ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 29 (11)
Cilt: 29  Sayı: 11 - Kasım 2001
1.
İngilizce Özetler
Summaries of Articles

Sayfalar 662 - 665
Makale Özeti |Tam Metin PDF

2.
Diyabeti Bulunmayan Yetişkinlerimizde Açlık Hiperinsülinemisi Koroner Hastalığın Bağımsız Belirleyicisi
Fasting Hyperinsulinemia Among Nondiabetics: Independent Association with Coronary Disease
Altan ONAT, Köksal CEYHAN, Vedat SANSOY, Ömer BAŞAR, Burak ERER, Ömer UYSAL, Gülay HERGENÇ
Sayfalar 666 - 671
TEKHARF çalışmasının Marmara ve İç Anadolu bölgelerini kapsayan 2001 yılı taramasında bireylerin açlık insülin düzeyinin koroner kalp hastalığı (KKH) ile ilişkisinin araştırılması istendi. KKH tanısının daha önce yayınlanmış kriterlerle konduğu taramada, serum insülin konsantrasyonları kemilüminesan immunometrik yöntemle ölçüldü. Toplam 761 katılımcıda (ort. yaş 51±12) belirlenen insülin değerlerinden, toklukta ölçülmüş 15 kişi kapsam dışı tutulunca, ortalama değerlerde iki cinsiyet arasında anlamlı fark bulunmadı (erkekte 9, kadında 8.8 mIU/L); değerler yaş ilerledikçe anlamlı, fakat hafif biçimde artıyordu. Diyabetli olduğu bilinen kişiler dışlandıktan sonra, 320'si erkek, toplam 688 kişi çalışmanın asıl örneklemini oluşturdu. Açlık insülinini en iyi belirleyen değişken - mültivariye analizde - bel çevresi (ve beden kitle indeksi) idi. Bunun dışında serum trigliseridleri ve kan basıncı da insülin değerleriyle yüksek korelasyon sergiledi. Erkek ve kadınlar dörttebir dilimlere bölünüp prevalan KKH açısından yaş ve obezite için ayarlamanın yapıldığı bir lojistik regresyon modelinde, insülin düzeyleri, KKH olasılığı ile anlamlı bağımsız ilişki gösterdi. Hiperinsülinemik kartilin odds oranı her iki cinsiyette 2 idi. Anılan modelde -yaş, lipidler, HDL-kolesterol, kan basıncı dahil- 10 değişken içerildiğinde, insülin düzeyleri, yaş ve sistolik kan basıncı ile birlikte, bağımsız ilişki gösteren birer parametre idi. İnsülin üst dörttebir dilim (? 10 mIU/L) KKH için alt dilime kıyasla yine 2 kat odds oranına sahipti (erkekte 2.2, kadında 2). C-reaktif protein'in de modele katılması odds oranını anlamlı biçimde değiştirmedi. Sonuç olarak, insülin direncinin sık rastlandığı toplumumuzda, hiperinsülinemi KKH riskini anlamlı olarak ve bunu insülin direncinin klasik öğeleri olan risk faktörlerinden bağımsız biçimde yükseltmektedir. Bu gözlem ilgili koruyucu hekimlik önlemlerinin kritikliği konusunun altını çizmektedir.
Controversy is not resolved whether plasma insulin levels serve as a risk indicator for coronary risk in the general population. The purpose of this cross-sectional study was to evaluate the role of insulin concentrations with respect to prevalent coronary heart disease (CHD) in the Turkish population sample. In 761 men and women (>30 years of age) residing in two large regions of the Turkish Adult Risk Factor Survey in 2001 plasma insulin levels, in addition to other risk parameters, were assessed. Diagnosis of CHD was based on clinical findings and Minnesota coding of resting ECGs. The chemiluminescent immunometric method was used to determine insulin values. Fasting log insulin concentrations in 688 nondiabetic persons averaged 9 in men and 8.8 mlU/L in women (p>0.05); they increased modestly with age. Best determinants of fasting insulin on multivariate analysis were waist circumference (and body mass index). In addition, triglycerides, blood pressure and, inversely, HDL-cholesterol values displayed strong correlations with insulin. In a logistic regression model controlling for age and obesity, the odds ratio (OR) for CHD in the quartle with hyperinsulinemia (?10 mU/L) as opposed to the lowest quartile was 2-fold in both genders (p<0.05). Adjustment for dyslipidemia, blood pressure, glucose intolerance, physical activity and smoking status did not attenuate the OR, nor did adding C-reactive protein into the model (which was correlated with fasting insulin only in women). Thus, hyperinsulinemia may not only add useful information on CHD likelihood to that provided by the other risk factors, it may also contribute to the coronary risk independent of the latter factors.

