ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 26 (4)
Cilt: 26  Sayı: 4 - Mayıs 1998
1.
Makale Özetleri
Summaries of Articles

Sayfalar 196 - 200
Makale Özeti | İngilizce Tam Metin

2.
Akut Miyokard İnfarktüsünde Kollateral Akımla ST-segment ve T-dalga Değişimi Arasındaki İlişkinin Klinik Önemi
Clinical Significance of Relation Between Coronary Collateral Circulation and STscgmentff-wave Changes in Acute Myocardial Infarction
Hasan KADI, Turhan KÜRÜM, Cengiz KORUCU, Gültaç ÖZBAY
Sayfalar 201 - 206
Akut miyokard infarktüsü (AMİ) geçiren hastaların, ilk dakikaları ile ilk saatlerinde elektrokardiyografilerinde görülen ST segment yüksekliği genellikle 24-48 saat içinde izoelektrik hatta dönerken T dalgası negatifleşmektedir. Bazı hastalarda ise bu değişim görülmemekte, ST segment yüksekliği ve T dalga pozitifliği 72 saatten fazla devam etmektedir. AMİ'nden sonra kollateral akım varlığını inceleyen çalışmalarda, erken dönemde kollateral akım gelişiminin bazı hastalarda yeterli, bazı hastalarda ise yetersiz oluştuğu bildirilmiştir. Kollateral akımın ST segment ve T dalga değişimi ile ilişkisini araştırmak amacıyla 1995-1997 yılları arasında AMİ tanısıyla koroner bakım ünitesine yatırılarak tedavi edilen ve koroner anjiyografileri yapılarak infarktüsten sorumlu arteri (İSA) tam tıkalı olan 22 hasta incelendi. ST Segment yüksekliği ve T dalga pozitifliği 72 saatten daha fazla devam eden 10 hasta (Grup A) ile ST segment yüksekliği 72 saatten önce izoelektrik hatta dönerek T dalgası negatifleşen 12 hasta (Grup B) yaş, cins, koroner arter hastalığı için risk faktörleri, Killip sınıflamasına göre kalp yetersizliği gelişme sıklığı, preinfarktüs anjina, ventriküler taşikardi-fibrilasyon oluşumu, maksimum ve toplam ST segment yüksekliği, maksimum ve toplam resiprokal değişiklikler, QRS skoru, anjiyografide Rentrop sınıflamasına göre kollateral akım dereceleri birbirleri ile karşılaştırıldı. İki grup arasında yaş, cins, risk faktörleri, preinfarktüs anjina, maksimum ve toplam resiprokal değişiklik açısından anlamlı fark yoktu. Toplam ST segment yüksekliği ve maksimum ST segment yüksekliği Grup A'daki hastalarda anlamlı olarak daha fazla idi (sırasıyla p<0.01, p<0.01). QRS skoru, kalp yetersizliği, düşük ejeksiyon fraksiyonu ve duvar hareket kusuru skoru Grup A'da anlamlı olarak artmış bulundu (sırasıyla p<0.05, p<0.05, p<0.01, p<0.05). Rentrop 3 kollateral akım, Grup A'da hiç yok iken Grup B'deki tüm hastalarda mevcuttu. Sonuç olarak, ST segment yüksekliği ve T dalga pozitifliği 72 saatten daha fazla devam eden hastalarda, kollateral akımın yetersiz olduğu hemodinamik bozulmanın kolaylaştığı kanısına varıldı.
Following acute myocardial infaretion (AMI), some patients retain ST segment elevation and upright T waves, a pattern usually seen within minutes to hours of AMI, even, after 72 hours. It often identifies a transmural AMI which results from a persistent total obstruction of the infarct-related coronary artery and inadequate collateral flow. Twenty-two patients were studied to te st the hypothesis that absence of adequate callateral flow was responsible for pe rsistent ST elevation and that adequate collateral flow was associated with the more typical resolution of ST elevation. The study group consisted of 22 patients with AMI admitted to the coronary care u nit between 1995 and 1997 in whom a totally obstructed infarct-related artery by coronary angiography were observed. Group A consisted of 10 patients with an ECG demonstrating ST-segment elevation and upright T waves C.72 hours after AMI. Group B consisted of 12 patients with an ECG demansırating resolution of STsegment elevation accompanied by inversion of T waves within 72 hours of the AMI. There were no significant differences between the two groups regarding age, sex, risk factors, preinfarction angina, maximum and total reciprocal changes. Total ST segment elevation, maximum ST segment elevation were higher in group A vs group B (p

3.
