ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 42 (8)
Volume: 42  Issue: 8 - December 2014
EDITORIAL COMMENT
1.Editorial - 2014 European Society of Cardiology Guidelines on Hypertrophic Cardiomyopathy
Murat Özdemir
PMID: 25620328  doi: 10.5543/tkda.2014.34984  Pages 693 - 697
Abstract |Full Text PDF

2.Editorial - “Cardiac” rehabilitation that cardiologists are not “authorized”
Mehmet Uzun
PMID: 25620329  doi: 10.5543/tkda.2014.51436  Pages 698 - 700
Abstract |Full Text PDF

ORIGINAL ARTICLE
3.The association between coronary atherosclerotic burden and asymmetric dimethylarginine, carotis intima media thickness and endothelial function
Fatma Can, Murat Ziyrek, Şükran Erdem, Murat Civan, Uzay Görmüş, Sinan Şahin, Zeydin Acar, Çavlan Çiftçi
PMID: 25620330  doi: 10.5543/tkda.2014.03272  Pages 701 - 709
Amaç: Aterosklerozun şiddetinin ve yaygınlığının basit ve invaziv olmayan yöntemlerle tespiti oldukça önemlidir. Ateroskleroz yükü Gensini skor sistemi (GSS) kullanılarak belirlenebilmektedir. Karotis intima medya kalınlığı (KİMK), plazma asimetrik dimetilarjinin (ADMA) seviyesi ve endotel fonksiyon bozukluğu aterosklerozun iyi bilinen belirteçleridir. Bu çalışmanın amacı GSS ile tespit edilen ateroskleroz yükü ile ADMA, KİMK ve endotel fonksiyon bozukluğu arasındaki ilişkiyi incelemektir.
Çalışma planı: Koroner anjiyografi yapılmış olan ardışık hastalar değerlendirildi. Akut koroner sendromlu (AKS) 50 hasta, stabil koroner arter (SKA) hastalığı olan 50 ve koroner arterleri normal (NKA) 50 olgu çalışmaya alındı. Çalışmaya alınan tüm olguların GSS, ADMA, KİMK ve endotel fonksiyonları ölçüldü ve karşılaştırıldı.
Bulgular: GSS değerleri AKS grubunda SKA grubuna göre daha yüksekti (75.4 ve 54.9; p<0.001). KİMK AKS ve SKA gruplarında NKA grubundan daha yüksekti (sırasıyla, 0.98, 0.96, 0.78 mm; p<0.001). Endotel bağımlı vasodilator yanıt (EBVY) AKS ve SKA gruplarında NKA grubundan daha düşüktü (sırasıyla, %3.5±2.1, %3.3±1.8, %7.2±3.5; p<0.001). AKS ve SKA gruplarındaki plazma ADMA konsantrasyonu NKA grubundakinden daha düşüktü (sırasıyla, 0.928, 0.992, 0.475 μmol/l; p<0.001). GSS ile plazma ADMA konsantrasyonu arasında zayıf pozitif korelasyon (r=0.293; p=0.002), GSS ile KİMK arasında orta derecede pozitif korelasyon (r=0.508; p<0.001), GSS ile EBVY arasında orta derecede negatif korelasyon saptandı (r=-0.662; p<0.001).
Sonuç: Bu çalışmada, plazma ADMA konsantrasyonu, KİMK ve endotel fonksiyon bozukluğu ile koroner arter hastalığı arasındaki ilişki gösterilmiş olmasına rağmen AKS ve SKA grupları arasında yalnızca GSS açısından anlamlı farklılık saptanmıştır.
Objectives: Detection of extent and severity of atherosclerosis using easy, non-invasive methods is of great importance. Atherosclerotic burden may be evaluated with the Gensini scoring system (GSS). Carotis intima media thickness (CIMT), plasma asymmetric dimethyl arginine (ADMA) level, and endothelial dysfunction are well known surrogate markers of atherosclerosis. The aim of this study was to evaluate the relationship between atherosclerotic burden determined by the GSS, and ADMA, CIMT and endothelial function.
Study design: Consecutive patients who had undergone coronary angiography were evaluated. 50 patients with acute coronary syndrome (ACS), 50 patients with stable coronary artery disease (SCA), and 50 patients with normal coronary arteries (NCA) were included. All subjects’ GSS, ADMA, CIMT and endothelial functions were evaluated and compared.
Results: GSS was higher in ACS than SCA (75.4 vs 54.9; p<0.001). CIMT was higher in ACS and SCA in compared to NCA (0.98, 0.96, 0.78 mm respectively; p<0.001). Endothelium derived vasodilatory response (EDVR) was decreased in ACS and SCA in compared to NCA (3.5±2.1%, 3.3±1.8%, 7.2±3.5% respectively; p<0.001). Plasma ADMA concentration was higher in ACS and SCA in compared to NCA (0.928, 0.992, 0.475 μmol/l respectively; p<0.001). There was a weak positive correlation between GSS and plasma ADMA levels (r=0.293; p=0.002), an intermediate positive correlation between GSS and CIMT (r=0.508; p<0.001), and an intermediate negative correlations between GSS and EDVR (r= -0.662; p<0.001).
Conclusion: This study showed that CIMT, ADMA concentration and endothelial dysfunction were significantly associated with CAD. However, only the GSS was significantly different between ACS and SCA groups.

4.Does cardiac rehabilitation improve left ventricular diastolic function of patients with acute myocardial infarction?
Rezzan Deniz Acar, Mustafa Bulut, Sunay Ergün, Mahmut Yesin, Hayati Eren, Mustafa Akçakoyun
PMID: 25620331  doi: 10.5543/tkda.2014.76282  Pages 710 - 716
Amaç: Bu çalışmada akut miyokart enfarktüsü (AME) geçirmiş ve perkütan koroner girişimle yeniden kanlandırma yapılmış olgularda kardiyak rehabilitasyonun (KR) sol ventrikül diyastolik fonksiyonları üzerine olan etkisi değerlendirildi.
Çalışma planı: Toplam 82 hasta çalışmaya dahil edildi. AME sonrası KR programını tamamlayan 42 olgu hasta grubu ve ilk seanstan sonra sürdüremeyen 40 adet hasta kontrol grubu olarak çalışmaya alındı. Mitral dolum akımlarını oluşturan erken diyastol pik akım hızı (E) ve geç diyastolik pik akım hızı (A), E/A oranı, erken diyastol pik akım hızı azalma süresi (DT) ve mitral A dalgasının süresi ölçüldü. Apikal pencerelerden mitral anulus doku hareket hızları doku Doppler ile değerlendiridi. Erken diyastol hareket hızı e’ olarak tanımlandı. E/e’ hesaplandı ve doku Doppler incelemesi ile izovolümik gevşeme zamanı (IVGZ) ölçüldü. Pulmoner ven akımı ileri dalga formlarının erken sistol pik hızı (S) ve diyastol pik hızı (D) tespit edilerek S/D oranları alındı. Atriyum geri akım süresi (Ar) ile mitral -A dalgası süresi arasındaki fark hesaplandı.
Bulgular: E/A oranı ve septal e’ dalgası hızının kardiyak rehabilitasyon ile anlamlı olarak iyileştiği görüldü (sırasıyla p=0.048 ve p=0.006). E/e’ ölçümlerinde istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamadı (p=0.138). Sol ventrikül diyastolik fonksiyonu kardiyak rehabilitasyon ile kısmen düzelmiş olarak değerlendi. Enfarktüsten sorumlu damar ile sol ventrikül diyastolik fonkiyonları arasında herhangibir ilişki kurulamadı. Hipertansiyon ile E/A arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulundu (p=0.000).
Sonuç: KR, AME geçirmiş ve yeniden kanlandırma yapılmış olgularda sol ventrikül septal e’ ve E/A dalgasında anlamlı iyileşmeye neden olmakta ve bu iyileşme özellikle hipertansiyonu olan olgularda ön plana çıkmaktadır.
Objectives: We aimed to observe the effect of cardiac rehabilitation (CR) on left ventricular diastolic function in patients with acute myocardial infarction (AMI) and revascularization by percutaneous coronary intervention (PCI).
Study design: 82 patients were enrolled the study; 42 who were participating in a CR program, and 40 who did not maintain the program as a control group. Measurements of mitral inflow included the peak early filling (E-wave) and late diastolic filling (A-wave) velocities, the E/A ratio, deceleration time (DT) of early filling velocity and mitral A-wave duration. The early diastolic annular velocity has been expressed as e’ with PW tissue Doppler imaging. The mitral inflow E velocity to tissue Doppler e’ (E/e’) was calculated and isovolumic relaxation time (IVRT) was measured. Measurements of pulmonary venous waveforms included peak systolic (S) velocity, peak anterograde diastolic (D) velocity and the time difference between the duration of the atrial reversal (Ar) and mitral Awave duration (Ar-A).
Results: E/A and septal e’ were better with the CR group than the control group. (p=0.048 vs p=0.006 respectively). The difference between E/e’ measurements were not statistically significant (p=0.138). The left ventricular diastolic function of patients were partially improved with cardiac rehabilitation. There was no association between infarct-related artery (IRA) and diastolic functional measurements of the left ventricle in the individuals. Only hypertension was found significantly associated with E/A (p=0.000).
Conclusion: CR improves septal e’ and E/A significantly in patients with AMI and revascularized successfully by PCI, especially in those with hypertension.

5.Assessment of right ventricular systolic function in patients with chronic renal failure before and after hemodialysis by means of various echocardiographic modalities
Abdurrahman Akyüz, Abdulkadir Yıldız, Mehmet Ata Akıl, Mehmet Zihni Bilik, İsmail Yıldız, Zülfikar Yılmaz, Yaşar Yıldırım, Ümit İnci, Fetullah Kayan, Önder Bilge, Mehmet Sıddık Ülgen
PMID: 25620332  doi: 10.5543/tkda.2014.57609  Pages 717 - 725
Amaç: Bu çalışmadaki amacımız kronik böbrek yetersizliği (KBY) hastalarında önyükteki azalmanın sağ ventrikül sistolik fonksiyonlarını belirlemede kullanılan yeni ve eski ekokardiyografik parametreler üzerine etkisini araştırmaktır.
Çalışma planı: Yaş ortalaması 48±15, 19’u kadın toplam 30 KBY’li hasta çalışmaya alındı. Hastaların hemodiyaliz öncesi ve sonrasında ekokardiyografi ile; sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu (SVEF), sol atriyum hacmi, sağ atriyum alanı, sağ ventrikül diyastol sonu alanı, sistolik pulmoner arter basıncı, sağ ventrikül fraksiyonel alan değişikliği (FAD), nabız sağ ventrikül miyokard performans indeksi (Tei indeksi), sağ ventrikül doku dopler S’ velositesi, izovolumetrik miyokardiyal akselerasyon (IVA), triküspit anuler plan yerdeğiştirme (TAPSE), sağ ventrikül çıkış yolu sistolik yerdeğiştirme (RVOT SE) parametreleri değerlendirildi.
Bulgular: Sağ ventrikül sistolik fonksiyonlarını belirlemeye yarayan sağ ventrikül S’ velositesi ve RVOT SE parametrelerin hemodiyaliz sonrası anlamlı bir değişiklik olmadığı (sırası ile p=0,919 ve p=0,186); FAD, Tei indeksi, IVA ve TAPSE değerlerinin ise belirgin bir şekilde arttığı (tümü için p<0,001) bulundu. Ayrıca TAPSE ile çekilen sıvı miktarı arasında pozitif korelasyon (r=0,375 ve p=0,041) saptandı.
Sonuç: Sağ ventrikül sistolik fonksiyonlarının değerlendirilmesinde kullanılan sağ ventrikül S’ velositesi ve RVOT SE'nin önyükten bağımsız; FAD, Tei indeksi, IVA ve TAPSE'nin önyük bağımlı olduğu belirlenmiştir. Ayrıca sadece TAPSE’nin çekilen sıvı miktarı ile korele olduğu saptanmıştır.
Objectives: The goal of the study was to determine the effect of decreased preload on right ventricular systolic function, as measured by new and old echocardiographic parameters in chronic renal failure (CRF) patients.
Study design: A total of 30 CRF patients (mean age 48 ± 15 years and 19 female) undergoing hemodialysis were included in the study. Echocardiography was used to determine left ventricular ejection fraction (LVEF), left atrial volume, right atrial area, right ventricular end-diastolic area, systolic pulmonary artery pressure, right ventricular fractional area change (RV FAC), right ventricular myocardial performance index (Tei index), right ventricular tissue Doppler S' (RV S') velocity, isovolumic myocardial acceleration (IVA), tricuspid annular plane systolic excursion (TAPSE) and right ventricular outflow tract systolic excursion (RVOT SE) before and after hemodialysis.
Results: The RV S' velocity and RVOT SE parameters which are indicators of right ventricular systolic function did not change significantly after hemodialysis (p=0.919, p=0.186). However, the RV FAC, Tei index, IVA and TAPSE values were significantly increased (p<0.001 for all). TAPSE was found to be the only parameter that had a positive correlation with the amount of fluid removed (p=0.041 and r=0.375).
Conclusions: Although RV S' velocity and RVOT SE, was found to be independent of preload, RV FAC, Tei index, IVA and TAPSE values were depend on the preload. In addition, TAPSE correlated with the amount of fluid removed.

6.Relationship between presence of fragmented QRS on 12-lead electrocardiogram on admission and long-term mortality in patients with non-ST elevated myocardial infarction
Adem Bekler, Emine Gazi, Gökhan Erbağ, Tezcan Peker, Ahmet Barutçu, Burak Altun, Ahmet Temiz, Mustafa Yılmaz
PMID: 25620333  doi: 10.5543/tkda.2014.79438  Pages 726 - 732
Amaç: Fragmante QRS’in koroner arter hastalığında kardiyak olayların öngördürücüsü olduğu daha önce gösterilmiştir. Bu çalışmada biz ST yükselmesiz miyokart enfarktüslü (STYzME) hastalarda başvuru 12 derivasyonlu elektrokardiyografisindeki (EKG) fragmente QRS (fQRS) varlığının kötü sonlanımları öngördürebileceğini göstermeyi amaçladık.
Çalışma planı: STYzME’li 149 hasta (112 erkek, 37 kadın) geriye dönük incelendi. fQRS paterni majör koroner arter sahasından sorumlu birbirini takip eden 2 derivasyonda başlangıçtaki R’, S dalgasının sonunda çentikleşme olması, RS fragmantasyonu veya QS kompleksleri olması olarak tanımlandı. Başvuru sırasında kaydedilen 12-derivasyonlu EKG’de fQRS varlığı ile birincil (kardiyovasküler ölüm) ve ikincil (tekrarlayan enfarkt ve perkütan veya cerrahi yolla hedef damar revaskü- larizasyonu) sonlanım noktaları arasındaki ilişki incelendi. Ortalama takip süresi 18 (13-24) aydı.
Bulgular: fQRS olan ve olmayan gruplardaki hastalarda yaş hariç bazal özellikler ve laboratuvar bulguları arasında anlamlı fark yoktu. fQRS grubunda hastalar daha yaşlıydı [64 yıl ve 59 yıl, p=0.048]. Ortalama 18 aylık takipte, kardiyovasküler ölüm ve tekrar enfarkt geçirme fQRS grubunda anlamlı olarak daha yüksekti (sırasıyla, %26.1 ve %8.7, p=0.005; %23.9 ve %10.7, p=0.035). Toplam 149 hastada çoklu değiş- ken analizi ile; yaşın ≥65 olması ve başvurudaki 12-derivasyonlu EKG’de fQRS varlığının kardiyovasküler mortalitenin güçlü, bağımsız öngördürücüsü olduğu bulundu (sırasıyla, HR: 4.91, %95 CI: 1.60-15.03, p=0.005; HR: 2.77, %95 CI: 1.02-7.50, p=0.044).
Sonuç: Başvuru EKG’sinde fQRS olması STYzME’li hastalarda uzun dönem mortalitesinin artışı ile ilişkilidir.
Objectives: Fragmented QRS (fQRS) as a predictor of cardiac events in coronary artery disease has previously been reported. In this study, we hypothesized that presence of fQRS on a 12-lead electrocardiogram (ECG) on admission would be predictive of adverse outcomes in non-ST elevated myocardial infarction (NSTEMI).
Study design: A total of 149 NSTEMI patients (112 male, 37 female) were retrospectively analyzed. The fQRS pattern was defined as the presence of an additional R’, notching in the nadir of the S wave, fragmentation of the RS or QS complexes in 2 contiguous leads corresponding to a major coronary artery territory. The relationship between presence of fQRS on admission on a 12-lead ECG, and primary end points [cardiovascular death (CVD)] and secondary end points (re-infarction, repeat target vessel revascularization [percutaneous/surgical]) were assessed. The median follow-up time was 18 (13-24) months.
Results: Other than age, there were no significant differences in baseline characteristics and laboratory findings for patients in the fQRS and non-fQRS groups. The patients in the fQRS group were older [64 years vs 59 years, p=0.048]. CVD and re-infarction were significantly higher in the fQRS group in the median 18-month follow-up (26.1% vs 8.7%, p=0.005; 23.9% vs 10.7%, p=0.035, respectively). By a multivariate regression analysis in all 149 patients, age ≥65 years and the presence of fQRS in a 12-lead ECG on admission were found to be powerful independent predictors of cardiovascular mortality (HR: 4.91, 95% CI: 1.60-15.03, p=0.005; HR: 2.77, 95% CI: 1.02-7.50, p=0.044, respectively).
Conclusion: Presence of fQRS on a 12-lead ECG on admission is associated with increased long-term mortality in patients with NSTEMI.

7.Rate of blood pressure control and antihypertensive treatment approaches in diabetic patients with hypertension
Nihan Kahya Eren, Ece Harman, Devrim Dolek, Aliye Pelin Tütüncüoğlu, Sadık Volkan Emren, Fatih Levent, Gülten Korkmaz, Selcen Yakar Tülüce, Cem Nazlı
PMID: 25620334  doi: 10.5543/tkda.2014.53384  Pages 733 - 740
Amaç: Hipertansiyon, tip 2 diyabeti olan hastalarda sık olarak eşlik eden bir hastalıktır. Hipertansiyonun tedavisi, diyabetin makro ve mikrovasküler komplikasyonlarının azaltılmasında oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu çalışmanın amacı hipertansiyonu olan diyabetli hastalarda kan basıncı kontrol (<140/85 mmHg) düzeyini saptamak ve antihipertansif ilaçların reçetelenme biçimini değerlendirmektir.
Çalışma planı: Bu çalışma, Türkiye’de üçüncü basamak bir merkezde yürütülen ileriye dönük, kesitsel, gözlemsel bir çalışmadır. Yediyüz yedi diyabetli hasta içinden hipertansiyonlu 500 hasta hipertansiyon kontrolü ve tedavi yaklaşımlarının belirlenmesi için değerlendirildi. Lojistik regresyon analizi kullanılarak her bir antihipertansif ilaç sınıfının makro ve mikrovasküler hastalıkların varlığı açısından reçetelenme olasılığı araştırıldı.
Bulgular: Hastaların çoğu (%95) antihipertansif ilaç kullanmakla birlikte sadece %41’i hedef kan basıncı değerlerine (<140/85 mmHg) ulaşmıştı. Renin anjiyotensin sistemi (RAS) blokerleri en sık (%82.4) reçete edilen antihipertansif ajanlardı ve RAS blokerleri ile diüretik kombinasyonu en sık tercih edilen kombinasyon tedavisi idi. Hastaların çoğu bir veya iki antihipertansif ilaç kullanmaktaydı (sırasıyla, %39.5; %44.7). Koroner arter hastalığı olan hastalarda beta bloker kullanımı daha olası idi (Odds oranı=3.6; %95 güvenlik aralığı=2.3-5.6; p<0.001).
Sonuç: Diyabetli hipertansif hastaların çoğu hipertansiyon tedavisi almalarına rağmen, yarıdan fazlasında kan basıncı kontrol altında değildir
Objectives: Hypertension is a common comorbidity in patients with type 2 diabetes. Management of hypertension is of paramount importance in reducing macro and microvascular complications of diabetes. The aim of this study is to determine the rate of blood pressure control (<140/85 mmHg) in diabetic patients with hypertension, and to evaluate the prescribing pattern of antihypertensive medications.
Study design: This was a prospective, cross-sectional, observational study conducted in a tertiary centre in Turkey. Of 707 patients with diabetes, 500 hypertensive patients were evaluated to determine control of hypertension and treatment attitudes. Logistic regression analysis was used to evaluate the likelihood of prescription of each class of antihypertensive medications for the presence of macro and microvascular complications.
Results: Most of the patients (95%) were on antihypertensive therapy. Only 41% achieved target blood pressure values (<140/85 mmHg). Renin angiotensin system (RAS) blockers were the most frequently (82.4%) prescribed antihypertensive agents, and a combination of RAS blockers and diuretics were the most commonly preferred combination therapy. Most of the patients were on 1 antihypertensive drug or a combination of 2 drugs (39.5% and 44.7%, respectively). Patients with coronary artery disease were more likely to receive beta blockers (Odds ratio=3.6, 95% confidence interval=2.3-5.6; p<0.001).
Conclusion: Although most of the diabetic hypertensive patients were on hypertensive therapy, more than half had uncontrolled blood pressure.

8.The effects of smokeless tobacco “Maras powder” and smoking on aortic elasticity in young adults
Arif Süner, Durmuş Eren Cabioğlu, Hakan Kaya, Sedat Köroğlu, Gülizar Sökmen, Abdullah Sökmen
PMID: 25620335  doi: 10.5543/tkda.2014.87935  Pages 741 - 746
Amaç: Günümüzde ekokardiyografi gibi girişimsel olmayan yöntemler kullanılarak aort esnekliği göstergeleri olan beta sertlik indeksi (BSİ), aortik strain (AS) ve distensibilitenin (AD) hesaplanması mümkündür. Bu çalışmada Maraş otu ve sigaranın aort esnekliği üzerine etkisini genç erişkinlerle incelemeyi amaçladık.
Çalışma planı: Çalışmaya yaşları 18-40 yaş arası 90 erkek birey alındı. Bunlardan 30 kişi kontrol grubu (yaş ortalaması 29±2), 30 kişi sigara kullananlar (yaş ortalaması 28±2) ve 30 kişi de Maraş otu kullananlar (yaş ortalaması 32±2) olarak ayrıldı. Hastaların sistolik ve diyastolik kan basınçları ölçüldü. Ekokardiyografi ile parasternal uzun eksen görüntüsünden çıkan aortanın M-mod kayıtları alınarak aortun sistolik ve diyastolik çapları ölçüldü. Yapılan ölçümlerden; AS, AD ve BSİ standart formüllerle ile hesaplandı. Her üç grubun ölçülen ve hesaplanan parametreleri karşılaştırıldı.
Bulgular: Guruplar arasında demografik ve klinik özellikler, kan basınçları, lipit profili ve serum kreatinin değerleri açısından anlamlı bir fark yoktu (p>0.05). Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında Maraş otu ve sigara kullananlarda AS ve AD daha düşük ve BSİ daha yüksek olmasına rağmen bu farklılık istatistiksel olarak önemli değildi (AS için sırasıyla: 17.61±2.22, 17.75±1.93, 18.48±2.02, AD için sırasıyla: 9.03±1.12, 9.14±0.96, 9.9±1.12, BSİ için sırasıyla 2.72±1.07, 2.59±0.88, 2.37±0.71 hepsi için p>0.05).
Sonuç: Kırk yaşın altındaki bireylerde sigara ve Maraş otu aort esnekliği üzerinde belirgin bir değişikliğe yol açmamaktadır.
Objectives: Stiffness index beta (SIB), aortic strain (AS) and distensibility (AD) are the parameters used to assess elasticity of the aorta, and can be measured by non-invasive method such as echocardiography. In this study, we aimed to analyse the effects of Maraş powder and smoking on aortic stiffness by comparing young individuals.
Study design: The study included 90 male subjects aged 18-40 years. 30 subjects were Maras powder users (mean age; 32±2), 30 were smokers (mean age: 28±2) and 30 were healthy volunteers (mean age: 29±2). After detailed physical examination, all subjects underwent transthoracic echocardiography. Systolic and diastolic diameters of the aorta were measured from the ascending aorta at modified parasternal long axis views by M-mode echocardiography. AS, AD, and SIB were calculated using standard formulae. Group parameters were then compared to each other.
Results: There was no significant difference between the groups in terms of demographic and clinical features, including blood pressures, lipid profile and serum creatinine (p>0.05). Although AS and AD were lower, and SIB was higher in the Maraş powder and smoking groups compared to the control group, the difference between groups was not statistically significant (for AS: 17.61±2.22, 17.75±1.93, 18.48±2.02 respectively, for AD: 9.03±1.12, 9.14±0.96, 9.9±1.12, respectively, for SIB: 2.72±1.07, 2.59±0.88, 2.37±0.71 respectively, for all p>0.05).
Conclusion: Our study revealed that smoking and Maraş powder did not lead to a significant change in elasticity of the aorta in individuals under the age of 40.

CASE REPORT
9.A case of percutaneous mitral balloon valvuloplasty complicated by pericardial effusion and thrombus formation on the interatrial septum
İsa Öner Yüksel, Selçuk Küçükseymen, Göksel Çağırcı, Şakir Arslan
PMID: 25620336  doi: 10.5543/tkda.2014.82026  Pages 747 - 750
Perkütan mitral balon valvüloplasti (PMBV) kontrendikasyonu olmayan ve uygun kapak anatomisine sahip mitral darlıklı hastalarda birincil tedavi yöntemidir. Perikart sıvı birikimi, kalp tamponadı ve trombüs oluşumu bu işlemin nadir görülen ancak ciddi komplikasyonlarıdır. Literatürde PMBV işlemi ile ilişkili mortalite oranı %1 olarak bildirilmiştir. Kalp içi trombüs varlığı PMBV için kontrendikasyon olup işlem esnasında trombüs oluşumu oldukça nadir bir durumdur. Bu yazıda, romatizmal mitral darlığı olan ve valvüloplasti işlemi sırasında sol atriyum tavanında yırtılma ile perikart sıvı birikimi ve aynı zamanda kalp içi trombüs gelişen bir olgu sunuldu.
Percutaneous mitral balloon valvuloplasty (PMBV) is the primary treatment in mitral stenosis patients with appropriate valve anatomy with no contraindications present. Pericardial effusion, cardiac tamponade and thrombus formation are rare but serious complications of this procedure. In the literature, the mortality rate associated with PMBV has been reported as 1%. The presence of intracardiac thrombus is a contraindication for PMBV. However, thrombus formation during the process is a very rare condition. In this case, we present a patient with rheumatic mitral stenosis, with both pericardial effusion and intracardiac thrombus, after laseration at the base of the left atrium during the valvuloplasty procedure.

10.Management of a subclavian artery thrombosis causing acute anterior wall infarction and concurrent left arm ischemia in a patient with prior coronary bypass
Çağdaş Akgüllü, Ufuk Eryılmaz, Cemil Zencir, Hasan Güngör
PMID: 25620337  doi: 10.5543/tkda.2014.80524  Pages 751 - 755
2007 yılında koroner arter baypas operasyonu öyküsü olan ve akut ön yüz kalp krizi geçiren 57 yaşında bir hasta sunuyoruz. Hastanın aynı zamanda eşlik eden ciddi sol kol ağrısı ve siyanozu da bulunmaktaydı. Bir ay önce pankreastan kaynaklanan adenokarsinom tanısı konan hastaya, bir hafta önce gemsitabin ve 5-florourasil içeren kemoterapinin ilk kürü uygulanmıştı. Anjiyografide sol subklavya atardamarı başlangıcında yer alan ve sol iç meme atar damarı sol ön inen koroner arter baypas greftinin ve sol kol atardamarının akımını engelleyen dev bir pıhtı parçası görüntülendi. Sol subklavya arterinin başlangıç kısmına stent yerleştirilerek iyi bir akım sağlandı. Sol iç meme atardamarı aracılığıyla, ötesi olası pıhtı göçü ile tıkanmış sol ön inen koroner atardamara ulaşıldı ve perkütan anjiyoplasti yapıldı, ne var ki “no reflow” fenomeni izlendi. Sol koldaki pıhtı parçası Fogarty kateteri ile başarılı bir şekilde uzaklaştırıldı. İşlemden yaklaşık yarım saat sonra, sürekli fraksiyone olmayan heparin ve nitrogliserin infüzyonu altında hastanın hem göğüs ağrısı, hem de EKG’deki ST segment yükselmeleri geriledi. Ancak hasta, yatışının yedinci gününde sepsis nedeniyle hayatını kaybetti. Bu klinik olay ile ilgili literatürde ancak birkaç sunu mevcuttur. Bu sunuda, bu klinik olayın etiyolojisi, başvuru şekli ve olası yönetim stratejileri sunulmaktadır.
We report a 57-year-old patient with acute anterior wall infarction with a history of a coronary baypass graft operation in 2007. He also had concurrent left arm cyanosis and severe pain. He had received diagnosis of pancreatic adenocarcinoma one month previously and had had his first chemotherapy in the previous week with gemcitabine and 5-fluorouracil. After the angiography, a giant thrombus was detected in the proximal left subclavian artery, deteriorating the flows of both left internal mammarian artery (LIMA) to left anterior descending (LAD) coronary artery graft, as well as the left brachial artery. The proximal subclavian artery was stented and good flow was achieved. Through the LIMA, the distal part of LAD, which was totally obstructed with probable distal thrombus embolization, was reached and a percutaneous balloon angioplasty performed. However, the no-reflow phenomenon was observed in distal LAD. A Fogarty traction of thrombus was performed successfully for the revascularization of the left arm. Approximately 30 minutes after the procedure, both angina and ST segment elevation in ECG were resolved under unfractioned heparin and nitroglycerin infusion. However, the patient died due to sepsis seven days after admission to hospital. In the literature, there are only a few previous reports on this rare clinical entity. The eitology, presentation, and the possible management strategies of this clinical entity is presented in this report.

11.A rare cause of heart failure: aortocaval fistula associated with herniated lumbar disc surgery
Aksüyek Savaş Çelebi, Alper Tosya, Barış Uymaz, Kenan Ömürlü, Tayfun Aybek
PMID: 25620338  doi: 10.5543/tkda.2014.83027  Pages 756 - 758
Aortokaval fistül çoğunlukla abdominal aort anevrizmasının bir komplikasyonu olarak karşımıza çıkmakla beraber nadiren lomber disk hernisi ameliyatı sonrası komplikasyon olarak da görülebilir. Özellikle büyük arteriyovenöz fistüller zamanla yüksek debili kalp yetersizliğine neden olmaktadır. Bu yazıda, lomber disk hernisi ameliyatına bağlı olarak gelişen aortokaval fistülün neden olduğu yüksek debili kalp yetersizliği tanısı konan bir olgu sunuldu.
Although aortocaval fistula is mostly encountered as a complication of abdominal aortic aneurysms, it may also arise as a complication of lumbar disc surgery. Great arteriovenous shunts especially may lead to high-output heart failure in due time. In this paper, we aim to present a case of high-output heart failure secondary to aortocaval fistule caused by lumbar disc surgery.

12.Retrograde approach for percutaneous closure in a patient with ruptured sinus of Valsalva
Erdogan İlkay, Özlem Özcan Celebi, Fehmi Kaçmaz, Kutluk Pampal
PMID: 25620339  doi: 10.5543/tkda.2014.45202  Pages 759 - 762
Biz bu yazıda sinüs valsalva yırtılması olan 37 yaşında erkek hastayı sunduk. Hasta yırtığın geriye doğru yaklaşımla kapatılması ile tedavi edildi. İşlem 26 dakika içinde başarıyla sonuçlandırıldı. Biz gelecekte geriye doğru yaklaşımın öne doğru yaklaşım yerine kullanılabileceğini düşünmekteyiz.
In this report, we present a 37-year-old male with ruptured right sinus of Valsalva. He was treated by percutaneous closure of the rupture using the retrograde approach. The procedure was performed successfully within 26 minutes. We think this approach may be used in future instead of the antegrade approach.

13.Successful treatment of a huge thrombus with thrombolytic therapy in a patient with normal left ventricle function and Takayasu arteritis
Taner Şeker, Ahmet Oytun Baykan, Abdurrezzak Börekçi, Mustafa Gür, Murat Çaylı
PMID: 25620340  doi: 10.5543/tkda.2014.60687  Pages 763 - 766
Bu yazıda, normal ventrikül fonksiyonuna sahip Takayasu arteritinde sol ventrikül içerisindeki dev trombüsün trombolitik tedavi ile başarılı şekilde tedavisi sunuldu. Takayasu arteriti öyküsü olan hasta her iki bacağında güçsüzlük ve ağrı ile başvurdu. Doppler ultrason incelemesi her iki popliteal arterde subtotal trombotik tıkanma ile uyumlu bulundu. Transtorasik ekokardiyografi incelemesinde normal sol ventrikül fonksiyonu ve boyutlarına rağmen sol ventrikül içerisinde dev trombüs tespit edildi. Daha kötü sonuç doğurabilecek embolilerden kaçınmak için hastaya cerrahi tedavi önerildi fakat hasta cerrahi tedaviyi kabul etmedi. Trombolitik tedavi uygulama kararı verildi. Üçüncü günde sol ventrikül içerisindeki trombüsün tamamen kaybolduğu ve her iki ayak dolaşımının da normale döndüğü gözlendi.
We report a case of thrombus treated with thrombolytic therapy in a patient with normal cardiac functions and Takayasu arteritis. A 27-year-old man with a history of Takayasu arteritis was admitted to our out-patient clinic with a complaint of both right and left foot pain and weakness. In a Doppler ultrasound examination, a subtotal thrombotic occlusion was found in the bilateral popliteal arteries. A transthoracic echocardiography revealed a left ventricular apical thrombus, although both cardiac functions and heart dimensions were normal. Surgical excision was recommended to avoid further embolization, but this was refused by the patient. We decided to perform thrombolytic treatment. The thrombus in the left ventricle was fully resolved by the third day. Perfusion in both feet also returned to normal.

14.Hypertrophic cardiomyopathy and Costello syndrome: review of recent related literature with case report
Osman Güvenç, Fatma Sevinç Şengül, Murat Saygı, Yakup Ergül, Alper Güzeltaş
PMID: 25620341  doi: 10.5543/tkda.2014.55506  Pages 767 - 770
Costello sendromu büyüme gelişme geriliği, mental motor gerilik, tipik yüz görünümü, makrosefali, kısa boyun, el ve ayak çizgilerinde belirginleşme, yumuşak ve gevşek deri ile birlikte kıllanma artışı gibi bulgularla karşımıza çıkan, nadir görülen bir sendromdur. Hastaların yaklaşık üçte ikisinde kalp tutulumu olduğu ve bunun prognozu belirlediği bildirilmektedir. En sık görülen kalp bozuklukları pulmoner kapak darlığı, hipertrofik kardiyomiyopati, atriyal ve ventriküler septal defekt ile aritmilerdir. Bu olgu sunumunda, hipertrofik kardiyomiyopatisi olan, klinik ve genetik olarak Costello sendromu olduğu gösterilen 14 aylık kız hasta, son literatür bilgileriyle birlikte sunuldu.
Costello syndrome is a rare syndrome characterized by failure to thrive, short stature, mental motor retardation, characteristic facial features, macrocephaly, a short neck, loose soft skin with deep palmar and plantar creases, and hypertrichosis. Cardiac involvement is seen in almost two thirds of patients, and is a determinant for the prognosis of Costello syndrome. The most common cardiac anomalies are pulmonary stenosis, hypertrophic cardiomyopathy, atrial septal defect, ventricular septal defect and arrhytmia. In this report, we present a 14-month-old female pediatric patient with hypertrophic cardiomyopathy, clinically and genetically diagnosed with Costello syndrome. The report also contains a review of recent related literature.

INVITED REVIEW
15.Current status of heart transplantation in Turkey
Tahir Yağdı, Çağatay Engin, Mustafa Özbaran
PMID: 25620342  doi: 10.5543/tkda.2014.42027  Pages 771 - 778
Kalp veriminin düşmesine bağlı olarak, kalbin doku ve organlara yeterli kan gönderememesi sonucu ortaya çıkan klinik tablo kalp yetersizliği olarak adlandırılmaktadır. Son dönem kalp yetersizliği yaşam süresini ve kalitesini olumsuz olarak etkilemektedir. Kalp transplantasyonu kılavuzlara uygun tıbbi tedaviye rağmen semptomlu olan hastaların çoğunda hala en iyi tedavi yöntemidir. Bu derlemede Türkiye’de kalp transplantasyonunun güncel durumu tartışılmaktadır.
Heart failure is a clinical picture that occurs when the heart is unable to provide sufficient blood to the tissues and organs due to low performance. In end-stage heart failure, quality of life and survival rates are affected adversely. Heart transplantation is still the best method of treatment in many end-stage heart failure patients who remain symptomatic despite guideline-directed medical therapy. The current situation of heart transplantation in Turkey is discussed in this review.

HOW TO?
16.Performing radial artery puncture
Veysel Kutay Vurgun, Başar Candemir
PMID: 25620343  doi: 10.5543/tkda.2014.42383  Pages 779 - 785
Abstract |Full Text PDF

CASE IMAGE
17.Cardiac metastasis of non-Hodgkin’s lymphoma presenting with acute antero-lateral myocardial infarction with ST-segment elevation
Mehmet Mustafa Tabakcı, Cüneyt Toprak, Muzaffer Kahyaoğlu, Anıl Avcı, Halil İbrahim Durmuş
PMID: 25620344  doi: 10.5543/tkda.2014.03746  Page 786
Abstract |Full Text PDF

18.Warfarin-induced skin necrosis: a ‘novel’ solution to an old problem
Emir Cantürk, Oğuz Karaca, Onur Omaygenç, Filiz Kızılırmak, Ekrem Güler
PMID: 25620345  doi: 10.5543/tkda.2014.82342  Page 787
Abstract |Full Text PDF

19.Ruptured pseudoaneurysm of mitral-aortic intervalvular fibrosa to aorta simulated paravalvular leakage
Ali Hosseinsabet
PMID: 25620346  doi: 10.5543/tkda.2014.82025  Page 788
Abstract |Full Text PDF

20.Tricuspid valve prolapse secondary to excessive long chordae evaluated by transthoracic echocardiography
Hayati Eren, Macit Kalçık, Gökhan Kahveci, Mehmet Özkan
PMID: 25620347  doi: 10.5543/tkda.2014.65948  Page 789
Abstract |Full Text PDF

21.Double-chambered right ventricle and ventriculo-atrial shunt presenting as acute renal failure due to infective endocarditis
Özgür Ulaş Özcan, Elif Ezgi Üstün, Sibel Turhan, Ercan Tutar, Çetin Erol
PMID: 25620348  doi: 10.5543/tkda.2014.39338  Page 790
Abstract |Full Text PDF

22.Answers of specialist
Teoman Kılıç
Page 791
Abstract |Full Text PDF

23.Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Page 792
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.