EDITORYAL YORUM
3.
Koroner Kalp Hastalığı: Geleceğimiz için önemli bir tehdit
Coronary Heart Disease: a Major Threat for our Future
Ali OTO
Sayfalar 672 - 673
Makale Özeti |Tam Metin PDF

4.
Hipofiz Yetersizliği Olan Hastalarda Büyüme Hormonu Tedavisinin Lipid Profili, Kan Basıncı ve Vücut Kompozisyonu Üzerine Etkileri: 6.ay Erken Dönem Sonuçları
Effect of Growth Hormone Replacement Therapy on Lipid Profile, Blood Pressure and Body Composition in Patients with Hypopituitarism: Six-Month Results
Namık Kemal ERYOL, Fatih TANRIVERDİ, Ramazan TOPSAKAL, Adnan ABACI, Fahri BAYRAM, Emrullah BAŞAR, Ali ERGİN, Fahrettin KELEŞTİMUR
Sayfalar 674 - 677
Büyüme horm01ıu eksikliği (BHE), koroner arter hastalığına (KAH) predispozisyon sağadığı bilinen, lipid profili gibi, bazı risk faktörlerini olumsuz yönde etkileyerek kardiyovasküler mortalite ve morbiditeyi artırabilmektedir. Bu çalışmamn amacı henüz kalp tutulumu olmayan lıipofiz yetersizliği ve BHE'si olan hastalarda, büyüme hormonu replasman tedavisinin (BHRT), kan basmcı (KB), bozulmuş lipid profili ve vücut kompozisyonu üzerine etkilerini araşımııaktır. Metod: Endokrinoloji kl iniğinde izlenen ve kalp tutulumu olmayan (EKG, ekokardiyogram ve Ho/ter izlem bulgulan normal) 20 hipofizer yetersizliği olan hasta (13 kadın, ort. yaş : 51 ±6 yıl; 7 erkek, ort. yaş: 46±13 yıl) çalışmaya al mdı. Hasta/ann tamsı insülin tolerans testi ile konuldu . Di'~ er eksik lıipofizer hormon rep/asman.larım da alan hastalara, "Endocrine Society!GH Resem·ch Society Workshop on Adult GH Deficiency" tarafindan önerilen dozlarda 2 yıllık BHRT planiandı Tedavilerinin 6. ayım tamamlayan hastalar değerlendirmeye almdı. Tedavi öncesinde, 3. ve 6. aylarda, total kolesterol, LDL- kolesterol, trigliserid (TG), HDL-kolesterol ve açlık kan şekeri düzeyleri incelendi; ayrıca, sisıolik ve eliyasto/ik KB'leri, vücut kitle indeksi (VKİ) ve bel kalça oranlan da (BKO) ölçü/c/ii. Bulgular: Tedavi öncesinde hastalar kardiyolojik açıdan normaldi. Tedavi süresince hasta/ann vücut kitle indeksleri değişmemekle birlikte, BKO'/eri anlamlı biçimde azaldı ( <0.05 ). Hasralann başlangıç KB'Ieri normaleli ve tedavi sonrasında da bir değişiklik olmadı. Toıal ve LDL- kolesterol düzeyleri anlamli şekilde azaldı (p<0.05). HDL-kolesterol düzeylerinde ise anlamlı derecede artış oldu (p<0.05). TG ve açlık kan şekeri düzeyleri ise istatistiksel olarak anlam!t olmamakla birlikte artma eğilimi gösterdi (p>0.05). Sonuç: Altı aylık BHRT ile, lipid profilinde düze/me ve abdominal obezitede azalma şeklinde, kardiyovasküler risk faktörlerinde bir düze/me saptanmıştır. Ancak uzun dönemde bu olumlu etkilerin devam edip etmeyeceği konusu araştminıaya açıktır ve uzun dönemli prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.
