ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 24 (5)
Cilt: 24  Sayı: 5 - Temmuz 1996
1.
Makale Özetleri
Summaries of Articles

Sayfalar 260 - 263
Makale Özeti | İngilizce Tam Metin

2.
TEKHARF Kohortu 5-Yıllık Takibine Göre Türk Erişkinlerinde Diyabet Prevalansında Değişimler, Ölüm ve Koroner Olaylarla İlişkisi
Clinical Investigations Prevalence Trend in Diabetes in Turkish Adults: a Cohort 5-Year Follow-up Study
Altan ONAT, Barış ÖKÇÜN, Dursun DURSUNOĞLU, Kenan DÖNMEZ, Göksel KAHRAMAN, İbrahim KELEŞ, Vedat SANSOY
Sayfalar 264 - 268
Ülkemizde 1990 yılında rastgele yöntemle gerçekleştirilen TEKHARF Çalışması kohortundan öldüğü bilinen 118 kişi dışında yaşayan 1094 kadın ile 1046 erkek 5 yıl sonra diyabet varlığı açısından izlendi. Diyabet tanısı kapsamına kendilerinde bu tanının konduğunu bildirenler ile taramada açlık kan şekeri > 130mg/dl veya 2 saat prostprandiyal değeri 170 mg/dl'in üzerinde bulunan kişiler girdi. Diyabet 55 erkek ile 78 kadında saptandı. Bunlardan 28 erkek ile 29 kadında bu intolerans son 5 yıl içinde yeni gelişmişti. 25-44 yaş grubunda % 1.5 dolayında olan prevalans, 45 yaş ve üzerindeki erkek ve kadınlarda sırasiyle % 8.6 ve % 13.1 idi. Kohortun 5 yaş yaşlanmasından arındıran ve 1995 yılı yaş dağılımın dikkate alan iki yöntemle, bu verilerin kohortta beklenen diyabetli sayısına kıyasla, erişkin diyabet prevalansında erkeklerde %25, kadınlarda % 15 oranında artış ifade ettiği anlaşıldı. Bu da halkımızda diyabetli sayısının yılda 40.000 arttığını düşündürmektedir. İzlenenler arasında 1990 yılında diyabet saptanan 82 kişiden 6 sı öldü ve 7'sinde nonfatal koroner olay gelişti. Koroner nedenli ölüm ve nonfatal koroner olaylar ile diyabet arasında istatistiki anlama ulaşan bir ilişki, muhtemelen diyabetli sayısının azlığından ötürü, bulunamadı.
Of the cohort of the nationwide cardiac survey conducted in 1990 on a random sample of Turkish adult population, excluding 118 instances of death, 1094 surviving women and 1046 men were followed up with respect to presence of diabetes mellitus. The latter was defined to comprise known diabetics, those having a fasting blood glucoe > 130 mg/dl or a 2-hour postprandial glucose level exceeding 170 mg/dl. Glucose intolerance was recorded in 55 men and 78 women among whom this had newly developed in the preceding 5 years in 28 men and 29 women. The prevalence in the age group of 25-44 years of 1.5%, reached 8.6% and 13.1%, respectively, in men and women 45 years of age or older. When two methods, namely adjustment for aging by 5 years and one that considered the age distribution of the cohort followed up, were applied the prevalence was found to have risen by 25% in men and by 15% in women as compared to the anticipated prevalence. This suggests that the number of diabetics in Turkey rose by 40.000 annually. - Among 82 persons noted as diabetics in 1990 and followed up, 6 died and 7 sustained a nonfatal coronary event subsequently. A relationship reaching statistical significance was not found between presence of diabetes and fatal and nonfatal coronary events, most likely due to the limited number of diabetics involved.

3.
Proksimal Sol Ön İnen Koroner Arter Lezyonlarında Anjiyoplastinin Erken ve Uzun Dönem Sonuçları
Angioplasty of the Proximal Left Anterior Descending Coronary Artery: Initial Success and Long-term Follow-up
Servet ÖZTÜRK, Murat GÜLBARAN, Tevfik GÜRMEN, Muzaffer ÖZTÜRK
Sayfalar 269 - 271
Ekim 1987 - Aralık 1994 arasında izole proksimal sol ön inen dal (LAD) lezyonu olan, balon anjiyoplasti yapılan yaş ortalaması 53,7 ± 9.28; 13'ü kadın 82'si erkek 95 olguda işlem başarısı % 93,7, klinik başarı % 89.7 idi. Olgular ortalama 27.4 ay izlendi. 68 olguya kontrol anjiyografisi yapıldı. restenoz saptanan 27 olgunun % 39.7) 16'sına redilatasyon 7'sine KABG yapıldı. 4 olgu medikal tedavi ile izlendi. İzleme süresinde hayatta kalma % 95,7, Mİ geçirmeyen, KABG operasyonu ve redilatasyon yapılmayanların (olaysız hayatta kalma) oranı % 64,8 idi. Proksimal LAD hastalığında balon anjiyoplastide başarımız, inisiyal olguların üçte biri öğrenme dönemine rastladığından literatürde bildirilenden düşüktür. Yayınlanan çalışmalarda olduğu gibi restenoz oranı yüksek ve yeniden revaskülarizasyon girişimi fazladır.
