ISSN 1016-5169 | E-ISSN 1308-4488
Archives of the Turkish Society of Cardiology - Turk Kardiyol Dern Ars: 34 (4)
Volume: 34  Issue: 4 - June 2006
ORIGINAL ARTICLE
1.The clinical and angiographic results of paclitaxel-eluting stents in patients with diabetes mellitus
Mustafa Yurtdaş, İ. Türkay Özcan, Oben Döven, Dilek Çiçek, Ahmet Çamsarı, Eda Tokuçcu, Sabri Seyis, V. Gökhan Cin, M. Necdet Akkuş
Pages 211 - 217
Amaç: Semptomatik koroner arter hastalığı nedeniyle paklitaksel kaplı stent uygulanan diyabetli hastalarda uzun dönem sonuçlar değerlendirildi.
Çalışma planı: Semptomatik koroner arter hastalığı bulguları, pozitif efor testi ve çapı ≥2.0 mm, %70 ve üzerinde anjiyografik lezyonu olan 200 hastaya paklitaksel kaplı stent (n=267) uygulandı. Hastalar diyabetli olan (n=68; 46 erkek, 22 kadın; ort. yaş 58.7) ve olmayanlar (n=132; 103 erkek, 29 kadın; ort. yaş 56.5) olarak iki grupta incelendi. Koroner anjiyografiler stent uygulamasından ortalama 12.1±5.1 ay sonra tekrarlandı ve hastalar ortalama 15.4±6.4 ay takip edildi. Majör kardiyak olaylar, akut miyokard infarktüsü (AMİ), ölüm gelişimi ve yeniden girişim yapılması olarak tanımlandı.
Bulgular: Diyabet grubunda, işlem öncesi değerlendirilen referans damar çapı daha düşük; bifurkasyon lezyonlarının ve uzun lezyonların sayısı ve stent uzunluğu daha fazlaydı (p<0.05). Diğer kantitatif ölçümlerde iki grup arasında anlamlı farklılık bulunmadı. Takip süresince hiçbir hastada ölüm gözlenmedi. Majör kardiyak olaylar açısından diyabetli olan ve olmayan hastalar arasında anlamlı farklılık yoktu (sırasıyla %5.9 ve 3.8; p>0.05): Bu oranlar AMİ için sırasıyla %1.5 ve %0.8, kararlı angina pektoris gelişimi için %2.9 ve %2.3; perkütan koroner girişim için %2.9 ve %2.3; cerrahi revaskülarizasyon için %1.5 ve %0.8 idi. İnsülin ve oral antidiyabetik kullanan diyabetli hastalar arasında majör kardiyak olay açısından anlamlı farklılık görülmedi.
Sonuç: Diyabetli hastalarda paklitaksel kaplı stentlerin, darlık ve majör kardiyak olay oranını azaltmada diyabetik olmayan hastalardaki kadar etkili ve güvenli olduğu gözlendi.
Objectives: We evaluated the long-term results of paclitaxel-eluting stents in diabetic patients with symptomatic coronary artery disease (CAD).
Study design: A total of 200 patients with symptomatic CAD, a positive treadmill test, and angiographically confirmed lesions (≥2 mm and ≥70%) underwent paclitaxel-eluting stent implantation (n=267). The patients were assessed in two groups depending on the presence (n=68; 46 men, 22 women; mean age 58.7 years) or absence (n=132; 103 men, 29 women; mean age 56.5 years) of diabetes. Coronary angiographies were repeated after a mean of 12.1±5.1 months following implantation. The mean follow-up was 15.4±6.4 months. Major cardiac events included acute myocardial infarction (AMI), death, and a subsequent intervention.
Results: The diabetic group presented with smaller pre-procedure reference vessel diameters, a greater number of bifurcations, long lesions, and long stents (p<0.05). Other quantitative measurements did not differ significantly. Mortality did not occur during the follow-up period. Major cardiac events did not differ significantly between patients with (5.9%) and without (3.8%) diabetes (p>0.05). The incidences of AMI (1.5% vs 0.8%), recurrent angina pectoris (2.9% vs 2.3%), percutaneous angioplasty (2.9% vs 2.3%), and surgical revascularization (1.5% vs 0.8%) were not different in the diabetic and nondiabetic groups, respectively (p>0.05). Major cardiac events were similar in diabetic patients receiving insulin or oral antidiabetic agents.
Conclusion: Our data favor the effective and safe use of paclitaxel-eluting stents in diabetic patients with respect to comparably low rates of restenosis and major cardiac events.