Growth hormone deficiency can increase cardiovascular mortality and morbidity, negatively affecting some risk factors, like lipid profile known to predispose to coronary artery disease. The aim of this study was to investigate the effects of growth hormone replacement therapy (GHRT) on impaired lipid profile, blood pressure and body composition. Method: Twenty patients (13 females, mean age: 51±6 years; 7 males, mean age: 46±13 years) who were followed-up at the Endocrinology clinic due to hypopituitarism with no cardiac involvement (normal ECG, echo, and holter monitoring) were included in the study. The diagnosis was based on the insulin tolerance test. The patients, who were on the replacement therapy also for other pituitary hormone deficiencies, were planned to receive GHRT for 2 years in doses recommended by the Growth Hormone Society Workshop. Data from 20 patients, who received GHRT for 6 months were assessed in this study. At baseline, third and sixth months after GHRT, total cholesterol, triglycerides, HDL- and LDL- cholesterol and fasting blood glucose levels were measured; systolic and diastolic blood pressures, body mass index (BMI), waist-hip-ratio (WHR) were also evaluated. Results: Before treatment, cardiological findings were normal in all patients. While BMI of the patients did not change during the treatment, WHR decreased significantly (p<0.05). Blood pressures at baseline, were normal and remained so after the treatment. Total and LDL-cholesterol levels dropped significantly (p<0.05). There was a significant increase in HDL levels (p<0.05). Although triglycerides and fasting glucose levels showed an increasing tendency, the difference from baseline did not reach a significant level. Conclusion: With a 6-month GHRT, an improvement in cardiovascular risk factors has been observed; an improvement in lipid profile and a decrease in abdominal obesity. However, it is questionable whether these favorable effects will continue in the long-term. Therefore, it is obvious that there is a need for long-term prospective studies with GHRT.

5.
Hipertansif ve Diyabetik Hastalarda Aortik "Stiffness" ve Sol Ventrikül Diyastolik Fonksiyonu ile İlişkisi
Aortic Stiffness and its Relation with the Left Ventricular Diastolic Function in Patients with Hypertension and Diabetes Mellitus
Mehmet EREN, Şevket GÖRGÜLÜ, Bahadır DAĞDEVİREN, Osman BOLCA, Dilaver ÖZ, Sacit CİNSOY, Tuna TEZEL
Sayfalar 678 - 686
Amaç: Bu çalişmada hipertansif(HT), diyabetik (DM), di· yabetik ve hipertansil (HT +DM) hasta gruplannda aor· tun elastikiyet özellikleri ve bunların sol ventrikül diyastolik fonksiyonu ile ilişkileri rutin ekokardiyografi k metotların yanı sıra Schieken ve ark' nın metodu ile de araştırıldı. Metot: 21 normal, 21 HT, 21 DM ve 15 HT+DM' lu hastadan çalışma grupları oluşturuldu. Aortun elastikiyet parametreleri olarak aortik "strain", beta indeksi, "distensibilite" ve Schieken indeksine bakıldı. Normal ve hasta gruplannda aort e/astikiyet parametreleri açısından farka bakıldı, Schieken indeksinin diğer üç parametre ile kore/ asyonu ve sol ventrikül diyastolikfonksiyon parametrelerinin belirleyicileri çok değişkenli analiz ile araştırıldı. Bulgular: Normal ve hasta grupları (HT, DM ve HT+DM) arasında aortik "strain" (s ırasıyla %2 1.62±6.26 e karşı 8.93±3.16, 11.48±3.78 ve 7.17±2.74, hepsi için p<0.001 ), be ta indeksi (2.26±0.84 e karşı. 7.28±3.46, 4.06±2.16 ve 10.65±4.95, hepsi için p<0.001) ve "distensibilite" (13.44±4.81 e karşı 2.59±1.06, 7.03±3.92 ve 1 .89±0.72 10-J.cnil .dyn-1, hepsi için p<0.001) yönünden anlamlı farklar vardı. S ch i eken indeksi DM grubu (31.3±7.4 kHzlsn) hariç diğer iki hasta gruplannda normalden farklı idi (27±5.24 e karşı 38±5.8 ve 39.4±4.37 kHzlsn, hepsi için p<0.001) ve diğer iiç e/astikiyet parametresi ile anlamli korelasyon göstermekteydi (sırasıyla r= -0.40, 0.41 ve -0.51, p