From October 1984 to December 1994, 95 patients (mean age 54 years; range 34-78; 82 men) underwent angioplasty for left anterior descending (LAD) coronary artery disease. The procedure was successful in 93,7 %. The clincal success was 89,7 %. Follow-up was obtained for a mean duration of 27,4 months (range 12 to 60 months). 68 patients could be reviewed with a control angiography. The overall restenosis amounted to 39,7 % representing 27 cases; 16 of them had a redilatation and 7 a coronary artery bypass graft (CABG) operation. Four were treated medically. The survival rate was 95,7 %, freedom from cardiac death, myocardial infarction, CABG or repeat LAD artery angioplasty was 64.8 %. Since on ethird of our cases were performed in the learning period of the clinic, we reached a lower success rate than some other institutions. We conclude that balloon coronary angioplasty alone presents a high rate of restenosis, and the need for revascularization is not seldom.

4.
Sağlıklı Sigara İçmeyen Erkeklerde Akut Sigara İçiminin Sol Ventrikül Fonksiyonları Üzerine Etkisi
Acute Effect of Cigarette Smoking on Left Ventricular Functions in Healthy Nonsmoker Men
Armağan ALTUN, Ayhan GÜRÇAĞAN, Birol ÖZKAN, Gültaç ÖZBAY
Sayfalar 272 - 275
23 sağlıklı sigara içmeyen erkek gönüllüde (21-31 yaş) akut sigara içiminin sol ventrikül fonksiyonları ve hemodinamik bulgular üzerine etkisini araştırdık. Bu amaçla başlangıç ve sigara içimini hemen takiben kan basınçları, mitral ve aort kapaklarının M-mode kayıtları ve pulse-Doppler ile mitral ve aort kapak kan akım kayıtları alındı. Sigara içimi sonrası kalp hızı arttı (p=0.71). Sistolik ve diyastolik kan basınçlarında değişiklik olmadı. E süresi 7 ms (p=0.043), E hız-zaman integrali 0.64 cm (p=0.011), total mitral kapak kan akım hızı 46.44 ms (p=0.001), total mitral kapak hız-zaman integrali 2.11 cm (p=0.001) ve zirve E/A oranı 0.04 (p=0.035) azaldı. Atriyal doluş fraksiyonu 0.03 (p=0.04) arttı. Ölçülen diğer parametrelerde değişiklik saptanmadı. Bu bulgular akut sigara içiminin, sol ventrikül sistolik fonksiyonunu değiştirmediğini, sol ventrikül diastolik fonksiyonunu bozduğunu göstermektedir. Sigara içimi epikardiyal arterlerde konstrüksiyona yol açarak koroner kan akımının azalmasına sebep olur. Bu nedenle akut sigara içimi miyokard oksijen ihtiyacını arttırarak, diyastolik gevşemenin enerji tüketim işlevini bozar.
The acute effects of cigarette smoking on left ventricular functions and heınodynamic paranıcıers were assessed in 23 nonsmoker young healthy volunteers, aged 21-31 years. We recorded blood pressure, Mınode echocardiography of mitral and aortic valves, and pulsed-Doppler echocardiography of transmitral and transaortic blood flows before and inını e diat e l y afıer smoking. Heart rate significantly increased after smoking (p=O.O ı 7). Systolic and diasto tic blood pressure reınain ed unchanged. E time, E velociıy-tiıne integral, total mitral flow time, total mitral flow velocity-ıinıe integral and pea k E/ A ratio decreased 7 nı s (p=0.043), 0.64 cm (p=O.O ll), 46.44 m s (p=O.OO 1 ), 2. ı ı cm (p=O.OO l ) and 0.04 (p=0.035), respectively. Atrial filling fraction increased by 0.03 (p=0.041 ). No significant difference existed between other variables. These· findings showed that left ventricular systolic funct ion renıained unchanged and lcft ventricular diastolic function was impaired after snıoking. Cigarette smoking causes constriction of epicardial arteries and a decrease in coronary blood flow in subjects, despite an increase in myocardial oxygen demand. For this reason acute cigarette smoking significantly impairs the energy-consuming process of diastolic relaxation.

5.