2.Do we pay proper attention to triglyceride levels in coronary artery disease?
Meral Kayıkçıoğlu, Muge Ildızlı, Murat Olukman, Can Hasdemir, Oguz Yavuzgil, Levent Can, Cemil Gürgün, Hakan Kültürsay, İnan Soydan
Pages 218 - 222
Amaç: Epidemiyolojik çalışmalar yüksek trigliserid düzeylerinin koroner arter hastalığı (KAH) riskini artırdığını göstermiştir. Bu çalışmada, bir üçüncü basamak sağlık merkezinin, koroner arter hastalarında trigliserid düzeylerine yaklaşımı değerlendirildi.
Çalışma planı: Çalışmaya, bir üniversite hastanesi kardiyoloji kliniğine son bir ay içinde angina pektoris yakınmasıyla başvuran ve elektif koroner anjiyografi amacıyla yatırılarak KAH saptanan ardışık 100 hasta (79 erkek, 21 kadın; ort. yaş 58±10) alındı. Çalışma verileri olguların hastane dosya kayıtlarından elde edildi. Hastaların lipid profilleri ve uygulanan tedaviler incelendi.
Bulgular: Hastaların %66’sı hiperlipidemikti. Ortalama lipid düzeyleri şu şekildeydi: Total kolesterol 203±44 mg/dl; trigliserid 195±106 mg/dl; yüksek yoğunluklu lipoprotein 43±11 mg/dl, düşük yoğunluklu lipoprotein 124±38 mg/dl. Olguların %31’i yatışta statin kullanıyordu ve taburcu olurken %65’ine statin önerilmişti. Hiçbir hasta yatışta fibrat türevi kullanmıyordu. On hastada trigliserid düzeyine hiç bakılmamıştı. Trigliserid düzeyinin ölçüldüğü hastaların sadece 29'unda (%32.2) trigliserid düzeyi ATP III kılavuzuna göre normal sınırlardaydı (<150 mg/dl). Trigliserid düzeyi 25 olguda (%27.8) yüksek normaldi (150-199 mg/dl) ve taburcu edilirken bunların 14'ünde statine başlanmıştı. Otuz beş olguda (%38.9) trigliserid düzeyi yüksekti (200-499 mg/dl) ve bunların hepsinde trigliserid yüksekliği ön planda idi ve 27'sinin tedavisine statin eklenmişti, sadece üç hastaya taburcu olurken fibrat önerilmişti.
Sonuç: Koroner arter hastalığında trigliserid düzeylerine gereken önemin verilmediği ve hipertrigliseridemi tedavisi için fibrat kullanımının yetersiz olduğu görüldü. Hastalardaki trigliserid yüksekliği oranı da göz önüne alındığında, hekimlerin hipertrigliseridemi ve tedavisi konusunda bilinçlendirilmesi gerekmektedir.
Objectives: Epidemiological studies have demonstrated that elevated triglyceride levels increase the risk for coronary artery disease (CAD). This study sought to evaluate the approach to triglyceride levels in patients with CAD in the cardiology department of a tertiary medical center.
Study design: The study consisted of 100 consecutive patients (79 males, 21 females; mean age 58±10 years) who were admitted to the cardiology department of a university hospital with angina pectoris and were found to have CAD by elective coronary angiography. Data were obtained from hospital records. Lipid profiles of the patients and management strategies were assessed.
Results: Hyperlipidemia was detected in 66%. The mean total cholesterol, triglyceride, high- and low-density lipoprotein cholesterol levels were 203±44 mg/dl, 195±106 mg/dl, 43±11 mg/dl, and 124±38 mg/dl, respectively. On admission, none of the patients were receiving fibrates, and 31% were on statin treatment, which increased to 65% on discharge. In 10 patients, triglyceride levels were not determined at all. According to the Adult Treatment Panel III (ATP III), triglyceride levels were normal (<150 mg/dl) in 29 patients (32.2%). Twenty-five patients (27.8%) had a high-normal triglyceride level (150 to 199 mg/dl), of which statin treatment was instituted in 14 patients on discharge. Thirty-five patients (38.9%) with a high triglyceride level (200 to 499 mg/dl) had hypertriglyceridemia as the most prominent lipid profile; of these, statin treatment was instituted in 27 patients and fibrates were prescribed to three patients.
Conclusion: Our data show that triglyceride levels do not receive proper attention and that fibrates are underused in the treatment of hypertriglyceridemia in CAD. Considering high triglyceride levels, awareness of physicians for hypertriglyceridemia and its treatment should be enhanced.