Aim: This study aims to evaluate the elastic properties of the aorta and its relation with the left ventricular diastolic function in patients with hypertension (HT) and/or diabetes mellitus (DM) by using routine echocardiographic methods and Schieken's method. Methods: Study groups were composed of 2 1 normal subject, 21 patients with HT, 21 with DM, and 15 with HT +DM. The aortic strain, be ta index, distensibility and Schieken index were evaluated as aortic elasticity parameters. Aortic elasticity parameters of normal and patient groups were compared. The correl ations of Schieken index with three other parameters were evaluated by simple linear regress ion analysis. Multivariate analysis was performed for deterıninants of the left ventricular diastolic fu nction. Findings: There were signi ficant differences between normal and patient groups (HT, DM, HT +DM) for acıtic strain (21.62±6.26 vs. 8.93±3.16, 11.48±3.78 and 7 .1 7±2.74 %, p

6.
Akut Miyokard İnfarktüslü Hastalarda Düşük Doz Dobutamin ile Elde Edilen Miyokardiyal Performans İndeksinin Revaskülarizasyon Sonrası Miyokard Fonksiyonundaki Düzelme ile İlişkisi ve Miyokard Canlılığın
Relationship of Myocardial Performance Index During Low Dose Dobutamine with the Myocardial Improvement After Revascularization and Its Value in Prediction of Myocardial Viability in Patients with Acute Myocardial Infarction
Mehmet EREN, Şevket GÖRGÜLÜ, Bahadır DAĞDEVİREN, Hale Yaka YILMAZ, Seden Erten ÇELİK, Osman BOLCA, Abdurrahman EKSİK, Sacit CİNSOY, Orhan ÖZER, Tuna Tezel
Sayfalar 687 - 694
Bu çaltşma, akut miyokard infarktiislü (AMİ) hastalarda düşük doz dobutamin stres ekokardiyografi (DSE) ile miyokardiyal pelformans indeksincieki (MPİ) değişim miktarının revaskiilarizasyon sonras ı ventrikül fonksiyo nundaki düze/me ile ilişkisini ve önemli miktardaki canlt mi yokard dokusunu göstermedeki değerini araştırmak için plan /andı. Daha önce geçirilmiş miyokard infarktiisü olmayan Q-AMİ'Ii 40 hasta (6 kadın ve yaş ortalaması 57±9 yı l) üzerinde çalış ıldı. Bazal, düşük doz ( 10 mcglkgldak) dobutamin infiizyonu ve ayrıca revaskü/arizasyon yapılan 24 hastada revaskü/arizasyondan 2 ay sonra duvar hareket skor indeksincieki (DHSİ) ve MPİ ekokardiyografık olarak değerlendirildi. Sol ventrikiil 16 segmentte ele alındı ve segment/erin hareketleri kalitatif olarak normalden diskineziye doğru 1 ile 4 puan arasında skor/andı. Diişiik doz DSE ile elde edilen MPİ (0.51±0.14) ve DHSİ ( 1.24±0.24) revaskülarizasyon sonrası elde edilenler/e (sırayla 0.52±0.15 ve 1 .28±0.22) benzerdi. Düşük doz dobwaminle elde edilen MPİ' deki değişim aralll (%D. MPİ) (%17±13) ile revaskülarizasyon sonrası gözlenen DHSİ' deki düze/me aralll (% D. DHSİ) (%12±7) arasmda anlamlı bir korelasyon vardı (r=0.68, p<0.001 ). Düşük doz DSE ile elde edilen %D. MPİ ~ %25 için önemli miktardaki canlı dokuyu (% D. DHSİ ~ %20) göstermedeki negatif ön görme değeri (%96) yiiksekken pozitif ön görme değeri (%62) diişüktii. Sonuç olarak, AMİ'li hastalarda düşük doz DSE ile elde edilen MPİ' deki değişim oranı revaskülarizasyon sonrası miyokard iyileşmesi ile ilişkilidir. Bu oran önemli miktardaki canlı dokuyu göstermeele yüksek negatif ön görme değe rin e sahipken pozitif ön görme değeri düşüktür. Bu yüzden MPİ, DHSİ'nin özgüllüğüniin azaldığı durumlarda alternatif metod olarak kullanılabilir.
