ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ ARŞİVİ - Turk Kardiyol Dern Ars: 24 (3)
Cilt: 24  Sayı: 3 - Nisan 1996
1.
Makale Özetleri
Summaries of Articles

Sayfalar 132 - 135
Makale Özeti | İngilizce Tam Metin

2.
Kardiyak Aritmilerin Radyofrekans Kateter Ablasyon Tekniği ile Tedavisi
Clinical Investigations Treatment of Cardiac Arryhthmias by Radiofrequency Catheter Ablation
Erdem DİKER, U. Kemal TEZCAN, Murat ÖZDEMİR, Gülümser HEPER, Şule KORKMAZ, Sengül ÇEHRELİ, Yalçın SÖZÜTEK, Emine KÜTÜK, Siber GÖKSEL
Sayfalar 136 - 143
Kardiyak aritmilerin radyofrekans kateter ablasyon tekniği ile tedavisi etkili ve güvenilir bir yöntemdir. Bu yöntemde perkutan olarak yerleştirilen kateterler ve radyofrekans akımı kullanılarak takikardi oluşumu ve devamından sorumlu olan bölge tahrip edilir. Patolojik olarak tahrip edilen alan izole ve düzgün kenarlıdır. Biz de Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi Kardiyoloji Kliniğinde medikal tedaviye dirençli çeşitli takikardileri olan 79 olguda radyofrekans kateter ablasyon tekniği ile tedavi denedik. Olguların 41 inde bir aksesuvar yolun kullanıldığı atriyoventriküler reentrant takikardi, 18'inde atrioyoventriküler nodal reentrant takikardi, 8'inde atriyal fibrilasyon, 3'ünde atriyal takikardi, 9'unda ise ventriküler takikardi vardı. Atriyal fibrilasyonu olan 8 olguda sağ veya sol taraf yaklaşımla başarılı atriyoventriküler düğüm ablasyonu (% 100) yapıldı. Bir olguda atriyoventriküler iletim geri döndü ve yeniden yapılan ablasyonla atriyoventriküler iletim kesildi. Atriyoventriküler nodal reentrant takikardisi olan 18 olgudan 17'sinde öncelikle yavaş ileten yolun ('slow pathway') ablasyonu, birinde yavaş ileten yolun ('fast pathway') ablasyonu denendi. Yavaş ileten yol ablasyonu erken nüks nedeniyle başarılı olmayan 2 olguda da daha sonra hızlı ileten yol ablasyonu yapıldı. Tüm olguların 16'sında (% 88) işlem başarılı oldu. Başarısız olan bir olguda (% 5) atriyoventriküler tam blok oluturuldu. Aksesuvar yol ablasyonu yapılan 41 olgudan 14'ünde aksesuvar yol sol serbest duvar, 26'sında posteroseptal, 1'inde sağ serbest duvar yerleşimli idi. Sol serbest duvar yerleşimli aksesuvar yolların 7'si (% 50) gizli ('concealed'), posteroseptal yerleşimli aksesuvar yolların ise 2'si (% 8) gizli idi. Sol serbest duvar yerleşimli aksesuvar yolların 13'ünde (% 93), posteroseptal yerleşimli aksesuvar yolların ise 20'sinde (% 77) başarı ile iletim kesildi. Preeksitasyon olan olguların hiçbirinde takip periyodu boyunca nüks olmadı. Gizli aksesuvar yolu olan bir hastada takikardi atakları nüksetti. Sağ atriyum orijinli atriyal takikardisi olan 3 olgudan 2'sinde (% 67) ablasyon başarılı oldu. İdiopatik ventriküler takikardisi olan 3 olgudan 2'sinde takikardi sağ ventrikül çıkış yolundan, birinde ise sol ventrikülden köken alıyordu. Bu olguların hepsinde de (% 100) başarılı sonuç alındı. Organik kalp hastalığı zemininde ventriküler takikardi olan 6 olguda da ventriküler takikardi sol ventrikülden köken alıyordu. Bu olguların 3'ünde (% 50) klinik ventriküler takikardi ortadan kaldırıldı. Başarılı atriyal takikardi ve ventriküler takikardi abalsiyonu yapılan olgulardan hiçbiri nüks nedeniyle başvurmadı. Tüm olgulardan 2'sinde tromboflebi, 1'inde arteryel tromboz, 1'inde atriyoventriküler tam blok, ikisinde ise uygun olmayan sinüs takikardisi ortaya çıktı. Olgularda ortalama işlem süresi 2.8±1.4 saat idi. En uzun işlem sürelerine aksesuvar yol ablasyonu ve ventriküler takikardi ablasyonunda (6 saat) ulaşıldı. Sonuç olarak, çeşitli supraventriküler takikardiler ve idiopatik ventriküler takikardiler bu teknikle yüksek bir başarı oranı ile tedavi edilirken, koroner arter hastalığı zemininde görülen ventriküler takikardilerde aynı başarı oranına ulaşılamadık. Düşük komplikasyon oranı nedeniyle işlemin güvenli olduğu düşünüldü.