3.Relationship between elastic properties of the aorta and uric acid levels in newly diagnosed hypertensive patients
Mustafa Gür, Remzi Yılmaz, Recep Demirbag, Ergün Seyfeli, İbrahim Özdoğru, İbrahim Halil Altıparmak, Ali Doğan, Tuğrul İnanç, Nihat Kalay
Pages 223 - 229
Amaç: Hipertansiyon tanısı yeni konan hastalarda aortun elastik özellikleriyle ürik asit düzeyleri arasındaki ilişki araştırıldı.
Çalışma planı: Çalışmaya hipertansiyon tanısı yeni konan 109 hasta (68 kadın, 41 erkek; ort. yaş 51.6±6.9) alındı. Tüm olgularda ekokardiyografik inceleme yapıldı. M-mod ekokardiyografiyle aortun sistolik ve diyastolik çapları ölçüldü, aortun elastik özelliklerinden gerilimi ve esnekliği hesaplandı. Nabız basıncı sfigmomanometreyle ölçüldü. Alınan kan örneklerinde ürik asit düzeyi ve diğer biyokimyasal parametreler ölçüldü. Sonuçlar, yaş ve cinsiyeti hasta grubuyla eşleştirilmiş 21 sağlıklı gönüllüden oluşan kontrol grubuyla karşılaştırıldı.
Bulgular: Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında, aort gerilimi ve esnekliği hipertansif hastalarda daha düşük (p<0.001), ürik asit düzeyi ise daha yüksek (p=0.044) bulundu. Çok değişkenli regresyon analizinde, aort gerilimi ve esnekliğinin ürik asit düzeyi (sırasıyla, p=0.010 ve p=0.009), yaş (p=0.001 ve p<0.001) ve sol ventrikül kütle indeksi (p=0.002 ve p<0.001) ile bağımsız ilişki gösterdiği görüldü. Cinsiyete göre çok değişkenli analizde, kadınlarda aort gerilimi ve esnekliği ürik asit düzeyi, yaş ve sol ventrikül kütle indeksi ile bağımsız ilişki gösterirken, erkeklerde bu ilişki gözlenmedi (p>0.05).
Sonuç: Bu bulgular, ürik asidin, özellikle hipertansiyonlu kadın hastalarda aortun bozulan elastik özellikleriyle ilişkili patofizyolojide rol oynayabileceği görüşünü desteklemektedir.
Objectives: The association between elastic properties of the aorta and uric acid levels was investigated in patients with newly diagnosed hypertension.
Study design: The study included 109 patients (68 females, 41 males; mean age 51.6±6.9 years) with newly diagnosed hypertension. Echocardiographic examination was performed. Systolic and diastolic diameters were measured by M-mode echocardiography, and elastic indices (aortic strain and distensibility) were calculated. Pulse pressure was obtained by a sphygmomanometer. Blood samples were obtained to determine serum uric acid levels and other biochemical parameters. The results were compared with those of a control group consisting of 21 age- and sex-matched healthy volunteers.
Results: Compared to the control group, aortic strain and distensibility were significantly lower (p<0.001) and uric acid levels were significantly higher (p=0.044) in hypertensive patients. In multivariate regression analysis, aortic strain and distensibility showed independent relationships with uric acid levels (p=0.010 and p=0.009, respectively), age (p=0.001 and p<0.001), and left ventricular mass index (p=0.002 and p<0.001) in the patient group. Multivariate analysis according to gender showed that aortic strain and distensibility were in independent relationship with uric acid levels, age, and left ventricular mass index only in female patients.
Conclusion: These data support the view that increased uric acid levels may have a role in the pathogenesis of impaired elastic properties of the aorta especially in hypertensive women.

4.Evaluation of paravalvular leakage and embolic risks associated with St. Jude Silzone mechanical heart valves
Ahmet Şaşmazel, Tijen Alkan, Tufan Paker, Cihangir Ersoy, Atıf Akçevin, Vedat Bayer, Halil Türkoğlu, Aydın Aytaç
Pages 230 - 232
Amaç: St. Jude Silzone mekanik kalp kapaklarındaki paravalvüler kaçak ve embolik olaylar geriye dönük olarak incelendi.
Çalışma planı: St. Jude Silzone mekanik kalp kapağı takılan 28 hasta (17 erkek, 11 kadın; ort. yaş 47±17; dağılım 10-79) çalışmaya alındı. Dört hastaya aort kapak replasmanı, dördüne mitral kapak replasmanı, 20’sine mitral ve aort kapak replasmanı yapılmıştı. Aort kapak replasmanı yapılan hastalardan birine suprakoroner greft implantasyonu, birine koroner arter baypas ameliyatı yapıldı, bir diğeri ise Fallot tetralojisi ve opere Waterson şantı nedeniyle ameliyat edildi. Hastalar paravalvüler kaçak yönünden transtorasik ekokardiyografiyle; ameliyat sonrası erken ve geç dönemdeki majör embolik olaylar yönünden ise klinik olarak değerlendirildi. Transtorasik ekokardiyografi ameliyat sonrası üçüncü ve altıncı aylarda yapıldı. Ortalama izlem süresi 70 aydı (dağılım 64-89 ay).
Bulgular: Hiçbir hastada ameliyat sonrasında paravalvüler kaçak ve erken dönemde mortalite görülmedi. Klinik değerlendirmede erken ve geç dönemde majör embolik olaylara rastlanmadı.
Sonuç: Bulgularımız, St. Jude Silzone-kaplı mekanik kapak ile replasman yapılan hastalarda erken paravalvüler kaçak ve emboli riskinin artmadığını göstermektedir.
Objectives: Paravalvular leakage and embolic events associated with St. Jude Silzone mechanical heart valves were retrospectively assessed.
Study design: The study included 28 consecutive patients (17 males, 11 females; mean age 47±17 years; range 10 to 79 years) in whom St. Jude silzone-coated heart valves were implanted. Four patients received aortic, four patients received mitral, and 20 patients received both mitral and aortic valvular mechanical heart valves. Among those with aortic valve replacement, one patient underwent supracoronary graft implantation, one patient underwent coronary artery bypass grafting, and one patient underwent surgery due to tetralogy of Fallot and a previous Waterson shunt operation. Paravalvular leakage was assessed with transthoracic echocardiography in the third and sixth postoperative months, and major embolic events were clinically assessed in the early and late period. The mean follow-up was 70 months (range 64 to 89 months).
Results: Paravalvular leakage did not occur postoperatively, and mortality was not observed in the early postoperative period. No major embolic events were recorded in the early and late periods.
Conclusion: Our results demonstrate that valvular replacement with St. Jude Silzone-coated mechanical heart valves does not contribute to early paravalvular leakage and major embolic events.

EDITORIAL COMMENT
5.Editorial Comment Paravalvular leak and embolic risks in silzone-coated mechanical heart valves
Selim İsbir
Pages 233 - 234
Abstract |Full Text PDF

CASE REPORT
6.Aortopulmonary fistula occurring 19 years after repair of aortic coarctation with Dacron patch aortoplasty
Ahmet Tayfun Gürbüz, Ali Can Vuran, Aydın Aytaç
Pages 235 - 238
Otuz dokuz yaşında erkek hasta öksürük ve hemoptizi yakınmalarıyla başvurdu. Hastaya 19 yıl önce Dacron yama aortoplasti tekniğiyle aort koarktasyonu onarımı yapılmıştı. Torasik aortografide aort lümeninde belirgin daralma ve yama bölgesinde bir miktar kontrast madde kaçağı görüldü. Bilgisayarlı tomografi anjiyografide eski tamir bölgesinde belirgin daralma ve çift lümen görünümü izlendi. Anevrizma veya psödoanevrizma varlığına ilişkin bir bulgu yoktu. Sol torakotomiden sonra ve kısmi baypas altında, önceki Dacron yama ve koarktasyon segmenti tümüyle eksize edildi. Aort devamlılığını sağlamak için 20 mm’lik yeni bir Dacron yama yerleştirildi ve yamayı akciğer dokusundan ayırmak için üzerine plevral flep kondu. Ameliyat sonrası dönemi sorunsuz geçiren hasta ameliyatın beşinci gününde taburcu edildi. Onarımdan sonra hemoptizinin tümüyle kaybolduğu görüldü. Üçüncü ayda yapılan manyetik rezonans anjiyografide greftin açık olduğu izlendi ve koarktasyon görülmedi.
A 39-year-old male patient presented with complaints of cough and hemoptysis. He had a history of aortic coarctation repair with the use of Dacron patch aortoplasty 19 years before.Thoracic aortography showed significant narrowing of the aortic lumen and some extravasation of contrast material in the patch area. Computed tomography angiography of the chest revealed obvious narrowing at the repair site and a double lumen appearance. There was no evidence for a true aneurysm or pseudoaneurysm. Following a left thoracotomy and on partial cardiopulmonary bypass, the Dacron patch and coarctation segment were completely removed. A new Dacron graft of 20 mm was used to restore aortic continuity. A pleural flap was placed on the new Dacron graft to separate it from the lung tissue. The postoperative course was uneventful and the patient was discharged on the fifth postoperative day. Hemoptysis disappeared following the procedure. Magnetic resonance angiography performed three months after the repair showed a patent graft and no coarctation.

7.De Bakey type I aortic dissection in a patient with idiopathic dilated cardiomyopathy
Uğur Önsel Türk, Serkan Saygı, Emin Alioğlu, İstemihan Tengiz, Ertuğrul Ercan
Pages 239 - 240
Dilate kardiyomiyopatili olgularda aort diseksiyonu oldukça nadir görülen bir durumdur. Dilate kardiyomiyopatili 30 yaşında erkek hasta dispne ve çabuk yorulma yakınmalarıyla başvurdu. Fizik muayenede santral venöz basıncın yükselmiş olduğu görüldü ve sternum sağ kenarı boyunca sürekli üfürüm işitildi. Ekokardiyografik incelemede her iki ventrikülde belirgin sistolik disfonksiyon (sol EF %20, sağ EF %25) ile birlikte kardiyak boşluklarda belirgin dilatasyon, çıkan aortta diseksiyon flebi ve orta derecede aort yetersizliği saptandı. Torakoabdominal bilgisayarlı tomografide diseksiyon flebinin, sinotübüler bileşkeden iliyak bifurkasyona doğru uzandığı görüldü. De Bakey tip 1 aort diseksiyonu tanısıyla Bentall ameliyatı uygulanan hasta ameliyat sonrası 15. günde taburcu edildi.
Aortic dissection is a very rare clinical entity in patients with dilated cardiomyopathy. A 30-year-old man with known dilated cardiomyopathy presented with complaints of dyspnea and fatigue. Physical examination showed increased central venous pressure and a continuous murmur on the right sternal border. Echocardiography revealed severe systolic dysfunction in both ventricles (left EF 20%, right EF 25%), dissection in the ascending aorta, and moderate aortic regurgitation. Thoracoabdominal computed tomography showed that the dissection flap extended from the sinotubular junction to the iliac bifurcation. A diagnosis of De Bakey type I aortic dissection was made. Following Bentall operation, the patient was discharged on the 15th postoperative day.

8.A case of a posteroseptal accessory pathway localized in the neck of a coronary sinus diverticulum
Fethi Kılıçaslan, Ata Kırılmaz, Rıfat Eralp Ulusoy, Mehmet Dinçtürk
Pages 241 - 245
Koroner sinus divertikülü ile boynunda posteroseptal yerleşimli aksesuvar yol varlığı elektrofizyolojik çalışmayı ve başarılı ablasyonu zorlaştırmaktadır. Bu grup hastalarda aksesuvar yoldan ventriküle ileti gidiş sıklığı artmaktadır. Yirmi bir yaşındaki erkek hasta paroksismal çarpıntı yakınmasıyla başvurdu. On yıldır süren bu yakınmalar ani başlıyor, 30 dakika kadar sürüp sonlanıyordu. Beta-bloker ve propafenon tedavisi yakınmaları gidermemişti. Sinus ritmindeki elektrokardiyografisinde delta dalgası V1 derivasyonda pozitif, inferior derivasyonlarda negatifti. Elektrofizyolojik çalışmada, koroner sinus divertikülü boynunda posteroseptal yerleşimli aksesuvar yol saptandı ve atriyal fibrilasyon sırasında çok hızlı ventrikül yanıtı izlendi. Wolff-Parkinson-White sendromlu hastaya koroner sinus divertikülü içinden başarılı bir şekilde ablasyon uygulandı.
The presence of a coronary sinus diverticulum along with a posteroseptal accessory pathway in its neck makes electrophysiologic studies and a successful ablation difficult. It is accompanied by increased ventricular conduction through the accessory pathway. A 21-year-old male patient presented with a complaint of paroxysmal tachycardia of a 10-year history, which lasted about 30 minutes following a sudden onset. It was unresponsive to treatment with a beta-blocker and propafenone. An electrocardiogram obtained in normal sinus rhythm showed positive delta wave activity in lead V1 while inferior leads were negative. An electrophysiologic study showed a posteroseptal accessory pathway in the neck of the diverticulum and a very rapid ventricular response during atrial fibrillation, suggesting Wolff-Parkinson-White syndrome. Ablation through the diverticulum was successful.

REVIEW
9.Statins in primary and secondary prevention: what should the target LDL cholesterol value be?
Turgay Çelik, Uygar Çağdaş Yüksel, Ersoy Işık
Pages 246 - 254
Düşük yoğunluklu lipoprotein (LDL) kolesterol düzeylerini düşürmek, günümüzde aterosklerotik hastalıklarla mücadelenin en önemli unsurudur. Statinlerin klinik kullanıma girmesi, LDL kolesterol ile mücadelede yeni bir çağı başlatmıştır. Son 20 yıl içinde elde edilen veriler, statinlerin sağkalım üzerine olan etkisini ortaya koymuş ve hedef LDL kolesterol değerlerinin giderek daha aşağıya çekilmesine neden olmuştur. Bu derlemede, çok sayıda randomize kontrollü çalışmanın verileri ışığında, statin kullanımıyla ilgili olarak çeşitli risk gruplarındaki hastalarda hedef LDL kolesterol değerleri gözden geçirildi.
Lowering low-density lipoprotein (LDL) cholesterol levels is among the most important issues in combatting with atherosclerotic diseases. Introduction of statins has launched a new era in this field. Trials conducted in the past 20 years have shown the effect of statins on improved survival, with accumulating evidence justifying the need for lowering the limits set for LDL cholesterol levels. In this review, target LDL cholesterol levels pertaining to statin use are discussed in different risk groups in view of relevant randomized controlled trials.

10.Congenital heart disease and pregnancy
Hüsniye Yüksel
Pages 255 - 264
Doğumsal kalp hastalığı olan kadınların çoğu, sürekli gelişim gösteren pediyatrik kardiyak cerrahi ve tıbbi tedavi yöntemleri sayesinde erişkin yaşa ulaşmakta ve çocuk sahibi olmayı istemektedir. Normal gebelik sırasında önemli hemodinamik değişiklikler oluşur. Periferik vasküler direnç ve kan basıncı düşerken, kardiyak debi %50 artar. Annede doğumsal kalp hastalığı olduğunda bu hemodinamik değişiklikler kardiyak fonksiyonların bozulmasına, semptomların alevlenmesine ve hatta anne ve fetusun kaybına neden olabilir. Bu komplikasyonlara karşın, Eisenmenger sendromu, sol kalp obstrüksiyonu, Marfan sendromu gibi hastalıklar dışında, ventrikül fonksiyonları iyi, semptomları hafif, oksijen satürasyonu normal olan kadınlarda gebelik iyi tolere edilir. Doğumsal kalp hastalığı bulunan bir kadında planlanmış gebelik tercih edilir. Gebelik öncesinde anne ve fetusla ilgili risk tayini yapılmalı, gebeliğin uygun olup olmadığı belirlenmeli ve eğer mümkünse kardiyak sorunlar gebelik öncesi dönemde düzeltilmeli veya hafifletilmelidir. Gebelik oluştuğunda hastaların yakın takibi gerekir; orta ve yüksek riskli hastaların takibi tam teşekküllü hastanelerde uzman ekip tarafından yapılmalıdır.
Thanks to continuing progress in pediatric cardiac surgery and medical care, most women with congenital heart disease (CHD) reach childbearing age and consider pregnancy. Significant hemodynamic changes occur during normal pregnancy. Cardiac output increases by 50% while peripheral vascular resistance and blood pressure decrease. In the presence of maternal CHD, these hemodynamic changes can cause deterioration in cardiac functions, exacerbation of cardiac symptoms, and may result in maternal death and fetal loss. In spite of these complications, pregnancy is well tolerated in minimally symptomatic women with good ventricular function and normal oxygen saturation except in those with Eisenmenger syndrome, left heart obstruction, and Marfan syndrome. A planned pregnancy is preferable in women with CHD. Before pregnancy, maternal and fetal risks should be assessed, advisability of pregnancy must be determined, and if possible, cardiac abnormalities must be corrected or palliated. A careful and close follow-up is necessary during pregnancy. Women with high or intermediate risks should be referred for specialty care.

LETTER TO EDITOR
11.Letter to Editor: Shortcomings in the psychiatric treatment of major depression in patients with acute coronary syndrome and recommendations for amelioration
Mutlu Vural, Ömer Şatıroğlu, Mehmet Acer
Pages 265 - 266
özet yok-editöre mektup
no summary-letter to the editor

CASE IMAGE
12.Case images: Giant left atrial thrombus with atypical location
Şakir Arslan, Bilgehan Erkut, Fuat Gündoğdu, Enbiya Aksakal
Page 267
Altmışiki yaşında bir bayan hasta nefes darlığı ve çarpıntı şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Fizik muayenesinde taşikardi haricinde bir özellik yoktu. Elektrokardiografide atriyal fibrilasyon mevcuttu. Transözafajiyal ekokardiografide (TÖE) sol atriyumun üst kısmında üst pulmoner venlerin arasına tutunmuş, sol atriyum içine uzanan, metastatik kitleyi düşündüren şüpheli bir kitle (4x2 cm) tespit edildi. Sol atriyal apendiks temizdi. Operasyon planlanan hastaya takip esnasında tromboembolik olayları önlemek için fraksiyone heparin başlandı. Iki hafta sonra tekrarlanan TÖE’da kitlenin küçüldüğü (3x1cm), frajil ve hareketli hale geldiği gözlendi. Kitle kardiyak cerrahi ile tamamen çıkarıldı. Kitlenin patolojik incelemesi organize thrombüs olarak rapor edildi.
TÖE sol atriyal kitlelerin özelliklerinin tanımlanmasında en iyi metottur. Bizim olgumuzda sol atriyal apendiksin temiz olması ve kitlenin pulmoner venlerin arasında olması metastatik kitleyi düşündürdü. Ancak heparin ile kitlenin küçülmesi thrombüs lehineydi.
An 62 year-old woman was admitted to our hospital because of palpitation and dyspnea. Physical examination was unremarkable except for tachycardia. A 12-lead electrocardiogram showed atrial fibrillation. Transesophageal echocardiography (TEE) revealed a large suspicious mass (4x2 cm) between superior pulmonary vens, which could have been a cardiac metastatic mass protruding into the left atrium. There were no idendefiable masses in the left atrial appendage. Fractional heparin was started to prevent any tromboembolic occurrences during follow up. Two weeks later TEE revealed that the mass became smaller (3x1cm) and became mobile and fragile. The patient had cardiac surgery performed for the removal of the intracardiac mass. On pathologic examination the mass was diagnosed as an organized thrombus.
TTE has been shown to be a superior method in defining the characteristics of a mass in the left atrium. We think to metastatic cardiac mass that between superior pulmonary vens of mass and absence of any additional masses in the left atrial appendage in our case. However, we think to organized thrombus that smaller in mass with heparin theraphy.

OTHER ARTICLES
13.Answers of Specialist

Pages 268 - 269
Abstract |Full Text PDF

14.Comment on cardiology publications
Ertan Ural
Page 271
Abstract |Full Text PDF



Journal Metrics

Journal Citation Indicator: 0.18
CiteScore: 1.1
Source Normalized Impact
per Paper:
0.22
SCImago Journal Rank: 0.348

Quick Search



Copyright © 2024 Archives of the Turkish Society of Cardiology



Kare Publishing is a subsidiary of Kare Media.