Aim: This study was planned to evaluate the relationsh ip of th e change in the myocardial performance index (MPI) obtained by low dose dobutamine stress echocardiography (DSE) with the myocardial improveınent after revascularization and its value in ident ify ing the significant viable myocardial tissue in patients with acute myocardial infaretion (AMI). Methods: Forty patients (mean age 57±9 years, 6 female) with Q-AMI, who had no prior myocardial infarction, were enrolled. The wall motion score index (WMSI) and MPI we re obtained echocardiographically in basal and low dose DSE in all patients and in the second month after revascularization in 24 revascularized patients. The WMSI was assessed qualitatively by seering normal to dyskinesia (1-4 points) according to 16- segınents model. Results: The MPI and WMSI obtained by low dose DSE were similar to those after revascularization (0.5±0.14 and 1.24±0.24 vs. 0.52±0. 15 and 1.28±0.22, p

7.
Homosisteinin Aterosklerotik Koroner Arter Hastalığındaki Rolü, Lezyon Ağırlığı, B12 Vitamini ve Folik Asit İle İlişkisi
Role of Homocysteine in Atherosclerotic Coronary Artery Disease; Its Association With Lesion Stenotic Severity, Vitamin B12 and Folic Acid
Metin GÜRBÜZ, Ali AYDINLAR, Yeşim İLÇÖL, Kani GEMİCİ, İlker ERCAN, İbrahim BARAN, Sümeyye GÜLLÜLÜ, Jale CORDAN
Sayfalar 695 - 702
Son yıllardaki çalişmalar , homosistein (Hst) seviyelerindeki yii ksek/iğin, aterosklerotik koroner arter hastalığı (KAH) gelişimini ve hastaliğa yakalanma riskini artırdığı m göstermiştir. Biz bu çalişmamızda, Hst'in KAH gelişimindeki rolünü, B12 vitamini (B12) vefalik asit (FA) ve literatürde yeteri kadar incelenmemiş , lezyon ağırlığı ile olan ilişkisini araştu·mayı amaçladık. Bu ça lişma, haziran 1998 ile ağustos 1999 tarihleri arasında, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi (UÜTF) Kardiyoloji Kliniği 'nde koroner anjiyografı (KAG) yapılan hastalarda gerçekleştirildi. KAG'/er, çalışmadan habersiz, deneyinıli iki kardiyolog tarafmdan kantitatif olarak değerlendirildi. KAH lezyon ağırlığım göstermek için koroner arter lezyonları Gensini skor sistemine göre puanlandll'lldı. Hastalardan serum H st, B 12 ve FA seviyeleri için kan alındı. Hst'in KAH'ndaki ro/ii, B ıı, FA ve /ezyon ağırlığı ile olan ilişkisi istatistiksel açıdan incelendi. Çalışma ya alınan 209 lıastamn 45'inde KAG normal olarak bulundu. l 64 hasta da ise lezyon tespit edildi. KAH olan grupta; ortalama yaş, erkekikadın oram, sigara içimi ve diyabet insidansı, B ı2. FA, Hst ve total kolesterol seviyeleri, KAH olmayan gruba göre dalıa yiiksekti ve iki grup arasmdaki fark istatistiksel açıdan anlanılıydı (p<0.05). Çalışma grubunda, KAH riskfaktörlerini tespit etmek için "Binary Logistik Regresyon testi" uyg ulandığında artmış Hst seviyesinin, KAH'na yakalanma riskini 1.6 kat art ırdı ğı tespit edildi (p
Recent studies have shown that elevation in hoınocysteine (Hey) levels is an independent risk factor other than classical risk factors for atherosclerotic coronary artery disease (CAD). In our study, we aimed to investigate the role of Hey in CAD, its association with vitamin B12 (B12), folic acid (FA) and severity of stenotic lesi on. This study was ınade in the Cardiology Department of Uludağ University Medical Faculty between June 1998 and August 1999 among persons in whoın a coronary angiography was perforıned. The coronary angiographies were evaluated quantitatively by two experienced cardiologists who were unaware of the laboratory findings. In order to show lesion severity of CAD, coronary artery lesions were assessed according to the Gensini scoring system. Blood sa ınp les were drawn from patients for serum Hey, B12 and FA levels. Role of hey in atherosclerotic coronary artery disease; and its association with B 12, FA and lesion stenotic severity were examined statistically. Coronary angiography was coınp lete l y normal in 45 of 209 patients. In 164 patients, coronary lesions were detected. In the group with CAD; mean age, male/female ratio, ineidence of smoking and diabetes, levels ofB12, FA, Hey and total cholesterol were higher than the group without CAD and the differences between the groups were statistically significant (p<0.05). In the study group when the binary logistic regression test was used for determination of coronary risk factors, elevated levels of hey were found as an independent risk factor other than classical risk factors and were fo und to increase risk of having CAD 1.6 times (p

8.
Halkımız için Total Kolesterol Düzeyi Normal Üst Sınırı Neden Mutlaka 180 mg/dl'ye Çekilmeli?
Rationale for Lowering the Upper Normal Limit of Total Cholesterol Levels to 180 mg/dl Among Turks
Altan ONAT
Sayfalar 703 - 707
Türk halkının koroner risk profilinde Batı lı toplumlardakine göre anlamlıfarkların varlığı ortaya çıktığından beri ve uluslararası kılavuzların bizim için kısmen yetersiz kalması sonucu, bu alanda yeni arayışlar içine g irilnıiştir. Önemli ölçüde riski bulunduğu halde koroner kalp hastalığ ı primer ve sekonder korunmasına dahil edilmeyen kişileri korunma programına katmak amaciyle, TEKHARF çalışması veritabamndan da yararlanarak, total kolesterol (TK) üst smırını 180 mg/d/'ye çekme görüşü savunııldu. TK 180-200 mgldl düzeyini barındıran 5 milyon yetişkinimiz arasmda, 800 bin kadarının yüksek risk taşıdığı tahmin edildi. TKIHDL-Koram >5 olup "2?:.50 yaşındaki erkekler ile "2!60 yaşmdaki kadınlarca tanımlanan yüksek riskli grupta, primer korunmoda da hayat tarzı değişikliklerinin yanısıra, plazma trigliserid ve HDL-K ile ilgili dislipidemi konusımda ilaçla tedaviden yararlanmak gerektiği açıklandı. Öne sürülen görüş matematiksel ve metabolik kamtlara ilaveten, bazı kt/avuz ve epidemiyolojik ça lışmalar ile TEKHARF çalışmasından elde edilen kamtlarla desteklendi. Kriterlerin Türk Kardiyo/oji Derneği'nin yeni çıkarnıaya hazırlandiği k1/avuza girmesi ve uygulanmasi durumunda, yalmz bu düzeyli erişkin/erimizele her y1/ gelişmesi beklenen 45-50 bin koroner olaydan önemli bir böliimiin/ in önlenebileceğine inanılmaktadır.