Aritmojenik Sağ Ventrikül Displazisi Vakasında Ventrikül Taşikardisinin Radyofrekans Kateter Ablasyonu ile Tedavisi
Radiofrequency Catheter Ablation of Ventricular Tachycardia in a Case of Arrhythmogenic Right Ventricular Dysplasia
Cengizhan TÜRKOĞLU, Kamil ADALET, İnci FIRATLI, Nilgün İNCESOY, Muzaffer ÖZTÜRK
Sayfalar 276 - 280
Otuzdokuz yaşındaki erkek hastada sürekli ventrikül taşikardisi (VT) ve anamnezde senkop şikayeti nedeniyle yapılan tetkikler sonucu aritmojenik sağ ventrikül displazisi tanısı kondu. Elektrofizyolojik çalışmada tek uyarıyla sürekli ve monomorfik VT başlatıldı. Endokardiyal aktivasyon "mapping"inde VT'nin sağ ventrikülün infundibüler bölgesinden kaynağını aldığı ve en erken aktivasyonunun anterolateral bölgede olduğu tespit edildi. Altı çeşit antiaritmik ilaç tek veya birlikte uygulandı. Bu tedaviler altında VT ataklarının sıklaşması ve sadece DC şokla sonlandırılabilmesi nedeniyle ilaç tedavisinin etkisiz olduğu kabul edildi ve radyofrekans (RF) kateter ablasyonuna karar verildi. En erken aktivasyonun tespit edildiği bölgeye 60 sn süreyle 50 W RF enerjisi verildi. RF enerji verilmeye başladıktan 5 sn sonra ritm sinüzale döndü. Kontrol elektrofizyolojik çalışmada 4'lü programlı uyarılar, dekremental ve "burst pacing"le taşikardi başlatılamadı. Hastanın ilaçsız olarak 2.5 ay süreyle yapılan aralıklı Holter "monitoring" tetkikinde sürekli veya süreksiz VT atağı belirlenmedi. VT, RF ablasyon ile başarılı olarak ortadan kaldırıldı.
A 39-year old man was admitted to the hospital with sustained ventricular tachycardia. He had a history of syncope before admisson and was diagnosed to have an arrhythmogenic right ventricular dysplasia. His ventricular tachycardia (VT) was refractory to six antiarrhythmic drugs alone or in combination. Radiofrequency (RF) current was used to ablate the VT. Sustained monomorphic ventricular tachycardia was induced with single ventricular extrastimuli during electrophysiologic study. Earliest endocardial activation was mapped to the anterolateral region of the right ventricular outlow tract. A RF energy was delivered at 50 W for a 60 second period. At the fifth second, a sinus rhythm was restored. A control electrophysiologic study demonstrated inability to induce a VT with 1 to 4 extrastimuli, burst and decremental pacing. During a follow-up of 2.5 months period without medical therapy intermittent Holter monitoring failed to reveal neither sustained nor nonsustained VT attack. VT was apparently eliminated successfully with RF ablation.

6.
Ventriküler Takikardilerin Radyofrekans Kateter Ablasyon ile Tedavisi
Ventricular Tachycardia Ablation
Uğur Kemal TEZCAN, Erdem DİKER, Murat ÖZDEMİR, Gülümser HEPER, Sengül ÇEHRELİ, Ali ŞAŞMAZ, Şule KORKMAZ, Siber GÖKSEL
Sayfalar 281 - 288
Bu çalışmada Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Elektrofizyoloji Laboratuvarında ventriküler takikardi (VT) nedeniyle radyofrekans (RF) ablasyonu denenen, değişik etyolojili VT'lere sahip altı olgu ele alınmıştır. Hastaların yaş ortalaması 35.5±10.25(22.45) , biri kadın beşi erkekdi. Altı hastanın üçünde ekokardiyografi ve koroner anjiyografi normaldi. İki hastada idiyopatik dilate kardiyomiyopati (İDKMP), bir hastada ise eski anteriyor miyokard infarktüsü vardı. Beş hastada tek bir morfolojide VT, bir hastada uniform sık ventriküler ekstrasistol (VES) bulunmaktaydı. Elektrofizyoloji laboratuvarında beş hastada sürekli (sustained) VT'ler, klinikte gözlenen VT'ler veya VES'ler ile aynı morfolojiye sahipdi. Hastalar VT sırasında "mapping" işlemine izin verecek şekilde hemodinamik olarak stabil kaldılar. Organik kalp hastalığı bulunmayan idiyopatik VT'li üç hastanın ikisinde VT sağ ventrikül çıkış yolu kökenli, diğerinde ise sol ventrikül kökenliydi. Organik kalp hastalığı bulunan üç hastada VT sol ventrikül kökenliydi. "Mapping" işleminde sağ ventrikül kökenli idiyopatik VT'lerde erken endokardiyal aktivasyon ve "pace-mapping" yöntemleri, sol ventrikül kökenli idiyopatik VT'de purkinje potansiyellerine yönelik" mapping" yöntemi kulalnılırken, organik kalp hastalığı ile beraber olan VT'lerde erken endokardiyal aktivasyon ve "pace-mapping" yöntemlerine ek olarak gizli (concealemi sonunda belirlenen hedef bölgeler yönlendirilebilir (deflectable) ablasyon kateterlerinin distal elektrodu ile, hastanın sırtına yapıştırılan deri elektrodu arasında, 5000 Khz frekansında RF enerjisi uygulandı. Organik kalp hastalığı bulunan bir hasta dışında altı hastanın beşinde (% 83) başarılı olundu. VT ablasyon girişimi başarısız olan hastaya daha sonra kardiyoverter-defibrilatör implantasyonu uygulandı. Başarılı olunan olgular ortalama altı aylık takip süresince asemptomatik kaldılar. Sık VES ile başvuran hastanın ablasyondan iki ay sonra yapılan Holter tetkikinde tek bir VES'e rastlanmadı. SONUÇ: Ventriküler takikardilerin RF kateter ablasyonu ile tedavisi etkili ve güvenlidir. Bu yöntemin özellikle idiyopatik VT'li hastalarda ilk tedavi seçeneği olarak gündeme gelebileceği kanısına varılmıştır.
In this study are presented, six patients with ventricular tachycardia (VT) of different etiologies in who have been radiofrequency (RF) ablation in the attempted was electrophysiology (EP) laboratory at the Türkiye Yüksek ihtisas Hospital, Ankara, Turkey. The m ean age of the patients w ere 35.5± 10.2 (22- 45) five of whom were male. Three of the six patients had normal echocardiographic and coronary angiographic findings. Two patients had idiopathic dilated cardiomyopathy and the remaining patient had sustained anterior myocardial infarction. Clinically, five patients had VTs of single morphology and one patient had unifornı frequent ventricular premature beats (VPB). Sustained VT in five patients and nonsustained VT in one patient was induced in the EP laboratory. The induced VTs were morphologically same with the elinical VTs or VPBs. The patients were hemodynamically stable during VT, which was a prerequisite for mapping and ablation. In three patients without structural heart disease, the idiopathic VTs were originating from the right ventricular outflow tract in two and from the left ventricle in the remaining one. In all three patients with structural heart disease the VTs were originating from the left ventricle. In idiopathic VTs of right ventricular origin, early endocardial activation and pace-mapping, in idiopathic VTs of left ventricular origin, P-potential mapping and for VTs that accompany organic heart disease, concealed entrainment in addition to early endocardial activation and pace-mapping were used for the purpose of tachycardia mapping. At the end of the mapping procedure RF energy with a frequency of 500 Khz, was applied to the target si tes, between the distal e leetrade of the deflectable abiat İon catheters and skin electrode (patch). Except one patient with heart disease (prior myocardial infarction), ablatioıı was successful in five of the six patients. The patient in whom RF ablation attempts were unsuccessful had a cardioverter-defibrillator implanted later on. The patients who had successful RF ablation procedure were asymptomatic during a mean duration of six months follow-up. The patient who had frequent VPBs before ablation, had no VPBs noted in the Halter recordings three months later. In conclusion, the RF eatlıeter ablation therapy of ventricular tachyeardias is effective and safe. This method may be the first clıoice of treatment especially in patients with idiopathic VTs.

7.
Kararlı Angina Pektoriste Trimetazidine'in Klinik Etkinliği: Çift Kör, Plasebo Kontrollu Çalışma
Clinical Efficacy of Trimetazidine in Stable Angina Pectoris: A Double-blind Placebo-Controlled Study
Serdar AKSÖYEK, Mehmet KABUKÇU, Kenan ÖVÜNÇ, Giray KABAKCI, Kudret AYTEMİR, Ali OTO
Sayfalar 289 - 292
Trimetazidine'in efor anginası olan ve egzersiz testi pozitif bulunan koroner arter hastalarında tıbbi tedavinin optimalize edilmesine katkısının araştırılması için yapılan bu çalışmaya en az iki haftadan beri kalsiyum kanal blokeri, mononitrat ve asetil salisilik asit tedavisi almasına rağmen efor anginası olan ve egzersiz testi pozitif bulunan 21 hasta alındı. Hastalara iki hafta süre ile randomize olarak aldıkları tıbbi tedaviye ek olarak trimetazidine 3x20 mgr veya plasebo 3x1 kapsül çift kör olarak verildi. İki hafta sonra hastalar klinik olarak değerlendirildi ve egzersiz testleri tekrarlandı. Çalışmaya alınan tüm hastalarda koroner anjiyografi ile koroner arter hastalığı varlığı gösterildi. Trimetazidine verilen 10 hastalık I. grupta (9 E/1 K, ort. yaş 51±8 yıl) çalışma sonrası haftalık angina sayısı (3.0±2.1) çalışma öncesine göre (7.2±3.4) anlamlı oranda düşerken (P>0.05), plasebo verilen 11 hastalık II. grupta (10E/K, ort. yaş 54±7 yıl) çalışma sonrası haftalık angina sayısı (5.5±3.5) çalışma öncesine göre (7.6±3.1) anlamlı oranda düşme göstermedi (p>0.05). Hastaların çalışma öncesi ve sonrası maksimal egzersiz süresi, maksimal hızda çift ürün ve 1 mm ST çökmesi için gerekli süre I grupta sırası ile 7.1±1.8 dak. ve 9.0±2.5 dak. (p<0.07); 24962±3459 ve 26180±2630 (p>0.05); 4.3±1.5 dak. ve 7.9±3.3 dak (p<0.01), II. grupta ise aynı değerler sırası ile 7.6±3.0 dak. ve 7.7±2.1 dak. (p>0.05); 24615±4415 ve 25238±3012 (p>0.05); 4.9±1.9 dak. ve 5.6±2.2 dak. (p>0.05) bulundu. Bu bulgular trimetazidine'nin diğer antianginal ajanlarla kombine edildiğinde ek fayda sağlayan bir ajan olacağı görünümünü vermektedir.
This study which aims to evaluate the effects of trimetazidine on optimalization of medical therapy in patients with eoronary artery disease and positive exereise test and effort angina in spite of medical therapy !ncluding calcium channel blockers, mononitrates and aeetyl salisitic acid for a least two weeks consist of 2 ı patients. In a randomized fashion, patients received 20 mgr trimetazidine tid or plaeebo tablets for two weeks. The ex istence of coronary artery disease was shown with coronary angiography in evcry paticnts. In ten patients which rcccivcd tri- metazidine (Group I; consists of 9 male, ı female patients, m ean age 5 ı ±8 years) occurence of an gina pectoris in a week fell significantly (3.0±2.ı vs 7.2±3.4, p<0.05) with respect to pre-trimetazidine period. But in the placebo group (Group II; consists of 10 male, 1 female patients, mean age 54±7 years) the difference was not significant (5.5±3.5 angina pectoris occurences in a week vs 7.6±3.ı, p>0.05). In the first group, maximum exercise duration, double product at maximum heart rate and time needed for ı mm ST depression were 7.1±1.8 min vs 9.0±2.5 min (p>0.05), 24962±3459 vs 26180±2630 (p>0.05) and 4.3±1.5 min vs 7.9±3.3 min (p0.05), 246ı5±44ı5 vs 25238±30ı2 (p>0.05) and 4.9±1..9 min vs 5.6±2.2 min (p>0.05). These results imply that trimetazidine could be an effective additive to other antianginal agents.

8.
Unstable Angina Pektoriste Oksidatif Hasar ve Antioksidan Durum
Oxidative Stress and Antioqxidant Status in Unstable Angina Pectoris
Ömer ÇOLAK, Özkan ALATAŞ, Necmi ATA, Y. Ahmet ÜNALIR, Mine İNAL
Sayfalar 293 - 295
Unstable angina pektoriste (UAP) oksidatif hasarın olup olmadığını belirlemek amacıyla bu çalışma yapıldı. UAP'li 32 hastada oksidatif hasarın göstergesi olarak kabul edilen malondialdehid (MDA) ve antioksidan durumu belirlemek için redükte glutatyon (GSH) ve katalaz enzimleri ölçüldü. Hastalardan ağrı başlangıcı, ağrı sonu ve ağrı sonu 1.ci saatte kanlar alındı. Hücrelerde oksidatif hasara bağlı olarak oluşan lipid peroksidasyonu nedeniyle MDA düzeylerinde ağrı başlangıcına göre, ağrı sonu ve ağrı sonu 1.ci saatte istatistiksel olarak önemli artış gözlendi (p<0.05, p<0.001 sırasıyla). Eritrosit GSH düzeyleri ise ağrı başlangıcı ile karşılaştırıldığında, ağrı sonu ve ağrı sonu 1.ci saatte önemli oranda azalmıştı (p<0.01). Katalaz aktivitesinde ise ağrı başlangıcı ile ağrı sonu ve 1.ci saatler arasında önemli bir değişiklik bulunmadı. UAP'li hastalarda miyokardda iskemi, hipoksi ve reperfüzyon oluştuğunda hücresel hasarın göstergesi olan lipid peroksidasyonu artmakta ve antioksidan savunma sistemi zayıflamaktadır. Bu sonuçlar UAP'li hastalarda oksidatif hasarın oluştuğunu gösteren bulgular olarak kabul edilebilir.
This study was performed in order to evaluate, whether an oxidative injury occurred in unstable angina pectoris. The malondialdehyde (MDA) levels, an indicator of oxidative injury and the cellular antioxidant, reduced glutathione levels (GSH) and catalase activity were determined in 32 patients with unstable angina pectoris (UAP). Blood samples were obtained at the beginning and, end of the chest pain and 1 hour after the end of the chest pain. The MDA levels that show the lipid peroxidation due to the cellular oxidative injury, was significantly increased in both the end of the chest pain and 1 hour after the end of the chest pain samples, compared with the beginning of the chest pain (>0.05, p<0.001, respectively). The erythrocyte GSH levels were significantly decreased both in the end of the chest pain and 1 hour after the end of the chest pain periods a compared with the beginning of the chest pain (p<0.01).There was no significant change in the catalase activities of the end of the chest pain and 1 hour after the end of the chest pain periods than those of the beginning of the chest pain. In UAP patients, lipid peroxidation, the indicator of cellular injury increased and the antioxidant defence system diminished due to the ischemia, hypoxia and reperpusion of myocardium. These results may be regarded to reflect oxidative injury in UAP patients.

9.
Dev Sol Atriyumda Sol Atriyal Plikasyonun Sol Ventrikül Fonksiyonu ve Postoperatif Hemodinamik Bulgular Üzerine Etkileri
Effects of Left Atrial Plication for Gian Left Atrium on Left Ventricular Function and Postoperative Hemodynamics
B. Hayrettin ŞİRİN, Ahmet BALTALARLI, Ayhan AKÇAY, Cengiz ÖZBEK, Nagehan KARAHAN, Mansur ŞAĞBAN
Sayfalar 296 - 299
Mitral kapak hastalığına bağlı olarak görülebilen dev sol atriyum, komşu organlar üzerinde oluşturduğu bası nedeniyle sıklıkla postoperatif hemodinamik ve solunumsal sorunlara yol açmaktadır. Bu çalışmada dev sol atriyumlu mitral kapak hastalığı olgularında sol atriyal plikasyon (SAP) uygulamasının özellikle sol ventrikül fonksiyonu ve postoperatif hemodinamik bulgular üzerindeki etkileri araştırıldı. Sol atriyum çapı 60 mm veya üzerinde olan 27 mitral kapak hastalığı olgusu çalışmaya alındı. Mitral kapağa yönelik cerrahi girişime ilave olarak 12 olguda Kawazoe metodu ile paraanüler SAP uygulandı. (SAP grubu); diğer 15 olguda sol atriyuma yönelik herhangi bir cerrahi girişim yapılmadı (non-SAP grubu). Her iki grupta erken postoperatif dönemde izlenen hemodinamik bulgular karşılaştırıldı: SAP grubunda strok volüm indeksi (STRVI) anlamlı olarak daha yüksek, diüretik gereksinimi anlamlı olarak daha düşük bulundu, sinüs ritmi daha sık olarak izlendi (SAP ve non-SAP gruplarında sırasıyla STRVI: 47±6 VE 38±7 ml/m2, furosemid kullanımı kişi başına 24±10 ve 45±28 mg, sinüs ritmi: % 67 ve %27, p<0.05). Bu bulgular ışığında, sol atriyal plikasyonun sol ventrikül fonksiyonu ve hemodinamk bulgular üzerine oldukça olumlu etkileri olduğu ve dev sol atriyumlu olgulara uygulanmasının yararlı olacağı düşünüldü.
Giant left atrium secondary to mitral valvular disease frequently produces postoperative hemodynamical and respiratory management problems due to compression on the neighbouring tissues. In this study we investigated the effects of left atrial plication (LAP) particularly on left ventricular function and postoperative hemodynamics in the patients with mitral valvular disease and giant left atrium. Twenty-seven patients with mitral valvular disease and left atrial dimension of 60 mm or over were included to the study. In addition to mitral valvular surgery, left atrial plication (LAP) according to Kawazoe's method was performed on 12 patients (LAP group); no surgical intervention to the giant left atrium was performed in the other 15 patients (non-LAP group). Two groups were compared with respect to hemodynamic windings in the early postoperative period: In LAP group, stroke volume index (STRVI) was significantly higher, diuretic requirement was significantly lower and sinus rhythm was more frequent (STRVI: 47±6 and 38±7 ml/m2, furosemide requirement 24±19 and 45±28 mg per patient, sinus rhythm: 67% and 27% in LAP and non-LAP groups, respectively, p<0.05). Hence, LAP has a beneficial effect on left ventricular function and hemodynamic findings patients with giant left atrium.

10.
Kateterizasyon Komplikasyonu Olarak Gelişen Psödoanevrizma Olguları
Pseudoaneurysms Developing as a Complication of Catheterization
Atilla ARAL, Bülent KAYA, Levent YAZICIOĞLU, Hakkı AKALIN
Sayfalar 300 - 303
İlk zamanlarda travmatik veya mikotik orijinli olan psödoanevrizmalar, son zamanlarda kateterizasyon çalışmalarının yaygınlaşması sonucunda iatrojenik orijinli olarak daha sık görülmeye başlanmıştır. Çok çeşitli komplikasyonlara yol açabilmeleri nedeniyle unstabil lezyon olarak kabul edilmektedir. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp - Damar Cerrahisi Anabilim Dalında Haziran 1985 - Haziran 1995 yılları arasında kateterizasyon komplikasyonu olarak gelişen 27 psödoanevrizma olgusuna cerrahi müdahale uygulanmıştır. Olguların tümüne primer onarım uygulanmış ve arteriel sistemin bütünlüğü sağlanmıştır. Operatif mortalite yoktur. Postoperatif en sık rastladığımız komplikasyonlar 5 olguda gelişen hematom ve seromadır. Psödoanevrizma olgularına son yıllarda değişik tedavi yöntemleri önerilmekte ve bunlarda spontan tromboz gelişebileceği bildirilmektedir. Ancak psödoanevrizmalar unstabil lezyon olduklarından; düşük mortalite ve morbidite ile gerçekleştirilen cerrahi tedavinin tercih edilmesi gerektiğini savunmaktayız.
Pseudoaneurysms which were either of traumatic or mycotic origin in the past, have been observed frequently as iatrogenic origin because of widespread use of catheterizations. They are considered as unstable lesions since they can lead to many different complications. In the Cardiovascular Surgery Department of Ankara University Medical School, 27 pseudoaneurysms cases as a complication of catheterization underwent surgical intervention between June 1985 to June 1995. Primary repair was performed to all patients and patency of the arterial system was achieved. No operative mortality was recorded. The most frequent postoperative complications were hematoma and seroma which were seen in 5 patients. Although different treatment methods have been suggested and spontaneous thrombosis may occur in pseudoneurysms, we suggest that surgical intervention should be preferred since these are unstable lesion and surgical intervention can be performed with low mortality and morbidity.

11.
Çocukluk Çağı Aritmilerinde Transtelefonik EKG'nin Yerinin Değerlendirilmesi
Evaluation of Efficacy of the Transtelephonic Electrocardiographic monitoring in Pediatric Patients
Kürşad TOKEL, Alpay ÇELİKER, Mustafa Koray LENK, Sema ÖZER, Şencan ÖZME
Sayfalar 304 - 307
Çarpıntı, göğüs ağrısı ve senkop gibi semptomları olan hastaların özellikle semptomları kısa ve nadir ise standart yöntemlerle değerlendirilmesi zordur. Şüpheli aritmik episodları olan pili olan veya olmayan 49 hastaya transtelefonik EKG kayıt aleti verildi. Beş hastada SVT gibi daha önceden belirlenmiş aritmi mevcuttu. Bu hastaların 3'ü çeşitli antiaritmik ilaçlarla tedavi ediliyordu.Kırkdokuz olgudan 30'u (% 61.2) tipik semptomları sırasında kayıt ilettiler. Tek 24 saatlik Holter kayıtları sırasında 3 hastada SVT, 2 olguda erken atriyal kasılma, 1 olguda atriyoventriküler dissosiasyon belirlenirken, ortalama 21 gün süresince transtelefonik EKG kayıtları sırasında 5 olguda SVT, 10'unda sinüs taşikardisi, birinde geniş QRS taşikardi ve nodal bradikardi belirlendi. Transtelefonik EKG supraventriküler taşikardinin belirlenmesinde tek bir 24-saatlik Holter kaydından daha etkili bulundu. Tipik semptomlar sırasında normal EKG'nin gönderilmesi aritmilerin dışlanması açısından önemlidir. Normal pacemaker fonksiyonlarının değerlendirilmesinde iki yöntem aynı etkinlikte bulundu.
Evaluation of patients with symptoms such as palpitation, chest pain and syncope are difficult using standard studies, if the episodes are brief and infrequent. Transtelephonic electrocardiographic recorders were provided for 49 patients with suspected arrhythmic episodes and/or pacemaker. Five patients had previously documented arrhythmia such as supraventricular tachycardia. Three of them were being treated by anti-arrhythmic drugs. Over a mean period of 21 days, thirty of 49 patients (61%) provided transmissions during typical symptoms. Although SVT was diagnosed in three, premature atrial contraction in 2 and AV dissociation in one patients on a single 24-hour Holter monitorization, SVT was forund in 5 patients, sinus tachycardia in ten, wide-QRS tachycardia and nodal bradycardia in one patient. Transtelephonic monitoring was more effective than a single Holter monitorization in the diagnosis of SVT. Normal ECG transmitted during a a typical thmias. Both methods were efficient in evaluation of normal pacemaker function.

12.
Duktus Arteriozus Açıklığının Transkateter Yolla Kapatılmasında "Coil" Uygulaması
Detachable Coil Occlusion of Patent Ductus Arteriosus in Children
Ümrah AYDOĞAN, Bahriye TANMAN, Türkân ERTUĞRUL, Yusuf İzzet AYHAN
Sayfalar 308 - 310
Son yıllarda duktus arteriozus açıklığını transkateter yolla kapatmaya yönelik çeşitli yöntemler geliştirilmiştir. Bu yazıda aynı amaç için kullanılan "serbestlenme kontrollü coil" yöntemi iki olgu vesilesi ile anlatılmakta ve diğer oklüzyon yöntemlerinden farklı yönleri tartışılmaktadır.
We report two patients with patent ductus arteriosus in whom transcatheter complete occlusion was achieved with retrievable coils.

13.
Güncel ve Etkin Bir Transmitter: Nitrik Oksid
Review An Effective Transmitter: Nitric Oxide
Nazmi GÜLTEKİN, Murat ERSANLI, Emine KÜÇÜKATEŞ
Sayfalar 311 - 320
Vasküler endotel kan akımı ve damar tonusunu sağlayan en önemli etmenlerden biridir. Endotel fonksiyon bozukluğunda ise nitrik oksidin (NO) sentez ve salınımının azaldığı veya yıkımının arttığı görülmektedir. Endotel kaynaklı gevşetici faktör (EDRF) olan NO insan vücudunda çok çeşitli hücre tarafından salgılanan en önemli fizyolojik transmitterlerden biridir. NO bir amino asit olan L-argininden asetikolin, bradikinin, P maddesi, trombin, ADP, ATP, kalsium, tromboksan A2 histamin, endotelin ve agrege trombositlerin NO sentazı uyarması ile sentez edilir. Ayrıca akım kuvveti (Shear stress), kan basıncı ve pulsatil gerginlik gibi mekanik güçler de NO sentezinde erkendir. NO vasküler düz kaslardaki guanilat siklazı uyararak yaptığı vazodilatasyon ile kan basıncı ve damar tonusu dengesini sağlayan temel maddelerden biridir. Ayrıca trombosit ve lökosit fonksiyonlarının kontrolünde de önemli rolü bulunmaktadır. Ateroskleroz, iskemik kalp hastalığı, kalp yetersizliği, hipoksi, diabet ve hipertansiyonda azalan vasküler rezerv ve vazodilatasyondan NO etkinliğin azalması sorumlu tutulabilir. Organik nitratla da hücre içi NO ve S-nitrozotiollere metabolize olmakta ve guanilat siklazı aktive ederek vazodilatasyon yapmaktadırlar, ancak endogen NO'Nun etkili olduğu çok küçük damarlarda etkisizdiler. Gelecekte yapılacak birçok deney ve klinik çalışma ateroskleroz, iskemik kalp hastalığı, hipertansiyon, trombosit fonksiyon bozukluğu ve diğer birçok hastalığın tedavisinde yer alacak olan yeni NO-vericileri ve NO-sentez inhibitörlerini belirleyecektir.
The vascular endothelium is an active participant in the regulation of vascular tone and blood flow. Its dysfunction leads to a reduction in the synthesis and release or an excessive degradation of nitric oxide (NO). NO, an endothelium-derived relaxing factor (EDRF) is released by different types of cells of the body. Recently the results of many experiments and clinical studies confirm that NO is a primary physiological transmitter with a wide spectrum of physiological and pathophysiological effects. NO is synthesized in the endothelial cells from the amino L-arginine by nitric oxide synthases with stimulation by acethylcholine, bradykinin, substance P, thrombin, ADP, ATP, calcium thromboxane A2 histamine, endothelin and aggregating platelets. Its release can be altered also by mechanical forces such as shear stress, blood pressure and pulsatile stretch. No, by relaxing vascular smooth mucle by activating guanylate cyclase is responsible for the vasodilatator tone that is essential for the regulation of blood pessure. It also contributes to the control of the function of platelets and leukocyts. A deficiency in the activity of NO may be the mechanism of diminished via dilation in patients with atherosclerosis, so ischemic heart disease, hyproxia, heart failure, diabetes mellitus and hypertension. Organic nitrates which are metabolized to NO or S-nitrosothiol at cellular level induce vasodilatation by activiting guanlylate cyclase, but they have no effect on the very small vessels such as endogeneous NO. Future experiments and clinical studies will determine the place and the effectiveness of new NO donors and NO-synthase inhibitors in preventing atherosclerosis, ischemic heart disease, hypertension, platelet dysfunction and other diseases.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama



Copyright © 2024 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi