ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 39 (6)
Volume: 39  Issue: 6 - September 2011
ORIGINAL ARTICLE
1.An observational study to evaluate the clinical practice of cardiovascular risk management among hypertensive patients in Turkey
Omer Kozan, On Behalf Of The Riskman Study Group
PMID: 21918313  doi: 10.5543/tkda.2011.01592  Pages 445 - 455
Amaç: Türk hipertansiyon hastalarında kardiyovasküler risk yönetimine yönelik klinik uygulamalar ve ilgili hasta uyumu değerlendirildi.
Çalışma planı: Bu girişimsel olmayan gözlemsel çalışmaya Türkiye’deki 50 merkezden, esansiyel hipertansiyonu olan 1023 hasta (620 kadın, 403 erkek; ort. yaş 58.4±10.6) katıldı. Hastalar kesitsel ve dokuz aylık takip fazları olmak üzere iki fazda değerlendirildi. Çalışmanın kesitsel fazında şu veriler toplandı: Hastaların demografik özellikleri, medikal ve geçmiş öykü, kardiyovasküler risk durumu ve kardiyovasküler risk yönetimine ilişkin güncel klinik uygulamalar.
Bulgular: Hipertansiyonun ortalama süresi 8.1±7.1 yıl bulundu. Beden kütle indeksi ortalaması 30.3±5.2 kg/m2 idi. Sistolik ve diyastolik kan basınçları sırasıyla 147.8±22.4 ve 88.9±12.5 mmHg idi. On-yıllık koroner kalp hastalığı riski ve risk düzeyi erkeklerde ve eşlik eden diyabet, metabolik sendrom, renal hastalık ve/veya mikroalbuminüri varlığında belirgin olarak daha yüksek bulundu (p<0.05). Geçmiş yıla yönelik kardiyovasküler risk yönetimi değerlendirildiğinde, hastaların %7.3’ünde kan basıncı ölçümü yapılmadığı, %15.6’sında diyet önerilmediği, %79.3’ünde kan basıncının yüksek düzeylerde olduğu, antihpertansif ilaç tedavisi ve diyet önerilerine yönelik hasta uyumunun ise sırasıyla %87.7% ve %62.5 olduğu görüldü. Dislipidemi ve diabetes mellitus için de benzer bir profil vardı. Hekimlerin hastaları sigarayı bırakma, kilo verme ve fiziksel egzersiz yapmaya yöneltme çabaları tatmin edici düzeylerden çok düşük bulunurken, hastaların da bu önerilere uyumları daha da düşük düzeylerdeydi.
Sonuç: Çalışmamız, diyabet, metabolik sendrom ve renal hastalık gibi yüksek risk düzeyleri ile ilişkili kardiyovasküler risk faktörleri olmasına rağmen, hipertansiyon hastalarının kardiyovasküler risk açısından yeterince değerlendirilmediğini ortaya koymaktadır
Objectives: We evaluated clinical practice in cardiovascular risk management and related patient compliance among Turkish hypertensive patients.
Study design: This noninterventional, observational study included 1023 patients (620 women, 403 men; mean age 58.4±10.6 years) with essential hypertension, from 50 centers across Turkey. Patients were evaluated at a cross-sectional phase and a follow-up phase of nine months. Data obtained at the cross-sectional phase included patient demographics, medical and past history, cardiovascular risk status, and current practice patterns regarding cardiovascular risk management.
Results: The mean duration of hypertension was 8.1±7.1 years. The mean body mass index was 30.3±5.2 kg/m2 and systolic and diastolic blood pressures (BP) were 147.8±22.4 and 88.9±12.5 mmHg, respectively. Ten-year coronary heart disease risk and risk level were significantly higher in males, and significantly increased in the presence of diabetes, metabolic syndrome, and renal disease and/or microalbuminuria (p<0.05). In past year history of cardiovascular risk management, 7.3% of the patients did not have BP measurements; no diet was recommended to 15.6%; 79.3% had high BP levels, and patient compliance with antihypertensive drug treatment and dietary recommendations were 87.7% and 62.5%, respectively. A similar profile was observed for dyslipidemia and diabetes mellitus. The physicians’ efforts to motivate the patients to quit smoking, to lose weight, and involve in physical exercise were far below satisfactory levels, and the patients’ compliance rates with these recommendations were even lower.
Conclusion: Our study demonstrates that hypertensive patients are not adequately evaluated for cardiovascular risk, which is significantly increased in the presence of various cardiovascular risk factors such as diabetes, metabolic syndrome, and renal disease.

2.The impact of dialysis type on biomarkers for cardiovascular diseases
Asife Şahinarslan, Galip Güz, Rüya Mutluay, Kaan Okyay, Canan Demirtaş, Hatice Paşaoğlu, Rıdvan Yalçın
PMID: 21918314  doi: 10.5543/tkda.2011.01289  Pages 456 - 462
Amaç: Diyaliz tipinin kardiyovasküler hastalık ciddiyetini yansıtan biyobelirteçler üzerindeki etkisi tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmada, son dönem böbrek hastalarında diyaliz tipinin kardiyovasküler hastalık belirteçleri üzerindeki etkisi araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya, son dönem böbrek hastalığı nedeniyle en az üç aydır kronik diyaliz tedavisi görmekte olan 108 hasta alındı. Elli yedi hasta hemodiyaliz tedavisi görürken, 51 hastaya periton diyalizi uygulanıyordu. Kan örnekleri diyalizin hemen sonrasında toplandı. Serumda beyin natriüretik peptidi N-terminal prohormonu (NT-proBNP), yüksek duyarlıklı C-reaktif protein (hs-CRP), kardiyak tropinin I (TnI), interlökin-6 (IL-6), tümör nekroz faktörü-alfa (TNF-α) düzeyleri ve plazma fibrinojen düzeyleri ölçüldü ve iki diyaliz grubu arasında karşılaştırıldı.
Bulgular: İki diyaliz grubu yaş ve cinsiyet açısından benzerdi. Periton diyalizi uygulanan hastalarda hipertansiyon sıklığı ve total kolesterol, HDL-kolesterol, LDL-kolesterol ve hemoglobin düzeyleri anlamlı derecede daha yüksek idi. Serum NT-proBNP, hs-CRP, IL-6, TNF-α düzeyleri ve plazma fibrinojen düzeyi iki diyaliz grubu arasında anlamlı farklılık göstermedi; serum TnI düzeyi ise periton diyalizi grubunda anlamlı derecede daha yüksek bulundu (p=0.04). Tüm hastalar diyaliz süresine (<12 ay, 12-36 ay ve >36 ay) göre gruplandırılarak karşılaştırıldığında, daha uzun diyaliz süresinde NT-proBNP, TNF-α ve hs-CRP düzeyleri anlamlı derecede daha düşük bulundu (p<0.05).
Sonuç: Uygulanan diyaliz tipi serum NT-proBNP, hs-CRP, IL-6 ve TNF-α ve plazma fibrinojen düzeylerini etkilememekte, ancak TnI düzeyi periton diyalizi uygulanan hastalarda daha yüksek seyretmektedir.
Objectives: The impact of dialysis type on the biomarkers that reflect the severity of cardiovascular diseases is not clearly known. We aimed to investigate the effect of dialysis type on biomarkers of cardiovascular diseases in patients with end-stage renal disease (ESRD).
Study design: The study included 108 patients who had been on dialysis treatment (57 patients receiving hemodialysis, 51 patients receiving peritoneal dialysis) for ESRD for at least three months. Blood samples were collected just after the dialysis. Serum N-terminal prohormone of brain natriuretic peptide (NT-proBNP), high-sensitivity C-reactive protein (hs-CRP), cardiac troponin I (TnI), interleukin-6 (IL-6), tumor necrosis factor-alpha (TNF-α), and plasma fibrinogen levels were measured and compared between the two dialysis groups.
Results: The two dialysis groups were similar with respect to age and gender. The frequency of hypertension was significantly higher in patients receiving peritoneal dialysis. This group also had higher total cholesterol, HDL cholesterol, LDL cholesterol, and hemoglobin levels. Serum levels of NT-proBNP, hs-CRP, IL-6, and TNF-α, and plasma fibrinogen levels were similar in the two dialysis groups (p>0.05), but TnI was significantly higher in patients receiving peritoneal dialysis (p=0.04). Comparison of the patient subgroups based on the duration of dialysis (<12 months, 12-36 months, and >36 months) showed that longer dialysis duration was associated with significantly lower values of NT-proBNP, TNF-α, and hs-CRP (p<0.05).
Conclusion: The dialysis type does not affect serum NT-proBNP, hs-CRP, IL-6, TNF-α, and plasma fibrinogen levels, but TnI level is higher in patients treated with peritoneal dialysis.

3.The relationship between inflammation and slow coronary flow: increased red cell distribution width and serum uric acid levels
Nihat Kalay, Metin Aytekin, Mehmet G Kaya, Kerem Ozbek, Metin Karayakali, Erkan Sogut, Fatih Altunkas, Ahmet Ozturk, Fatih Koc
PMID: 21918315  doi: 10.5543/tkda.2011.01578  Pages 463 - 468
Amaç: Yavaş koroner akımın (YKA) nedenleri tam olarak anlaşılamamıştır. Kırmızı kan hücrelerinin dağılım genişliğinde (KHDG) artma ve yüksek ürik asit düzeyi enflamasyon için belirteç olabilir. Bu çalışmada, koroner anjiyografide koroner damarlarda daralma olmaksızın YKA bulunan hastalarda KHDG ve serum ürik asit düzeyleri araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya, koroner anjiyografide koroner arterleri normal bulunmasına karşın, üç ana koroner arterde de YKA saptanan ardışık 46 hasta (25 erkek 21 kadın; ort. yaş 54±11) ile kontrol grubu olarak, koroner arterleri normal bulunan ve YKA olmayan 40 hasta (18 erkek, 22 kadın; ort. yaş 54±9) alındı. İki grupta KHDG ve serum ürik asit düzeyleri ölçülerek karşılaştırıldı.
Bulgular: Yavaş koroner akım grubunda sol ön inen arter, sirkumfleks arter ve sağ koroner arterde ölçülen TIMI kare sayıları kontrol grubuna göre anlamlı yükseklik gösterdi (p<0.05). Ortalama KHDG ve serum ürik asit düzeyi YKA grubunda kontrol grubuna göre anlamlı derecede daha yüksek bulundu (sırasıyla, %13.4±1.6 ve %12.6±1.2, p=0.01; 5.3±1.6 mg/dl ve 4.7±1.3 mg/dl, p=0.01). Lojistik regresyon analizinde, ürik asit [Exp(B)=1.612, %95 GA 0.206-5.35, p=0.021] ve KHDG [Exp(B)=1.496, %95 GA 0.403-4.72, p=0.030] YKA için bağımsız öngördürücüler idi.
Sonuç: Bulgularımız YKA’lı hastalarda KHDG ve serum ürik asit düzeyinin anlamlı derecede yükseldiğini göstermiştir. Bu bulgu YKA’nın patofizyolojik temelini anlamamıza yardımcı olabilir.
Objectives: The underlying mechanism of slow coronary flow (SCF) has yet to be elucidated. Increased red cell distribution width (RDW) and uric acid level may be indicative of an underlying inflammatory state. We aimed to investigate RDW and serum uric acid levels in patients with normal coronary arteries and SCF without stenosis.
Study design: The study included 46 consecutive patients (25 males, 21 females; mean age 54±11 years) with angiographically normal coronary arteries but having SCF in all three coronary arteries. The control group consisted of 40 patients (18 males, 22 females; mean age 54±9 years) with angiographically normal coronary arteries without SCF. In both groups, RDW and serum uric acid levels were measured and compared.
Results: In the SCF group, TIMI frame counts measured in the left anterior descending coronary artery, left circumflex coronary artery, and right coronary artery were significantly higher compared to the control group (p<0.05). Patients with SCF exhibited significantly higher RDW (13.4±1.6% vs. 12.6±1.2%, p=0.01) and serum uric acid levels (5.3±1.6 mg/dl vs. 4.7±1.3 mg/dl, p=0.01) compared to controls. In logistic regression analysis, uric acid [Exp(B)=1.612, 95% CI 0.206-5.35, p=0.021] and RDW [Exp(B)=1.496, 95% CI 0.403-4.72, p=0.030] were found as independent predictors of SCF.
Conclusion: Our findings show that patients with SCF have significantly increased RDW and serum uric acid levels. This may help throw more light on the pathophysiological basis of SCF.

4.Frequency of sublingual nitroglycerin prescription in patients with coronary artery disease and angina and awareness of patients about the shelf life of the drug
Ömer Çağlar Yılmaz, Gökhan Keskin Keskin, Bilal Çuğlan, Yusuf Selçoki, Ayla Temizkan, Beyhan Eryonucu, Özlem Soran
PMID: 21918316  doi: 10.5543/tkda.2011.01635  Pages 469 - 473
Amaç: Kararlı anginası olan koroner arter hastalarında ACC/AHA/ESC kılavuzları dilaltı nitrogliserin kullanımını önermektedir. Ancak, dilaltı nitrogliserin tablet ve spreylerinin açıldıktan sonra kullanım ömürleri tablet için altı ay, sprey için iki yıldır. Bu çalışmada koroner arter hastalığı (KAH) tanısı konmuş, anginası olan hastalarda dilaltı tablet/sprey reçetelenme sıklığı ve hastaların doğru ilaç kullanımıyla ilgili bilgileri araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya KAH tanısı konmuş, kararlı anginası olan 300 hasta (201 erkek, 99 kadın; ort. yaş 61.7±10.8) alındı. Hastalarda angina sınıflamasında Kanada Kardiyovasküler Derneği sınıflaması kullanıldı. Hastaların kardiyovasküler özgeçmişleri, risk faktörleri, kullandıkları ilaçlar ve dilaltı nitrogliserin kullanımı ile ilgili bilgileri kaydedildi.
Bulgular: Hastaların %96’sında en az bir risk faktörü vardı. Hastaların sadece %46’sına dilaltı nitrogliserin reçete edilmişti. Dilaltı tablet reçetelenen hastaların %91.8’i, sprey reçetelenenlerin %84.4’ü ilacın kullanım ömrünü doğru olarak bilmiyordu. Yanlarında devamlı dilaltı nitrogliserin bulunduran hastaların %35.6’sı zamanı geçmiş ilaç taşıyordu. Dilaltı nitrogliserin reçetelenmiş olan hastaların sadece %65.9’u ilaç kullanımı hakkında hekim tarafından bilgilendirilmişti.
Sonuç: Bulgularımız, kılavuzların önerilerine rağmen, angina yakınması olan KAH hastalarına dilaltı nitrogliserinin yeteri kadar reçete edilmediğini, ilaç reçetelenen hastaların yanlarında süresi geçmiş ilaç bulundurduğunu ve hekimlerin ilaç kullanımı konusunda hastaları yeterince bilgilendirmediklerini göstermektedir. Bu durum KAH’nin uygun tedavisini ve etkinliğini önemli ölçüde etkileyecektir.
Objectives: ACC/AHA/ESC guidelines recommend sublingual nitroglycerin (SNG) in patients with stable angina pectoris and coronary artery disease (CAD). However, the shelf life of SNG following first use is six months for SNG tablets and two years for SNG sprays. We investigated the frequency of prescription of SNG tablets/sprays in patients having anginal symptoms and documented CAD and the awareness levels of patients about appropriate use of SNG.
Study design: Three hundred patients (201 men, 99 women; mean age 61.7±10.8 years) with documented CAD and angina were enrolled into this study. Angina pectoris was categorized according to the functional classification system of the Canadian Cardiovascular Society. Data on cardiovascular past histories, risk factors, medications, and the use of SNG were recorded.
Results: At least one risk factor was present in 96% of the patients. Only 46% of the patients had a prescription for SNG. Of those with a prescription of SNG tablet and spray, 91.8% and 84.4% did not know the shelf life of the product, respectively. Of those who were routinely carrying SNG, 35.6% had an expired product. Of those with a prescription of SNG, only 65.9% were informed by the physician on the proper use of SNG.
Conclusion: Our results show that, despite recommendations of the guidelines, SNG is not prescribed to a substantial percentage of patients with CAD and angina, a considerable fraction of patients carry an expired product, and that patients are not adequately informed by the physicians on the use of SNG. These problems will certainly affect the optimal medical management of CAD and its efficacy.

5.Intracardiac echocardiography-guided device closure of atrial septal defects: our initial experience
Emre Akkaya, Ertan Vuruşkan, İbrahim Aksoy, İdris Ardıç, Mehmet Küçükosmanoğlu, Orhan Özer
PMID: 21918317  doi: 10.5543/tkda.2011.01576  Pages 474 - 478
Amaç: İntrakardiyak ekokardiyografi (İKE) uzun zamandır çeşitli kardiyolojik işlemlerde kullanılmasına rağmen, ülkemizde henüz yaygın olarak kullanılmamaktadır. Bu çalışmada, sekundum atriyal septal defektlerin (ASD) perkütan kapatılması sırasında İKE kullanımı değerlendirildi.
Çalışma planı: Kliniğimizde 14 hastada (8 kadın, 6 erkek; ort. yaş 34; dağılım 15-62) İKE kullanılarak sekundum tip ASD’lere perkütan kapatma uygulandı. On üç hasta işlem öncesinde transözofageal ekokardiyografi (TEE) ile değerlendirildi. Kapatma sırasında interatriyal septumun yapısı, defekt çapı, septal tıkayıcının serbestleştirilmesinden önce çevre yapılarla ilişkisi ve cihaz serbestleştirildikten sonra kaçak olup olmadığı İKE ile değerlendirildi.
Bulgular: Tüm hastalarda kısa ve uzun eksen İKE görüntüleri kullanılarak ASD’nin anteroposteriyor ve süperoinferiyor kenarları, koroner sinüs, pulmoner ven girişleri başarılı bir şekilde görüntülendi. İntrakardiyak ekokardiyografi ile ölçülen defekt çapları TEE ile ve balonla genişletme ile ölçülen çaplara oldukça yakındı (sırasıyla %97 ve %95). On üç hastada ASD başarılı bir şekilde kapatıldı; bir hastada septal tıkayıcının her iki diskinin sol atriyumda açılması nedeniyle işlem sonlandırıldı. Hastaların hiçbirinde işleme bağlı komplikasyon görülmedi; bir hastada işlem sonrası ikinci günde kan transfüzyonu gerektiren gastrointestinal kanama gelişti. Birinci ve altıncı ayda yapılan kontrol transtorasik ekokardiyografilerde kaçak izlenmedi.
Sonuç: İntrakardiyak ekokardiyografi, yüksek görüntü kalitesi ve renkli Doppler özellikleri ile defekt çapının, septal tıkayıcının pozisyonunun ve çevre yapılarla ilişkisinin belirlenmesinde oldukça kullanışlıdır; bu nedenle, günlük pratikte ASD’lerin kapatılmasında rutin olarak kullanılan TEE’ye güvenilir bir seçenektir.
Objectives: Although intracardiac echocardiography (ICE) has long been used for various cardiologic interventions, its utilization has been quite limited in Turkey. We assessed our experience with the use of ICE during transcatheter closure of secundum atrial septal defects (ASD).
Study design: Fourteen patients (8 females, 6 males; mean age 34 years; range 15 to 62 years) underwent transcatheter device closure of ASD with ICE guidance. Before the procedure, 13 patients were examined by transesophageal echocardiography (TEE). Intracardiac echocardiography was used to evaluate the interatrial septum, defect size, the relationship of the septal occluder with neighboring structures before its release, and residual shunts after device release.
Results: Using short- and long-axis ICE images, the anteroposterior and superoinferior rims of the ASD, coronary sinus, and pulmonary vein openings were successfully visualized in all the patients. Defect diameters measured by ICE were closely correlated with those measured by TEE (97%) and balloon sizing (95%). The defects were closed successfully in 13 patients; the procedure was terminated in one patient due to the prolapse of both discs into the left atrium. There was no procedural complication. One patient experienced gastrointestinal hemorrhage that required blood transfusion two days after the procedure. No residual shunts were observed on follow-up transthoracic echocardiographic examinations one and six months after the procedure.
Conclusion: Having high image quality and color Doppler features, ICE is quite functional in determining defect size, position of the septal occluder and its relationship with neighboring structures; thus, it is a reliable alternative to TEE which is used routinely in transcatheter closure of ASDs.

6.Assessment of left ventricular functions with strain and strain rate echocardiography and tissue Doppler imaging in patients with cardiac tamponade
Enbiya Aksakal, Serdar Sevimli, Ziya Şimşek, Mehmet Ali Elbey, Mustafa Kurt, İbrahim Halil Tanboğa, Ahmet Kaya, Mustafa Kemal Erol
PMID: 21918318  doi: 10.5543/tkda.2011.01675  Pages 479 - 486
Amaç: Kardiyak tamponatlı hastalarda sol ventrikül (SV) miyokart fonksiyonları perikardiyosentezden önce ve sonra gerilim (S) ve gerilim hızı (Sr) ekokardiyografi ve doku Doppler görüntüleme (DDG) ile değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmaya kardiyak tamponat tanısı klinik ve ekokardiyografik olarak konan ve perikardiyosentez uygulanan 27 hasta (19 erkek, 8 kadın; ort. yaş 51.4±16.3) alındı. Sol ventrikül fonksiyonlarının ekokardiyografi ile değerlendirilmesi yanı sıra, S/Sr verileri ve DDG hızları perikardiyosentezden önce ve beş gün sonra ölçüldü. Zirve sistolik S, zirve sistolik Sr (Sr-s), zirve erken diyastolik Sr (Sr-e) ve zirve geç diyastolik Sr (Sr-a) ile DDG lateral ve septal mitral halka zirve sistolik (Sm), erken diyastolik (E’) ve geç diyastolik (A’) hızları ölçüldü.
Bulgular: Tüm olgularda perikardiyosentez işlemi başarılı oldu, işlemden sonra hastalarda belirgin rahatlama ve semptomlarda gerileme görüldü. Segmental değerlendirmede, zirve sistolik S ve Sr için perikardiyosentez öncesi ve sonrasında bazal lateral segment S ve apikal anteriyor segment Sr-s değerleri dışında (p<0.05) anlamlı fark yoktu (p>0.05). Perikardiyosentez sonrasında tüm duvarlardaki ve segmentlerdeki Sr-e ve Sr-a değerleri ve DDG ile ölçülen lateral ve septal mitral halka E’ ve A’ hızlarında anlamlı düşüş görüldü (p<0.05). Perikardiyosentez sonrasında S ve Sr ekokardiyografi ile ortaya konan değişiklikler DDG bulgularıyla yakın paralellik gösterdi.
Sonuç: Kardiyak tamponatlı hastalarda SV fonksiyonlarının değerlendirilmesinde S ve Sr ekokardiyografinin DDG tekniğinden daha üstün olmadığı sonucuna varıldı.
Objectives: We evaluated left ventricular (LV) myocardial functions with strain (S) and strain rate (Sr) echocardiography and tissue Doppler imaging (TDI) before and after pericardiocentesis in patients with cardiac tamponade.
Study design: The study included 27 patients (19 men, 8 women; mean age 51.4±16.3 years) who underwent pericardiocentesis following clinical and echocardiographic diagnosis of cardiac tamponade. Besides echocardiographic parameters of LV functions, S/Sr parameters and TDI velocities were measured before and five days after pericardiocentesis, including peak systolic S, peak systolic Sr (Sr-s), peak early diastolic Sr (Sr-e), peak late diastolic Sr (Sr-a), peak lateral and septal mitral annular systolic (Sm), early diastolic (E’), and late diastolic (A’) velocities.
Results: Pericardiocentesis was successful in all the patients, resulting in significant patient comfort and symptomatic improvement. In segmental analysis, there were no significant differences in peak systolic S and Sr values obtained before and after pericardiocentesis (p>0.05), except for basal lateral segment S and apical anterior segment Sr-s values (p<0.05). After pericardiocentesis, Sr-e and Sr-a values measured in all the walls and segments, and TDI-derived lateral and septal mitral E’ and A’ velocities showed significant decreases (p<0.05). All these changes demonstrated by S and Sr echocardiography corresponded well to those obtained by TDI.
Conclusion: We concluded that S and Sr echocardiography was not superior to TDI in the assessment of LV functions in patients with cardiac tamponade.

CASE REPORT
7.Thrombus-in-transit entrapped in a patent foramen ovale: a complication of brucellosis
Taner Şen, Kumral Çağlı, Zehra Gölbaşı, Kerim Çağlı
PMID: 21918319  doi: 10.5543/tkda.2011.01460  Pages 487 - 490
Brusella enfeksiyonu derin ven trombozu gibi vasküler komplikasyonlara neden olabilir. Bu olgu sunumunda, brusella enfeksiyonu olan bir hastada foramen ovale açıklığına (FOA) sıkışan trombüs ilk kez olarak bildirilmektedir. Kırk üç yaşında kadın hasta ateş, nefes darlığı, halsizlik, kas ağrısı ve pretibial ödem yakınmalarıyla yatırıldı. Klinik ve laboratuvar bulguları brusella enfeksiyonu ile uyumluydu. Transtorasik ekokardiyografide FOA’da sıkışmış durumda, hareketli, hiperekoik, solucan sekilli bir trombüs görüldü. Sağ ventrikül genişlemesi ve yükselmiş sistolik pulmoner arter basıncı (77 mmHg) akut pulmoner emboliye işaret etmekteydi. Multidetektör bilgisayarlı tomografide de ana pulmoner arter çatallanmasında 11.7 cm uzunluğunda dev bir trombüs izlendi. Sağ kalp trombüsünün boyutu ve hemodinamik açıdan önemli akut pulmoner emboli varlığı göz önüne alınarak, hastaya açık kalp ameliyatı uygulandı. Ameliyatta sağ atriyumdan FOA aracılığıyla sol atriyuma geçen 11 cm uzunluğunda trombüs görüldü. İnteratriyal septum blok halinde trombotik materyal ile beraber kesilip çıkartıldı, FOA kapatıldı ve pulmoner tromboendarterektomi yapıldı. Ameliyattan sonra hastanın sistolik pulmoner arter basıncı 38 mmHg’ye düştü ve hasta sorunsuz taburcu edildi.
Brucella infection may cause vascular complications such as deep venous thromboembolism. This is the first report on an entrapped thrombus in a patent foramen ovale (PFO) in a patient with Brucella infection. A 43-year-old woman was admitted with complaints of fever, dyspnea, malaise, myalgia, and pretibial edema. Clinical and laboratory findings were consistent with brucellosis. Transthoracic echocardiography demonstrated a mobile, hyperechoic worm-like thrombus entrapped in a PFO. Right ventricular enlargement and elevated systolic pulmonary artery pressure (77 mmHg) showed acute pulmonary embolism. Multidetector computed tomography revealed a huge thrombus, 11.7 cm in length, in the bifurcation of the main pulmonary artery. Considering the huge size of the right heart thrombus and hemodynamically significant acute pulmonary embolism, open heart surgery was performed, during which an 11-cm thrombus was found extending from the right atrium across the PFO into the left atrium. The interatrial septum was excised en bloc together with the thrombotic mass and the PFO was closed. Pulmonary thromboendarterectomy was also performed. After surgery, systolic pulmonary artery pressure decreased to 38 mmHg and the patient was discharged without complications.

8.Transcatheter device closure of a residual postmyocardial infarction ventricular septal defect
Yalim Yalcin, Cenap Zeybek, Ibrahim Ozgür Onsel, Mehmet Salih Bilal
PMID: 21918320  doi: 10.5543/tkda.2011.01459  Pages 491 - 494
Miyokart enfarktüsü sonrası gelişen ventriküler septal defekt (VSD) mortalitesi yüksek olan bir hastalıktır ve başarılı cerrahi tedaviden sonra bile oldukça yüksek sıklıkta defektin devam ettiği görülür. Yetmiş beş yaşında bir kadın hasta, hiperakut anteriyor miyokart enfarktüsü tanısıyla hastanemize yatırıldı. Primer perkütan girişimle, sol ön inen arter proksimalinde görülen tam tıkalı segmente stent yerleştirildi. Girişimin ikinci gününde hastanın genel durumu bozuldu. Muayenede mezokardiyak odakta 3/6 dereceli pansistolik üfürüm duyuldu. Ekokardiyografide apikal anteroseptal VSD ve orta derecede pulmoner hipertansiyon saptandı. Defekt Gore-Tex yama kullanılarak cerrahi yolla tamir edildi ve aynı seansta sol ön inen arter ve sirkumfleks artere baypas greft uygulandı. Cerrahi sonrası gelişen septisemi ve hemodinamik olarak önemli VSD kalıntısı nedeniyle hastanın durumunda düzelme olmadı. Sepsisin medikal tedavisi sonrasında, VSD defekti 10 mm Cardio-O-Fix septal tıkayıcı ile floroskopi altında ve transözofageal ekokardiyografi eşliğinde başarıyla kapatıldı. Girişim sonrasında hastanın klinik durumu düzeldi ve girişimin üçüncü günü yapılan ekokardiyografide önemli şanta rastlanmadı.
Postmyocardial infarction ventricular septal defect (VSD) carries a high mortality and, even after successful surgery, residual defect is common. A 75-year-old woman was admitted with the diagnosis of hyperacute anterior myocardial infarction. Primary percutaneous intervention was performed by stenting of a totally obstructed segment in the proximal left anterior descending artery. The patient’s condition deteriorated on the second postprocedural day with a 3/6 pansystolic murmur at the mesocardium. Echocardiography revealed an apical anteroseptal VSD and moderate pulmonary hypertension. She underwent surgical VSD closure with a Gore-Tex patch and coronary artery bypass grafting to the left anterior descending and circumflex arteries. The patient’s condition continued to be unstable due to septicemia and hemodynamically significant residual VSD. After medical management of septicemia, the residual defect was successfully closed using a 10-mm Cardio-O-Fix septal occluder under fluoroscopic and transesophageal echocardiographic guidance. The clinical condition of the patient was then stabilized and there was no significant residual shunt on echocardiography on the third postprocedural day.

9.Development of chylothorax and chylous ascites in a patient with congestive heart failure
Hüseyin Altuğ Çakmak, Gülşah Yenidünya, Bilgehan Karadağ, Zeki Öngen
PMID: 21918321  doi: 10.5543/tkda.2011.01447  Pages 495 - 498
Şilotoraks ve şilöz asit nadir görülen patolojik durumlardır; genellikle göğüs kanalının tıkanması veya hasarı sonucu oluşur. Altmış yaşında erkek hasta, 18 aydır var olan efor dispnesi, halsizlik, göğüste sıkıntı yakınmalarıyla kliniğimize başvurdu. Fizik muayenede S4, pretibial ödem ve orta derecede asit saptandı. Göğüs bilgisayarlı tomografisi ve akciğer grafisinde sol taraflı plevral efüzyon görülürken; batın incelemelerinde karaciğer ve dalak yapısı normal bulundu, intraperitoneal efüzyon ve periportal ödem izlendi. Yapılan torasentez ve parasentezde süt kıvamında, lipemik, eksüda özelliğinde sıvı geldi. Bu sıvıların biyokimyasal incelemesinde, şilöz sıvı ile uyumlu olarak, trigliserit düzeyi yüksek ve lenfosit sayısı artmış bulundu. Neoplazi, tüberküloz, siroz gibi olası etyolojilere yönelik tüm laboratuvar incelemeleri negatif sonuç verdi. Pozitron emisyon tomografi incelemesinde patolojik tutulum artışı görülmedi. Transtorasik ekokardiyografide atriyumlarda genişleme, sol ventrikül hipertrofisi, anteroseptal hipokinezi ve akinezi ve orta derecede mitral ve triküspit yetersizliği saptandı, sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu %25 idi. Koroner anjiyografide ise koroner arterler normal bulundu. Hastaya, şilotoraks ve şiloz asidin eşlik ettiği, ağır konjestif kalp yetersizliği tanısı kondu. Uygun tedaviye rağmen, hastanın konjestiyon bulguları ve semptomlarında düzelme olmadı. Ultrafiltrasyon tedavisi gördüğü sırada hasta hemodinamik çöküş ve asistole bağlı olarak yaşamını yitirdi.
Chylothorax and chylous ascites are very rare clinical entities generally caused by obstruction and disruption of the thoracic duct. A 60-year-old man presented with exertional dyspnea, fatigue, and chest discomfort of 18-month history. Physical examination revealed S4, bilateral pretibial edema, and moderate amount of ascites. Computed tomography and X-ray of the thorax showed left-sided pleural effusion. Abdominal imaging showed normal liver and spleen structure with intraperitoneal effusion and periportal edema. Thoracentesis and paracentesis yielded a milky, lipemic fluid of exudative nature. Biochemical analysis of the fluids showed a high triglyceride content and elevated lymphocyte count, typical of chylous fluid. All laboratory analyses for possible etiologies including neoplasms, tuberculosis, and cirrhosis were negative. Positron-emission tomography did not show any pathological uptake. Transthoracic echocardiographic examination showed bilateral atrial enlargement, left ventricular hypertrophy, anteroseptal hypokinesia and akinesia, and moderate mitral and tricuspid regurgitation, with an ejection fraction of 25%. Coronary arteries were normal on angiography. The patient was diagnosed with severe congestive heart failure accompanied by chylothorax and chylous ascites. Despite appropriate treatment, there was little change in congestion and no change in symptoms. He died during ultrafiltration therapy due to hemodynamic collapse and asystole.

10.Crossed pulmonary arteries in conjunction with tetralogy of Fallot
Bülent Koca, Funda Öztunç, Yalım Yalçın
PMID: 21918322  doi: 10.5543/tkda.2011.01491  Pages 499 - 500
Sol pulmoner arterin sağ pulmoner arterin yukarısından ve sağından kaynaklanması ve iki pulmoner arterin birbirini çaprazlaması nadir bir anomalidir. Bu anomaliye sıklıkla doğuştan kalp defektleri eşlik eder. Bu anomaliye 21 aylık erkek bebeğin ekokardiyografik incelemesi sırasında rastladık. Hastada mezokardi, Fallot tetralojisi, sağ arkus aort ve pulmoner arterlerin malpozisyonu vardı. Kardiyak anjiyografi de intrakardiyak anomalileri doğruladı ve sol pulmoner arter ostiyumunun sağ pulmoner arter yukarısından ve sağından çıktığını ve iki pulmoner arterin birbirini çaprazladığını gösterdi.
Crossed pulmonary arteries are an uncommon anomaly in which the left pulmonary artery originates superiorly and to the right of the right pulmonary artery, and the two pulmonary arteries cross each other. This anomaly may accompany other cardiac anomalies. We encountered this anomaly during echocardiographic examination of a 21-month-old boy. He had mesocardia, tetralogy of Fallot, right aortic arch, and malposition of the branch pulmonary arteries. Cardiac angiography confirmed intracardiac anomalies and showed the ostium of the left pulmonary artery lying superiorly and to the right of the right pulmonary artery and their crisscross.

11.Isolated persistent left superior vena cava with absent right superior vena cava in two cases
Levent Korkmaz, Ali Rıza Akyüz, Musluhuttin Emre Erkuş, Cevat Topal
PMID: 21918323  doi: 10.5543/tkda.2011.01453  Pages 501 - 504
Sağ süperiyor vena kavanın eşlik etmediği persistan sol süperiyor vena kava çok nadir bir doğuştan anomalidir. İzole olarak bulunması daha da nadir bir durumdur. Persistan sol süperiyor vena kava genellikle semptomsuzdur ve tesadüfen ortaya çıkarılır. Bu yazıda, sağ süperiyor vena kava olmaksızın persistan sol süperiyor vena kava saptanan semptomsuz iki hasta (52 yaşında kadın ve 65 yaşında erkek) sunuldu. Her iki olguda da tanı kardiyak bilgisayarlı tomografi ile doğrulandı.
Persistent left superior vena cava (LSVC) with absent right superior vena cava (RSVC) is a very rare congenital anomaly. Its isolated existence is even rarer. Persistent LSVC is usually asymptomatic and discovered incidentally. We present persistent LSVC with absent RSVC in two asymptomatic patients, namely, a 52-year-old woman and 65-year-old man. The diagnosis was confirmed by cardiac computed tomography in both cases.

12.Successful percutaneous retrieval of a broken intravascular ultrasound catheter tip from inside the renal artery
Namık Ozmen, Omer Uz, Bekir Y Cingözbay, Omer Yiğiner
PMID: 21918324  doi: 10.5543/tkda.2011.01596  Pages 505 - 507
İntravasküler ultrason (İVUS) koroner arter lezyonlarının ciddiyetini değerlendirmede yaygın olarak kullanılmaktadır. İşlem sırasında kateter kırılması çok nadirdir ve kırılmış kateter parçasının koroner arter dışında başka bir organa kaçması daha önce bildirilmemiştir. Kırk bir yaşında erkek hastaya, koroner anjiyografide saptanan sol ana koroner arter lezyonunun ciddiyetini değerlendirmek için İVUS yapıldı. Sol ana koroner arterin İVUS ile görüntülenmesi sırasında kateterin distal parçasının kırıldığı görüldü. Distal kopuk parçanın koroner kıskaç ile perkütan yolla alınması sırasında, kırık parça kıskaçtan kurtuldu ve sağ renal artere kaçtı. Sağ koroner kılavuz kateterin sağ renal artere yerleştirilmesinden sonra parça koroner kıskaç ile tekrar yakalandı ve başarılı bir şekilde dışarıya çıkarıldı.
Intravascular ultrasound (IVUS) is widely used to assess the severity of coronary artery lesions. Fracture of the IVUS catheter in the coronary artery is very rare and embolization of a fractured segment into other organs has not been reported. A 41-year-old male patient underwent IVUS imaging for further assessment of a lesion detected angiographically in the left main coronary artery. During the procedure, the distal tip of the IVUS catheter fractured in the left main coronary artery. Percutaneous retrieval of the broken fragment was attempted using a coronary snare, but the fragment freed from the snare and embolized into the right renal artery. After placement of a right coronary guide wire catheter in the right renal artery, the fractured tip was captured with a coronary snare and was successfully retrieved.

REVIEW
13.Doppler ultrasound imaging of the carotid and vertebral arteries
Selen Yurdakul, Saide Aytekin
PMID: 21918325  doi: 10.5543/tkda.2011.01588  Pages 508 - 517
Karotis arter hastalığının sıklığı yaş ve kardiyovasküler risk faktörlerine bağlı olarak artmaktadır. Belirgin karotis arter darlığı, inme ve diğer serebrovasküler olayların gelişimi ile yakından ilişkilidir. Doppler ultrasonografi, karotis ve vertebral arterlerin incelenmesinde kullanılan güvenilir, invaziv olmayan bir görüntüleme yöntemidir. Karotis arter sisteminin doğru bir şekilde değerlendirilmesi yeterli teknik bilgi ve deneyimi gerektirmektedir. Bu derlemede, karotis arter sisteminin Doppler ultrasonografi ile doğru bir şekilde nasıl değerlendirilmesi gerektiği hakkında bilgi verilmesi amaçlandı.
The prevalence of carotid artery diseases increases with age and exposure to cardiovascular risk factors. Significant carotid artery stenosis is closely associated with the development of stroke and cerebrovascular events. Doppler ultrasound imaging is a noninvasive and useful modality for the examination of carotid and vertebral arteries. However, proper investigation of the carotid artery system requires sufficient technical knowledge and experience. This review gives information about the techniques of appropriate examination of the carotid artery system.

HOW TO?
14.(Echocardiography) The evaluation of mitral regurgitation
Doğan Erdoğan
PMID: 21918326  doi: 10.5543/tkda.2011.01762  Pages 518 - 522
Abstract |Full Text PDF

CASE IMAGE
15.Fistula between the aorta and left atrium after mitral valve surgery
Mahmut Akpek, Saban Kelesoglu, Ali Dogan, İbrahim Özdogru
PMID: 21918327  doi: 10.5543/tkda.2011.01590  Page 523
Abstract |Full Text PDF

16.Supravalvular aortic stenosis secondary to severe lipid accumulation in the ascending aorta in a patient with uncontrolled familial hyperlipidemia
Emrah Bozbeyoglu, Zekeriya Nurkalem, Abdullah Erdem, Ali Rıza Karacı
PMID: 21918328  doi: 10.5543/tkda.2011.01520  Page 524
Abstract |Full Text PDF

CASE REPORT
17.Unusual hypertrophic cardiomyopathy and extremely elongated chordae tendineae causing significant left ventricular outflow tract obstruction
Oğuz Karaca, Müslüm Şahin, Cihan Dundar, Tuğrul Okay
PMID: 21918329  doi: 10.5543/tkda.2011.01528  Page 525
Abstract |Full Text PDF

18.Saccular aneurysm of the left atrial septum mimicking a cystic mass
Çağdaş Akgüllü, Ercan Erdoğan
PMID: 21918330  doi: 10.5543/tkda.2011.01526  Page 526
Abstract |Full Text PDF

CASE IMAGE
19.Transcatheter retrieval of an embolized stent together with a failed snare from the descending aorta
Ruken Bengi Bakkal, Elnur Alizade, Zeki Şimşek, Nihal Özdemir
PMID: 21918331  doi: 10.5543/tkda.2011.01584  Page 527
Abstract |Full Text PDF

OTHER ARTICLES
20.Answers of specialist
Sanem Nalbantgil, Ahmet Temizhan
Pages 528 - 529
Abstract |Full Text PDF

21.Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Page 530
Abstract



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.