We applied radiofrequency (RF) catheter ablation in 79 patients w ith various form s of tachycardia refractory to medical therapy in our clinic. Of these patients, 4 ı had atrioventricular (AV) reentrant taehyeardİa involving anA V accessory pathway, ı8 had AV nodal reentrant tachycardia (A VNRT), 8 had atrial fibrillation (AF), 3 had atrial tachycardia and 9 had ventricular tachycardia (VT). In patients with AF, AV node ablation was achieved by ıoo % success rate usirig right, and when neccessary left sided approaches. Atrioventricular conduction reappeared in 1 patient but was successfully reablated in the second session. Among ı8 cases with AVNRT, slow pathway ablation was tried in ı 7 and fa st pathway ablation in the remaining one. Two additicnal cases underwent fast pathway ablation after early recurrence of an unsuccessful slow pathway ablation. The procedure was successful in 16 patients (88 %) and complete AV block was intentionally created in one case (5 %) after unsuccessful attempts at node modification. Of the 4ı patients with accessory pathways, the pathway was located at the left free wall in 14, posteroseptal wall in 26 and right free wall in 1. The accessory pathway was concealed in 7 (50 %) of those w ith left free w all localization and in 2 (8 %) of those with posteroseptal localization. Thirteen (93%) of accessory pathways with left free wall localization and 20 (77%) of those with posteroseptal localization were successfully ablated. No recurrence was detected in patients with overt preexcitation. In only one case with a concelaled accessory pathway, attacks of tachycardia reappeared after RF ablation. Two of 3 cases with atrial tachycardia of right atrial origin (67%) were successfully ablated. The origin of VT was right ventricular outflow tract in 2 and the left ventricle in ı of 3 cases with idiopathic VT, and RF ablation was ~uccessful (100%) in all 3. All 6 patients with VT and structural heart disease, the tachycardia originated from the left ventricle. In 3 of these (50% ), the elinical VT disappeared after RF ablation. No recurrence wes noted in patients with atrial and ventricular tachycardia after an initial successful ablation. Thrombophlebitis in 2, arterial thrombosis in ı , complete AV block in 1 and inappropriate sinus tachycardia in 2 patients occurred as complications. The ablation procedure took a mean of 2.8 ± 1.4 hours in the who le population of patients. The maximal procedural length was 6 hours in two patients, one with an accessory pathway andanother one with VT. In conclusion, we successfully treated various supraventricular tachycardias and idiopathic ventricular tachycardias, but did not achieve the same high success rate in the treatment of ventricular tachycardias accompanying coronary artery disease with this technique. We believe the procedure is a safe one with quite a low complication rate.

3.
Elektrikli Stimulasyonla Başlatılan Paroksismal Supraventriküler Taşikardilerin Sonlandırılmasında Adenozinin Etkisi ve Verapamil ile Karşılaştırılması
Effect of Adenosine in Termination of Induced Supraventricular Tachycardias and Comparison With Verapamil
Cengizhan TÜRKOĞLU, İnci FIRATLI, Çavlan TÜRKOĞLU, Muzaffer ÖZTÜRK
Sayfalar 144 - 148
Elektrofizyolojik çalışma yapılan 22 paroksismal supraventriküler taşikardi (PSVT) vakasına 47 kez intravenöz (IV) verapamil ve adenozinle taşikardi atağını sonlandırma girişimi uygulandı. Vakaların 10'unda atriyoventriküler düğüm reentran taşikardi (AVNRT), 12'sinde atriyoventriküler reentran taşikardi (AVRT) mevcuttu. bu olguların 9'unda sinus ritminde WPW sendromu vardı, 3'ünde ise gizli aksesuvar yol mevcuttu. Adenozin 6 mg IV bolus tarzında verildi, taşikardisi durmayan vakalarda 12 mg bolus tarzında tekrarlandı. IV Verapamil 10 mg/2 dk. da uygulandı. Verapamil ile 14 vakada (% 64) taşikardi durduruldu. Sinüs Ritmine (SR) dönüş için geçen ortalama süre ilacın bitişini takiben 14.6±48.7 sn olarak tespit edildi. 6 mg IV adenozinle 19 vakada (% 86) ritm sinüzale döndü. Taşikardinin durmadığı 3 vakada ise 12 mg IV adenozinle 2 vakada (% 67) taşikardi sonlandırıldı. Toplam 21 vakada (% 96) ortalama 6.9±2.2 mg doz ile SR'ne dönüş gerçekleşti. SR'ne dönüş için geçen süre ilacın bitişini takiben 35.9±8.9 sn olarak tespit edildi. Adenozinle elde edilen bu sonuçlar hem SR'ne dönüş sıklığı hem de SR'ne dönüş süresi açısından verapamilden anlamlı derecede farklıydı (p<0.001). Verapamil ile 1 vakada (% 4.5) geçii hipotansiyon gelişti. Adenozin ile 14 vakada (% 64) flaşing, fenalık hissi, tıkanıklık hissi ve göğüs ağrısı gibi çok kısa süreli, iyi tolere edilen yan etki tespit edildi. Dönüş sonrası aritmiler adenozin uygulanan 7 vakada (% 33) verapamille 2 vakada (_% 14) saptandı. Bu sonuçlar adenozin tedavisinin verapamile üstün olduğu ve PSVT'lerin sonlandırılmasında güvenilir ve etkin bir tedavi yöntemi olduğunu vurgulamaktadır.
The effects of intravenous (IV) adenosine and veraparnil in termination of supraventricular tachycardias (SVT) were compared in 22 patients (total 47 episo de) undergoing an electrophysiologic study. Among these patients in whom SVT was induced by programmed electrical stimulation, lO patients had AV nodal reentrant tachycardia, 9 had overt WPW and 3 had concealed accessory pathways. Adenosine, given at a dose of 6 mg !ed to canversion in ı 9 (86%) patients while in the other 3 patients 12 mg adenosine .was required. Two of these 3 converted to sinus rhythm. Canversion to sin us rhythm occurred in 21 patients (96%) treated w ith aden os ine, and in ı 4 (64%) patients treated with 10 mg IV veraparnil (p

4.
Kronik Total Oklüzyonda Koroner Anjiyoplasti: Kısa Dönem Sonuçlar ve Primer Başarıya Etki Eden Faktörler
Coronary Angioplasty of Chronic Total Occlusions: Early Outcome and Factors Predictive of Initial Success
Servet ÖZTÜRK, Tevfik GÜRMEN, Murat GÜLBARAN, Muzaffer ÖZTÜRK
Sayfalar 149 - 153
Bu çalışmada, kronik total oklüzyonda koroner anjiyoplastinin kısa dönem sonuçlarını ve primer başarıya etki eden faktörleri araştırmak amacıyla kliniğimizde 1987-1994 yılları arasında koroner anjiyoplasti uygulanmış olan 126 hasta retrospektif olarak incelendi. Primer başarı oranı hasta sayısına göre % 62.7, lezyon sayısına göre % 63; major komplikasyon sıklığı % 0.8 (1 Q dalgalı miyokard infarktüsü) bulundu. Hastaların klinik ve anjiyografik özelliklerinin primer başarıya etkileri incelendiğinde, başarıyı etkileyen faktörler: tıkanma üzerinden geçen süre (>1 ay, başarı % 76.7; > 1 ay, başarı % 56, p = 0.03), güdük şekli (tıkalı bölümün tedricen incelerek hizasında yan dal varlığı (yan dal ayırımında olmayan tıkanmalarda başarı % 72.2, yan dalla devam edenlerde % 40.5, p=0.00) ve operatörün deneyimi (ilk 63 hastada başarı % 49.2, son 63 hastada % 77.8, p = 0.002) olarak bulundu. Antegrad akım varlığında primer başarının daha yüksek olma eğiliminde olduğu saptandı (fonksiyonel total oklüzyonlarda başarı % 54.9, mutlak oklüzyonlarda % 73.2, p=0.06). Sonuç olarak kronik total oklüzyonda koroner anjiyoplastinin komplikasyon riskinin düşük olduğu, primer başarıya etki eden faktörlerin tıkanma süresi, güdük şekli ve tıkanma hizasında yan dal varlığının olduğu, iyi seçilmiş olgularda deneyimli bir operatör tarafından yüksek başarı oranı ile uygulanabileeği kanısına varıldı.
In this study, we examined retrospectively ı26 patients who had undergone angioplasty for chronic total occlusion, in order to evaluate the early outcome and the influence of elinical and angiographic factors on the initial success. The initial elinical and angiographic success was 62.7 %. The rate of major complication was 0.8 % (one patient with Q wave myocardial infarction). The initial success was related to the duration of occlusion (~ ı month, 76.7 %, > ı month, 56 %; p = 0.03), the morphology of the stump (tapered, 71.8 %; abrupt cut-off 45.2 %; p = 0.05), the presence of side branch at the site of occlusion (no side branch, 72.2 %; side branch present, 40.5 %; p = 0.009) and the operater experience (first 63 patients, 49.2 %; last 63 patients, 77.8 %; p = 0.002). In the presence of antegrade fılling, the inirial success tended to be higher (functional total occlusion, 54.9 %; absolute total occlusion, 73.2 %; p = 0.06). W e concluded that in the angioplasty of chronic total coronary occlusion the risk of complication is lo w, and the initial success rate depends on the duration and the morphology of the occlusion and the operater experience.

5.
Lökosit Agregasyonu ile Glutatyon Peroksidaz ve Süperoksid Dismutaz Aktivite Düzeylerinin İskemik Kalp Hastalıkları ile İlişkileri
Relationship Between Ischemic Heart Disease and Leukocyte Aggregation with Activities of Glutathione Peroxidase and Superoxide Dismutase
Kürşad KAPTAN, Fikri KOCABALKAN, Ahmet AYDIN, Ahmet SAYAL, Aşkın IŞIMER
Sayfalar 154 - 159
İskemik kalp hastalığının etyolojisinde lökositler ve serbest oksijen radikallerinin rollerini göz önüne alarak, çalışmamız 22 akut miyokard infarktüslü, 22 nonMİ iskemik kalp hastası ve 24 sağlıklı kontrolde gerçekleştirildi. Olgularda lökosit sayıları, lökosit agregasyonu için lökerji testi ve glutatyon peroksidaz ile süperoksid dismutaz aktiviteleri ölçüldü. Süperoksid dismutaz ve glutatyon peroksidoz seviyeleri, miyokard infarktüslü (sırasıyla 1289.2±23.7 U/ghb ve 28.3±1.3 U/ghb) ve nonMİ iskemik kalp hastalıklı (sırasıyla 1328.5±22.7 U/ghb ve 28.9±1 U/ghb) gruplarda, sağlıklı kontrollerden (sırasıyla 1425.9±36.2 U/ghb ve 32.2±1.4 U/ghb) anlamlı olarak daha düşük bulundu. Lökerji yüzdeleri ve lökosit sayıları da miyokard infarktüslü (sırasıyla %7.3±0.5 ve 9085±199/µl) ve nonMİ iskemik kalp hastalıklı (sırasıyla %5.6±0.5 ve 8083±221 µl) gruplarda, sağlıklı kontrollerden (sırasıyla % 3.7±0.4 ve 7130±299 µl) anlamlı olarak daha yüksek bulundu. Akut miyokard infarktüslü gruptaki lökerji yüzdesi nonMİ iskemik kalp hastalarında daha yüksekti. Ancak iskemik kalp hastalıklarının etyolojisinde ve önlenmesinde kesin sonuçlar edinmek için daha genişletilmiş klinik ve deneysel çalışmalar gereklidir.
In view of the possible role of leukocytes and free oxygen radicals in the etiology of ischemic heart disease, we studied 22 acute myocardial infarction patients, 22 patients who had ischemic heart disease but no myocardial infarction and 24 healthy control subjects. White blood cell counts, leukergy test for leukocyte aggregation and activities of glutathione peroxidase with superoxide dismutase were measured in these subjects. Activities of glutathione peroxidase and superoxide dismutase in patients with myocardial infarction (28.3 ± 1.3 U/ghb and 1289.2 ± 23.7 U/ghb, respectively) and ischemic heart disease without myocardial infarction (28.9±U/ghb and 1328.5±22.7 U/gbh respectively) were found to be significantly lower than controls (32.2±1.4 U/ghb and 1425.9±36.2 U/ghb, respectively). Percentage of leukergy and white blood cell counts in patients with myocardial infarction (7.3±0.5 % and 9085±199/µl, respectively) were found to be significantly higher than controls (3.7±0.4 % and 7130 ± 299µl, respectively). Percentages of leukergy in acute myocardial infarction group were significantly higher than in patients with ischemic heart disease without myocardial infarction. However, more extended clinical and experimental studies are needed to draw definive conclusions for the prevention and etiology of ischemic heart disease.

6.
Sol Ventrikül Ejeksiyon Fraksiyonu Ölçümünde Akustik Kantitatif Değerlendirmenin Klasik İki Boyutlu Yöntem İle Kıyaslanması
Assessment of Left Ventricular Ejection Fraction by Acoustic Quantification: Comparison with Conventional 2- Dimensional Echocardiography
Lale KOLDAŞ, Faruk AYAN, Barış İLERİGELEN, Necati SIRMACI
Sayfalar 160 - 163
Çalışmamızın amacı sol vetrikül ejeksiyon fraksiyonu (EF) ölçümlerinde yeni ve alternatif bir yöntem olduğu ileri sürülen akustik kantitatif değerlendirme (acoustic quantification) (AQ) ile klasik iki-boyutlu (2-B) ekokardiyografinin kıyaslanmasıdır. Ekokardiyografik incelemeye uygun, sinüs ritminde olan ardarda 52 hasta (yaş ortalaması 57±9), apikal 4-boşluk ve parasternal kısa eksenkonumlarında beşer kalp siklusu süresince her iki yöntem ile ayrı ayrı değerlendirilmiş ve sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ölçülmüştür. Apikal 4-boşluk konumunda yapılan ölçümlerde klasik 2-B ve AQ yöntemi uyarınca elde edilen EF ortalamaları arasında anlamlı bir fark saptanırken (p<0.05), kısa eksen ölçümlerinde her iki yöntem arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Buna karşın her iki yöntemle hem apikal 4-boşluk hem de kısa eksen konumlarında ölçülen EF ortalamaları arasında sıkı bir ilişki mevcuttu (sırasıyla r=0.86, r=0.91). Her iki yöntem ardışık 5 kalp siklusunda elde edilen ölçümler arasındaki farklılık açısından incelendiğinde ise AQ ile bu farkın daha az olduğu saptanmıştır (p<0.05). Sonuç olarak, endokard sınırlarını kendiliğinden belirleyerek gerçek zamanda sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ölçümüne olanak tanıyan AQ yöntemi, konvansiyonel metodlarla uyum göstermesi yanısıra ölçümler arası farklılığı daha aza indirgeme ve dolayısıyla ekokardiyografiyi yapan kişinin yaptığı ölçümler arasında oluşabilen değişkenliği (intraobserver variability) azalma avantajına da sahip gibi görünmektedir.
The purpose of this study was to compare the recently developed new and alternative echocardiographic acoustic quantification (AQ) method with conventional 2-dimensional (2-D) echocardiography in measuring left ventricular ejection fraction (LVEF). Fifty two patients with a mean age of 57±9 having sufficient echocardiographic view and in sinus rythm were evaluated by 2-D echocardiography and AQ method using the apical 4-chamber and parasternal short axis positions during 5 cardiac cycles to establish the relationship between the two methods and to compare the variability of 2-D and AQ echocardiography in measuring LVEF in consecutive beats by the same physician. There was a good correlation between the measured values of LVEF in both positions using 2-D and AQ method (r=0.86, r=0.91, respectively), but a significant difference existed between conventional and AQ measurements of LVEF in the apical 4-chamber view (p<0.05). In contrast the difference and variability in LVEF measurement between each cardiac cyle was lower with AQ. In conclusion, the on-line assessment of LVEF by AQ is well-related to conventional -dimensional measurements and seems to have the avantage to reduce the difference between each measurement of consecutive beats and intraobserver variability.

7.
Bakteriyel Endokarditin Cerrahi Tedavisinde Kapak Replasmanının Erken ve Orta Dönem Sonuçları
Early and Mid-term Results of Valve Replacement in the Treatment of Active and Healed Bacterial Endocarditis
Binali MAVİTAŞ, Birol YAMAK, Fehmi KATIRCIOĞLU, Ahmet SARITAŞ, Tulga ULUS, Uğursay KIZILTEPE, Oğuz TAŞDEMİR, Kemal BAYAZIT
Sayfalar 164 - 167
Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniğinde 1985-1994 yılları arasında bakteriyel endokardit tanısı ile 46 hastaya kapak replasmanı uygulandı. 10 hasta aktif, 36 hasta iyileşmiş (kronik) endokardit tanısı ile opere edildiler. 32 hasta (% 69.5) erkek, 14 hasta (% 30.5) kadın idi. Yaşları 13-65 arasında değişti (ort: 32.41±13.63). Hastaların % 93.4'ünde temel patoloji romatizmal kapak hastalığı idi. % 69.6'sı NYHA FK III ve IV'te idi. Operatif mortalite 1 hasta ile % 2.2 (1/46) olarak gerçekleşti. Aktif endokarditli hastalara preoperatif 2-4 hafta, postoperatif 4 hafta süreyle antibiyotik verildi. Geç dönem komplikasyonu olarak aktif endokardit grubunda, mitral kapak replasmanı (MVR) uygulanan 1 hastada (1.3 / 100 hasta-yılı) paravalvüler kaçak gelişti ve ikinci kez MVR uygulandı. Kronik endokardit grubunda bir hastada protez kapak endokarditi (1.3 / 100 hy) gelişti. Bu hasta septik emboliye bağlı kaybedildi. Aort kapak replasmanı yapılan 1 hastada kapak trombozu (1.3 / 100 hasta-yok) gelişti. Sonuç: Aktif bakteriyel endokardit erken postoperatif dönemde daha sorunlu seyretmesine karşın, zamanında uygulanacak kapak replasmanı mortaliteyi düşürür. Geç postoperatif dönemde aktif ve kronik endokarditin seyrinde fark yoktur.
Between 1985-1994, forty-six patients underwent valve replacement (VR) operations for bacterial endocarditis at the Department of Cardiovascular Surgery of Türkiye Yüksek İhtisas Hospital. The diagnosis was active endocarditis in 10 patients and healed (chronic) endocarditis in 36 patients. Thirty-two patients were male and 14 female. The mean age was 32.4±13.6 (range 13-65). Rheumatic etiology prevailed in all but three patients. Operative mortality was 2.2 %. The mean postoperative follow-up was 24.1 months. One patient with active endocarditis who underwent mitral VR (1.3 / 100 patient-years) developed paravalvular leak on the 7th day who required repeat mitral VR. One patient (1.3 / 100 ptyr) developed prosthetic valve endocarditis and died of cerebrovascular accident. One patient with aortic VR underwent reoperation for aortic valve thrombosis. We concluded that despite the existing medical problems during the early postoperative period, timely valve replacement decreases the mortality in active endocarditis. Postoperative intermediate-term survival does not differ for active and healed endocarditis.

8.
Postoperatif Nükseden Ventrikül Septum Defektleri: Cerrahi Yaklaşım Kriterleri ve Sonuçları
Criteria for Reoperation and its Results in Recurrent Ventricular Septal Defects
Bülent POLAT, Barbaros KINOĞLU, Mustafa Kemal ÇALIK, Selim ERENTÜRK, Levent SALTIK, Tayyar SARIOĞLU, Aydın AYTAÇ
Sayfalar 168 - 172
İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü ve Florence Nightingale hastanesinde, Temmuz 1985 ve Mayıs 1995 tarihleri arasında, 682'si kompleks kardiak patolojilerde olmak üzere, toplam 1167 olguda VSD kapatılmış, bunlar arasından toplam 21 hasta, rekürren VSD tanısıyla reoperasyona alınmıştır (% 1.8). 20 hastada konjestif kalp yetersizliği ve önemli sol-sağ şant bulunması (Qp/Qs>1.5), 1 hastada ise infektif endokardit ve konjestif kalp yetersizliği tablosu, reoperasyon endikasyonunu oluşturmuştur. Hastaların 20 ay ile 25 yıl arasında (ortalama 10.2 yıl) değişmekteydi. Reoperasyon ilk ameliyattan 15 gün ile 84 ay (ort. 15.4 ay) sonra uygulanmıştır. Bütün hastalar standart kardiyopulmoner bypass (KPB), orta derecede hipotermi ve kardiyoplejik arrest tekniği kullanılarak ameliyat edilmişlerdir. Rekürren VSD'nin lokalizasyonuna 16 hastada yamanın posteroinferior kısmında, 5 hastada ise anterosüperior bölgesinde saptanmıştır. İkisi hariç tüm olgularda, rekürren VSD, ikili veya üçlü primer sütür tekniği ile kapatılmış, aort kapağında distorsiyon ile beraber olan bir olgu ile infektif endokardit gelişen bir diğer olguda ise, yama sökülüp, yeni bir yama ile korreksiyon sağlanmıştır. İnfektif endokardit tablosu ile ameliyata alınan ve postoperatif 2. ayda septisemi-multipl organ yetersizliği ile kaybedilen bir vaka dışında (mort. % 4.7), geri kalanlarda postoperatif dönem sorunsuz geçmiştir. Hastaların ilk ameliyatları değerlendirildiğinde, 20 olgunun devamlı dikiş tekniği kullanılarak yama ile kapatıldığı, bir olguda ise tek tek dikişlerin kullanıldığı görülmüştür. Son 3 yılda ameliyat edilen olgularda, VSD tek tek, destekli matris dikişlerle kapatılmaktadır. Bu olgulardan hiçbirinde rekürrens saptanmamıştır. Bütün bu tecrübelerimiz ışığında, VSD'nin yama ile kapatılmasında tek tek destekli dikiş tekniğinin kullanılmasının, rekurrens insidensini önemli ölçüde azaltacağı sonucuna varılmıştır.
From July 1985 through May 1995, 1167 patients underwent surgical closure of ventricular septal defect (VSD), including 682 patients having complex cardiac pathologies in the Institute of Cardiology, University of İstanbul and in Florence Nihgtingale Hospital. 21 of them required reoperation with the diagnosis of recurrent VSD (1.8 %). Indications for reoperation included significant left-to-right shunt (Qp/Qs>L5) and congestive heart failure in 20 patients and infective endocarditis with congestive heart failure in one. Reoperations were carried out 15 days to 84 months (mean 15.4 months) after the first operation. Patients' ages ranged from 20 months to 25 years (mean 10.2 years). All patients have been operared on with the technique of standard cardiopulmonary bypass, moderate hypothermia and cardioplegic arrest. Localization of the recurrent VSD's in relation to patch was posteroinferior in 16 and anterosuperior in 5 patients. In all cases except two, recurrent VSD was closed with double or triple primary suture technique, and in two exceptions having distortion in aortic valve and infective endocarditis, the patch was removed and a new one was replaced. One patient died with septicemia and multiorgan fa ilure in the postoperative 2nd month (mortality: 4.7%). Ventricular septal defects had been closed with continuous suture technique at the first operation in 20 patients who required reoperation. We have never seen any clinically important recurrent VSD after we began to use interrupted suture technique with pledgets. We conclude that closure of VSD's with a patch by using interrupted suture technique will decrease the ineidence of recurrence. The operation period is not lengthened by this method.

9.
Siyanozlu Konjenital Kalp Anomalilerinde Modifiye Blalock-Taussig Şanttan Geçilerek Pulmoner Arter Kateterizasyonu: Transvenöz Teknik
Catheterizing Modified Blalock-Taussig Shunts in Cyanotic Congenitl Heart Anomalies: Transvenous Technique
İ. Levent SALTIK, Ayşe SARIOĞLU, Gühis BATMAZ, Barbaros KINOĞLU, Ayşe GÜLER, Özge KÖNER
Sayfalar 173 - 177
Şubat 1994 ile Kasım 1995 tarihleri arasında daha önceden modifiye Blalock-Taussig (MBT) şantı uygulanmış 8'i erkek 3'ü kız toplam 11 hastaya transvenöz yolla (femoral venden girilip sağ ventrikülden aortaya geçilerek) ve MBT şanttan geçilerek pulmoner arter kateterizasyonu uygulandı. Sağ ventrikülden aortaya geçişte 4 cm açılı sağ Judkins kateteri (JR4) ve hidrofilik "guide-wire", şanttan geçişlerde JR4 veya mamalian arter kateteri ve hidrofilik "guide-wire" kullanıldı. Hastaların yaşları 1 yaş ile 13 yaş (ortalama 5.2±3.22), ağırlıkları 6.6 ile 30 kg (ortalama 15.4±6.35) arasındaydı. Kardiyak anomaliler 4 hastada Fallot tetralojisi, 5 hastada Fallot tetralojisi + pulmoner atrezi, 1 hastada çift çıkışlı sağ ventrikül + ventriküler septal defekt (VSD) + pulmoner stenoz (PS), 1 hastada büyük damarların transpozisyonu + VSD + PS şeklindeydi ve MBT şant 8 hastada sol 3 hastada sağ lokalizasyonluydu. Hastaların hepsinde pulmoner vasküler anatomi detaylı olarak görüntülendi. İki hastada kateter veya "guide-wire" manipülasyonları sırasında kısa süreli atriyoventriküler tam blok gözlendi. Çalışmanın sonunda; transvenöz yolla MBT şant kateterizasyonunun aortun sağ ventriküle ilişkili olduğu siyanozlu konjenital kalp anomalilerinde başarı ile uygulanabileceği, bu yöntemin bazı avantajları olduğu sonucuna varıldı.
From February 1994 to November 1995 transvenous (from femoral vein via right ventricle) pulmonary artery catheterization through modified Blalock-Taussig shunt was performed in 1 1 consecutive pat ienıs previously palliated with MBT shunt. In passing from right ventricle to aorta, 4 cm angled Judkins right coronary artery catheter (JR4) and hydrophilic guide-wire, and in entering to pulmonary artery through MBT shunt, JR4 or mammalian artery caıhe t er and hydrophilic guide-wire were used. The patients' ages ranged from 1 to 13 yars (mean 5.2 ± 3.22), weight from 6.6 to 30 kg (15.4 ± 6.35). The patients' diagnoses were: tetralogy of Fallot (TOF) (n=4), TOF and pulmonary atresia (n=5), double outlet right ventricle with ventricular septal defect (VSD) and pulmonary stenosis (PS) (n=l ), and transpasition of the great arteries with VSD and PS (n=l). MBT shunts were localized in the left in 8 patients and in the right in 3 patients. Pulmonary vascular anatomy was visualized in detail in all patients. During catheter or guide-wire manipulations, shortterm complete AV block was observed in 2 patients. As a conclusion: in cyanotic congenital heart anomalies in which aorta is directly related to right venıricle, catheterization of the pulmonary arteries through MBT shunt via transvenous route can be applied successfully, and this technique has so me advantages.

DERLEME
10.
Derleme Kapak-Dışı Kardiyovasküler Sistem İnfeksiyonları
Review Nonvalvular Infections of the Cardiovascular System
Yeşim ÇETİNKAYA, M. Giray KABAKÇI, Serdar AKSÖYEK
Sayfalar 178 - 185
Kapak-dışı kardiyovasküler sistem infeksiyonları genellikle bütünlüğü bozulmuş vasküler intima ya da endokard üzerinde gelişir. İntravasküler yabancı cisim ve prostetik materyal kullanımıyla yakından ilişkilidir. Yeni ve geniş kapsamlı prospektif çalışmalarda, tüm bakteremilerin yaklaşık % 40'ının nozokomiyal olduğu ve nozokomiyal bakteremilerin yarısının ise intravasküler yabancı cisim kullanımına bağlı olduğu bildirilmektedir. Kateter kullanımı ile ilişkili infeksiyonlara ek olarak miyokardın, arter duyarlarının mural endokardın, kardiyak tümörlerin, implante edilebilen cihazların ve prostetik vasküler graftların piyojenik infeksiyonları da kapak-dışı kardiyovasküler sistem infeksiyonları grubuna girer. valvüler infeksiyonlara oranla daha nadir görüldükleri için profilaksi, tanı ve tedavi yöntemleri konusunda görüş birliği yoktur. Morbidite ve mortalite, infeksiyonun türüne ve lokalizasyonun göre değişiklik göstermektedir.
Nonvalvular infections of the cardiovascular system usually occur on previously damaged nonvalvular endocardium or vascular intima. They are also closely associated with intravascular devices and prosthetic materials. In one recent prospective study of bacteremia from Australia, nosocomial bacteremias accounted for 40 % of all cases of bacteremia and half of the nosocomial cases were device-associated. In addition to intravascular catheter-related infections, pyogenic infections of myocardium, Mural endocardium, cardiac tumors, implantable devices, arterial walls, and prosthetic vascular grafts are included in nonvalvular infections of the cardiovascular system. Since they are seen less commonly compared to valvular infections of the cardiovascular system, there is no consensus on their prevention, dignosis and treatment. The mortality and morbidity rates vary according to the type and localization of nonvalvular infection.

OLGU
11.
Olgu Bildirileri Mitral Kapak Replasmanı Sırasında Gelişen Akut Sağ Kalp Yetersizliğinin Tedavisinde Prostasiklin Kullanımı: Üç Olgu Bildirisi
Case Reports Prostacyclin Usage in Treatment of Acute Right Heart Failure During Mitral Valve Replacement
Deniz Süha KÜÇÜKAKSU, Şeref A. KÜÇÜKER, Salih Fehmi KATIRCIOĞLU, Erol ŞENER, Oğuz TAŞDEMİR, Kemal BAYAZIT
Sayfalar 186 - 189
Mitral kapak replasmanı sonrası pulmoner hipertansiyon nedeniyle akut sağ kalp yetersizliği gelişen 3 olgumuzun preoperatif pulmoner arter basıncı ortalama 91±4.5/52±9.6 mmHg idi. Her türlü medikal ve mekanik (intraaortik balon) desteğe rağmen kardiyopulmoner bypass'tan ayrılamayan bu olgulara, prostasiklin (Flolan amp., 5-20 nanogram/kg/dk) başlandı. Prostasiklin başlandıktan 30 dakika içinde sağ ventrikül fonksiyonlarının düzeldiği, pulmoner arter basınç ortalamasının 52±2/29±6.2 mmHg'ya düştüğü (p<0.05), pulmoner vasküler rezistans ortalamasının 340±28'den 62±6 dyn.sn.cm5'ye düştüğü gözlendi (p<0.05) ve böylece kardiyopulmoner bypass'tan çıkıldı. Olgularımızın hiçbirinde prostasikline bağlı komplikasyon görülmedi. Sonuç olarak; prostasiklin ve inotropik ilaç kombinasyonunun, bu tip hastalardaki hemodinamik bozulmanın düzeltilmesinde etkili olduğu kanısına varıldı.
In three patients with pulmonary hypertension (mean pulmonary artery pressure was 91±4.5/52±9.6 mmHg) acute right heart failure developed after mitral valve replacement. Because weaning from cardiopulmonary bypass was unsuccessful despite various medical and mechanical (intraaortic balloon) supports used, prostacyclin (Flolan, 5-20 nanogram/kg/min) was begun intravenously. We observed improvement of right ventricular contraction and decrease of mean pulmonary artery pressures to 52±2/29±6.2 mmHg (p<0.05) associated with decrease of mean pulmonary vascular resistance to 62±6 from 340±28 dyn.sec./cm5 (p<0.05) within first 30 minutes after prostacylin administration. Then,all patients were weaned from cardiopulmonary bypass. A complication related to prostacyclin was not detected. We concluded that combination of prostacyclin with inotropic drugs is an effective therapy to improve the detoriated hemodynamics of these patients.

12.
Hb S - Beta Talasemili Bir Olguda Çift Kapak Replasmanı
Double Valve Replacement in a Patient With Hb S-Beta Thalassemia
Ahmet KORUKÇU, Hakan GERÇEKOĞLU, Hasan KARABULUT, Onur SOKULLU, İsmail AĞAR, Mahmut AKYILDIZ, Hüseyin SOYDEMİR, Hüseyin TOKLU, Besim YİĞİTER
Sayfalar 190 - 191
Açık kalp cerrahisi uygulanmış hemoglobinopatili hastalar ile ilgili az sayıda bildiriler mevcuttur. Bu grup hastalar ameliyat ve sonrası için potansiyel problemler taşırlar. İntraoperatif kardiyopulmoner bypass kullanım zorunluluğu, hemoliz, trombosit yıkımı, asidoz ve protein denatürasyonu oluşmasını kaçınılmaz kılar. Bizim olgumuz 42 yaşında Hb S-beta talasemili bir kadın hasta idi. Aorta ve mitrale Medtronic mekanik kapak değişimi, triküspid kapağa semisürküler annuloplasti yapıldı. Ameliyat sırasında ve sonrasında görülebilecek ciddi komplikasyonlar oluşmadı. Bu tip hastalarda dikkatli ve uygun tıbbi yaklaşımla oluşabilecek komplikasyonları en aza indirmek mümkün olacaktır.
Open heart surgery in patients with hemoglobinopathies have been reported rarely. These patients present potential management problems during the intraoperative and postoperative period. Cardiopulmonary bypass causes some unavoidable hemolysis, platelet destruction, acidosis and protein denaturation. We report a cases presenting with Hb S-beta thalassemia who underwent replacement of the aortic and mitral valves with Medtronic prostheses and tricuspid annuloplasty without serious complications as a result of appropriate perioperative management.



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Hızlı Arama



Copyright © 2024 Türk Kardiyoloji Derneği Arşivi