Egzersiz Stres Testi Sırasında Prekordiyal T-dalgası Artışının Koroner Arter Hastalığı Tanısındaki Yeri
Usefulness of Precordial T -wave Increase During Exercise Stress Test in Detecting Coronary Artery Disease
Hakan TIKIZ, Uğur Kemal TEZCAN, Savaş AÇIKGÖZ, Ercan VAROL, Ahmet Duran DEMİR, Emine KÜTÜK, Siber GÖKSEL
Sayfalar 207 - 212
Bu çalışmada egzersiz stres testi (EST) sırasında prekordiyal derivasyonlarda (V1-6) ortaya çıkan T-dalga değişikliklerinin koroner arter hastalığını (KAH) belirlemedeki yeri araştırıldı. Bu amaçla, çalışmaya toplam 163 hasta alındı. Hastaların tümüne öncelikle EST uygulundı ve egzersiz öncesi dinlenim, zirve egzersizden hemen sonraki ve test sonrası geç dönemdeki prekordiyal (V1-6) T-dalga yükseklikleri kaydedildi. Daha sonra hastaların tümüne koroner anjiyografi uygulandı ve 55 hastada normal koroner arterler (Grup-1), 73 hastada tek damar hastalığı (Grup-2) ve 35 hastada çok damar hastalığı (Grup-3) saptandı. EST'de kalp hızı artışı sonucu ortaya çıkan V1-6 prekordiyal T-dalga değişiklikleri incelendiğinde, koroner arterleri normal olanlarda (Grup-1) V3-6, KAH olanlarda (Grup 2 ve 3) V2-6 derivasyonlarında anlamlı T-dalgası artışı saptandı. "Cut-off" değeri 3 mm olarak seçilip 3 mm ve üzerindeki T-dalgası artışları KAH lehinde değerlendirildiğinde, KAH'nı saptamada en yüksek duyarlılık ve özgüllüğün tüm prekordiyal derivasyonlar içerisinde V2 derivasyonunda olduğu saptandı (sırasıyla % 21 ve % 87). 3 mm ve üzerindeki T-dalga artışının tüm hastalar içinde en fazla oranda ciddi proksimal sol ön inen arter "LAD" darlığı olan hastalarda ortaya çıktığı (13/33, % 39) ve bu kriterin tek başına ele alındığı durumlarda, sadece özgüllük değerinde hafif artış olduğu gözlenmiştir (% 78'den % 87'ye, p>0.05). T-dalga artış kriteri ve ST çökme kriteri ayrı ayrı ele alındığından, duyarlılıkta anlamlı artışın sadece tek damar grubunda olduğu (% 56'dan % 71'e p<0.002), tanısal doğruluk değerinde ise tüm hastalarda ve tek damar grubunda hafif bir artış olduğu saptanmıştır (tüm hastalarda %70'den % 74'e, tek damar grubunda % 66'dan %70'e p>0.05). Her iki kriterin aynı anda birlikte ele alındığı durumda ise genel duyarlılığın %10'a düşmesine karşın, özgüllüğün %78'den %96'ya çıktığı gözlenmiştir (p<0.005). Sonuç olarak, egzersiz ile V2 derivasyonunda ortaya çıkan 3 mm ve üzerindeki T-dalga artışının tüm hastalar içerisinde özellikle ciddi LAD darlıklarında belirgin olan ve ST çökmesinin yanında ele alındığında özellikle tek damar hastalığının tanısal duyarlılığının arttırılmasında, ST kriteri ile birlikte aynı anda ele alındığı zaman ise EST'deki yalancı pozitif sonuçların azaltılmasında yararlı bir kriter olabileceği düşünülmüştür.