S ince the coronary risk profile of Turkish adults was found to differ significantly from Western populations and international guidel ines on prevention are considered to have shortcomings for Turks, a new approach was sought. W ith the purpose of comprising into a prevention program those individuals at high risk who have thus far not been included in primary and secondary coronary prevention, the thesis is proposed (based on the database of the Turkish Adult Risk Factor Study) that the upper limit of nomıal total cholesterol (TC) levels be reduced to 180 ıng/di. Of the estiınated 5 million adults harboring levels of TC 180-200 ıng/di , about 800,000 are considered to be at high coronary risk. Subjects at high risk were defined by a TC/HDLcholesterol ratio >5 in men aged (50 or women aged (60 years. Even in primary prevention in this group, the benefit of drug therapy should not be withheld, in addition to lifesryle changes, with the aiın of improving the dyslipidemia involving plasma triglycerides and HDL-cholesterol. The hypothesis was suppoıted not only by mathematical and ınetabolic evidences, but also by the British recommendations and the Framinghaın risk function as well as the findings of the Turkish Adult Risk Factor Study. If these criterla are incorporated into the forthcoming g uidelines of the Turkish Society of Cardiology and are iınplemented, a significant proportion of the estimated 45-50,000 new coronary events each year occurring in persons with TC levels of 180-200 mg/d! ınay be prevented.

DERLEME
9.
Konjestif Kalp Yetersizliği ve Ventriküler Aritmiler
Congestive Heart Failure and Ventricular Arrhythmias
Erdem DİKER
Sayfalar 708 - 714
Konjestif kalp yeters izliği özellikle yaşlı popu/asyanda sık rastlanı lan bir hasta/ıktu·. Bu hastalık ciddi bir prognoza sahiptir ve ölüm genellikle aniden olur. Görece/i iyi fonksiyonel kapasiteli grupta ani ölüm oran111111 %80'/ere ulaşmasma rağmen, son aşama kalp yetersizliği ola11 hasta gruplarmda %5'e düşer. Bununla birlikte, ani ölümün nedeni, hastalığın ciddiyeti artmasıyla ventrikiiler taşikardi- ventriküler fihrilasyondan bradiaritmilere koyar. Birçok anlaşılabilir nedenler örneğin , miyokardiyal fibrosiz, miyokardiyal gergin/ik, artmış sempatik aktivite, e/ektJ·olit dengesizliği yetersiz kalplerde ventriküler aritmi/ere yol açabilir. Ho/ter "monitoring", sinyol ortalanıalı e/ektJ·okardiyogranı, programlı ventriküler uyarı lma prosedürleri risk altındaki popü/asyo11un tespitinde kulfamlır. Randamize çalışma lar aritmi k ve total mortalitenin aza/tilması için birçok avantajlı i/acı araşurnıaktadu·/ar. Ne yazık ki, anıiadaron bile risk altmdaki popii/asyanda ölümün azaltilmasında etkileyici bir yarar göstermeele yetersizdir. lnıplamable cardioverter-defibrilatörler (/CD) bu kötii gidişi tersine çevirmede umut verici görünmektedir.
Congestive heart failure (CHF) is a rather freq uent disease especially in the older population. This disease has a very grave prognosis and death usually comes suddenly. Despite the ratio of sudden death approaches 80% in groups with relatively well functional capacity sudden death rate drops to 5 % in end-stage patient groups. Nevertheless, the cause of sudden death shifts from vent ri cula r tachycardia/ fibrill a tion to bradyarrhythmias when illness becomes grave. Many comprehensible reasons, such as myocardial fibrosis, stretch, increased sympathetic drive, el ectrolyte imbalance, may easily cause ventricular arrhythmia in fa iling hearts. Holter monitoring, signal averaged e lectroca rd iogram, prog rammed ventric ular stimulation procedures are used to find out the population under ri sk. Randemised trials have been designed to seek the most advantageous drug in terrns of reducing the arrhythmic and total mortality. Unfortunately, even amiodarone fa iled to show any impressive benefit to reduce deaths in population at ri sk. Implantable cardioverter defıbrillator devices (ICD) seem to be very promising to reverse the evi) course .

10.
Fibratlar Ne Zaman Kullanılmalı?
When Should Fibrates Be Used?
Hüsniye YÜKSEL
Sayfalar 715 - 722
Epidemiyolojik çalışmalar yalnızca düşük dansiteli kolesterol (LDL-k) yüksekliğinin değil aynı zamanda yüksek trigliserid (TG) ve düşük yüksek dansiteli kolesterol (HDL-k) ile karakterize dislipidemik sendromların da koroner kalp hastalığı ( KKH) için güçlü bir risk faktörü olduğunu gösterm iştir. Kombine hiperlipidemi ve aterojenik /ipoprotein fenatipi KKH'da sıklıkla karşılaştığımı z d isiipidemi tip/eridir. Bu tip dislipidemilerde KKH veya km·diyak olay riskini azaltmak için LDL-k düşürücü tedaviye ek veya farklı olarak HDL-k'yi yükseltmek ve TG'yi düşürmek gerekir. Fibrat/arm uzun yıllardan beri TG yüksekliği ile birlikte olsun veya olmasın düşük HDL-k tedavisinde faydalı olduğu bilinmektedir. Helsinki Kalp Çalışmasından sonra bazı tip dislipidemilerin tedavisinde kullamlması giderek artan bir destek/e tavsiye edilmektedir. Fibratlar geniş spektrumlu lipid düşürücü ilaç/ardır. Plazma TG düzeyinde ve LDL-k'de önemli azalma sağlarken, HDL-k düzeyini artmrlar. Ayrıca LDL-k'nin kompozisyonunu değiştirir ·ler. Aterojenitesi yüksek küçük yoğun LDL partiküllerini daha az aterojenik biiyük LDL partikiillerine dönüştürürler. Fibratlann lıipolipidemik etkilerinde "peroxisome proliferator activated reseptor" (PPAR) olarak isimlendirilen nükleer hormon reseptörleri aracılık eder. Fibratların bağlanmastyla aktif duruma geçen bu reseptörler olaylar zincirini başlatarak lıipolipidemik etkiye yolaçarlar. HDL-k'yi yükseltip TG'yi düşürmekle KKH mortalite ve nıorbiditesinin önemli oranda azaltılabileceği ve tedaviele fibratların güvenle kullanılabileceği sonuçları yakında yayınlanan çok merkezli biiyük klinik çalışmalamz verileri ile de desteklenmiştir. Bu derlernede lipid düşürücü ilaç olarak fibratlamt etki mekanizmaları, fibratlarla yapılnuş klinik ça lışmalar ve kullamm alanlan gözden geçirilecektir.
Epidemiologic studies have shown that not only raised low density lipoprotein cholesterol but also dyslipidaeınic syndromes characterized by e levated plasma triglyceride and lo w high dens ity lipoprotein cholesterol are powerful risk factors for coronary heart d isease (CHD). Co ın b i ned hyperlipidemia and atherogenic l ipopro tein phenotype are the most common dyslip idaemia types seen in patients with CHD. An alternative approach is to increase high density lipoprotein cholesterol (HDL-c) level and to decrease plasma triglyceride (TG) level in addi tion to decreasing level of low density lipoprotein cholesterol (LDL-c) to reduce the risk of CHD. It is known that fibrates are useful for the treatment of low HDL-c with or without hypertrigliceridaemia. The recommendation for the use of fibrates in certain types dyslipidaemia has gained additic nal support from Helsinki Heart Study. Fibrates are a broad spectrum lipid lowering drug. They increase the HDL-c level while decreasing plasma TG level and LDL-c cons iderably. F urthe rmore, they change the composition of LDL-c. Highly atherogenic smail , dense LDL particules are converted to less atherogenic large LDL particules. The effects of fibrates are mediated by nuclear hormone recepter termed peroxisÔme proli fe rator activated reseptor (PPAR). Fibrates bi nd to PPAR and initiate a sequence of events that lead to hypolipidaemic effect. It has been supported by the recent data from multicenter large elinical studies that fi brates can be used safely and they can decrease CHD mortality and ın orbidi ty cons iderably by rai s ing HDL-c and lowering TG. In this rev iew, we focused on the mechanism of action of fi brates on the lipid metabolism and elinical studies investigating their effecs on CHD mortality/mo rbidity and elin ical indications.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama



Copyright © 2024 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi