye iyi yanıt vermeyen miyokard iskemisi ve anginaya neden olan, sol ventrikül ile her iki koroner arasındaki multipl fistülleri olan nadir bir olguyu sunuyoruz.
Bilateral coronary artery fistulas, which drain into the systemic high-pressure arterial system, are rare anomalies. This article will report an unusual case of multiple, bilateral coronary artery to left ventricle fistulas causing myocardial ischaemia and angina pectoris that did not respond well to pharmacological treatment

7.Aortico-Right Atrial Tunnel: A Rare Congenital Communication, a Case Report
Aytül Belgi, Fırat Kardelen, Filiz Ersel Tüzüner
Pages 298 - 302
Nadir görülen aortik-sağ atriyal tünel olgusu sunulmaktadır. Olgu, sağ üst parasternal bölgede devamlı üfürüm nedeniyle merkezimize gönderildi. Assendan aortografi, aort kökünden kaynaklanan ve tortüyöz bir yapı ile sağ atriyuma giren tüneli gösterdi. Ciddi sol-sağ şant nedeniyle operasyon uygulandı.
An unusual case of aortico-right atrial tunnel is presented. The patient was referred to our institution for evaluation of a continuous heart murmur best heard along the right upper sternal border. Ascending aortography showed the tunnel taking its origin from the aortic root and entering the right atrium through a tortuous link. The patient underwent sugical repair because of a large left to right shunt. (Arch Turk Soc Cardiol 2003;31:298-302)



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.