The usefulness of T -wave changes observed in precordial derivations (Vı.6) during exercise stress testing (EST), in detecting coronary artery disease (CAD) was evaluated in this study. For this purpose, 163 patients w ere enrolled. Precordial T -wave amplitudes were recorded before exercise, immediately after peak exercise and at Iate recovery period. Coronary angiographic exaınination was performed later on. Normal coronary arteries in 55 patients (Group-1) , single-vessel disease in 73 patients (Group-2) and ınulti-vesse l d isease in 35 patients (Group-3) were found. In evaluation of precordial T-wave amplitudes at base and in maximal heart rate during EST, significant T-wave amplitude increase was found in leads V3.6 in patients with normal coronary arteries (Group- i ), and in Ieads Vı.6 in patients with CAD (group 2-3). In all precordial leads. Vı had the highest sensitivity and specificity (21% and 87%, respectively) in detecting coronary artery disease when 3 ının or more increase in T-wave amplitude was accepted as a positive c riterion for CAD (cut-off value=3). An increase of C.3 mm in T-wave aınplitude was observed ıno stly in proximal LAD disease among all patients (13/33, 39%) and when only T -wave criterion was evaluated, overall specificity was increased slightly (from 78% to 87%, p>0.05). When T-wave aınplitude increase and ST segment depression were evaluated individually, significant increase in sensitivity was detected only in the single-vessel group (from 56% to 7 1%, p<0.002) and a slight increase in diagnostic accuracy was observed in all patients and in single-vessel disease (from 70% to 74% and from 66% to 70%, respectively, p>0.05). Combining these two criteria, the overall sensitivity decreased to ıo%, however specificity increased from 78% to 96% (p<0.005). In conclusion, an increase of 3 mm or more in Twave amplitude in lead Yı during EST is evident especially in severe proximal LAD stenosis among all patients, and evaluation of this criterion on ST segment depression individually, may be useful especially in increasing sensitivity in one-vessel disease, combining these criteria with ST segment depression may be useful in diminishing falsepositive results in EST.

4.
Kardiyolojik Sendrom X'li Hastalarda Nisoldipin ve Ramipril'in Anti-iskemik ve Anti-anginal Etkileri
Anti-ischaemic and Anti-anginal Effects of Nisoldipine and Ramipril in Patients with Cardiological S)'ndrome X
Fatih ÖZÇELİK, Armağan ALTUN, Gültaç ÖZBAY
Sayfalar 213 - 217
Çalışmamızda; kardiyolojik sendrom X'li hastalarda nisoldipin ve ramiprilin anti-iskemik ve anti-anginal etkisini araştırdık. Kardiyolojik sendrom X tanısı (stabil angina pektoris, pozitif efor testi, negatif ergonovin testi ve normal koroner anjiyografi) konulan 18 hastaya (7 erkek, 11 kadın; yaş ortalaması 46±10 yıl) iki haftalık ilaçsız dönem sonunda 2x5mg/gün nisoldipin 4 hafta süre ile verildi. Aynı hastalara 2 haftalık ikinci ilaçsız dönem sonunda 1x2.5 mg ramipril 4 hafta süre ile verildi. Her dönemin sonunda modifiye Bruce protokolü ile treadmill egzersiz testi uygulandı. Nisoldipin ve ramipril tedavisi sonunda angina pektoris oluşma süresi (p=0.006, p=0.02), total egzersiz süresi (p=0.0008, p=0.02) ve ortalama metabolik eşitlik (p=0.0016, p=0.01) arttı. Egzersizde 1mm ST segment çökmesi oluşma süresi (p=0.002) nisoldipin tedavisi sonunda uzadı. ST segment çökmesinin normale dönme süresi (p=0.016, p=0.012), haftalık angina pektoris sayısı (p=0.00, p=0.028) ve dilaltı nitrit tüketim sayısı (p=0.00, p=0.012) nisoldipin ve ramipril tedavisi sonunda azaldı. Sonuç olarak; 10mg/gün nisoldipin ile 2.5 mg/gün ramiprilin kardiyolojik sendrom X'li hastalarda olumlu anti-iskemik ve anti-anginal etkiye sahip olduğunu saptadık.
We investigated anti-ischaemic and anti-anginal effects of nisoldipine and ramipril in patients with the cardiological syndrome X. After a two-week wash-out period, 1 8 patients (7 men, 1 ı women; m ean age: 46± ı O years) w ith cardiological syndrome X (stable angina pectoris, positive exercise test, negative ergonovine test, and normal coronary angiography) were given nisoldipine 5 mg twice daily for four weeks. And after a second twoweek wash-out period, the same patients were given ramipril 2.5 mg daily for four weeks. Treadınili exercise test with modified Bruce protocol was performed at the en d of each period. The time until anginal attack occurred (p=0.006 vs p=0.02), total exercise time (p=0.0008 vs p=0.02), and mean metabolic equivalent (p=O.OOı6 vs p=O.O 1) were increased significantly after nisoldipine and ramipril therapy periods. The time until ST segment depression by Imm occurred (p=0.002) was increased significantly after nisoldipine therapy. The time until ST segment de press i on recovery (p=O.O 16 vs p=O.O 1 2), the weekly number of angina pectoris (p=O.OO vs p=0.028), and the weekly number of sublingual nitroglycerin consumption (p=O.OO vs p=0.012) were decreased significantly after nisoldipine and ramipril therapy periods. We conclude that ıo mg/daily nisoldipine or 2.5 mg/daily has anti-ischaemic and anti-anginal effects in patients with cardiological syndrome X.

5.
Periferik Arter Hastalığında Kardiyak Ölüm ve QT Dispersiyonu
Cardiac Death in Patients with Peripheral Vascular Disease and QT Dispersion
Dilek URAL, Baki KOMSUOĞLU, Özhan GÖLDELİ, Ali ÖVET, Fahri ÖZCAN, Zerrin UZUN
Sayfalar 218 - 222
Periferik arter hastalığı saptanan kişilerde koroner arter hastalığı ve hipertansiyon gibi ek kardiyak hastalıklara sıklıkla rastlanmaktadır. Özellikle koroner aterosklerozun varlığı hastaların prognozunu etkileyen başlıca faktördür. Çalışmamızın amacı herhangi bir kardiyak semptom tanımlamayan periferik arter hastalarında kalp kökenli ölüm ile ekokardiyografi bulguları ve QT-D arasındaki ilişkiyi incelemektir. Bu amaçla periferik arteriyopati nedeni ile periferik arter cerrahisi tedavisine karar verilen 35 hasta (yaş ortalaması 61±7, 32 erkek, 3 kadın) ve benzer yaş grubundaki 72 kontrol vakası (yaş ortalaması 61±1, 54 erkek, 18 kadın) çalışma grubuna alındı. Tüm olguların anamnez, fizik muayene ve laboratuar tetkikleri ile risk faktörleri değerlendirildi. Ekokardiyografik incelemeleri yapılarak 12 derivasyonlu elektrokardiyografileri çekildi ve QT, QTc ve QT dispersiyonu süreleri ölçüldü. Çalışma grubu iki yıllık dönem içerisinde izlenerek kalp kökenli ölüm oranı belirlendi. Hasta grubunun %37'sinde (13 hasta) ekokardiyografi bulguları normal iken, %63'ünde sol ventrikül hipertrofisi ve sol ventrikül duvar kalınlıklarındaki artmaya eşlik eden ya da izole sol ventrikül dilatasyonu saptandı. Kontrol grubunun ise 2 kişi dışında (%3) ekokardiyografik bulguları normaldi. QT, QTc süresi QT dispersiyonu hasta grubunda kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek bulundu. QT dispersiyonu 50 ms (kontrol grubu ortalaması + 2 SD) üzerinde saptanan kişi sayısı hasta grubunda 18, kontrol grubunda ise bir idi. İki yıllık dönemde hasta grubunda 7 kişi ölürken kontrol grubunda ölüm görülmedi. Hasta grubunda 50 ms üzerindeki QT dispersiyonunun kalp kökenli ölümü belirlemede duyarlılığı %86, özgüllüğü %57, pozitif prediktivitesi %33, negatif prediktivitesi ise %94 olarak bulundu. Ölen 7 kişinin 5'inde sol ventrikülde dilatasyon ve 50 ms'den uzun QT-D mevcudiyeti saptandı. Sonuç olarak kalp hastalığı yönünden asemptomatik periferik arter hastalarında kalp nedenli ölüm riskini belirlemede ekokardiyografi bulgularının ve QT-D'nin oldukça yararlı yöntemler olduğuna karar verildi.
In patients with peripheral artery disease, additional cardiac diseases such as coronary artery disease and hypertension are frequent findings. The existence of coronary atherosclerosis is the Icading factor predicting prognosis. The aim of study was to investigate cardiac death in paticnts with peripheral artery disease without cardiac symptoms and its relation with QT dispersion. The study group consisted of 35 patients (aged 61 ±7 years, 32 males, 3 females) who underwent surgical treatmont because of peripheral arteriopathy and 72 age-matched controls (aged 61±1 years, 54 males, ı8 females). In all subjects, risk factors wcre evaluated with physical examination and laboratory findings. Echocardiographic and 12- lead electrocardiographic examinations were made and QTc interval and QT dispersion were calculated. The study group was followed for two years and cardiac deaths were recorded. Echocardiographic findings were normal in 13 patients (37%), left ventricular hypertrophy and left ventricular dilatation (isolated or accompanying an increase in left ventricular wall thickness) were detected in the remaining patients (63% ). In the control group, echocardiographic findings were normal except in 2 subjects (%3). QT, QTc interval and QT dispersion were significantly prolonged in the patients group compared with the controls. Subjects with a QT dispersion longer than 50 ms (mean of the control ± 2 SD) were 18 cases in the patients group and one in the control group. During the follow-up period, patients died due to cardiac events in the patients group, whereas nobody in the control group. In patients with peripheral artery disease, a QT dispersion of 50 ms had 86% sensitivity, 57% specificity, 33% positive predictivity and 94% negative predictivity in predicting cardiac death. In 5 of the 7 patients who died during the study period, left ventricular dilatation and a QT dispersion langer than 50 ms had been detected. It is concluded that in patients with peripheral artery disease who are asymptomatic for cardiac diseases, echocardiographic findings and QT dispersion are useful methods to predict the risk of cardiac death.

6.
Yavaş Yol Ablasyonunun Başarısını Değerlendirmede Bir Yöntem: Hızlı Atriyal Uyarı Sırasında Elde Edilen PR>RR Bulgusu
A Method for Evaluating the Success of Slow Pathway Ablation: PR>RR Finding During Rapid Atrial Pacing
Uğur Kemal TEZCAN, Hakan TIKIZ, Ahmet Duran DEMİR, Yücel BALBAY, Mustafa SOYLU, Şule KORKMAZ, Siber GÖKSEL
Sayfalar 223 - 227
Atriyoventriküler nodal reentrant takikardi (AVNRT), atriyoventriküler (AV) iletimde ikili yol fizyolojisi bulunanlarda ortaya çıkmaktadır. Ancak ikili AV iletim fizyolojisi (İAVİF) hastaların önemli bir kısmında gösterilememektedir. AVNRT'li hastalarda hızlı atriyal uyarı ("pacing") sırasında, 1:1 AV iletimin sağlanabildiği maksimum hızlarda, PR intervalinin sıklıkla atriyal uyarı siklus uzunluğunu geçtiği gösterilmiştir. PR>RR olarak tanımlanan bu bulgunun antegrad yavaş yol iletiminin bir göstergesi olduğu ve İAVİF gösterilemeyen AVNRT'li hastalarda yavaş yol ablasyonunun başarısını değerlendirmede yararlı olabileceği öne sürülmüştür. Biz de bu prospektif çalışmada hızlı atriyal uyarı sırasında elde edilen PR>RR bulgusunun yavaş yol iletiminin ve AVNRT'nin bir göstergesi olarak tanısal değerini araştırdık. Hızlı atriyal uyarı sırasında 1:1 AV iletimin sağlanabildiği maksimum hızlarda iki grup hastada PR ve RR intervalleri ölçüldü. Grup 1: AVNRT'si olan hastalar (n=20), grup 2: Kontrol grubu (n=21). Grup 1 hastalarının hepsine radyofrekans kateter ablasyon yöntemi ile yavaş yol ablasyonu yapıldı. Ablasyon işleminden sonra grup 1 hastalarında çalışma protokolü tekrarlandı. Grup 1'deki 20 hastanın 10'unda (%50) ve grup 2'deki 21 hastanın 2'sinde (%.95, p=0.006) PR>RR bulgusu saptandı. Grup 1 hastalarının tümünde yavaş yol ablasyonu sonrasında PR>RR bulgusu ortadan kalktı. PR>RR bulgusunun AVNRT için sensitivitesi %50, spesifitesi %90, negatif prediktif değeri %66, pozitif prediktif değeri %84 olarak bulundu. Sonuç olarak PR>RR bulgusunun AVNRT için sensitivitesinin düşük olmasına rağmen, spesifitesinin ve pozitif prediktif değerinin yüksek olması nedeniyle takikardi indüklenmesinde güçlükle karşılaşılan ve İAVİF gösterilemeyen olgularda yavaş yol ablasyonunun başarısını değerlendirmede yardımcı bir kriter olarak kullanılabileceği izlenimi doğmuştur.
Atrioventricular nodal reentrant tachycardia (A VNRT) occurs ın patients with dua! atrioventricular (AV) nodal physiology. However, dua! AV nodal physiology cannot be demonstrated in a signifıcant proportion of patients w ith A VNRT. During rapid atrial pacing at the maximum rate with consistenı 1:1 AV conduction, PR interval often exeecds the pacing cycle Jength in patients with A VNRT. This finding, deseribed as PR>RR, was proposed to be consistent with antegrade slow pathway conduction and useful method for evaluating the success of slow pathway ablation in patients with A VNRT and without demosırable dua! AV nodal physiology. The purpose of this prospective study was to determine the diagnostic value of the PR>RR find ing as an indicator of antegrade slow pathway conduction and A VNRT. The PR and RR intervals were measured during rapid atrial pacing at the maximum rate with consistent 1:1 AV conduction in 2 groups of patients. Group 1: patients w ith A VNRT (n=20) and Group 2: control subjects (n=2 1 ). Radiofrequency catheter ablation of the slow pathway was performed in all Group 1 patients. After slow pathway ablation, the study protocol was repeated in Group 1 patients. PR>RR finding was present in ıo of 20 Group 1 patients (50%) and 2 of 2ı Group 2 patients (9.5%, p=0.006). After slow pathway ablation, PR>RR finding was no longer preseni in any Group ı patients. The finding of PR>RR had a sensitiviıiy of 50 % for A VNRT, a specificity of 90%, a negative predictive value of 66% and a positive predictive value of 84%. In conclusion, although the sensiıivity of PR>RR finding for AVNRT is low, because of its high specificity and positive predictive value, this finding may be usefuı for evaluating the success of slow pathway ablation in patients with A VNRT in whom tachycardia inducıion is not reproducibe and dua! AV nodal physiology cannot be demonstrated.

7.
Genç Erişkin Yaştaki Koroner Arter Hastalarında Hiperinsülinemik Öglisemik Glukoz Klemp Tekniği ile İnsülin Rezistansının Araştırılması
Assessment of Insulin Resistance by the Hyperinsulinemic Euglycemic Glucose Clamp Technique in Young Men With Coronary Artery Disease
Cemal SAĞ, Hakan ERDEM, Hürkan KURŞAKLIOĞLU, Adnan HAŞİMİ, Sedat KÖSE, Mustafa KUTLU, Fikri KOCABALKAN, Ertan DEMİRTAŞ
Sayfalar 228 - 233
Insülin rezistansı koroner arter hastalığı için risk faktörleri olan hiperinsülinemi, glukoz intoleransı, obezite ve dislipidemi gibi metabolik bozuklukların patogenezinde önemli rol oynar. Birçok çalışmada insülin rezistansı ile koroner arter hastalığı arasında bağımsız bir ilişki gösterilerek, insülin rezistansının koroner arter hastalığı için bir risk faktörü olduğu öne sürülmüştür. Bu çalışmada koroner anjiyografi ile koroner arter hastalığı saptanan 35 yaşından küçük tümü erkek 16 hasta (Grup 1) ve 16 sağlıklı bireyde (Grup 2) hiperinsülinemik öglisemik glukoz klemp tekniği ile insülin rezistansı araştırıldı. Hasta grubunda M değeri ortalama 4.37 ± 1.1 mg/kg/dk bulunurken, kontrol grubunda ise 7.9±1.1 mg/kg/dk olarak bulundu. (p<0.001). Grup 1'deki 16 hastanın 7'sinde insülin rezistansı saptanırken Grup 2'de hiçbir hastada insülin rezistansı saptanmadı. (p<0.05). Hastaların trigliserid, total ve LDL kolesterol, insülin ve C peptid düzeyleri de kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (p<0.05). Çalışmamız diğer çalışmalardan farklı olarak ilk defa "koroner arter hastalığı tanısı konan genç yaş olgularda" insülin rezistansının gösterilmesi açısından önemlidir. Sonuç olarak prematüre koroner arter hastalığında insülin rezistansı önemli bir risk faktörüdür.
Insulin resistance has an important role in the pathogenesis of metabolic disorders such as hyperinsulinemia, glucose intolcrance, obcsity, and dyslipidemia, all established risk factors for coronary artery disease (CAD). In a number of prospective studies, an independent relationship was noted between CAD and hyperinsulinemia and insulin resistance; and has been suggcsted that insulin resistance isa risk factor for CAD. In this study, insulin res istance was studied by the hyperinsulinemic euglysemic glucose c lamp technique in ı6 male patients w ith CAD (Group ı), diagnosed all by coronary angiography and in 16 male healthy controls (Group 2), younger than 35 years. In our study, "M" value was found as a 4.37± 1.1 mg/kg/min in Group 1, and 7 .9± 1.1 mg/kg/min in Group 2. Insulin resistance was found in 7 of 16 in Group 1. w hile Group 2 no insulin resistance w as found, (p<0.05). In the patient group triglyceride, total and LDLcholesterol, insulin and C-peptide levels were statistically higher than controls (p<0.05). W e found that young patients with newly diagnosed CAD, did show insulin resistance, in variance from other studies. As a result, insulin resistance is an important risk factor in premature CAD.

8.
Akut Kardiyojenik Pulmoner Ödem Tedavisinde İntravenöz Enalaprilatin Etkinliği ve Güvenilirliği
The Safety and Efficacy of Intravenous Enalaprilat In Acute Cardiogenic Pulmonary Edema
Kani GEMİCİ, İbrahim BARAN, Dilek YEŞİLBURSA, Sümeyye GÜLLÜLÜ, Bülent İLÇÖL, Ali AYDINLAR, Ali Rıza KAZAZOĞLU, Akın SERDAR, Ethem KUMBAY, Jale CORDAN
Sayfalar 234 - 238
Kronik Konjestif Kalp yetersizliğinin tedavisinde sıklıkla kullanılan anjiyotensin dönüştürücü enzim (ADE) inhibitörleri, akut kardiyojenik pulmoner ödem tedavisinde de kullanılabilirler. Çünkü bu epizodlar sırasında ortaya çıkan önyük ve ardyük yükselmesini önleyebilecekleri gibi, yine bu epizodlar sırasında oluşan yüksek renin düzeylerini de azaltarak etkili olabilirler. Bu konuda yapılan çalışmalar sınırlı sayıdadır. Bu çalışmanın amacı, akut kardiyojenik pulmoner ödem tablosundaki olgularda intravenöz enalaprilatın etkinliğini ve güvenilirliğini göstermektedir. Çalışma akut kardiyojenik pulmoner ödem tanısı konulan 12 olgu (7 erkek, 5 kadın; ortalama yaş 57.2±7.4) üzerinde yapılmıştır. Tedavi öncesi düşük olan kalp debisi, kalp indeksi ve atım hacmi tedavi sonrası yükselirken (p<0.01-0.001); tedavi öncesi yüksek olan sistemik vasküler direnç, pulmoner vasküler direnç, pulmoner ve sistemik arter basıncı düştü, kalp hızı ve solunum sayısı azaldı (p<0.01-0.0001). Çalışmaya alınan olguların tamamında klinik ve hemodinamik iyileşmeler sağlandı; hiç bir hastada önemli bir yan etki gözlenmedi. Sonuç olarak bu çalışma, intravenöz enalaprilatın akut kardiyojenik pulmoner ödem tedavisinde etkili ve güvenilir bir seçenek olduğunu düşündürmektedir.
Angiotensin-converting enzyme (ACE) inhibitors which have been used for the treatment of chronic congestive heart failure, can also be used for the treatment of acute cardiogenic pulmonary edema. In this condition, patients are hemodynamically unstable and have high renin levels. The studies in this area are limited. The purpose of this study was to evaluate the efficacy and safety of intravenous enalaprilat in patients with acute cardiogenic pulmonary edema. The study was performed in 12 patients (7 men, 5 women; mean age 57.2±7.4 years) with acute cardiogenic pulmonary edema due to dilated cardiomyopathy, coronary artery disease, hypertensive heart disease or coronary and/or hypertensive heart disease. Hemodynamic and elinical parameters were measured and evaluated before and 1 O minutes after infusion of enalaprilat. Enalaprilat increased cardiac output, cardiac index and stroke volume (p

9.
Üst Düzey Türk Tıp Yayınlarında 1997 Yılında Hamle Sürüyor
Continued Boom in 1997 in International Medical Publications from Turkey
Altan ONAT
Sayfalar 239 - 245
Tıp alanında Türkiye'den kaynaklanan uluslararası yayınların gidişini değerlendirmek amaciyle, Science Citation Index'in taradığı dergilerdeki Türkiye adresli tüm yayınlar gözden geçirildi. 1997 yılını kapsayan SCI CD-ROM'larında bulunan ve hekimliği ilgilendiren tüm kaynaklar ayıklandı. Ortak yayınlar için bir kredi sistemi uygulandı. Anılan yılda sırasiyle 1643 toplam yayın ile 1012 tam metinli makale mevcuttu. Bu artış bir önceki yıla göre %20-25 gibi çok hızlı olup 1988'den beri gözlenen aşamanın sürdüğünü göstermektedir. Tıp yayınlarında dünyadaki payımız binde 5'e ulaşmıştır. Yayında artışın editöre mektupta değil de, özellikle makale, editoryal, derleme türlerinde belirgin olması, gelişmenin sağlıklı olduğunu düşündürmekteydi. Üstelik temel bilimlerde daha göze çarptı. Üniversite-dışı kuruluşlar ile bazı nisbeten yeni fakülteler yayın artışında aslan payını aldılar. Ege Tıp Fakültesi 4'üncü sıraya yerleşti. Kardiyovasküler tıp alanında da 1997'de toplam 52 makale yayına girmiş ve dünyadaki payımız binde 4'ü geçmiştir.
A search was made of medical publications arising from institutions in Turkey appearing in medical periodicals covered by the Science Citation Index and comprised in the ISf CD-ROM 1997 Annual. This revealed a total of 1640 medical items making up almost half of all scientific publications originating from Turkey. When adjusted for publications jointly materialized with foreign medical centers and with nonmedical Turkish faculties (which constituted roughly 8% of the total), and when letters to the editar and meeting abstracts w ere exeluded, ı O ı O artieles in full text remained (ineluding editarials and reviews). This represented 0.5% of share in the respective world medical publications and a rise of 25% over the previous year. Thus Turkey doubled her output of international medical publications each 3 years over the past decade - a remarkable feat. The rise pertained to publications in basic (preclinical) fields as well as in elinical disciplines. The seven medical faculties (located in the three big cities) which produced 5 ı % of all medical publications were as follows: Hacettepe. Ankara, İstanbul, Aegean, Cerrahpaşa, Gazi and September 9th. The most significant trend over the previous years was a diversification of the publishing centers, in particular the rise to 17% of the share of nonacademic institutions. In cardiovascular medicine, 52 artieles in full text appeared in 1997 which represents a share of more than 0.4% in the world. References of each of these art ieles are provided as an appendix.

DERLEME
10.
Derleme Konjestif Kalp Yetersizliği Tedavisinde Beta-bloker İlaçların Yeri
Beta-blocking Drugs in the Treatment of Congestive Heart Failure
Deniz GÜZELSOY, Zerrin YİĞİT
Sayfalar 246 - 253
Tıptaki gelişmeler ve çok sayıdaki çalışmaya rağmen konjestif kalp yetersizliği tedavisi hala sorun olup yeni ilaç ve tedavi yöntemlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Son yıllarda konjestif kalp yetersizliği fizyopatolojisine yönelik araştırmalar nörohumoral aktivitenin prognostik önemini ortaya koymuştur. ACE inhibitörleriyle renin anjiotensin sistemi inhibisyonuyla semptomatik yarar sağlanacağı ve mortalitenin azalacağı gösterilmiştir. Çalışmalarda kronik kalp yetersizliğinde aşırı uyarılmış sempatik sistemin zararlı etkilerinin beta blokerlerle giderilebileceğine dair deliller elde edilmiştir. Çok sayıda kontrollu, çok merkezli araştırma sonuçları da beta blokerlerin özellikle dilate kardiyomiyopatiye bağlı kalp yetersizliğinin tedavisinde kullanılmalarının yerinde olacağını düşündürmektedir. Carvedilolle elde edilen mortalite yararına ait veriler de umut vericidir. Bununla beraber, konjestif kalp yetersizlikli tüm hastalarda rutin kullanım için değişik etiyolojili çok sayıda hastada planlanmış ve sürdürülmekte olan çalışmaların sonucunu beklemek yerinde olacaktır.
Despite basic and elinical research in congestive heart failure, this disorder continues to remain a major challenge therapeutically and there is a need for innovative drugs that alter the prognosis of heart failure. In recent years, research directed toward understanding of the pathophysiology of congestive heart failure showed that the level of neurohumoral activation is the predictor of survival. Clinical studies documented that the inhibition of overactivated renin-angiotensin-aldosteron system by angiotensin-converting enzyme inhibitors may improve symptoms and mortality. There is also inercasing evidence of beneficial effects of beta blacking drugs which counteract the long-term deleterious effects of overstimulated sympathetic nervous system. Several trials strongly suggest that beta-blockers should be used for the manageınent of heart failure, especially in patients with dilated cardiomyopathy. Mortality data from the carvedilol studies are also encouraging. However, there is stili a need to await the result of planned large-scale trials in larger numbers of patients with different etiologies for routine usage of beta blackers in all patients with congestive heart failure.

11.
Kardiyoloji Tarihi Köşesi
History of Cardiology
Teoman ONAT
Sayfa 254
A graduate of Bologna Medical Faculty in 1653, and later prof. of medicine (1662), Malpighi pionecrcd the experimental study of living organisms and founded the science of microscopy. He discovered the capillary circulation (166 1 ), red blood corpuscles (1666), deseribed the structure of the ski n (M. la yer), papillae of the tongue, bodies in the spleen and kidneys (M. bodies and corpuscles) and the pulmonary alveoli. Microscopic exaınination in frogs while the heart was beeting, revealed opposite direction of blood in adjacent vessels and he observed further that blood broke into the eınpty space and was collected again by a gaping vessel. Two stamps and a posta! cancellatian depicting his portrait are presented.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama

Copyright © 2024 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi